İktisadi ve İdari bilimler dergisi · İktisadi ve İdari bilimler dergisi / journal of economics...

87
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi Journal of Economics and Administrative Sciences Yıl: 3 Sayı: 5 Year: 3 Issue: 5 İlkbahar 2017 Spring 2017 ISSN: 2149-3391 İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi / Journal of Economics and Administrative Sciences Uluslararası hakemli dergidir. Yılda iki kez yayımlanır. Sahibi Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adına Dekan Vekili Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN Editörler Kurulu Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI Redaktör Öğr. Gör. Abdullah ATACAN Dergi Asistanları Arş. Gör. Dr. Serap Pelin TÜRKOĞLU Arş. Gör. Arda ÖZKAN

Upload: others

Post on 02-Nov-2019

46 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi

Journal of Economics and Administrative Sciences

Yıl: 3 Sayı: 5 Year: 3 Issue: 5

İlkbahar 2017 Spring 2017

ISSN: 2149-3391

İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi

/ Journal of Economics and Administrative Sciences

Uluslararası hakemli dergidir.

Yılda iki kez yayımlanır.

Sahibi

Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adına

Dekan Vekili Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN

Editörler Kurulu

Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN

Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ

Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI

Redaktör

Öğr. Gör. Abdullah ATACAN

Dergi Asistanları

Arş. Gör. Dr. Serap Pelin TÜRKOĞLU

Arş. Gör. Arda ÖZKAN

2

Danışma ve Yayın Kurulu

Prof. Dr. Ahmet AKSOY (Gazi Üniversitesi)

Prof. Dr. Harun ARIKAN (Çukurova Üniversitesi)

Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI (ODTÜ)

Prof. Dr. Yuriy L. BOSHYTSKY (Kyiv University of Law of the National Academy

of Sciences of Ukraine – Ukrayna)

Prof. Dr. Servet CEYLAN (Giresun Üniversitesi)

Prof. Dr. Mehmet Efe ÇAMAN (Türk – Alman Üniversitesi)

Prof. Dr. Mitat ÇELİKPALA (Kadir Has Üniversitesi)

Prof. Dr. Murat ÇEMREK (Necmettin Erbakan Üniversitesi)

Prof. Dr. Zurab DAVITASHVILI (Tbilisi State University - Gürcistan)

Prof. Dr. Rasim Özgür DÖNMEZ (Abant İzzet Baysal Üniversitesi)

Prof. Dr. Atilla GÖKTÜRK (Dokuz Eylül Üniversitesi)

Prof. Dr. Burak Samih GÜLBOY (İstanbul Üniversitesi)

Prof. Dr. Muharrem GÜNEŞ (Mustafa Kemal Üniversitesi)

Prof. Dr. Serhat GÜVENÇ (Kadir Has Üniversitesi)

Prof. Dr. Alper GÜZEL (Ondokuz Mayıs Üniversitesi)

Prof. Dr. Alexander IVANOV (Kuban State University – Rusya Federasyonu)

Prof. Dr. Bayram KAYA (Giresun Üniversitesi)

Prof. Dr. Yakup KÜÇÜKKALE (Karadeniz Teknik Üniversitesi)

Prof. Dr. Maxim LEPSKIY (Zaporizhzhya National University – Ukrayna)

Prof. Dr. Rafa MARTİNEZ (Barcelona Üniversitesi)

Prof. Dr. Ayşegül MENGİ (Ankara Üniversitesi)

Prof. Dr. Ayşe ÖZCAN (Giresun Üniversitesi)

Prof. Dr. Çınar ÖZEN (Ankara Üniversitesi)

Prof. Dr. Alpaslan ÖZERDEM (Coventry Üniversity – İngiltere)

Prof. Dr. Sibel TURAN (Trakya Üniversitesi)

Prof. Dr. Levent ÜRER (Beykent Üniversitesi)

Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA (Marmara Üniversitesi)

Prof. Dr. Nebiye YAMAK (Karadeniz Teknik Üniversitesi)

Prof. Dr. Rahmi YAMAK (Karadeniz Teknik Üniversitesi)

Prof. Dr. Reyhan Ayşen WOLFF (Giresun Üniversitesi)

Doç. Dr. Tekin AKDEMİR (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi)

Doç. Dr. Davut ATEŞ (Selçuk Üniversitesi)

Doç. Dr. Ali BALCI (Sakarya Üniversitesi)

Doç. Dr. Mehmet DURKAYA (Giresun Üniversitesi)

Doç. Dr. Türkmen GÖKSEL (Ankara Üniversitesi)

Doç. Dr. Emre İŞERİ (Yaşar Üniversitesi)

Doç. Dr. Şenol KANTARCI (Akdeniz Üniversitesi)

Doç. Dr. Tatiana ROMANOVA (St. Petersburg State University – Rusya Fed.)

Doç. Dr. Houman A. SADRI (University of Central Florida – ABD)

Doç. Dr. Alexander SOTNICHENKO (St. Petersburg State University – Rusya Fed.)

3

Yrd. Doç. Dr. Gönül OĞUZ (Giresun Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. Uğur SEVİM (Giresun Üniversitesi)

E. Den. Kur. Alb. Adnan YAŞAR

Hakem Kurulu

Prof. Dr. Mustafa Nail ALKAN (Gazi Üniversitesi)

Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI (ODTÜ)

Prof. Dr. Yuriy L. BOSHYTSKY (Kyiv University of Law of the National Academy

of Sciences of Ukraine – Ukrayna)

Prof. Dr. Servet CEYLAN (Giresun Üniversitesi)

Prof. Dr. Nursulu ÇETİN (Giresun Üniversitesi)

Prof. Dr. Bayram KAYA (Giresun Üniversitesi)

Prof. Dr. Rafa MARTİNEZ (Barcelona Üniversitesi)

Prof. Dr. Ayşe ÖZCAN (Giresun Üniversitesi)

Prof. Dr. Alpaslan ÖZERDEM (Coventry Üniversity – İngiltere)

Prof. Dr. Sibel TURAN (Trakya Üniversitesi)

Prof. Dr. Levent ÜRER (Beykent Üniversitesi)

Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA (Marmara Üniversitesi)

Prof. Dr. Reyhan Ayşen WOLFF (Giresun Üniversitesi)

Doç.Dr. Derya ALTUNBAŞ (Giresun Üniversitesi)

Doç. Dr. Davut ATEŞ (Selçuk Üniversitesi)

Doç. Dr. Mehmet DURKAYA (Giresun Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. Gönül OĞUZ (Giresun Üniversitesi)

Yrd. Doç. Dr. Uğur SEVİM (Giresun Üniversitesi)

T.C. GİRESUN ÜNİVERSİTESİ

İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ

İKTİSADİ ve İDARİBİLİMLER DERGİSİ

GÜRE YERLEŞKESİ

MERKEZ 28200-GİRESUN

Web: http://iibf.giresun.edu.tr/

E-İleti: [email protected]

TEL: (90) 454-310 1302

4

İÇİNDEKİLER

Editörden Merhaba…………………………………………………………………...5

Dijital Bölünme: Nedenleri ve Türleri………………………………………….……6

Nadide HÜSNÜOĞLU – Lütfü ÖZTÜRK

Türk Fındık Sektörünün Rekabet Gücü: Balassa Endeksi Yaklaşımı….....................22

Ersin YENİSU

Türk Gıda Sanayi Dış Ticaret Yapısının Analizi…….…………….…......................38

Güçgeldi BASHİMOV – Recep ÇİÇEK – Ahmet AYDIN

Müzakerelerde Etik Açısından AB-Türkiye İlişkilerinin Değerlendirilmesi..............55

Nihal ARICAN KAYGUSUZ – Gülşah KARAVARDAR

“Elit” Kavramı ve Oluşum Mekanizmaları…………………..……………………..73

Şahin BAĞIROV

Kitap Eleştirisi : Jeo-Enerjik Bir Bakış: AB Bağlamında Enerji Politikalarında Jeo-

Enerji Alanları…………………………………………………………………….81

Şebnem KÖSE

5

EDİTÖRDEN MERHABA,

Değerli Okuyucularımız,

İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi’nin beşinci sayısı ile bir kez daha karşınızda olmanın

heyecanını duyuyoruz. Bu sayımızda birbirinden değerli beş makale ve bir kitap

tanıtımı yer almaktadır.

Birinci makalede Nadide HÜSNÜOĞLU ve Lütfü ÖZTÜRK, “Dijital Bölünme:

Nedenleri ve Türleri” hakında bilgi vermektedir.

İkinci makalede Ersin YENİSU, “Türk Fındık Sektörünün Rekabet Gücü: Balassa

Endeksi Yaklaşımı”nı değerlendirmektedir.

Üçüncü makaledeGüçgeldi BASHİMOV,Recep ÇİÇEK ve Ahmet AYDIN, “Türk Gıda

Sanayi Dış Ticaret Yapısının Analizi” üzerinde durmaktadır.

Dördüncü makalede Nihal ARICAN KAYGUSUZ ve Gülşah KARAVARDAR,

“Müzakerelerde Etik Açısından AB-Türkiye İlişkilerinin Değerlendirilmesi” ile yer

almışlardır.

Beşinci makale Azerbaycan İlimler Akademisi’nden gelmiştir; Şahin BAĞIROV’un

kaleme aldığı, “Elit Kavramı ve Oluşum Mekanizmaları” adlı makalesi, Azerbaycan

Türkçesi korunarak okuyucuya sunulmuştur.

Son olarak genç yazar Şebnem KÖSE’nin Kitap eleştirisi yer almaktadır: “Jeo Enerjik

Bakış: AB Bağlamında Enerji Politikalarında Jeo-Enerji Alanları”

Her geçen gün güçlenen ve bilim dünyasında hızla yol alan İktisadi ve İdari Bilimler

Dergisi ilerleyen zamanlarda özel sayılara ve özel konulara yer vererek de çıkacaktır.

Keyifli okumalar diliyoruz.

Saygılarımızla.

Prof.Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN

6

DİJİTAL BÖLÜNME: NEDENLERİ VE TÜRLERİ

DIGITAL DIVIDE: TYPES AND CAUSES

Nadide HÜSNÜOĞLU1*

Lütfü ÖZTÜRK**

Özet

Bugün dünyamızın her boyutta şekillenmesini büyük ölçüde etkileyen ve belirleyen unsurlardan birisi, küreselleşme ile birlikte bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi süreçlerinde yaşanan gelişmelerdir. Sanayi toplumundaki maddi ürünlerin yerini bilgi üretimi almış olup, yeni teknolojilerin ve yeniliklerin yoğun olarak kullanıldığı, üretildiği ve süratle yayıldığı, bilginin kontrolü ve sahipliği için ulusal ve uluslararası örgütlerin kurumsallaştığı, bilgili ve nitelikli insanın merkez konumda olduğu bir dönemi yaşamaktayız. Ancak bilişim teknolojilerinin sağladığı olanaklardan yararlanamayanlar gelişmelerin gerisinde kalmakta ve sağlanan olanaklardan yararlanamamaktadır. Dijital bölünme olarak ifade edilen bu açıklık, ülke içinde ya da ülkeler arasında ortaya çıkabilmektedir ve sosyo-ekonomik, politik pek çok nedenden kaynaklanmaktadır. Bu çalışmanın amacı; Dijital bölünme kavramını açıklayarak dijital bölünmenin türleri ve nedenleriyle ortaya koymaktır. Dijital bölünmenin türleri ve nedenleri buna yönelik politikaların şekillenmesi ve bu bölünmeyi ortadan kaldıracak stratejilerin izlenmesi açısından önem arz etmektedir.

Abstract

One of the most significant factors that influence and determine the shaping of our world in all aspects today is the globalization-related progress experienced in the processes of information society and information economy. Information production has now replaced the material products in an industrious society and we currently live in a period where new technologies and innovations are intensely used, produced and spread fast, where national and international entities have become institutionalized for the control and possession of information and where the knowledgeable and qualified human being has taken the central position. However; individuals who cannot benefit from the opportunities provided by information technologies fall behind the advancements, being deprived of them. This gap called digital divide, arises from various socio-economic and political reasons and can appear at intrastate or interstate level. The purpose of this research is to explain the digital divide concept by presenting its types and causes. Types and causes of digital divide are significant for shaping relevant policies and following strategies to eliminate digital divide.

* Yrd.Doç.Dr. Giresun Üniversitesi İİBF Maliye Böl. [email protected] **Prof.Dr. Karadeniz Teknik Üniversitesi İİBF İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat

[email protected]

7

Giriş

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren belirginleşen yeni dünya düzeni ve küresel

ekonomik sistem, bilginin etrafında şekillenmekte ve etkinliğini bu kavrama göre

belirlemektedir. Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, bireylerin, toplumların

ve ülkelerin ticaret, eğitim, sağlık, ekonomi, sosyal ve kültür gibi her alanında önemli

değişikliklere yol açmaktadır. Bilginin işlenmesi ve üretilmesinde kullanılan tüm

araçlar, değişimi çok daha büyük çaplı ve çok daha hızlı hale getirmektedir. Ne yazık ki

BİT alanında ortaya çıkan gelişmelerden her ülke eşit şekilde yararlanamamaktadır.

Farklılık sadece global düzeyle sınırlı kalmamakta ülkelerin, bölgelerin, sektörlerin ve

bireylerin BİT erişim ve kullanım düzeylerinde de ortaya çıkmaktadır. Bilişim

teknolojilerinin yol açtığı bu farklılıklar “dijital bölünme” olarak adlandırılmaktadır.

Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin (BİT) mevcudiyeti ile bu teknolojilere erişim

ve kullanımda yaşanan eşitsizliği anlatan dijital bölünme; sosyal, ekonomik ve politik

faktörlere bağlı olabildiği gibi coğrafi şartlara da bağlı oluşabilmektedir. Bu çalışmada;

“dijital bölünme” kavramı nedenleri ve türleriyle açıklanarak gelişmiş ve gelişmekte

olan ülkelerde dijital bölünmeye neden olan faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu

amaçla önce dijital bölünmenin tanımı ve kapsamı açıklanacak, daha sonra dijital

bölünmeye neden olan faktörler ele alınacaktır. Takip eden aşamada ise dijital

bölünmenin türlerine yer verilecektir.

1.Dijital Bölünmenin Tanımı ve Kapsamı

Dijital bölünme, 1990’lı yılların ortalarından itibaren bilgisayar ve internete

sahip olanlarla olamayanlar arasındaki açıklığı belirtmek için kullanılan bir ifadedir.

Kavramsal açıdan konu “dijital bölünme, sayısal uçurum, sayısal bölünme, sayısal

eşitsizlik, sayısal ayrım, sayısal kopma ve erişim uçurumu”, İngilizcede ise “dijital gap”

ve digital divide” gibi terimlerle ifade edilmektedir. Ancak yaygın kullanım “dijital

bölünme” olduğu için bu çalışmada “dijital bölünme” kavramının kullanılması tercih

edilmiştir.

Norris (2001: 1) ise konuyu daha genel anlamda ele alarak dijital bölünme

bağlamında kullanılan kavramları aşağıdaki gibi gruplandırmıştır:

1. Gelişmiş Ülkeler ve Gelişmekte Olan Ülkeler arasında BİT’ne erişimdeki

eşitsizliği ifade etmek için Global Dijital Uçurum,

2. Bir ülkedeki bilgi zenginleri ile bilgi yoksulları arasındaki açığı ifade etmek

için Sosyal Dijital Uçurum,

3. Politik yaşama katılımda BİT kullanımındaki farklılıkları ifade etmek

amacıyla ise Demokratik Dijital Uçurum.

Son dönemlerde bilgisayar ve internet kullanımının tüm dünyada hızla

yayılmasına bağlı olarak dijital bölüme tanımında da bir takım değişiklikler olmaktadır.

Örneğin Park (2007:130), yaptığı doktora tezi çalışmasında, bilgisayar ve internet sahibi

olup olmamayı “eski dijital bölünme” olarak adlandırmış; “yeni dijital bölünme”yi de,

internet kullanıcılarının interneti politik amaçlarla kullanmaya istekli olup olmamalarına

göre politik amaçla kullananlar ve genel amaçla kullananlar olarak ikiye ayırmıştır.

8

Diğer yandan Dewan ve Riggins (2005: 1), dijital bölünmede teknolojiye

erişimin “birinci dereceden etki” olduğunu ve pekçok araştırmacının buna

odaklandığını, teknolojiye erişebilen bireylerin teknolojiyi kullanma becerisinin ise

“ikinc

i dereceden etki” olduğunu ve daha az araştırmacı tarafından ele alındığını

belirtmiştir.

Diğer taraftan ülkeler arasında bilgisayar ve internet kullanıcı sayısının eşit

olması, dijital bölünmenin olmadığı anlamına gelmemektedir. Çünkü dijital bölünme

denildiğinde konunun sayısal boyutu yanında internetin kullanım amacı ve internet

kullanabilme düzeyini ifade eden niteliksel boyutu da dikkate alınmalıdır. İnternet

sadece fecebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde sohbet etmek için kullanılabileceği

gibi e-ticaret, e-eğitim, e-demokrasi, e-kalkınma gibi daha gelişmiş amaçlar için de

kullanılabilir.

Çok hızlı bir internet altyapısının olması, internet kullanımının artacağını garanti

etmediği gibi kullanıcı sayısının fazla olması da dijital bölünmenin olmadığını ifade

etmemektedir. Bu nedenle internet kullanım oranı nicel ve nitel etkenlere bağlı olarak

değerlendirilmektedir. Nicel etkenler, bir ülkenin GSMH, altyapı büyüklüğü (telefon

hattı, cep telefonu, bilgisayar sayısı) ve internet erişim ücretlerini içermektedir. Nitel

etkenler ise bir ülkenin sosyal ve kültürel yapısını ele almaktadır (Oruç ve Arslan, 2002:

19).

Buraya kadar yapılan dijital bölünme tanımlarının ortak noktaları şekil 1’de

sıralanmıştır.

Şekil 1: Dijital Bölünmenin Ortak Noktaları

Dijital bölünme en yalın haliyle bireyler, ülkeler ve bölgeler

arasında bilişim teknolojilerine erişme ve teknolojinin sağladığı

olanaklardan yararlanma açığıdır. Teknolojik erişim için öncelikle

teknolojik altyapının kurulması gereklidir.

Teknolojik altyapı kurulduktan sonra bilişim teknolojilerinden ileri

düzeyde faydalanmak için gereken teknoloji okur yazarlığı önem

kazanmaktadır. Eğitim, gelir düzeyi, yazılım ve program dili

bilişim teknolojilerine adaptasyonu etkileyen önemli

faktörlerdendir.

Bilişim teknolojilerinin hangi amaçlarla ve ne sıklıkla kullanıldığı

da önemli bir konudur. İnternet sadece sohbet için mi

kullanılmaktadır, yoksa sağlık-eğitim-demokratik katılım gibi bilgi

sağlama ve gelişme amacıyla mı kullanılmaktadır?

Bilişim teknolojilerini kullanmayanlar, e-ticaret, e-sağlık, e-eğitim,

e-haberleşme gibi bilişim teknolojilerinin sağladığı olanaklardan

yoksun kalıp dezavantajlı duruma düşmektedirler.

2. Dijital Bölünmenin Nedenleri

Dijital bölünmeye neden olan pekçok faktör vardır. Bunlar arasında eğitim,

mevzuatın kalitesi, gelir, siyasi düzenlemeler ve kurumlar, telekomünikasyon

9

sektöründeki rekabet, network etkisi ve maliyet sayılabilir. Aşağıda dijital bölünmeye

neden olan bu faktörler genel hatlarıyla ele alınmıştır.

2.1. Eğitim

Yazının bulunması ve matbaanın icadından sonra en önemli gelişmelerden birisi

de dijital okuryazarlıktır. Bilişim teknolojilerinin okullarda yaygın olarak kullanılması

için okullarda gerekli altyapının kurulması ve öğrencilerin ve öğretmenlerin bu

teknolojileri etkin kullanımının sağlanması önemlidir. Bunun için de öncelikle okulların

eğitim müfredatlarının bilişim teknolojilerini kullanabilecek uygunluğa getirilmesi ve

eğitimin her alanında bilişim teknolojilerinin yaygınlaştırılması önem arz etmektedir.

Çünkü bu alandaki yetersizlikler, dijital bölünmeye neden olmaktadır. Gelişmekte olan

veya geri kalmış ülkeler bu yarışta geri kalmamak için her şeyden önce bilim insanına

gereksinim duyacaklardır.

Sanayi toplumu, robot ve makinenin önemini öne çıkarırken, bilgi çağı, bilgiyi

ve bilginin kaynağı olan insanı ön plana çıkarmıştır. Bugün önemli olan eğitimli ve

motive edilmiş işgücüne sahip olmaktır. Bu olgu, dünyanın diğer yörelerinden servet

çekmenin ön koşulu olup, hammadde kaynaklarına sahip olmaktan daha önemlidir.

Diğer taraftan teknolojik değişimle birlikte üretim için gerekli ve önemli olan beşeri

kaynakların niteliği zaman içinde değişebilmektedir. Örneğin geçmişte ucuz işgücü çok

önemli bir bölgesel avantaj iken, günümüzde teknolojik yeniliklerle birlikte nitelikli

işgücü önem kazanmıştır (Adıgüzel, 2011 :262).

Güvel ve Aytun (2009), 1998-2003 yılları için 25 AB üyesi ile Türkiye

arasındaki dijital bölünmeyi inceledikleri çalışmada enformasyon ve telekomünikasyon

teknolojileri alanında Türkiye ile AB arasındaki en büyük uçurumun nedeninin; eğitim

imkânlarındaki yetersizlik ve var olan teknolojilerin yeterli miktarda ve etkinlikte

kullanılamaması olduğunu belirtmiştir.

Eğitimin hatta iyi İngilizce bilgisinin bilişim teknolojisi kullanımını arttırdığını

vurgulayan pekçok çalışma mevcuttur. (Robinson ve diğerleri, 2003: 1-22, Zhou ve Lei,

2012). Pek çok insan teknoloji özellikle bilgisayar kullanma becerisi olmadığı ve hatta

okuma yazma bilmediği için bilişim teknolojilerinin sunduğu imkanlardan

yararlanamamaktadır (Bansode ve Patil, 2011: 59). İnternet dilinin büyük ölçüde

İngilizce’ye dayalı olması da İngilizce bilmeyenler için bir dijital bölünme nedeni

olmaktadır.

2.2. Mevzuatın (Düzenlemelerin) Kalitesi

Mevzuatın (düzenlemelerin) kalitesi de dijital bölünmeye neden olan çok önemli

değişkenlerden birisidir. UNDP, gelişmekte olan ülkelerin BİT kullanımını geliştirmek

için ulusal stratejiler ve politik çerçevenin hazırlanması gerektiğini, ulusal kalkınma

önceliklerinin BİT’lerle uyumunun sağlanması gerektiğini ifade etmiştir (UNDP, 2004:

94). Yani ülkelerin kalkınma stratejilerinin öncelikle BİT’lere dayanması ve mevzuatın

bu konudaki gelişmeleri kapsayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.

ABD-Orta Doğu/Kuzey Afrika’da internet açığının %32’si mevzuatın

kalitesindeki farklılıktan kaynaklanmaktadır (Chinn ve Fairlie, 2007: 41), Orta Doğu ve

Kuzey Afrika ülkelerinde internet yayılımındaki açığın yaklaşık üçte birinin ABD ile

aynı kalitede mevzuata sahip olmaları halinde kapanacağını belirtmiştir.

2.3. Gelir

10

Bilişim teknolojilerine erişim hızla artarken diğer yandan dijital bölünme

dediğimiz olgu özellikle zengin ve fakirler arasında artarak ilerlemektedir. Zengin

bireyler ve ülkeler bilişim teknolojilerine erişim ve kullanımda daha şanslı iken geliri

düşük bireyler ve ülkeler bu imkanlardan yeterince yararlanamamaktadır.

Dünyada BİT dağılımının gelire bağlı olarak değiştiğini gösteren pekçok çalışma

mevcuttur (Beilock ve Dimitrova, 2003; Chinn ve Fairlie, 2007; Guille´n ve Sua´ rez,

2001; Hargittai, 1999; Zhang, 2013).

Örneğin Goldfarb ve Prince (2008: 2-15) gelirin internet adaptasyonunu pozitif

etkilediğini, yüksek gelirli bireylerin düşük gelirli bireylere göre internet kullanmaya

daha az zaman ayırdığını, düşük gelirli bireylerin interneti daha çok eğlenmeye yönelik

amaçlarla (sohbet, oyun gibi) kullandığını yüksek gelirlilerin ise daha faydalı amaçlar

(e-ticaret, araştırma yapmak gibi) için kullandığını belirtmiştir. Bunda boş zamanın

fırsat maliyetinin düşük gelirlilerde yüksek gelirlilerden daha düşük olması etkili

olabilmektedir.

Diğer taraftan Martin ve Robinson (2007: 1-22), ülkeler arasındaki gelir

farklılıkları ve dijital bölünmeyi inceledikleri çalışmada 1997 ve 2003 yıllarını içeren

iki dönem için karşılaştırma yapmıştır. İlk yıl ABD ve Avrupa ülkelerinde düşük

gelirlilerin yüksek gelirlilere göre daha az internet kullandığı ve bütün gelir

düzeylerinde ABD’de Avrupa’ya göre daha fazla internet kullanıcısı olduğu ancak

ikinci dönem her iki grubun da internet kullanıcı sayısının arttığı belirtilmiştir. Ayrıca

ikinci yıl ABD’de internet kullanıcıları arasındaki gelir eşitsizliği farkı artarken

Avrupa’da azalmıştır.

2.4. Siyasi Kurumlar ve Düzenlemeler

Demokratik politik yapı ve özgür ifade kültürü, bilgi ve iletişim teknolojilerinin

en yeni kanallarının kullanımı ve gelişimiyle ilgilidir. Özgür ve demokratik toplumlar,

teknolojik yönden gelişmiş bilgi ve iletişim teknolojisi araçlarıyla iletişim kurmayı daha

fazla talep ederler. Beilock ve Dimitrova (2003); Fuchs (2009); Guille´n ve Sua´rez

(2005) demokratik politik yapı ve internet yayılımı arasında pozitif ilişki bulmuşken,

Norris (2001) aralarında ilişki bulamamıştır.

Ayrıca piyasaya giriş engelleri de diğer önemli konulardan birisidir. Örneğin

İnternet Servis Sağlayıcılarının (ISP) piyasaya girmek için resmi kurumlardan izin

alması piyasaya giriş engeli oluşturmaktadır. Bu durumda internet servis sağlayıcıları,

network dışsallıklarına neden olamamakta ve doğal monopolleşmeye gitmektedirler.

Piyasaya giriş engeli fazla olan ülkelerde kamu ve özel sektöre ait mallar daha düşük

kaliteli ve bozuk olma eğiliminde olduğu için (Walsten, 2005: 500) internet

hizmetlerinde de aynı durum yaşanmaktadır. Walsten’e (2005) göre ISP giriş engelleri

internet host ve kullanıcı sayısını yarı yarıya azaltırken, fiyat düzenlemeleri de ISP

bağlantı fiyatlarını üçe katlamaktadır. Bununla birlikte giriş engellerinin azaltılması ve

ISP rekabetinin teşvik edilmesi gelişmekte olan ülkelerde internet erişimi olan nüfus

oranını ve erişimin potansiyel faydalarını arttırmaktadır.

2.5. Telekomunikasyon Sektöründeki Rekabet

Telekomunikasyon sektöründeki rekabet de dijital bölünmeyi etkileyen önemli

faktörlerdendir. Küreselleşme ülkelerin dünya ekonomisine ve ticaretine katılımını

arttırmış ve rekabeti şiddetlendirmiştir. Firmalar aynı anda pek çok pazarda faaliyet

göstermekte ve birden çok pazarda rekabet etmektedirler.

11

Rekabetin artması, BİT ürün ve hizmetlerine erişimi arttırmaktadır.

(Nuechterlein ve Weiser, 2007). Çünkü piyasaya yeni bir firmanın girmesi ve rekabetin

artması, sadece BİT gelişimini kolaylaştırmamakta aynı zamanda BİT ürün ve

hizmetlerinin kalitesini arttırırken fiyatını da düşürmektedir (Atkinson, 2009). Yapılan

çalışmaların çoğu rekabet ve genişbant yayılımı arasında pozitif bir ilişki olduğunu

göstermektedir (Grosso, 2006; Lee, 2007; Bouckaert vd (2010), Belloc ve Filippo

(2012), Gulati ve Yates, 2011).

Küresel rekabetin artmasında internetin de önemli katkısı vardır. İnternet,

bugünün dünyasında tam rekabet modeline en çok yaklaşabilmenin önemli bir aracıdır.

Tam rekabet modelinde, “girişi yasaklayan engeller yoktur, başarısız olan ya da zarar

eden firmalara yönelik koruma yoktur ve herkes her türlü enformasyona özgürce

ulaşabilir”. İnternet fiyat araştırmasının maliyetini sıfıra indirmektedir. Tüketiciler her

türlü mal ve hizmet için en ucuz fiyatı kolayca ve hızla bulabilmektedir.

Siberekonomide düşük maliyetli üretici en düşük fiyatı sunar ve bunun bilgisi ücret

ödenmeden edinilebilir (Friedman, 2000: 102).

Yeni ekonomide yenilik yaratabilmek, büyük ölçüde fikirlerin likiditesine

bağlıdır. IBM’in en başarılı ürünlerinden diz üstü bilgisayar iç ve dış kaynak ağından

gelen katma değerle ortaya çıkmıştır. Japonya’da Ar-Ge, Fransa’da çip, İtalya, Florida

ve Japonya’da imalat ve montaj, Kaliforniya’da yazılım, New York’ta pazarlama ve

İngiltere’de global dağıtım tesisleri bu ağın ayaklarıdır. Günümüzde firmalar,

geliştirdikleri teknolojiyi rakip bile olsalar birbirleriyle paylaşabilmekte, böylece oluşan

sinerjiden herkes kazançlı çıkmaktadır (Yeni Kapitalizm,

http://www.ozetkitap.com/yeni_kapitalizm.pdf).

2.6. Network Etkisi

Network etkisi, bazı ürün ve hizmetleri daha çok kişinin kullanması, o ürün ve

hizmeti daha değerli yapar gerçeğini anlatmaktadır (Lee, 2008: 28). Network etkisinin

sonuçlarından birisi, bir kişi bir ürün aldığında diğer kişilerin de bu üründen dolaylı

olarak faydalanabilmesidir. Bir olayın sağladığı bu yan etkiler, ekonomide “dışsallıklar”

olarak bilinmektedir ve network etkisinden kaynaklanan dışsallıklara da “network

dışsallıkları” denilmektedir (Church ve Gandal, 2005). Aynı ürünü kullanan sayısı

artacağı için “bandwagon etkisi” pozitif geri besleme örneğidir (Rohlfs, 2001). Rohlfs

(2001) network etkisini “bandwagon etkisi” olarak adlandırmaktadır. Bu bağlamda daha

fazla sayıda kişi cep telefonu, bilgisayar, genişbant internet kullandıkça diğer kişileri de

kullanmaya çekecektir.

Network etkisi gösteren ürünlerde tüketicilerin bu ürünleri satın alma kararı

sadece ürünün özelliklerine ya da fiyatına bağlı olmayıp aynı zamanda networkün

beklenen büyüklüğüne de bağlıdır (Church ve Gandal, 2005). Network etkisi pozitif geri

besleme etkisini arttırdığı için bu büyüklük ileride daha da artacaktır. Network etkisi

mevcut abone sayısının önceki dönemlerin abone sayısıyla pozitif ilişkili olduğunu

göstermektedir.

Andrés vd (2007), internet yayılımındaki network etkisinin internet

adaptasyonunun en önemli belirleyicilerinden olduğunu dolayısıyla içinde bulunulan

yılda internet kullanıcı sayısını belirleyen en önemli faktörlerden birinin önceki yılın

internet kullanıcı sayısı olduğunu belirtmiştir. Bir yıl içinde düşük gelirli ülkelerde

internet kullanıcı sayısındaki %10’luk artış 1985-1998 döneminde kullanıcı sayısını

%3,9 ve 1999-2004 döneminde % 6,11 arttırmıştır.

12

2.7. Maliyet

Dijital bölünmenin en önemli nedenlerinden bir diğeri bilişim teknolojileri

erişim ve kullanım maliyetidir. Genişbant fiyatları, bir ailenin yıllık ortalama gelirinin

%3’ünün altına düşerse genişbant internet kullanımı önemli ölçüde artmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde zaten bu maliyetin altında hizmet verilmekte iken, dünyada en az 34

ülkede genişbant fiyatları ailelerin yıllık ortalama gelirlerinin üzerinde olduğu için

genişbant internet kullanamamaktadırlar (Thomas ve Carvalho, 2012: 82). Gelişmekte

olan ülkelerde maliyetin yüksek olma nedeni, genişbant piyasasında rekabetin olmaması

iken gelişmiş ülkelerde kablolu modem, DSL, fiber, uydu, ethernet, sabit genişbant

erişimi gibi çeşitli alanlarda rekabet mevcuttur. Gelişmekte olan ülkelerde arzın yetersiz

olması, uluslararası genişbant yatırımlarının yetersizliğinden kaynaklanmakta olup,

indirimli toplu alımlarda ölçek ekonomilerinden yararlanılamamaktadır.

Genel olarak ele alınan çalışmalar, telekomünikasyon erişim maliyetlerinin

bilgisayar ve internet nüfuzunu negatif etkilediğini ifade ederken (Kiiski ve Pohjola

(2002), Neira vd (2005), Mayer vd 2014) Chinn ve Fairlie (2004) telekomunikasyon

erişim ücretlerinin internet kullanma açığını açıklamakta önemli olmadığını belirtmiştir.

Bazı bireylerin internet kullanmama nedenleri ise içeriğinin onlara ilginç ve ilgi

çekici gelmemesidir. Bu durum özellikle kadınlar ya da yaşlı bireyler ya da kültürel ya

da etnik gruplar arasında daha belirgin olabilmektedir (Bansode ve Patil, 2011: 60).

3. Dijital Bölünmenin Türleri

Literatüre bakıldığında değişik kriterler dikkate alınarak dijital bölünmenin

türlerine yer verilmektedir. Örneğin dijital bölünmenin küresel, jeo-politik, bölgesel ve

hanehalkı düzeyinde olmak üzere değişik sınıflanmaları yapılabilmektedir. Bu türlerin

hepsinin kendine özel sebepleri ve çözümleri vardır (Steyaert ve Gould, 2009: 743).

Küresel ölçekte sayısal uçurumun analizi Kuzey Amerika-Afrika gibi büyük bölgeleri

karşılaştırmayı gerektirir. Ancak bu inceleme birimler içindeki jeo-politik bölgesel

farklılıkları gizlemektedir.

Keniston (2002:3)'e göre analitik olarak incelendiğinde üç tür dijital bölünme

vardır ve pek çok toplumda dördüncü tür ortaya çıkmaktadır. Birinci tür bölünme, her

toplumda var olan zengin, eğitimli ve güçlü olanlar ile olmayanlar arasındaki

bölünmedir. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) gelir ve eğitim seviyesi,

bilgisayar sahibi olanlar ve olmayanlar ile internete girebilenler ve giremeyenler

arasında dramatik bir ayrım yapmaktadır. ABD’de zenginlerin internete girme imkanı

düşük gelirlilerden yirmi kat daha fazladır: Zenginlerin internete girme imkanı %80

iken düşük gelirlilerinki %5’tir.

Daha az bahsedilen ikinci tür dijital bölünme, dilsel ve kültüreldir. Burada

uluslar İngilizce konuşabilenler ve konuşamayanlar ya da başka bir Batı Avrupa dilini

konuşabilenler ve konuşamayanlar olarak ayrılırlar. Ancak nüfusunun %95’inin akıcı

bir şekilde İngilizce konuştuğu ABD’de bile BİT erişiminde farklı etnik ve kültürel

gruplar arasında büyük farklılıklar vardır. Örneğin 1998 yılında Asya kökenli Amerikan

hanehalkının %55’inin bilgisayarı varken, beyaz Amerikalılarda bu oran %52’dir.

İspanyol kökenli Amerikalılarda %25 iken siyahlarda hanehalkı bilgisayar sahipliği

%22’dir. İnternet erişimi açısından beyazlar ve Asya kökenli Amerikalılarla siyahlar ve

İspanyol kökenli Amerikalılar arasında büyük bir uçurum vardır (Keniston, 2003: 5).

13

Her ne kadar aynı dili konuşanlar arasında etnik köken nedeniyle dijital bölünme

görülse de ikinci bölünme İngiliz dili ve Anglo-Sakson kültürün egemenliğiyle ilgilidir.

Dünyadaki web sitelerinin çoğu ABD orijinlidir ve dili İngilizcedir. Dolayısıyla

İngilizce bilmeyen bireylerin bu sitelerden faydalanması ve içeriğini anlaması mümkün

olmamaktadır.

Üçüncü dijital bölünme, zengin ve fakir uluslar arasında genişleyen dijital

uçurumdur. 1999 yılında Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Raporunda kuzeyin bilgi

zengini uluslarıyla güneyin bilgi fakiri uluslarına yer verilmiştir. Bir uçta Amerika ve

Almanya, Finlandiya, İzlanda, İsveç gibi İskandinav ülkelerinde ev telefonu %90,

bilgisayar %50 ve ev temelli internet bağlantısı %50’nin üzerinde iken, diğer uçta yer

alan Güney Amerika, Güney Asya, Çin, Endonezya ve dünyanın %80’inde telefon

bağlantısı %3’ten daha az olup, ev bilgisayarı sahipliği %1-2 dolaylarındadır ve internet

bağlantısı da bunun yarısı kadardır (Keniston, 2003: 8).

Bu üç bölünmeye Hindistan, Amerika gibi ülkelerde dördüncü bir bölünme daha

eklenmiş ve “digerati” denilen yeni bir elit grup ortaya çıkmıştır. Digerati ile anlatılmak

istenen bilgiye dayalı ve biyoteknoloji, farmakoloji gibi sektörlerin sağladığı muazzam

imkanlardan faydalanabilen kesimdir. Örneğin Hindistan’da mühendislik fakültesi

bilgisayar bölümünde okuyan öğrencilerin kendi gelirlerini kazandıklarını ve daha

kaliteli bir hayat yaşadıklarını belirtmektedirler. Eski Hindistan elitlerinin aksine yeni

digerati grubun ayrıcalıkları kast, miras zenginliği, aile bağları ya da yöneticilere

yakınlık değil; eğitim, beyin gücü, özel girişimcilik becerileri ve bilgiye dayanmaktadır.

Digerati yaşam tarzı kozmopolit olma eğilimindedir. Başlangıçta bilgi teknolojisi

alanında yoğunlaşmış olsa da digerati de biyoteknoloji, ilaç ve diğer ileri teknolojiler de

değişen derecelerde bulunmaktadır. Hindistan’da bu sektörde çalışanların maaşları batı

standartlarının çok altında olmakla birlikte son beş-on yıldır yıllık maaş artış oranları

%20’dir. Bu oran eşit eğitim alan diğer sektörlerde çalışan sınıf arkadaşlarının oldukça

üzerindedir (Keniston, 2003: 9).

Amerika’da da benzer bir durum Silikon Vadisi, Austin Teksas, Kuzey Karolina

Research Triangle ve bir düzine ileri teknoloji bölgelerinde görülebilir. 2000 yılında

“Dot-Com” hisse senedi piyasasında her gün 64 milyon insan milyoner oluyordu.

Yüksek düzey programcılar, sistem analistleri, girişimciler ve girişim kapitalistlerinin

kendilerini eski Amerikan elitlerinden ayıran bir yaşam stili, kültürü ve refah düzeyleri

vardır. Digeratiye sadece Hindistan ve Amerika’da değil İsrail, İrlanda ve canlı bilgi

sanayi olan diğer ülke ve bölgelerde de rastlanabilir (Keniston, 2003: 10).

Dijital bölünme daha basit olarak iki türe de ayrılabilir. Örneğin Kalça ve

Akyazı, (2006: 242), dijital bölünmeyi global dijital bölünme ve ülke bazında dijital

bölünme olarak ikiye ayırmıştır. Global düzeyde dijital bölünme; kıtalararası (Amerika-

Afrika-Asya gibi), ülkelerarası (ABD-Almanya- Kenya gibi) ve ülke gruplarını (zengin-

fakir ülkeler veya OECD-OECD üyesi olmayan ülkeler gibi) karşılaştırmayı ifade

etmektedir. Buna karşılık ülke bazında dijital bölünme denildiğinde ise, zengin-fakir,

yaşlı-genç, kadın-erkek, beyaz-siyah, doğulu-batılı gibi alt gruplar arasındaki farklılıklar

anlaşılmaktadır. Bu çalışmada ülke bazında dijital bölünmeye etnik köken de

eklenmiştir. Dijital bölünmenin türleri aşağıdaki şekil 1.2’de gösterilmektedir.

14

Şekil 2: Dijital Bölünmenin Türleri

Kaynak: Kalça ve Akyazı, 2006:242

3.1. Global Dijital Bölünme

Daha çok ülkeler arasında BİT’e erişimdeki farklılığa işaret eden global dijital

bölünme; ülkelerarası, ülke grupları ve kıtalararası dijital bölünme olarak üç gruba

ayrılmaktadır. Bu gruplar ele alınan birimlerin büyüklüğüne göre adlandırılmaktadır.

3.1.1. Ülkelerarası Dijital Bölünme

Ülkelerarası dijital bölünme başta ABD olmak üzere gelişmiş, gelişmekte olan

ve geri kalmış ülkeler arası kıyaslamayı içermektedir. Örneğin Amerika’da görülen

dijital bölünme türü ile Tayland’da görülen dijital bölünme türleri farklıdır.

Amerika’daki dijital bölünme daha çok ırksal olup beyazlar siyahlardan daha fazla

teknoloji kullanmaktadır. Tayland’da ise dijital bölünme daha çok şehir-kırsal kesim

yerleşimine göre olup bir tarafta şehirde yaşayan orta sınıf insanlar diğer tarafta da

kırsal kesimde yaşayan çiftçiler bulunmaktadır. Bu farklılık tarihsel süreç ya da kültürle

ilgili olabilir (Drake, 2008: 2). Gelişmiş ülkeler bilgi ve iletişim teknolojisi kullanımı ve

icadında da ilk sıralarda yer alırken, az gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler ise dijital

teknoloji kullanımında da geride kalmaktadır.

3.1.2. Ülke Grupları Arasında Dijital Bölünme

Global dijital bölünmenin bir diğer türü de ülke grupları arasındaki dijital

bölünmedir. Dijital bölünmenin boyutlarının ortaya konulmasında internet kullanımıyla

ilgili veriler konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Tablo 1: Amerika Kıtasında İnternet Kullanımı ve Nüfus İstatistikleri

Bölge Nüfus

İnternet

Kullananlar

(30 Haziran 2014)

İnternet Kullanım

Oranı (%)

K.Amerik

a

353.860.22

7 310.322.257 87.7

G.Amerik

a

406.194.81

1 230.727.557 56.8

Ort.

Amerika

164.210.96

1 72.373.646 44.1

Karayipler 41.873.409 17.211.350 41.1

Toplam 966.139.40

8 630.634.819 65.3

Kaynak: http://www.internetworldstats.com/stats2.htm sitesinden yazar tarafından derlenmiştir

15

Tablo 1’de 2014 yılına göre Amerika kıtasının bölümleri arasında internet

kullanım oranları verilmiştir. Tabloya göre toplam 966,139,408 kişilik Amerika kıtası

nüfusunun %65.3’ü internet kullanmaktadır. Bölümlere göre bakıldığında ise, Kuzey

Amerika nüfusunun %87.7’si, Güney Amerika nüfusunun %56.8’i, Orta Amerika

nüfusunun %44.1’i, Karayip bölgesi nüfusunun ise %41.1’i internet kullanmaktadır.

Sonuç olarak Amerika kıtasında en fazla internet kullanım oranı Kuzey Amerika

bölümündedir. Tablo incelendiğinde Kuzey Amerika ile kıtanın diğer bölümleri

arasındaki derin uçurum göze çarpmaktadır.

Daha öncede ifade edildiği gibi dijital bölünme de sadece internet kullanıcı

sayısı değil internet kullanım amaçları da önemli olmaktadır. İnternet sadece sınırlı

amaçlarla kullanılabileceği gibi çok daha gelişmiş işlemler yapmak ve bireysel ve

toplumsal gelişime katkı sağlamak amaçlarıyla da kullanılabilir. 2012 yılında AB 27

ülkelerinde internetin en fazla kullanım amaçları; e posta gönderme (%89), mal ve

hizmetler hakkında bilgi arama (%83), online gazete haber okumak (%61) olarak, en az

kullanım amaçlarının ise web sitesi ya da blog oluşturmak (%9), doktordan randevu

almak (%10) olduğu belirtilmiştir (Eurostat, 2013)

Aşağıdaki Grafik 1'de 2015 yılında Avrupa Birliği ve dünyada internet kullanım

oranları verilmiştir. Grafikte de görüldüğü gibi Avrupa Birliği ülkelerinde internet

kullanımı dünya ortalamasının oldukça üzerindedir.

73,5%

46,4%

42,90%

Avrupa

Dünya Ortalaması

Dünyanın Diğer Bölümü

Grafik 1: İnternet Kullanım Oranları 2015

Kaynak: www. internetworlsstats.com/stats9.htm

3.1.3. Kıtalararası Dijital Bölünme

Global dijital bölünmenin bir diğer türü de kıtalar arası dijital bölünmedir.

Grafik 2, 2015 yılında kıtalararası internet kullanım oranlarını vermektedir. Grafikten

de görüleceği üzere, internet kullanımında en iyi olan kıta bölümü, Kuzey Amerika

(%78.6) iken, bunu Okyanusya kıtası (67.6) izlemekte ve Avrupa kıtası da (%63.2)

üçüncü sırada yer almaktadır. En az internet kullanan kıta ise en az gelişmiş kıta olan

Afrika kıtasıdır (%15.6). Grafik K. Amerika ile Afrika arasındaki derin dijital uçurumu

gözler önüne sermektedir.

16

87,90%

73,50%

73,20%

55,90%

52,20%

46,40%

40,20%

28,60%

Kuzey Amerika

Avrupa

Avustralya/Okyanusya

Latin Amerika/Karayipler

Orta Doğu

Dünya Ortalaması

Asya

Afrika

Grafik 2: İnternet Nüfuz Oranları 2015

Kaynak: Internet World Stats-www.internetworldststs.com/stats4.htm

3.2. Ülke Bazında Dijital Bölünme

Ülke bazında dijital bölünme türleri 5 şekilde ele alınabilir: a) Zengin/fakir

bireyler arasında dijital bölünme, b) Kırsal/Şehirli kesim arasında dijital bölünme,

c)Yaşlı/Genç bireyler arasında dijital bölünme, d) Kadın/Erkek arasında dijital bölünme,

e) Etnik Kökene göre dijital bölünme.

Dijital bölünme bir ülkenin kendi içinde de farklı şekillerde ortaya çıkabilir.

Hindistan’da dijital bölünmeyle ilgili yapılan ilginç bir araştırmaya göre (James, 2004:

172-177), gelişmekte olan ülkelerdeki yoksul ve cahil insanlar, bilgisayar ve internet

bağlantısı olmadan da internetin faydalarından yararlanabilmenin değişik yollarını

bulmuşlardır. Kırsal ve fakir bölgelerdeki halka, kamuya açık ankesörlü telefon veya

posta ağı gibi aracılar kullanarak yüksek teknoloji götüren bazı başarılı BİT

girişimlerine örnek verilmiştir. Bu kapsamdaKisan Çağrı Merkezi (2004) olarak

adlandırılan merkezler, çiftçiler tarafından gündeme getirilen problemlere cevap vermek

için tasarlanmıştır. Çiftçilerin en yakın çağrı merkezini ücretsiz arayıp sordukları

sorular, ziraat alanında yüksek lisanslı kişiler tarafından cevaplandırılmakta ya da daha

sonra cevaplandırılmak üzere bilgisayara aktarılıp üniversite ya da kamu araştırma

merkezi uzmanlarınca cevaplanmaktadır.

Hindistan’daki ikinci BİT girişimi, 2001 yılında Posta Departmanı tarafından

uygulanmış ve “e-post” olarak adlandırılmıştır. Bu sistem de iki aşamalı olarak

uygulanmıştır. Birinci aşamada mesajı gönderecek kişi adresini yazıp mesajını

postacıya teslim etmektedir. İkinci aşamada mesaj alıcıya en yakın postaneye e-maille

gönderilmekte ve burada çıktı alınıp, zarflanıp ilgili kişiye sıradan yöntemle teslim

edilmektedir. Böylece kişiler arasında herhangi bir bilgisayar ve internet bağlantısı

olmadan mesaj alışverişi olmaktadır (James, 2004: 172-177). Hindistan en yaygın halka

açık ankesörlü telefona sahip ve en hızlı kırsal kesim posta ağına sahip birkaç ülkeden

biri olduğu için buradaki örnekler mümkün olabilir. James (2004), bu dolaylı faydaların

interneti doğrudan kullanmaktan elde edilecek faydaların extra %30’unu oluşturduğunu

belirtmiştir.

3.2.1. Zengin-Fakir Bireyler Arasındaki Dijital Bölünme

Bireylerin internet kullanımını belirleyen en önemli faktörlerden birisi gelir

düzeyi olup yüksek gelir grubundaki bireyler düşük gelir grubuna göre daha fazla

bilgisayar ve internet sahibi olmaktadırlar. Gelir, dijital bölünmeyi en kolay açıklayan

17

kavramlardan birisi olup bireyler ekonomik durumu iyi ise bilgisayar ve internet sahibi

olabilmektedir. Bu durumda kişinin nerede yaşadığı ya da hangi etnik kökene ait olduğu

önemli değildir. BİT dağılımının ülkelerin gelir durumuna göre değiştiğini belirten

pekçok çalışma yapılmıştır (Beilock ve Dimitrova, 2003; Chinn ve Fairlie, 2007;

Guille´n ve Sua´ rez, 2001; Hargittai, 1999). Zhang (2013); 2006-2010 döneminde

yüksek gelirli OECD ülkelerinde 100 kişiye düşen ortalama internet kullanıcı sayısının

düşük gelirli ülkelerden 19 kat daha büyük olduğunu aynı zamanda kişi başına düşen

GSYİH (PPP)’nin yüksek gelirli OECD ülkelerinde düşük gelirlilerden 31 kat daha

fazla olduğunu belirtmiştir. Yüksek gelirli OECD ülkelerinde 100 kişiye düşen internet

kullanıcı sayısı 1991-1995 döneminde %1’i aşmışken, düşük gelirli ülkeler bu rakamı

2001-2005 döneminde aşabilmiştir. Dolayısıyla küresel dijital bölünme ve küresel gelir

eşitsizliğinin aynı anda mevcut olduğu söylenebilir.

Diğer yandan gelirin bilgisayar ve internet kullanımı üzerinde etkili olmadığını

söyleyen çalışmalarda mevcuttur. Örneğin Zhou ve diğerleri (2011), Nepalde gelirin

bilgisayar ve internet kullanımı üzerinde etkili olmadığını, Bangladeş’te ise negatif

yönlü ve önemli bir etkinin olduğunu ve bu durumda internet kullanımının kamu ya da

sivil toplum kuruluşları tarafından destekleniyor olmasından kaynaklanabileceğini

belirtmiştir. Benzer şekilde Moghaddam ve diğerleri (2013) İran’da kırsal kesimde

BİT adaptasyonu üzerinde ekonomik faktörlerin etkili olmadığını ve bunun da kamunun

finansal desteğinden kaynaklandığını belirtmiştir. Aslında burada gelir dolaylı olarak

bilgisayar ve internet kullanımı üzerinde etkili olmaktadır.

3.2.2. Kırsal-Şehirli Kesim Arasındaki Dijital Bölünme

Bir ülke içinde şehir ve kırsal kesim arasındaki dijital teknolojilerin kullanım

düzeyi arasında önemli farklılıklar olmaktadır. Örneğin Whitacle, Amerika’da CPS’nin

(Ortalama Nüfus Anketi) 50 bin hanehalkına uyguladığı anket verilerinden şehir ve

kırsal kesimde dijital bölünmeyi ölçmüştür. Buna göre şehir ve kırsal kesimde dijital

bölünme eğitim, gelir ve network dışsallıkları nedeniyle artmakta ancak dijital altyapı

yatırımlarındaki eksiklik bölünmenin önemli bir nedeni olmamaktadır. Montagnier ve

Wirthmann (2011), Avrupa’da şehirde yaşayanların bilgisayar ve internet erişiminin

kırsal kesimde yaşayanlardan %30 daha fazla olduğunu belirtmiştir.

Türkiye’de 2004-2010 döneminde kırsal kesimde internet kullanım oranı kentin

oldukça gerisindedir. 2005 yılında %18.6 olan kentte internet kullanımı oranı 2010

yılında %44.7’e yükselmiş, kırsal kesimde 2005 yılında %6.1 olan internet kullanım

oranı 2010 yılında %20,7’e çıkmıştır. 2013 yılında ise kentte bilgisayar kullanım oranı

%59 kırda %29,5 internet kullanımı aynı yıl kentte %58 iken kırda %28,6’dır. Bu

durum kent ve kır arasındaki dijital bölünmenin boyutunu göstermektedir. Cep telefonu

akıllı telefon kullanımına bakıldığında ise 2013 yılında kentte kullanım oranı %95,6

olup kırsal kesimde %89,1 olup akıllı cep telefonu kullanımı, kır ve kentte yaygın

düzeydedir (TUİK, 2013).

3.2.3. Yaşlı-Genç Bireyler Arasındaki Dijital Bölünme

Değişik yaş grubundaki bireylerin internet erişimindeki farklılık dijital

bölünmenin bir diğer türünü oluşturmaktadır. Verilere bakıldığında bireyler arasında

yaşa göre de bilişim teknolojilerinin kullanımı önemli ölçüde değişmektedir. Örneğin,

AB 27 ülkelerinde 2012 yılında haftada en az bir kez internet kullanım oranı, 16-24 yaş

grubu gençlerde %98 iken, 55-74 yaş grubu bireylerde %42 olup gençlerin yarısından

daha az bir orandır (eurostat, http://ec.europa.eu/eurostat/data/database)

18

Diğer yandan dünyada yaşlılar arasında hiç bilgisayar kullanmama olasılığı

yüksektir. Referans yaş ile kıyaslandığında (35-44 yaş) Avrupa’da yaşlıların (65-74 yaş)

hiç bilgisayar kullanmama olasılığı 4.1 kat, Danimarka’da 3.3 kat, Yunanistan’da 12.8

kat daha fazladır. Simetrik olarak tüm ülkelerde gençler (16-24 yaş) hiç bilgisayar

kullanmama olasılığı en az olan yaş grubudur (Montagnier ve Wirthmann, 2011: 13).

3.2.4. Kadın/Erkek Arasındaki Dijital Bölünme

Ülke içi dijital bölünme türlerinden bir diğeri olan cinsiyete dayalı dijital

bölünme konusunda literatürde çok sayıda çalışmaya rastlanmaktadır. Yapılan

çalışmaların büyük çoğunluğuna göre erkekler kadınlardan daha fazla ve daha etkin

bilişim teknolojisi kullanmaktadır. Örneğin Goh (2010: 3-4), kadınların bilişim

teknolojilerini etkin kullanamadıklarını bunun nedenlerinden bazılarının ise; zayıf

İngilizce bilgisi, düşük eğitim seviyesi, teknoloji korkusu, çocuk bakımı ve ev işlerine

harcanan zaman olduğunu belirtmiştir.

Diğer yandan kadınlar ve erkekler arasında bilişim teknolojilerinin kullanımı

konusunda yapılan çalışmalar; kadınların ilkokuldan üniversiteye kadar BİT

kullanımında erkeklere göre daha büyük bir gerginlik yaşadığını ve BİT ürünlerine

negatif bir tavır sergilediğini göstermektedir (Todman ve Dick 1993; Colley vd. 1994;

Whitley 1997; Brosnan 1998). Shashaani (1993) ve Li ve Kirkup (2007), özgüven

konusuna vurgu yaparak kadınların bilgisayar kullanmaya ve öğrenmeye daha az ilgi

duyduğunu ve erkeklerle aynı yeterlilikte olsalar bile bilgisayar kullanırken, kendilerini

yetersiz hissettiklerini belirtmiştir. Kadınların bilgisayar kullanmaya erkeklere göre

daha az zaman ayırmaları da bilgisayar kullanırken kendilerini gergin hissetmelerine

neden olmaktadır. Koch ve diğerleri (2008) kadınların bilgisayar kullanırken oluşan

hatayı içselleştirdiklerini ve kendi hatalarından kaynaklandığını belirttiklerini erkeklerin

ise aynı durumda dışsallaştırma yaptıklarını ve hatanın teknik nedenlerden

kaynaklandığını belirttiklerini ifade etmiştir. Diğer taraftan Çin ve İngiltere üzerine

yapılan kültürler arası bir çalışma erkeklerin kadınlardan daha fazla email ve sohbet

odalarını kullanıp bilgisayar oyunları oynadıklarını göstermiştir (Li ve Kirkup, 2007:

301-317).

BİT’lere karşı cinsiyete dayalı tutum farklılığının nedenlerine bakıldığında

tutum farklılığının genel olarak kadın ve erkeklerin yetiştirilme tarzında uygulanan

sosyal kalıplar ile kadınlar ve erkekler arasındaki sosyal gelişmişlik farklılıklarından

kaynaklandığı görülmektedir. Tarihsel olarak çocuklar, BİT’ler ile video oyunları

yoluyla tanışmaktadırlar. Bu oyunların konusu ne olursa olsun video oyunlarının doğası

genelde kız çocuklara ilginç gelecek öğretici konulardan ziyade erkek çocuklara çekici

gelen rekabet ve rekabet içgüdüsüne dayanmaktadır. Yazılım programlarının

kadınlardan ziyade erkeklerin sevdiği konular üzerine yapılması kadınların bilgisayar

uygulamalarında daha büyük gerginlik yaşamalarına ve bilgisayara negatif tutum

beslemelerine neden olmaktadır (Cooper 2006: 320-334).

Sonuç

Dijital bölünme yetersiz altyapı, yüksek erişim maliyeti, zayıf politik rejimler,

telekomünikasyon ağ ve hizmetlerinin verimsizliği gibi nedenlerle bilgi yoğun

faaliyetlerin ekonomik ve sosyal faydalarını elde edememek olarak yorumlanabilir.

Eğitim, mevzuatın kalitesi, gelir, siyasi kurumların yapması gereken düzenlemelerdeki

yetersizlik, telekomünikasyon sektöründeki rekabet, network etkisi, maliyet, dış

ticaretin kalitesi, şehirleşme gibi faktörler dijital bölünmeye neden olmakta ve

19

bölünmeyi derinleştirmektedir. Dijital Bölünme; genel olarak global dijital bölünme ve

ülke bazında dijital bölünme olarak ikiye ayrılmaktadır. Global dijital bölünme ise;

ülkelerarası, ülke grupları ve kıtalararası dijital bölünme olarak üçe ayrılmaktadır. En

fazla internet kullanımı Kuzey Amerika bölümünde iken gelişmiş ülekerin gelişmekte

olan ülkelere göre daha fazla internet kullanmaktadır. Ülke bazında dijital bölünme ise

zengin/fakir, yaşlı/genç, kırsal/şehirli ve kadın/erkek arasındaki dijital bölünme olarak

gruplandırılmaktadır. Zenginlerin fakirlerden, gençlerin yaşlılardan, şehirde

yaşayanların kırsal kesimde yaşayanlardan ve erkeklerin kadınlardan daha fazla bilişim

teknolojisi kullandığı görülmüştür.

Dijital bölünmeyi ortadan kaldıracak uygulamalar gerek ülke bazında gerekse

uluslararası kuruluşlar bazında belirlenerek ivedilikle uygulamaya konulmalıdır. Bu

bağlamda daha çok bireyin, firmaların ve hükümetlerin bilişim teknolojilerine erişimini

ve kullanımını sağlayacak politikalar belirlenmeli, bilişim teknolojileri altyapısı kurulup

bu sektörde rekabet arttırılmalı, bilgi teknolojileri eğitimi verilmeli, bu çalışmalar

yapılırken çeşitli ülkelerle ve OECD gibi uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapılmalıdır.

KAYNAKÇA

Adıgüzel Muhittin (2011), Bilgi Toplumu ve Küreselleşme Bağlamında Küresel Rekabet Ortamı, Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık

Andres ve diğerleri (2007), “Diffusion of the Internet, A Cross-Country Analysis”, Policy Research Working Paper, 4420, 323-340, http://www.ivie.es/downloads/docs/ wpasad/wpasad-2010-07.pdf (02.07.2012)

Bansode S.Y., Patil S.K. (2011), “Bridging Digital Divide in India: Some Initiatives”, Asia Pacific Journal of Library and Information Science. Vol.1(1), January-June, 58-68.

Beilocka, Richard ve Dimitrova, Daniela V. (2003), “ An Exploratory Model of Inter-Country Internet Diffusion”, Telecommunications Policy 27 (2003), 237–252

Belloc, Filippo (2012), “Corporate Governance and Innovation: A Survey”, Journal of Economic Surveys, 26(5), 835-86

Bouckaert, Jan vd (2010), “ “Access Regulation, Competition, and Broadband

Penetration: An International Study,” Telecommunications Policy, 34(11), 661-671

Chinn, Menzie D. ve Fairlie, Robert W. (2007) , “The Determinants Of The Global

Digital Divide: A Cross-Country Analysis Of Computer And İnternet Penetration”,

Oxford Economic Papers, 59 (2007), 16–44

Church, J. & Gandal, N. (2005). Platform competition in telecommunications. In M.,

Cave, S., Majumdar & I. Vogelsang (Ed), The Handbook of Telecommunications vol.

2.: Technology evolution and the Internet., Armsterdam, The Netherlands: North-

Holland.

Cooper J. (2006) The Digital Divide: The Special Case of Gender, Journal of

Computer Assisted Learning, 22, 320-334

Drake, Johnnie, E (2008), The Washington, DC Digital Divide: A States of Digital

Disparity, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Capella University

Eurostat (2013), “Science, Technology and Innovation in Europe”, Eurostat

pocketbooks,

20

http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/product_details/publication?p_produc

t_code=KS-GN-13-001, (01.08.2013).

Eurostat, http://ec.europa.eu/eurostat/data/database

Friedman Thomas L. (2000), Küreselleşmenin Geleceği, Lexus ve Zeytin Ağacı,

(Çev. Elif Özsayar), İstanbul: Boyner Yayınları

Grosso, Marcello (2006), “Determinants of Broadband Penetration in OECD

Nations”, http://www.networkinsight.org/verve/_resources/grossom.pdf (17.02.2011)

Gulati, Girish J., Yates, Daved J. (2011), “Strategy, Competition, and Investment:

Explaining the Global Divide in E-Government Adoption with Policy Variables”,

Electronic Government: An International Journal, 8 (2/3), 124-43.

Guillen, Mauro ve Sandra L., Suarez (2001), “Developing the Internet:

Entrepreneurship and Public Policy in Ireland, Singapore, Argentina, and Spain” with

Mauro Guillén, Telecommunications Policy, 25(5), 349-371

Güvel, Enver A ve Aytun, Cengiz (2009), “Sayısal Uçurum, Türkiye ve Avrupa

Birliği Üzerine Bir Endeks Uygulaması”, Çukurova Üniversitesi İİBF Dergisi, 13(2),

33-54

Hargittai, E. (1999), “Weaving The Western Web: “Explaining Differences in

Internet Connectivity among OECD Countries”, Telecommuniciations Policy, 23(10-

11) 18-701

James, Jeffrey (2004), “Reconstructing the Digital Divide from the Perspective of a

Large, Poor, Developing Country”, Journal of Information Technology, 3(1) 172-177

Kalça Adem ve Akyazı Haydar, “Dijital Bölünme Fırsat mı Tehdit mi”, Nihal Kargı

(Ed), Bilgi Ekonomisi, 1. Baskı içinde (239-263), Ankara:Başak Matbaacılık.

Keniston Kennet (2003), “The Four Digital Divides”,

http://dandelionpatch.mit.edu/people/kken/PDF/Intro_Sage_1_.pdf, (19.02.2010).

Kiiski, Sampsa ve Pohjola, Matti (2002), “ Cross-Country Diffusion of the Internet”,

Information Economics and Policy 14, 297–310

Lee, Sangwon ve Marcu Mircea (2007), “ An Empirical Analysis of Fixed and

Mobile Broadband Diffusion”, http://www.anacom.pt/streaming/estudo.pdf

(25.10.2014)

Martin, S.P. ve Robinson, J. P. (2007), “The Income Digital Divide: Trends And

PredBİTions For Level Of Internet Use”, Social Problems, 54(1), 1-22

Moghaddam B. Khalil, Khatoon, Abadi A. (2013), “ Factors Affecting BİT Adoption

Among Rural Users: Acasestudy of BİT Center in Iran”, Telecommunications Policy

37, 1083–1094

Montagnier, Pierre ve Wirthmann, Albrecht (2011), “Digital Divide: From Computer

Access to Online Activities – A Micro Data Analysis”, OECD Digital Economy Papers,

No. 189, OECD Publishing.

Norris, Pippa (2001), Digital Divide. Civic Engagement, Information Poverty, and

The Internet Worldwide, Cambridge: Cambridge University Press.

21

Nuechterlein, Jonathan E. ve Weiser, Philip J. (2007), “Digital Crossroads”, 1th Ed.,

Cambridge: The MIT Press

Oruç, Ejder, Arslan, Selçuk (2002), "Sayısal Uçurumun Önlenmesi: Stratejik Plan TelekomünikasyonKurumu",http://www.tk.gov.tr/yayin/raporlar/pdf/sayisal_ucurumun_onlenmesi.pdf (05.10.2010)

Park, Hyung Lae (2007), Internet Effects on Political Participation: Digital Divide,

Causality, and New Digital Divide, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Purdue Universitesi.

Riggins, Frederick J. ve Dewan, Sanjeev (2005) “The Digital Divide: Current and

Future Research Directions,” Journal of the Association for Information Systems, 6(12),

298-337

Robinson ve diğerleri (2003), “New Social Survey Perspectives on the Digital

Divide”, IT & Society, 1(5), 1-22

Rohlfs, J.H. (2001), Bandwagon Effects in High-Technology Industries, Cambridge,

MA: The MIT Press.

Steyaert, Jan ve Gould, Nick (2009), “Social Work and the Changing Face of the

Digital Divide”, British Journal of Social Work, 740-753.

Thomas, Chris S. ve Carvalho, Frederico (2012), “The Global Information

Technology Report 2012” Dutta, Soumitta ve Bilbao, Benat editors, Reaching the Third

Billion: Arriving at Affordable Broadband to Stimulate Economic Transformation in

Emerging Markets, (79-87), World Economic Forum,

http://www3.weforum.org/docs/Global_IT_Report_2012.pdf (14.02.2014).

Türkiye İstatistik Kurumu (2013), "Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım

Araştırması, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (02.05.2014)

UNDP (2004), “ Financing BITD". New York: United Nations

URL, “Yeni Kapitalizm, Dünyada Rekabetin Değişen Boyutu”,

http://www.ozetkitap.com/ yeni_kapitalizm.pdf, (12.11.2015)

Wallsten, Scott (2005), ‘‘Regulation and Internet Use in Developing Countries.’’

Economic Development and Cultural Change, 53(2), 501–24.

Zhang Xiaoqun (2013), “ Income disparity and digital divide: The Internet

Consumption Model and cross-country empirical research”, Telecommunications

Policy, 37, 515-529.

Zhou, Jingye ve Lei Jing (2012), “Digital Divide: How Do Home Internet Access and

Parental Support Affect Student Outcomes”, Education (Basel), 2, 45-53;

doi:10.3390/educ2010045

Zhou Yan, Singh Nirvikar, Kaushik P.D. (2011), “ The digital divide in rural South

Asia: Survey evidence from Bangladesh, Nepal and Sri Lanka”, IIMB Management

Review, 23, 15-29

http://www internetworldstats.com/stats4.htm

22

TÜRK FINDIK SEKTÖRÜNÜN REKABET GÜCÜ: BALASSA

ENDEKSİ YAKLAŞIMI

TURKISH HAZELNUT SECTOR'S COMPETITIVE POWER: BALASSA

INDEXING APPROACH

Ersin YENİSU*

Özet

Bu çalışmanın amacı dünya fındık sektörünün lideri olan Türkiye’nin söz konusu

sektördekirekabet gücünü arttırmaya yönelik öneriler sunmaktır. Ülkemiz açısından

stratejik öneme sahip bir tarımsal ürün olan fındık Karadeniz Bölge halkı açısından

sosyoekonomik değere sahiptir. Çalışmada yöntem olarak alt sektörlerde rekabet

gücünü ölçmek amacıyla Balassa (1965) tarafından geliştirilen Açıklanmış

Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) yaklaşımı kullanılmıştır. Yapılan analizler

sonucunda Türk fındık sektöründe rekabet gücünde son yıllarda ciddi bir azalma olduğu

ve bu azalmanın ise özellikle düşük verimlilikten kaynaklandığı bulgulanmıştır. Nitekim

başlıca fındık üreticileri olan Türkiye, İtalya, Gürcistan ve Azerbaycan gibi ülkelerde

düşük verimlilik görülmüş ve bu doğrultuda söz konusu ülkelerin rekabet güçleri

azalmıştır. Fakat aynı dönemde sektörde önemli bir üretici olarak verimlilik artışını

gerçekleştirebilen ABD’nin rekabet gücü artmıştır. Sonuç olarak Türk fındık sektörünün

kamunun yönlendirici olduğu AR-GE çalışmaları ile verimliliğinin arttırılması gerektiği

söylenebilir.

Anahtar Kelimeler: Fındık Sektörü, Verimlilik, Rekabet Gücü, Açıklanmış

Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ)

Abstract

The aim of this study is to present the suggestions of Turkey, the leader of the world

hazelnut industry, to increase the competitive power in the sector. Hazelnut, an

agricultural product with strategic importance in terms of our country, has a socio-

economic value in terms of the Black Sea Region people. In the study, the Revealed

Comparative Advantages (RCA) approach developed by Balassa (1965) was used to

measure the competitive power in the sub-sectors. As a result of the analyzes made, it

* Gazi Üniversitesi Gölbaşı Yerleşkesi Polatlı Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Gölbaşı/ANKARA, E-Posta: [email protected], Tel: 0 (545) 375 41 76

23

has been found that there has been a serious decrease in the competitiveness in the

Turkish hazelnut industry in recent years and this decrease is mainly caused by low

productivity. As a matter of fact, countries such as Turkey, Italy, Georgia and

Azerbaijan, which are the main hazelnut producers, have seen low productivity and the

competitiveness of these countries has decreased in this direction. But in the same

period, the competitiveness of the USA, which could increase productivity as an

important producer in the sector, increased. As a result, it can be said that the

efficiency of the Turkish hazelnut sector should be increased with the AR-GE studies

that are the directive of the public sector.

Keywords: Hazelnut Sector, Productivity, Competitiveness, Revealed Comparative

Advantages (RCA)

1.Giriş

Fındık, Türkiye açısından stratejik öneme sahip olan bir tarım ürünüdür. Dünya

fındık üretiminin büyük bir bölümünün ülkemizde yapılması sektörün dikkatlice

izlenmesini ve bu alanda etkin politikaların uygulanmasını gerektirmektedir. Fındık

tarımının özellikle Karadeniz Bölgesi’nde yapılması ve söz konusu ürünün bu yöre

insanının temel geçim kaynağı olması ise sektörü sosyoekonomik açıdan da önemli

kılmaktadır. Nitekim ülkemizde sektör uzunca bir süre özellikle fiyat yönünden devlet

tarafından desteklenmiştir. Piyasa ekonomisinin işleyişine bir müdahale diyebileceğimiz

bu uygulamalar günümüzde terkedilmiş ve etkinliği gerçekleştirerek sektörün rekabetçi

gücü arttırılmaya çalışılmıştır. Fakat uygulanan yanlış ve kısa vadeli politikalar

nedeniyle sektör 2000’li yıllarda giderek daha da kötüleşmiştir. Nitekim Türkiye

fındıkta ithal ürün konusunu tartışmaya başlamıştır.

Geçen otuz yıl içerisinde sektörün giderek kötüleşen durumu fındık çiftçisini yeni

arayışlar bulma iştiyakına sokmuştur. Bu noktada Türkiye’nin en çok çok göç veren

bölgesinin Karadeniz Bölgesi olması ise dikkat çekicidir. Bu göç dalgasının sebebi

düşük verimlilik değil, fındık sektörünün hak ettiği değeri bulamamasıdır.

Diğer taraftan günümüzde devletin rol almadığı bir piyasada çiftçinin alın terinin

sömürüleceği gerçeği maalesef gözlerden kaçmıştır. Bugün her ne kadar liberal

ekonomi en iyi, en çağdaş ve belki de zorunlu ekonomik sistem olsa da gelişmiş ve

gelişmekte olan ülkelerde devletin piyasalar üzerindeki çoğu zaman dolaylı bazen de

dolaysız etkinliği gözlerden kaçmamaktadır. Öyle ki ekonomik, kültürel, toplumsal,

siyasal vs. taşların henüz yerine oturmadığı ülkemizde devletin yönlendiriciliği veya

hakemliği daha da önem kazanmaktadır.

Bu çalışma altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm giriş kısmına ayrılmıştır.

İkinci bölümde fındık sektörüyle ilgili literatüre kısaca değinilmiştir. Üçüncü bölümde

fındık sektörü üretim alanı, verimlilik, dış ticaret vs. açısından çizelgeler ve grafiklerle

24

ulusal ve uluslararası bağlamda incelenmeye çalışılmıştır. İzleyen bölümçalışmada

kullanılan verilerin ve metodolojinin tanıtılmasına ayrılmıştır. Beşinci bölümde ise,

Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler (RCA) analizine ve yorumlara yer verilmiştir.

Çalışmanın altıncı ve son bölümü ise elde edilen sonuçlara ayrılmıştır.

2. Literatür İncelemesi

Türkçe literatürde fındık sektörünü analiz eden çok az sayıda çalışma vardır.Nitekim

bu alanda yapılan çalışmalar daha ziyade fındığın ekonomik ve sosyal boyutunu değil

kimyasal özelliklerini araştıran çoğu deneysel araştırmalardır. Bununla birlikte fındık

üretiminde ve ticaretinde dünyada ilk sırada olmamızdan dolayı konuyla ilgili yabancı

literatür de bir hayli sığdır denilebilir.Fındık sektörünün sosyoekonomik boyutuyla ele

alan kapsamlı çalışmalar ise ilgili kurum ve kuruluşlarca yaptırılan ve genellikle analiz,

yorum ve politika önerileri sunan raporlar niteliğindedir. Burada kısmen yetersiz

diyebileceğimiz bu literatürden örnekler sunulacaktır.

Yavuz vd. (2005) çalışmalarında Türk fındık sektöründeki arz fazlalığını ortaya

koyan beş denklemli bir ekonometrik model kullanmışlardır. Modelden çıkarılan ana

sonuç, yıllardan beri uygulanan yüksek destekleme fiyatının fındık dikim alanlarının

yayılmasına ve arz fazlalığına neden olduğudur.Yavuz vd. (2005)’in çalışmaları bir

dönem ülkemizde fındık stoklarının tüketilemediği yıllarda temel problem olan arz

fazlalığını çözmeyi amaçlamaktadır. Fakat günümüzde sektörün temel sorunu arz

fazlalığı değil ürünün daha fazla tanıtılmasıyla pazar olanaklarının geliştirilerek

rekabetçi avantajımızı iyi kullanabilmemizdir.

Yavuz ve Ercişli (2006)’nin de çalışmaları Yavuz vd. (2005)’in çalışmalarına ele

aldıkları sorun itibariyle benzerdir. Nitekim söz konusu çalışmada da fındık arz

fazlalığına çözüm bulunması amaçlanmıştır. Betimsel denilebilecek söz konusu

çalışmada sonuç olarak verimsiz arazilerde fındık tarımının yapılmasının engellenmesi,

desteklemelerin azaltılması, dış pazarlarda daha etkin olunması, iç tüketimin arttırılması

ve ürün farklılaştırmasına gidilmesi önerilmiştir. Buna ek olarak, yukarıda da

değinildiği gibi, Yavuz ve Ercişli (2006)’nın çalışmaları da fındık sektöründe 2000’li

yılların sorunlarını ele almaktadır. Günümüzde ise sektörün temel problemleri çok daha

farklıdır.

Bayramoğlu ve Gündoğmuş (2007) çalışmalarında dünya fındık piyasasında fiyat

oluşumunu etkileyen faktörleri ve Türkiye’nin fiyat oluşumuna etkisini araştırmayı

amaçlamışlardır. Çeşitli ekonometrik analizlerin yapıldığı çalışmada sonuç olarak

ülkelerin kendi para birimlerinin dolar karşısındaki durumu, Türkiye fındık

üretimmiktarı ve Fiskobirlik fiyatının fındık fiyatını belirleyen en önemli faktör

oldukları görülmüştür. Nihayetinde çalışmaya göre Türkiye fındık fiyatının

belirlemesinde birinci derecede önemli role sahiptir. Diğer taraftan fındık fiyatı yıllar

25

itibariyle oldukça istikrarsız bir yapıya sahiptir. Bayramoğlu ve Gündoğmuş (2007)’un

çalışmasına göreTürkiye’nin tarım politikalarının istikrarsız olduğu, üretimin iklim

koşullarına son derece bağlı olduğu yani üretimde devamlılığın olmadığı ve yine

Türkiye’de döviz piyasasının oynaklığının oldukça yüksek olduğu söylenebilir.

Hatırlı vd. (2008) çalışmalarında fındık piyasasında Türkiye’den Almanya’ya fındık

fiyat geçirgenliğini analiz etmişlerdir. Bu çalışmada, Bayramoğlu ve Gündoğmuş

(2007)’un çalışmalarının aksine Türkiye’nin dünya fındık piyasasında dominant ülke

olmasına rağmen dünya fındık fiyatını dünya fındık ithalatında ilk sırada yer alan

Almanya’nın Hamburg borsası tarafından belirlendiği ileri sürülmüştür. Çalışmada

kurulan ekonometrik modellerin tahmin sonuçlarına göre, fiyat geçirgenliği ve döviz

kuru esneklikleri kısa ve uzun dönemde az esnek olarak hesaplanmış olup geçirgenliğin

tam olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kısacası, Bayramoğlu ve Gündoğmuş (2007)’un

bulduğu sonuçla bir yıl sonra yapılan bu çalışmanın sonucu tam anlamıyla zıt yöndedir

denilebilir.

Çamoğlu vd. (2012) çalışmalarında Türkiye’nin en fazla fındık üretimi yapıldığı il

olan Ordu’da fındık piyasasını ve söz konusu ilde tarım ürünleri içerisinde fındığın

yerini analiz etmişlerdir. Bunun için, araştırmacılar Ordu ilinin tarımsal yapısını

incelemişler ve ilin ekonomisi için çok önemli bir ürün olan fındığın dünyadaki,

Türkiye’deki ve bölgedeki mevcut durumunu ele almışlardır. Ayrıca çalışmada bölgede

fındık sektöründe karşılaşılan ekonomik sorunlar ortaya konulmuş ve Yeni Fındık

Stratejisi incelenmiştir. Yeni Fındık Stratejisi ile birlikte sektörde arz ve talep

dengesinin sadece kısa dönemde sağlanabileceği ve bunu uzun döneme yaymak için

doğru politikaların takip edilmesinin gerekli olduğu sonucuna varılmıştır. Bu çalışma

özellikle Ordu ilinde fındık piyasasının durumunu ortaya koyması açısından dikkate

değerdir. Şüphesiz söz konusu çalışmanın en önemli sonucu sektörün uzun vadeli bir

planlamaya ihtiyaç duyduğunu ortaya koymasıdır.

Kayalak ve Özçelik (2012) çalışmalarında destekleme alımı ve fiyatının fındık üretim

alanlarının genişlemesine neden olduğu görüşünü irdelemişlerdir. Çalışmada yapılan

ekonometrik analizler sonucunda özellikle destekleme fiyatının, dikim alanlarının

genişlemesinde etkili olduğu bulunmuştur. Destekleme fiyatının %1 artmasının uzun

dönemde üretim alanlarını %0,84 artırdığı görülmüştür. Çalışmaya göre destekleme

fiyatı politikasının, peşin ödeme yapılmaması ve bölgeler arası verim farklılıkları

nedeniyle amacının dışında etkiler yaptığı tespit edilmiştir. Doğu Karadeniz

Bölgesi’ndeki tarım dışı geliri olmayan çiftçilere ve küçük işletmelere öncelik veren

verimliliği artırmaya yönelik desteklerle üretim artışı ve gelir dengesi sağlanmasının

gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bilindiği üzere devletin fındık üreticisini desteklemek için

yaptığı alımlar fındık piyasa fiyatının oluşmasında önemli bir faktördür. Kısacası bu

26

çalışmaya göre fındık çiftçisini destekleme oranı arttıkça ekili fındık arazisi de

genişlemiştir denilebilir.

Güney (2014) çalışmasında Türk fındık sektörünün ticari koşullarını, rekabetçiliğini,

pazarlanmasını ve üretimini incelemiştir. Çalışmada fındığın özellikle dünya gıda

sektörü için önemli bir ürün olduğu ve çok az sayıda ülkede üretilebildiğine

değinilmiştir. Söz konusu çalışmada yöntem olarak Türkiye’nin uluslararası fındık

pazarındaki uzmanlaşma seviyesini ve karşılaştırmalı üstünlüğünü belirlemek için

Balassa (1965) tarafından geliştirilen Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler (RCA)

indeksi kullanılmıştır.Bu bağlamda, 2009-2011 yılları arasında Türkiye fındık

ticaretinin ortalama RCA endeksi 95 olarak hesaplanmıştır. Bu da, Türkiye'nin

uluslararası pazardaki ihracatının mükemmel bir karşılaştırmalı avantaja sahip olduğunu

göstermektedir.Sonuç olarak Güney (2014)’ün çalışmasıyla bu çalışmada aynı yöntem

kullanılmış olup ulaşılan sonuçlar ise tam olarak uyumludur denilebilir.Fakat söz

konusu çalışmadafarklı bir yaklaşım olarak iller bazında da analizlere yer verilmiştir.

Bu çalışmada ise fındık sektörüyle ilgili ülke sayısı ve ele alınan zaman dilimi daha

geniş tutulmuştur.

Şahinli (2014) çalışmasındaTürkiye tarım sektörünün rekabet gücünün uluslararası

alanda belirlenmesini hedeflemiştir. Söz konusu çalışmada Açıklanmış Karşılaştırmalı

Üstünlükler İndeksi (RCA-AKÜ), 601 adettarımsal madde için hesaplanmıştır. Türkiye

için, 78 adet tarımsal maddede RCA değerleri birden büyük bulunmuştur. Çalışmada,

konumuz olan fındık sektöründe ise RCA değeri 2011 yılı için 66,4 olarak

hesaplanmıştır. Bu indeks 2000 yılında ise 79,6’dır ve yıllar itibariyle azalış trendine

girmiştir. Yani Şahinli (2014) de Türk fındık sektörünün 2000 yılından günümüze

rekabet gücü açısından gerileme içerisinde olduğunu bulgulamıştır. Nitekim bu

çalışmada yapılan analizde de aynı sonuca varılmıştır.

3. Fındık Sektörü

Türkiye dünyada fındık üretimi ve ihracatında lider ülkedir. Ülkemiz fındık

sektöründe dünyadaki ekili arazinin % 83’üne, toplam üretimin % 76’sına vefındık

ihracatının % 71’ine sahiptir.Bununla birlikte Türkiye’de fındık ihracat tutarı toplam

tarım ürünleri ihracatının yaklaşık % 10’u ve Türkiye’nin toplam ihracatının ise

yaklaşık % 2’sidir. Özellikle ülkemizin Karadeniz Bölgesi’nde yetiştirilen fındık bu

bölgedeki ailelerin başlıca geçim kaynağı olması nedeniyle de sosyoekonomik açıdan

büyük öneme sahiptir. Nitekim istatistiklere göre Türkiye’de yaklaşık 3 milyon kişi

fındık sektörüyle doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle fındık sektörübazen kamunun zarar

etmesine neden olsa bile devlet tarafından yıllarca desteklenmiştir. Destekleme alımları

fındık piyasa fiyatını doğrudan etkilemiş ve böylece çiftçinin korunmasını sağlamıştır.

Fakat son yıllarda piyasa etkinliğinin sağlanması amacıyla devlet elini sektörden çekme

27

ve sektörün tamamen piyasaya bırakma eğilimi göstermiştir. Tam da bu nedenledir ki

lider üretici olduğumuz sektörde ulusal ve uluslararası stratejik planlar yapılması daha

da kaçınılmaz hale gelmiştir. Ülkeler bazında fındık üretim alanları şöyledir.

Çizelge 3.1: Fındık Üretim Alanları (Hektar)

Yıl

Ülke 2010 2011 2012 2013 2014 Yüzde

(%)

Türkiye 432439 429955 422765 702144 701141 % 83

İtalya 55904 70492 57992 71459 72125 % 8,5

Azerbaycan 22691 23242 23768 24822 25207 % 2,9

Gürcistan 15636 16847 13488 21685 20433 % 2,4

İspanya 13803 14067 13912 13796 13591 % 1,6

ABD 11736 11534 11736 12141 12141 % 1,4

Toplam 552209 566137 543661 846047 844638 % 99,8

Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 23.12.2016)

Fındık üretimi ılık kış ve yağışlı bir yaz iklimini sevmektedir. Ayrıca söz konusu

üretimin yapılabilmesi için toprağın da gerekli minerallere sahip olması zorunludur.

Özellikle ülkemizin Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yetiştirilen fındık diğer ülkeler

tarafından da yetiştirilmeye çalışılsa da bu sektörde Türkiye coğrafik açıdan tartışmasız

liderdir.

Çizelge 3.1’e göre Türkiye ekili fındık arazisi bakımından % 83’le lider ülke

konumundadır. Bu alanda Türkiye’yi sırasıyla İtalya (% 8,5), Azerbaycan (% 2,9),

Gürcistan (% 2,4), İspanya (% 1,6) ve ABD (% 1,4) takip etmektedir. Çizelge 3.1’e

bakıldığında Türkiye’deki ekili fındık arazisinin son beş yılda önemli ölçüde arttığı da

söylenebilir. Yine son beş yılda İspanya ve ABD hariç diğer üç ülkede (İtalya,

Azerbaycan ve Gürcistan) ekili fındık arazisi alanının artış eğiliminde olduğu

görülmektedir.

Çizelge 3.2: Fındık Üretiminde Verimlilik (Hektogram/Hektar)

Yıl

Ülke

2010 2011 2012 2013 2014 Ortalama

Verimlilik

ABD 21644 30282 30249 33624 26900 28539

Gürcistan 18420 18460 18312 18308 18303 18360

İtalya 16147 18291 14697 15764 10462 15072

Azerbaycan 12980 14165 12464 12570 11821 12800

İspanya 10930 12504 10355 11092 9964 10969

28

Türkiye 13875 10001 15612 7819 6418 10745

Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 23.12.2016)

Birim ekili fındık arazisi başına ne kadar üretim yapıldığını yani fındık tarımında

arazi verimliliğinin sunulduğu Çizelge 3.2’ye göre ABD fındık tarımında en verimli

üretim yapan ülkedir. Kuşkusuz ülkemiz açısından Çizelge 3.2’nin en dikkate değer

noktası ise fındık tarımının yoğun olarak yapıldığı bu altı ülke içinde Türkiye’nin en

düşük verimliliğe sahip olmasıdır. Nitekim ABD’nin bu alandaki verimliliği

Türkiye’nin üç katına yakındır. Yine son beş yıl itibarıyla değerlendirildiğinde

Türkiye’nin verimliliğinde ciddi bir düşme eğilimi olduğu açıktır. Söz konusu dönemde

ABD ise diğer beş ülkeye nazaran verimliliğini arttırmayı başarabilmiştir. Kuşkusuz bu

verimlilik artışı ABD’nin fındık tarımında uluslararası rekabet gücünü arttırmıştır.

Verimlilik açısından düşüş trendi içerisinde olan başta Türkiye olmak üzere diğer dört

ülkenin (Gürcistan, İtalya, Azerbaycan ve İspanya) bu alandaki uluslararası rekabet

gücü ise azalmıştır.Ülkeler bazında fındık dış ticaretinin seyri ise şöyledir.

Çizelge 3.3: Başlıca Fındık İhracatçısı Ülkeler (1000 $)

Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 27.12.2016)

Başlıca kabuklu fındık ihracatçısı ülkelerin sunulduğu Çizelge 3.3’e göre Türkiye %

71’le yine sektörde lider ülkedir. Çizelge 3.3’e bakıldığında Türkiye dâhil diğer ülkelerin

Yıl

Ülke

2009 2010 2011 2012 2013 Yüzde

(%)

Türkiye 710844 892254 1041429 1054292 1024002 % 71

Gürcistan 63409 50218 123471 78964 160899 % 11

İtalya 88596 89406 103801 103777 113671 % 7,9

Azerbaycan 52437 35172 57179 45781 45151 % 3,1

Almanya 22764 26420 37084 40569 39104 % 2,7

İspanya 14759 11808 19014 16031 15100 % 1

Hollanda 11094 12242 15273 19309 15672 % 1

ABD 6317 4484 7405 10461 11624 % 0,8

Fransa 5902 7442 7107 6905 5495 % 0,3

Avusturya 3183 4812 5739 6514 4727 % 0,3

TOPLAM 979305 1134258 1417502 1382603 1435445 % 100

29

çoğunluğunun 2009-2013 yılları arasında fındık ihracatını arttırdıkları görülmektedir.

Nitekim Türkiye’de 2014 yılı fındık ihracat rakamı 2,3 milyar dolara ve 2015 yılında ise

2,8 milyar dolara çıkarak artış eğilimini sürdürmüştür. Çizelge 3.3’te fındık üretimi

yapmayan fakat ihracatta ön sıraları alan ülkeler dikkat çekicidir. Bu ülkeler (Almanya,

İsviçre, Hollanda, Fransa, Avusturya) önemli çikolata üreticileridir. Söz konusu ülkelerde

fındık sektörü oldukça gelişmiştir.

Çizelge 3.4: Başlıca Fındık İthalatçısı Ülkeler (1000 $)

Yıl

Ülke 2009 2010 2011 2012 2013

Yüzde

(%)

Almanya 421072 441732 433722 377017 476778 % 39,8

İtalya 187670 203605 232376 191951 269939 % 22,5

Fransa 103829 136257 136583 145300 131435 % 10,9

Belçika 57935 64338 80719 82603 71413 % 5,9

İsviçre 54350 56735 67507 65707 65227 % 5,4

Rusya 10266 53055 70042 65026 45736 % 3,8

İspanya 25527 32666 31814 31108 35292 % 2,9

ABD 12709 21367 21059 21012 28855 % 2,4

Hollanda 15318 21402 24566 24442 20373 % 1,7

Avusturya 17221 17800 24649 21906 19437 % 1,6

Toplam 927689 1077731 1153902 1053853 1195003 % 100

Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 27.12.2016)

Fındık ithalatında lider ülke fındık piyasası başka bir deyişle çikolata sektörü oldukça

gelişmiş olan Almanya’dır.Almanya’nın dünya fındık ithalatının yaklaşık % 40’ını

yaptığı dikkate alındığında fındık fiyatlarının belirlenmesinde söz konusu ülkenin etkin

rol aldığı ileri sürülebilir. İkinci sırayı alan ülke olan İtalya ise fındık sektöründe gerek

üretici, gerek ihracatçı ve gerekse ithalatçı niteliğine sahip bu alanda önemli bir ülkedir.

Bununla birlikte Çizelge 3.4’teki diğer ülkelerin de (özellikle Fransa, Belçika, İsviçre

vs.) genellikle önemli çikolata imalatçıları olduğu da söylenebilir. Çizelge 3.4’ün bir

başka dikkat çekici yanı ise fındık ithalatının % 95’inden fazlasının Avrupa ülkeleri

tarafından yapıldığıdır. Yani fındık üretiminde ve ihracatında lider ülke olan Türkiye

için söz konusu sektörde pazar genişlemesi yapılabilir.

Fındık fiyatlarının 2000 yılından bu yana olan değişimi aşağıdaki grafikten

görülmektedir.

30

Grafik 3.1: Türkiye ve Diğer Ülkelerdeki Fındık Fiyatları (Dolar/Ton)

Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 27.12.2016)

Not: Diğer ülkeler sektördeki başlıca üreticiler olan; İtalya, Gürcistan, Azerbaycan, ABD ve

İspanya’dır.

Grafik 3.1’e göre ton başına fındık fiyatları 2000 yılından bu yana sürekli bir artış

içerisindedir. Fakat bu fiyat artışının üreticiye sınırlı yansıması ise dikkat çekicidir.

Yine Grafik 3.1’e bakılarak diğer fındık üreticisi olan ülkelerdeki fındık fiyatlarının

sektörün lideri olan Türkiye piyasasıyla uyumlu olduğu da söylenebilir. Hatta Grafik

3.1’den dünya fındık piyasa fiyatlarının Türkiye tarafından belirlendiği sonucu da

çıkarılabilir.

Fındık fiyatları ile rekolte (yıllık ürün) arasındaki ilişki Grafik 3.2’de sunulmuştur.

Grafik 3.2: Türkiye Fındık Rekoltesi ve Fındık Fiyatı Arasındaki İlişki*

*Fiyatta yıllık yüzde artış değerleri, rekoltede bir yıl gecikmeli yıllık yüzde artış değerleri

kullanılmıştır. Kaynak: 1) FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 27.12.2016)

2) Trabzon Ticaret Borsası, (http://www.tb.org.tr/index.php?ms=turkiye

_findik_istatistikleri.79&d=tr), Erişim Tarihi: 27.12.2016

0

1000

2000

3000

4000

5000

6000

2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015

Türkiye Diğer Ülkeler Ortalama Fiyat

-0.6

-0.4

-0.2

0

0.2

0.4

0.6

0.8

1

1.2

2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015

FİYAT REKOLTE

31

Grafik 3.2 fındık fiyatının fındık rekoltesine bağlı olduğunu göstermektedir. Söz

konusu grafikte rekoltenin bir sonraki yıl fiyatlarına etki edeceği düşünülerek bir yıl

gecikmeli değerleri kullanılmıştır. Sonuç olarak gerçekten de fındık fiyatını belirleyen

en önemli etkenlerden birinin bir önceki yıla ait rekolte olduğu Grafik 3.2’den açıkça

görülmektedir.

Fındık sektöründeki bir diğer tartışmalı konu Türkiye tarafından yapılan fındık

ithalatı konusudur. Bu konuya aşağıdaki grafik açıklık getirmede yararlı olabilir.

Grafik 3.3: Türkiye’de Fındık İhracat ve İthalat Artış Hızları (%)

Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 28.12.2016)

Grafik 3.2’ye göre fındık ihracat artış hızı 2000 yılından bu yana dalgalı fakat

durağan bir seyir izlemiştir. Söz konusu dalgalanmanın ise kurdaki hareketlenmelere

bağlı olduğu söylenebilir. 2000-2013 yılları arasında ithalat artış hızı ise yine durağan

olmakla beraber muhtemelen politika değişiklikleri nedeniyle ciddi bir iniş-çıkış

göstermiştir. Kısacası Türkiye’de toplam fındık ihracat tutarı kurdaki hareketlenmelere,

toplam fındık ithalat tutarı ise politika değişikliklerine bağlıdır denilebilir.

4. Veriler ve Metodoloji

Veriler

Çalışmada kullanılan veriler Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) ve Dünya

Ticaret Örgütü (WTO)’nün web sitelerinden temin edilmiştir. Türkiye, İtalya, Almanya,

ABD, İspanya, Gürcistan, Azerbaycan, Belçika, Avusturya, Fransa, Hollanda, Polonya,

Rusya, İsviçre ve İngiltere’nin, 2000-2013 arası yıllık fındık ihracat ve ithalat verileri;

http://www.fao.org/faostat/web sitesinden ve yine söz konusu ülkelerin 2000-2013

0

50

100

150

200

250

300

350

400

450

2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013İhracat (Miktardaki % Artış) İthalat (Miktardaki % Artış)

32

yılları arası yıllık toplam ihracat ve ithalat verileri; http://stat.wto.org/adresinden temin

edilmiştir.2

Metodoloji

Sektörel bazda, ülkelerin uluslararası ticaretteki rekabet güçlerini ölçmede kullanılan

yöntemlerin başında Balassa tarafından geliştirilen Açıklanmış Karşılaştırmalı

Üstünlükler (RCA) yaklaşımı gelmektedir. Bu çalışmada rekabet gücünün ölçülmesi

amacıyla, Balassa’nın aşağıdaki gibi formüle ettiği yöntem esas alınmıştır.

EPax=(Xax/Xat)/(Max/Mat)

Burada; a: ülke, x: mal ya da sektör, t toplam, X ihracat ve M ithalat olmak üzere;

Xax: a ülkesinin ilgili sektör ihracatını,

Xat : a ülkesinin toplam ihracatını,

Max: a ülkesinin ilgili sektör ithalatını,

Mat: a ülkesinin toplam ithalatını temsil etmektedir.

Hesaplanan indeks değeri EPax>1 ise, ilgili sektörün ekonomik performansının

dünyadakinden yüksek, EPax<1 ise, düşük olduğunu göstermektedir.3

5. Analizler ve Yorum

Bu çalışmada analizlere dâhil edilen 15 ülke (Türkiye, İtalya, Almanya, ABD,

İspanya, Gürcistan, Azerbaycan, Belçika, Avusturya, Fransa, Hollanda, Polonya, Rusya,

İsviçre ve İngiltere) ihracat veya ithalat değerleri açısından fındık dış ticaretinde ön

sıralarda olan ülkelerdir.

Balassa (1977) endeksine göre söz konusu ülkelerin rekabet güçleri şöyledir.

Çizelge 5.1. Balassa Endeksine Göre Fındık Sektöründe Ülkelerin Rekabet Güçleri*

Yıl

Ülke 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Ortalama

(RCA)

Türkiye 498 404 99 242 285 172 59 86 90 118 453 170 297 144 223

İtalya 2,92 2,51 3,09 3,39 3,66 1,9 0,95 2,62 2,39 1,86 1,93 1,93 2,52 1,89 2,4

İspanya 1,7 0,89 1,06 1,04 0,91 2,25 0,8 0,97 0,71 0,75 0,46 0,73 0,59 0,46 0,95

2Yani 2014 ve 2015 yıllarında ülkelerin fındık dış ticaret verileri bulunamamıştır.

3 BALASSA, B.(1977); “Revealed Comparative Advantage Revisited: An Analysis of Relative

Export Shares of The Industrial Countries (1953-1971)”, The Manchester School of Economic and

Social Studies, 45(4). s. 328.

33

ABD 0,56 0,36 0,25 0,91 0,82 1,00 0,38 0,78 0,91 0,76 0,32 0,54 0,75 0,59 0,64

Hollanda 0,36 0,63 0,64 0,66 0,43 0,63 0,76 0,63 0,72 0,64 0,51 0,55 0,71 0,68 0,61

İngiltere 0,07 0,04 0,06 0,15 0,11 0,11 0,25 0,26 0,55 0,42 0,38 0,38 0,32 0,26 0,24

Avusturya 0,56 0,36 0,16 0,11 0,09 0,13 0,11 0,33 0,13 0,19 0,28 0,25 0,32 0,25 0,23

Fransa 0,09 0,07 0,14 0,15 0,13 0,26 0,15 0,25 0,07 0,07 0,06 0,06 0,06 0,05 0,12

Almanya 0,05 0,04 0,05 0,1 0,07 0,08 0,08 0,07 0,07 0,05 0,06 0,09 0,11 0,08 0,07

Belçika 0,06 0,06 0,11 0,08 0,08 0,03 0,02 0,02 0,04 0,05 0,06 0,03 0,03 0,03 0,05

Polonya 0,03 0,04 0,09 0,01 0,01 0,02 0,01 0,01 0,01 0,03 0,02 0,01 0,14 0,1 0,04

İsviçre 0,01 0,02 0,01 0,01 0,01 0,00 0,01 0,01 0,02 0,02 0,01 0,01 0,02 0,03 0,01

Rusya 0,1 0,01 0,00 0,01 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,01

Kaynak: 1)FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 29.12.2016) ve

2) WTO (http://stat.wto.org/ Erişim Tarihi: 29.12.2016)

*Gürcistan ve Azerbaycan’ınönemli fındık üreticisi ve ihracatçısı olmalarına rağmen söz konusu iki

ülkede fındık ithalatı çok az ve yüksek oynaklığa sahip olduğu için bu ülkelere Balassa endeksi yaklaşımı

uygulanamamaktadır. Fakat her iki ülkenin de yüksek ihracat ve düşük ithalat değerlerinden dolayı

rekabet güçleri oldukça yüksektir denelebilir.

Çizelge 5.1’e göre Türkiye rekabet gücü açısından ülkeler sıralamasında birinci

sıradadır. Fakat Türkiye’nin rekabet gücünün 2000-2013 yılları arasında ciddi bir azalış

trendine sahip olduğu görülmektedir. Yani Türkiye lideri olduğu fındık sektöründeki

gücünü etkin bir şekilde kullanamamaktadır denilebilir. Çizelge 1’e göre dikkati çeken

bir diğer unsur ise ABD hariç diğer rekabet gücü yüksek olan ülkelerin de rekabet

güçlerinin zayıfladığıdır. Hatta çizelgeye göre genel olarak ithalatçı ülkelerin rekabet

gücü artarken üretici ve ihracatçı ülkelerin rekabet gücü azalmaktadır denilebilir.

Çizelge 5.1.’de rekabet gücü açısından ülkelerin RCA katsayılarının niceliğinden çok

söz konusu katsayılardaki değişim oranı daha sağlıklı sonuçlara ulaşmayı sağlayacaktır.

Türkiye’nin rekabet gücündeki değişim hızı ile diğer ülkelerin rekabet gücündeki

değişim hızı Grafik 5.1.’den görülebilir.

34

Grafik 5.1. Fındık İhracatçısı Ülkelerin Rekabet Gücündeki Değişim

Kaynak: 1)FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 30.12.2016) ve

2) WTO (http://stat.wto.org/ Erişim Tarihi: 30.12.2016)

Grafik 5.1’den başlıca fındık ihracatçısı ülkeler olan Türkiye, İtalya, İspanya ve

ABD’nin 2000-2013 yılları arası rekabet güçlerinin durağan fakat inişli-çıkışlı bir

yapıda olduğu görülmektedir. Söz konusu grafikteki derin dalgalanmalar sektörün lideri

olan Türkiye’nin bir anlamda fındık piyasasını etkin bir şekilde yönetemediğinin

kanıtıdır. Kısacası fındık dış ticaretinde istikrar yoktur ve bu da Türkiye’nin fındık

stratejisinin olmadığının göstergesidir. Tabi fındıkta rekoltenin her yıl ciddi olarak

değişmesinin sektörde istikrarsızlık yarattığı da unutulmamalıdır. Yine de fındık

piyasasının koordine edilerek özellikle fiyatlara istikrar kazandırılması kuşkusuz

Türkiye’nin elindedir.

Grafik 5.2. Fındık İthalatçısı Ülkelerin Rekabet Gücündeki Değişim

Kaynak: 1)FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 30.12.2016) ve

2) WTO (http://stat.wto.org/ Erişim Tarihi: 30.12.2016)

0

50

100

150

200

250

300

350

400

450

2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013

Türkiye İtalya İspanya ABD

0

50

100

150

200

250

2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013

Almanya İsviçre Hollanda Fransa

35

Başlıca fındık ithalatçısı ülkeler olan Almanya, İsviçre, Hollanda ve Fransa’nın

rekabet güçlerindeki değişimin verildiği Grafik 5.2’den çıkarılabilecek en önemli sonuç,

söz konusu ülkelerin 2000-2013 yılları arası rekabet güçlerinin inişli-çıkışlı bir yapıya

sahip olduğu yani serilerin oynaklığının oldukça yüksek olduğudur. Grafiğe göre önemli

çikolata imalatçısı olan söz konusu ülkelerin dinamik bir strateji izleyerek fındık

ithalatını gerçekleştirdikleri ileri sürülebilir. Kısacası fındık ihracatında olduğu gibi

fındık ithalatında da istikrarsızlık hâkimdir.

Yukarıdaki son iki grafiğe bakılarak fındık ihracatında lider ülke olan Türkiye’nin

piyasayı düzenleyemediği, ithalatçı ülkelerinse piyasa dinamiklerini belirlediği

söylenebilir. Çünkü ithalatçı ülkelerin rekabet gücü serileri ihracatçı ülkelerin rekabet

gücü serilerinden daha oynaktır.

6. Sonuç

Türkiye fındık üretim alanı bakımından dünyada birinci sıradadır. Her ne kadar bazı

ülkeler dünya fındık piyasasında Türkiye’nin ezici üstünlüğünü kırmak için söz konusu

sektörü teşvik tedbirleri alsalar da Türkiye daha uzun yıllar bu alanda liderliği

bırakmayacak görünmektedir. Yine de sektörün durumunu belirleyebilmek için diğer

önemli üreticiler ve imalatçılar irdelenmelidir. Bu doğrultuda çalışmada yapılan

analizlerden şu sonuçlar elde edilmiştir.

Her şeyden önce fındık piyasasında rekabet üstünlüğü büyük ölçüde coğrafi

koşulların belirlediği ekili fındık arazisine bağlıdır. Fakat söz konusu sektörde

verimlilik de rekabet gücünü etkileyen diğer bir unsurdur. Nitekim Türkiye dâhil önemli

fındık ihracatçılarının 2000-2013 yılları arası rekabet gücü azalırken verimlilikte birinci

sırada olan ABD’nin aynı dönemde rekabet gücü artmıştır. Söz konusu dönemde

Türkiye’nin rekabet gücü yarı yarıya azalmış ve dünya fındık ihracatı ve ithalatında ise

istikrarsız bir dönem yaşanmıştır. Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler yaklaşımına

göre Türkiye, İtalya, Gürcistan ve Azerbaycan’ın fındık sektöründe rekabet gücü

yüksek ülkeler olduğu bulgulanmıştır. Diğer taraftan dünya fındık fiyatları artış trendine

sahip olsa da söz konusu bu artış fındık üreticisine yansımamıştır. Nitekim fındık

çiftçisi son yıllarda giderek daha da fakirleşmiştir. Bununla birlikte çalışmada yapılan

analizlere göre fındık fiyatını büyük ölçüde Türkiye’nin yıllık fındık rekoltesi

belirlemektedir. Son olarak Türkiye’nin fındık ihracatı 2000 yılından bu yana yavaş da

olsa bir artış trendi içerisindedir. Fındık ithalatı ise politika değişikliklerine bağlı olarak

inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir.

Fındık sektörü sadece iktisadi bir alan olarak düşünülmemelidir. Karadeniz Bölge

halkının temel geçim kaynağı olduğu için sektör sosyoekonomik bir öneme sahiptir.

Nihayetinde devlet fındık üreticisinin rekabet gücünün azalmasında en önemli pay

sahibi olan düşük verimliliği araştırma geliştirme faaliyetleriyle arttırmalıdır. Ayrıca

36

ürünün pazarlanmasının önündeki engeller çok yönlü tedbirlerle aşılmalı ve yeni

pazarlara giriş teşvik edilmelidir. Kısacası ülkemize döviz kazandırarak cari açığın

kapatılmasına katkıda bulunan fındık sektörümutlaka yönlendirilmelidir.Sivil toplum

örgütlerinin etkinliğini iyice yitirdiği ülkemizde fındık çiftçisi korunmaya muhtaçtır.

Kaynaklar

Akseki, U. (2012), Dünya Fındık Piyasasında Fiyat Oluşumu Ve Türkiye İçin

Alternatif Politikaların Belirlenmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.

Balassa, B. (1965),“Trade Liberalization and Revealed Comparative Advantage”,

Manchester School of Economic and Social Studies, 33(2), 99-123.

Balassa, B.(1977), “Revealed Comparative Advantage Revisited: An Analysis of

Relative Export Shares of The Industrial Countries (1953-1971)”, The Manchester

School of Economic and Social Studies, 45(4), 327-344.

Bayramoğlu, Z., Gündoğmuş, E. (2007),”Dünya Fındık Piyasasının Analizi”,

Ekonomik Yaklaşım, 18(65), 71-89.

Çamoğlu, S.M., Akıncı, M, Bozkurt, A.D. (2011), “Fındık Sektörü, Ekonomik ve

Yapısal Problemleri: Ordu İli Değerlendirmesi”, Uluslararası İktisadi ve İdari

İncelemeler Dergisi, 3(6), 27-48.

Devlet Planlama Teşkilatı (2001), Gıda Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Raporu

Fındık İşleme Sanayii Alt Komisyon Raporu, (http://www.kalkinma.gov.tr/) Erişim

Tarihi: 30.12.2016

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı (2012), 2012 Yılı Fındık Raporu

(http://koop.gtb.gov.tr/), Erişim Tarihi: 30.12.2016

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı (2016), 2015 Yılı Fındık Raporu,

(http://koop.gtb.gov.tr/), Erişim Tarihi: 30.12.2016

Güney, O. İ. (2014),“Turkish Hazelnut Production and Export Competition”,

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tarım Bilimleri Dergisi, 24(1), 23-29.

Hatırlı, S.A., Öztürk, E., Aktaş, A.R. (2008), “Fındık Piyasasında Fiyat

Geçirgenliğinin Analizi”, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 21(1), 139-143.

İstanbul Ticaret Odası (2006), Fındık Sektör Araştırması, (http://www.ito.org.tr/)

Erişim Tarihi: 30.12.2016

Kayalak, S., Özçelik, A. (2012),“Türkiye’de Fındık Üretim Alanlarının Artmasında

Desteklemelerin Etkisi”, Alınteri Dergisi, 23(2), 1-11.

37

Ordu Ticaret Borsası (2014), Fındık Sektöründeki Sorunlar Yeni Nesil Çözüm

Önerileri, (http://www.ordutb.org.tr/), Erişim Tarihi: 30.12.2016

Saka, G. (2013), Türkiye’de Fındık Dış Ticareti, Sektör Yapısı ve Sorunları,

Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.

Samsun Tarım İl Müdürlüğü (2006), Fındık Sektörünün Durumu, Sorunları ve

Çözüm Önerileri, (http://samsun.tarim.gov.tr/) Erişim Tarihi: 30.12.2016

Şahinli, M. A. (2014), ”Revealed Comparative Advantage and Competitiveness:

Turkey Agriculture Sector”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tarım Bilimleri Dergisi, 24(3),

210-217.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı (2000), Dünya Fındık Piyasasının Analizi ve Türkiye

İçin Optimum Politikaların Saptanması, (http://arastirma.tarim.gov.tr/) Erişim Tarihi:

30.12.2016

Toprak Mahsulleri Ofisi (2013), 2012 Yılı Fındık Sektör Raporu,

(http://www.tmo.gov.tr/), Erişim Tarihi: 30.12.2016

Toprak Mahsulleri Ofisi (2015), 2014 Yılı Fındık Sektör Raporu,

(http://www.tmo.gov.tr/), Erişim Tarihi: 30.12.2016

Türkiye İhracatçılar Meclisi (2010), Fındık ve Mamulleri Sektörü,

(http://www.iib.org.tr/) Erişim Tarihi: 30.12.2016

Uçar, Ö. (2014),“Türkiye Fındık İhracat Talebi”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.

Yalçın, H. (2009), Fındık Sektörünün Türkiye Ekonomisi ve İhracatındaki Yeri,

Önemi ve Sektörün Sorunları, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.

Yavuz, F., Birinci, A., Peker, K., Atsan, T. (2005), “Econometric Modeling of

Turkey’s Hazelnut Sector: Implications on Recent Policies”, Turkish Journal of

Agriculture & Forestry, 29(1), 1-7.

Yavuz, F., Ercişli, S. (2006),“Outlook For Turkey’s Hazelnut Sector”, Outlook on

Agrıculture, 35(1), 73–78.

38

TÜRK GIDA SANAYİİNİN DIŞ TİCARET YAPISININ ANALİZİ

ANALYSIS OF FOREIGN TRADE STRUCTURE OF TURKISH FOOD

INDUSTRY

Güçgeldi BASHİMOV*

Reçep ÇİÇEK**

Ahmet AYDIN***

Özet

Gıda sanayisi Türk ekonomisinin önemli bir bileşenini oluşturmaktadır. Gıda sanayii

genel ekonomi içerisinde işyeri sayısı, istihdam ve yaratılan katma değer bakımından ağırlığı

olan bir sektördür. Günümüzde gıda sektörü Türkiye’nin dış ticaretinde önemli bir rol

oynamaktadır. Bu çalışmanın ana amacı Türk gıda sanayiinin dış ticaret yapısını analiz etmektir.

Bu bağlamda gıda sanayiinin rekabet gücü ve sektörün endüstri-içi ticaret düzeyi analiz

edilmiştir. Çalışmada Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler İndeksi, Açıklanmış Simetrik

Karşılaştırmalı Üstünlükler İndeksi, Net Ticaret İndeksi ve Grubel-Lloyd İndeksi kullanılmıştır.

Bu çalışmada 2001-2015 dönemi için Uluslararası Ticaret Merkezi’nin istatistiki verilerinden

yararlanılmıştır. Araştırma sonucunda Türkiye’nin gıda sektöründeki rekabet gücü yüksek

bulunmuştur. Ayrıca, kakao, yenilen çeşitli gıda müstahzarları, içecek ve tütün ürünlerinde

endüstri-içi ticaret düzeyinin yüksek olduğu saptanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Dış ticaret, Endüstri-içi ticaret, Gıda sanayii, Rekabet gücü

Abstract

Food industry is an important part of Turkish economy. Food industry has a great place

in general economy from the view point of the number of firms, employment and value added

created. Today, food industry plays an important role in Turkey’s foreign trade. The main

purpose of this study is to analyze the foreign trade structure of Turkish food industry. In study

*Ömer Halisdemir Üniversitesi, SBE Doktora Öğrencisi, [email protected]

* *Doç. Dr., Ömer Halisdemir Üniversitesi, İ.İ.B.F. İşletme Bölümü.

***Dr., Akdeniz Üniversitesi, Finike Meslek Yüksekokulu.

39

competitiveness and intra-industry trade level of the food industry were analyzed. The study

Revealed Comparative Advantage Index, Revealed Symmetric Comparative Advantage Index,

Net Trade Index and Grubel-Lloyd Index is used. In study used International Trade Centre

statistical data for the period 2001-2015. A study found that Turkey has the competitiveness in

the food industry. Also, it was found that the intra-industry trade level is high in cocoa,

miscellaneous edible product, beverages and tobacco products.

Key Words: Foreign trade, Intra-industry trade, Food industry, Competitiveness

1. Giriş

24 Ocak 1980 kararları ile liberizasyon politikalarının yoğun bir şekilde

uygulanmaya başlanması sonucu dış ticaret önemli niteliksel ve niceliksel değişime

uğramıştır. Türkiye 1980’li yıllardan itibaren ihracata dayalı büyüme modelini seçmiş

bulunmaktadır. İhracat ile kalkınmanın sağlanabilmesi ekonomide bazı koşulların yerine

getirilebilmesine bağlıdır (Saraçoğlu, 1997). Fakat, her şeyden önce yüksek ve kalıcı bir

ihracat artış hızının sağlanması gereklidir. Bunun için de dış pazarlarla rekabet

edebilmek gereklidir. Bu yüzden, gerek yerli, gerekse yabancı literatürde son yıllarda

rekabet ile ilgili yapılan araştırmalar oldukça önem kazanmış bulunmaktadır (Saraçoğlu

ve Köse, 2000: 1). Rekabet kavramı iktisat düşüncesinde her zaman merkezi bir öneme

sahip olmuştur. İktisat kuramının temel taşlarından biri olan ve birçok iktisadi teorinin

özünü oluşturan rekabet kavramının tanımlanması üzerinde iktisatçılar kesin bir fikir

birliğine varamamışlardır (Kırankabeş, 2006: 232). Kökeni karşılaştırmalı üstünlükler

teorisine dayanan uluslararası rekabet gücü çok genel anlamda, “bir ülkenin ürettiği bir

ürünü dünya fiyatlarından dünya piyasalarında satabilme, uluslararası pazarda etkili bir

ihracat payına sahip olabilme ve bu konumunu devam ettirebilme gücü” olarak

tanımlanabilmektedir (Saraçoğlu ve Köse, 2000: 1). Rekabet gücü kavramı ele alınan

alana (firma, endüstri ve ülke), rekabet gücünü belirlemede kullanılan ölçütlere ve bakış

açısına bağlı olarak (mikro veya makro) farklı biçimlerde tanımlanmaktadır (Aktan ve

Vural, 2004: 11).

Günümüzde uluslararası ihracat pazarlarını ele geçirebilmek, bu pazarlarda

tutunabilmek veya pazar payını artırabilmek için ülkeler arasında amansız bir yarış

vardır. Bu yarışta başarılı olabilmenin temel koşulu ise yüksek bir rekabet gücüne sahip

olmaktır (Seyidoğlu, 2015: 575). Dolayısıyla rekabet gücü çağımızda uluslar için hayati

bir öneme sahiptir. Geçmişte sadece firma düzeyinde düşünülen bu olgu, son

dönemlerde gittikçe yoğunlaşan küreselleşme ve bölgeselleşme eğilimlerinin etkisiyle

günümüzde uluslararası düzeyde önem kazanmıştır. Bu rekabet ortamından ülkelerin

rekabete açık sektörleri daha yoğun biçimde etkilenmektedir. Bu tür rekabete açık

sektörlerden biri de gıda sektörüdür. Gıda sektörüne yeni işletmelerin ya da yeni

40

ürünlerin giriş ve çıkışının, diğer imalat sektörlerine göre daha kolay olması bu

sektördeki rekabeti yoğunlaştırmaktadır (Kuşat ve Kösekahyaoğlu, 2011: 169).

Türkiye’de gıda sanayii imalat sanayinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.

Gıda sanayii katma değer, ihracat, istihdam ve iktisadi kalkınmaya önemli katkılarda

bulunan bir sektördür. Bu çalışmada Türk gıda sanayiinin dış ticaret yapısı analiz

edilmiştir. Çalışmada ilk olarak sektörün rekabet gücü ardından da endüstri-içi ticaret

yapısı incelenmiştir. Rekabet gücünün ölçümünde Açıklanmış Karşılaştırmalı

Üstünlükler, Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Net Ticaret İndeksi

kullanılmıştır. Endüstri-içi ticaretin ölçümünde ise literatürde sıklıkla kullanılan Grubel-

Lloyd indeksi kullanılmıştır.

2. Türkiye’de Gıda Sanayiinin Mevcut Durumu

Türkiye ekonomisinin en dinamik sektörlerinden olan gıda sektörü, üretim

değeri, istihdama sağladığı katkı ve ihracat performansı bakımından ülke ekonomisine

büyük katkı sağlamaktadır. Gıda sanayii, tarım sektöründen sağladığı bitkisel ve

hayvansal hammaddeyi, uygulanan işlem ve işlemlerle, raf ömrü uzun ve tüketime hazır

ürünlere dönüştüren imalat sanayi kolu olarak ifade edilmektedir (Bulu ve ark., 2007:

312). Gıda sanayiinin; tarımsal üretim artışı için güvence olması ve dengeli beslenme

için zemin oluşturması gibi iki önemli fonksiyonu bulunmaktadır. Ekonomik

kalkınmada tarım, sanayi ve hizmet kesimleri, birbirlerine sebep ve sonuç ilişkileri ile

sıkı sıkıya bağlıdır (Yulafcı ve Cinemre, 2005: 60).

Gıda sanayii, tarıma dayalı bir sanayi dalı olarak Türkiye’nin sanayileşme

sürecinde önemli görev üstlenmiştir. Türkiye’de sanayileşme süreci Cumhuriyet’in

kuruluşundan sonra gıda sektörü ile başlamıştır. Gıda sektörünün gerçek anlamda

gelişmesi ise 1963’te uygulanmaya başlayan planlı ekonomi sayesinde olmuştur. Bu

yıllarda kurulan modern tesislerde daha çok şeker, un ve bira üretilmiştir. (Susmuş ve

Ozan, 2011: 9). Sonraki yıllarda ise çay fabrikası, konserve fabrikaları, et ve süt

fabrikaları kurulmuştur. Meyve suyu ve dondurulmuş gıda fabrikalarının kuruluşu

1970’li yıllarda başlamıştır. 1980’li yıllarda çerez gıdalar yaygınlaşmış, 2000’li yıllarda

ise fonksiyonel gıdalar ortaya çıkmıştır (DPT, 2007: 52-53). Türkiye’de gıda

sektörünün büyük bir kısmını un ve unlu mamuller, meyve ve sebze işleme, et ve süt

işleme sanayi oluşturmakla birlikte şeker ve şekerli gıdalar, tütün ve alkollü içkiler gibi

sanayi dalları da bu sektör içerisinde yer almaktadır (Susmuş ve Ozan, 2011: 10).

Son 30 yılda gıda sanayi, imalat sanayi içinde en hızlı gelişme gösteren

sektörlerden biridir. Günümüzde gıda sanayinin imalat sanayi katma değeri içindeki

payı %12,9 ve üretim değeri oranı %15,5’dir. Gıda sanayinde çalışanların toplam imalat

sanayinde çalışanlar içindeki payı ise %12,4’dür (Özcan, 2015: 25). Gıda sektörünün

41

dış ticaterinde de son yıllarda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Özellikle 1980’li yıllardan

sonra ihracata yönelik modern gıda sanayi tesislerinin kurulmasıyla gıda ihracatı ivme

kazanmıştır. Bugün başta makarna olmak üzere, un ve unlu mamuller, dondurulmuş

sebze ve meyveler, domates salçası ve konserveler gibi gıda ürünleri üretimi giderek

artan ihraç ürünleri olarak göze çarpmaktadır. Bu bağlamda, son yıllarda ihracat

oranındaki payını her yıl artıran gıda sektörü, önemli ölçüde ülke ekonomisine döviz

girdisi sağlamaktadır (Bulu ve ark., 2007: 315). Günümüzde gıda sektörü dış ticaret

fazlası veren nadir sektörlerden biridir. 2003 yılında 2,6 milyar dolar olan gıda ihracatı

2013 yılında 10 milyar dolara ulaşmıştır (Özcan, 2015: 26).

Türkiye’nin gıda ürünleri ihracatında Orta Doğu, Avrupa Birliği ve Orta Asya

ülkeleri önemli pazarları oluşturmaktadır. Özellikle Orta Doğu ülkeleri 2008 yılından bu

yana Türkiye’nin en büyük ihraç pazarını oluşturmaktadır. Ancak Irak, Suriye gibi Orta

Doğu ülkelerinde son birkaç yıldır devam eden iç karışıklıklar sektörün bu ülkelere olan

ihracatını olumsuz etkilemektedir. Ayrıca, 2011 yılından bu yana Euro Bölgesinde baş

gösteren finansal kriz nedeni ile son yıllarda Avrupa pazarına yapılan ihracat da

gerileme eğilimi sergilemektedir. Bununla birlikte son yıllarda Orta Asya ve Uzak

Doğu Asya ülkeleri de sektör için cazip bölgeler haline gelmektedir.

24 Ocak kararlarından günümüze kadar geçen süreçte gıda ürünleri ihracatında

önemli gelişmeler elde edilmiştir, ancak sektörün rekabet gücünü olumsuz etkileyen

önemli sayılabilecek birçok yapısal sorunlar halen varlığını sürdürmektedir. Sektörde

faaliyet gösteren işletmelerin %95’inin KOBİ olması nedeniyle, işleme, üretim,

kapasite, teknoloji, araştırma ve geliştirme, maliyet, sermaye ve finansman, pazarlama

ve satış organizasyonu gibi birçok sorunlarla karşılaşıldığı görülmektedir (Anonim,

2012). Sektörün ihracat performansını olumsuz etkileyen belli başlı sorunları şu şekilde

sıralamak mümkündür (Artık, 2006; Akın, 2012; Özcan, 2015):

➢ Kayıt Dışılık: Gıda sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin genel olarak küçük

ölçekli yapıda olması ve bu işletmelerde ürün girdi, çıktı ve istihdam verilerinin net

olarak kayıt edilememesi kayıt dışını etkilemektedir. Gıda işletmelerinde yasa dışı

hammadde ve katkı maddesi kullanma, sigortasız eleman çalıştırma gibi kayıt dışı

yollara başvurulmaktadır. Bu ve benzeri uygulamalar ekonomide kayıt dışılığın

yaygınlaşmasına ve sektörde haksız rekabetin yaşanmasına yol açmaktadır.

Türkiye’de denetim ve ceza uygulamalarındaki eksiklerden dolayı sektörde kayıt

dışı üretim halen varlığını sürdürmektedir.

➢ Kapasite Kullanım Oranının Düşüklüğü: Gıda sektöründe karşılaşılan

sorunlardan bir tanesi de kapasite düşüklüğüdür. Gıda sektöründe faaliyet gösteren

işletmelerin birçoğu bugün tam kapasitede çalışamamaktadırlar. Gıda işletmelerinde

%60-%70 arasında kapasite kullanımı söz konusudur. Üretim kapasitesinin tam

olarak kullanılmaması, sermayenin verimliliğinin düşmesi ve etkin kullanılmaması

42

anlamına gelmektedir. Gıda sektöründen daha fazla katma değer elde edilebilmesi

için sektördeki kapasite kullanım oranları artırılmalı, kapasite kullanım oranlarında

dönemsel görülen dalgalanmalar azaltılmalıdır.

➢ Sermaye Yetersizliği: Gıda sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin en önemli

sorunlarından birisi de sermaye yetersizliği ve kredi maliyetlerinin yüksekliğidir.

İşletmeler para piyasalarından, özellikle ticari bankalardan uygun koşullarda kredi

temininde zorlandıklarından, faaliyetlerini genellikle öz kaynaklarından finanse

etmektedirler. Bunun sonucu olarak, sürekli işletme sermayesi sıkıntısı

yaşanmaktadır.

➢ Hammadde Fiyatlarının Yüksekliği: Gıda ürünleri ticaretinde hammadde fiyatları

rekabetçiliğin en önemli unsurudur. Hammadde fiyatlarındaki hızlı artışlar gıda

sektöründe üretim maliyetlerini artırmakta, bu da gıda ürünleri fiyatlarının tırmanışa

geçmesine neden olmaktadır. Gıda ürünlerinde fiyat artışları talebi daraltmakta ve

işletmelerin rekabet gücünü zayıflatmaktadır.

➢ Kalite Sorunu: Üretilen ürünlerin müşteri memnuniyetini yaratabilmesini sağlayan

en önemli unsurlardan biri ürün kalitesidir. Çetin rekabetin yaşandığı günümüzde

kaliteli mal üretimi işletmelerin en güncel sorunları arasında yer almaktadır. Çünkü

kaliteli üretim piyasa ekonomisinde var olmanın bir gereğidir. Bu nedenle tüm

işletmelerde olduğu gibi gıda işletmelerinde de kalite çok önemli bir kavramı

oluşturmaktadır. Ancak, gıda sektöründe faaliyet gösteren küçük ölçekli işletmelerin

ürün kalitesine yeterince önem vermemelerinden dolayı küresel pazarlarda rekabet

avantajı elde edilememektedir.

➢ Markalaşma Sorunu: Marka, pek çok sektörde işletmelerin en önemli varlığını

oluşturmaktadır. Zorlu rekabet koşullarında faaliyet gösteren işletmelerin

rakiplerinden farklılaşabilmesi ve pazar payını arttırabilmesi için markalaşma

olgusuna daha çok önem vermeleri gerekmektedir. Son yıllarda Türkiye’de gıda

sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin dar kapsamlı olsa da markalaşmaya

çalıştıkları görülmektedir. Ancak, çoğunluğunu küçük ölçekli işletmelerin

oluşturduğu gıda sektöründe markalaşma olgusunun istenilen düzeye ulaşamadığı

bilinmektedir. Bugün ekonomik refaha ve zenginliğe ulaşmak için Türkiye’nin

güçlü markalara ihtiyacı bulunmaktadır.

➢ AR-GE ve Teknoloji Yetersizliği:Bir ülkenin ve bir sektörün üretim kapasitesinin

en önemli belirleyicilerinden birisi kuşkusuz sahip olunan teknoloji düzeyidir.

Türkiye’de gıda sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin teknolojik gelişmişlik

düzeyi yetersiz seviyededir. Bu durum sektörde gelişmş teknoloji uygulamayan

(mandıra, değirmen, zeytin işleme vb.) küçük ölçekli işletmelerin sayıca

fazlalığından kaynaklanmaktadır. Söz konusu işletmelerin büyük bir kısmında

üretim işlemi profesyonel yöntemlerden uzak ve düşük teknoloji kullanımıyla

gerçekleştirilmektedir. Sektörde AR-GE faaliyetlerinin yaygınlaşması için

43

üreticilerin bu konuda bilgilendirilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. AR-GE

çalışmaları, gıda sektörünün uluslararası piyasada rekabet edebilmesi açısından

hayati önem arz etmektedir.

3. Literatür Araştırması

Bu bölümde tarım ve gıda ürünlerinin rekabet gücünü ve endüstri-içi ticaret

yapısını ölçen ulusal ve uluslararası çalışmalardan bazıları hakkında kısa bilgiler

sunulmaktadır.

Saraçoğlu ve Köse (2000) Bazı gıda ürünlerinde (makarna, bisküvi ve buğday

unu) Türkiye’nin Avrupa Birliği ülkeleri karşısındaki rekabet gücü analiz edilmiştir.

Araştırmada 1992-1997 dönemi için Karşılaştırmalı İhracat Performans (CEP) indeks

değerleri hesaplanmıştır. Araştırma sonucunda Türkiye’nin genel olarak makarna,

bisküvi ve özellikle buğday unu ihracatında rakip ülkeler karşısında karşılaştırmalı

avantaja sahip olduğu belirlenmiştir.

Fertö ve Hubbard (2001) çalışmalarında Macaristan ile Avrupa Birliği arasında

tarım ve gıda ürünleri ticaretinin endüstri-içi ticaret düzeyini analiz etmişlerdir.

Araştırmada Grubel-Lloyd indeksi kullanılmıştır. Analiz sonucunda Macaristan ile

Avrupa Birliği (AB) arasındaki tarım ürünleri dış ticaretinin daha çok dikey endüstri-içi

ticaret biçiminde gerçekleştiğini ortaya koymuşlardır.

Eşiyok (2005) Türkiye ve AB ülkeleri arasında tarımsal ürünlerin endüstri-içi

ticaret düzeyi incelenmiştir. Endüstri-içi ticaret düzeyinin belirlenmesinde Grubel-

Lloyd indeksinden yararlanmışlardır. Araştırma bulgularına göre Türkiye ile AB

arasında endüstri-içi ticartin yüksek olduğu ürünler arasında diğer gıda maddeleri,

alkollü ve alkolsüz içkiler, hayvansal ve bitkisel yağlar, yağlı tohumlar ve meyveler yer

almaktadır.

Leitão ve Faustino (2008) Portekiz gıda işleme sektörünün endüstri-içi ticaret

düzeyini analiz etmişlerdir. Endüstri-içi ticaret düzeyinin belirlenmesinde Grubel-Lloyd

indeksinden yararlanmışlardır. Ayrıca araştırmada gıda işleme sektörünün endüstri-içi

ticaretine etki eden faktörler de belirlenmeye çalışılmıştır. Analiz sonucunda kişi başına

gelir ve doğrudan yabancı yatırım endüstri-içi ticaret düzeyini olumlu yönde etkilediği

tespit edilmiştir.

Fırat ve Dirlik (2008) Türk gıda ve içecek sektörünün Avrupa Birliği ülkeleri

karşısındaki rekabet gücü analiz edilmiştir. Çalışmanın analiz aşamasında çeşitli rekabet

gücü indekslerinden yararlanılmıştır. Araştırma bulgularına göre Türk gıda sektörünün

karşılaştırmalı rekabet gücünün yıllar itibariyle bir düşüş gösterdiği belirlenmiştir.

Serin ve Civan (2008) Türkiye domates, zeytinyağı ve meyve suyu sektörlerinin

Avrupa Birliği piyasasındaki rekabet gücü ölçülmüştür. Araştırmada Balassa’nın AKÜ

44

indeksi ile birlikte çeşitli indekslerden yararlanılmıştır. Sonuç olarak zeytinyağı

sektöründe, Yunanistan Türkiye’ye karşı belirgin bir karşılaştırmalı üstünlüğe sahipken,

Türkiye İtalya karşısında 1999 yılına kadar sahip olduğu karşılaştırmalı üstünlüğü

kaybetmiştir. Domates sektöründe, Türkiye İspanya karşısında 1999 yılına kadar sahip

olduğu rekabet gücünü 2000 yılında kaybetmeye başlamıştır. Meyve suyu sektöründe,

Türkiye 1998 ve 1999 yılları dışında Yunanistan’a karşı; 2002 ve 2004 yılları dışında

İtalya’ya karşı rekabet gücüne sahiptir.

Erün (2010) yaptığı çalışmasında Türkiye’nin AB ile olan gıda ve canlı hayvan

dış ticaretinde endüstri-içi ticaretini analiz etmiştir. Araştırmada endüstri-içi ticaretin

ölçümünde Grubel-Lloyd indeksi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda Türkiye ile AB-

15 ve AB-27 arasındaki gıda ve canlı hayvan dış ticaretinin daha çok dikey endüstri-içi

ticaret biçiminde gerçekleştiğini tespit etmiştir.

Szczepaniak (2013) Polonya’da tarım ve gıda ürünlerinin endüstri-içi ticaret

yapısı incelenmiştir. Analiz aşamasında Grubel-Lloyd indeksi kullanılmıştır. Sonuç

olarak tarım ve gıda ürünlerinde endüstri-içi ticaret düzeyinin yüksek olduğu

belirlenmiştir. Özellikle Polonya’nın Avrupa Birliği’ne üye olması ile birlikte tarım ve

gıda ürünleri ticaretinde endüstri-içi ticaret düzeyinin artış gösterdiği saptanmıştır.

Ignjatijevic ve ark. (2014) Tuna Nehir Havzası ülkelerinin gıda ürünlerindeki

rekabet gücü analiz edilmiştir. Araştırmada Balassa ve Vollrath tarafından geliştirilen

indeksler kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre ele alınan ülkelerden Avusturya,

Bosna Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Moldova, Sırbıstan ve Ukrayna gıda

ürünlerinde rekabet gücüne sahiptir.

Ishchukova ve ark. (2014) çalışmalarında 1996-2012 dönemi için Rusya’nın

tarım ve gıda ürünlerinin endüstri-içi ticaret yapısını incelemiştir. Araştırma bulgularına

göre Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri arasında endüstri-içi

ticaret düzeyi yüksek iken, Rusya ve Afrika ve Güney Amerika ülkeleri arasında

endüstri-içi ticaret düzeyi oldukça düşüktür.

Şahinli (2014) Karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımı esas alınarak Türk tarım

sektörünün uluslararası rekabet gücü analiz edilmiştir. Çalışmada 601 adet tarımsal ürün

için Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler katsayısı hesaplanmıştır. Araştırma

bulgularına göre Türkiye 78 tarımsal üründe karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir.

Şahin (2015) Türkiye ve AB-15 ülkelerinin tarımsal gıda ürünlerindeki endüstri-

içi ticaret düzeyi belirlenmiştir. Araştırma 1996-2013 dönemini kapsamakta olup, analiz

aşamasında Grubel-Lloyd indeksinden yararlanılmıştır. Araştırma sonucunda

Türkiye’nin endüstri-içi ticaretinin düşük kaliteli dikey endüstri-içi ticaret şeklinde

gerçekleştiği saptanmıştır. AB-15 ülkelerinde ise dikey endüstri-içi ticaretin yüksek

olduğu belirlenmiştir.

45

Şahbudak ve Şahin (2016) Çin ve Bezilya’nın 2000-2014 yılları arasında

tarımsal gıda ürünlerinin endüstri-içi ticaret düzeyi incelenmiştir. Tarımsal gıda

ürünlerinde endüstri-içi ticaret seviyesini hesaplamak için Grubel-Lloyd indeksi

kullanılmıştır. Çalışma sonucunda Çin ve Brezilya’da tarımsal gıda ürünlerinin

endüstri-içi ticaret seviyesi düşük bulunmuştur.

4. Materyal ve Yöntem

Bu çalışmada ulusal ve uluslararası düzeydeki raporlar, araştırmalar ve

istatistiklerden ikincil veriler olarak yararlanılmıştır. Elde edilen veriler analiz edilmş ve

değerlendirilmiştir. Çalışmada Armonize Mal Tanım ve Kodlama Sistemi (Harmonized

Commodity Desctription and Coding System) HS 2 haneli ihracat ve ithalat verileri

kullanılmıştır. HS 2 haneli sınıflandırması içinde yer alan gıda sanayii ürünlerine ait

fasıllar Tablo 1’de sunulmaktadır. Araştırmada kullanılan veriler dolar bazında olup,

söz konusu veriler Uluslararası Ticaret Merkezi’nin istatistiki veri tabanından

derlenmiştir. Araştırma 2001-2015 dönemini kapsamaktadır.

Tablo 1. HS Sınıflandırmasına Göre Gıda Sanayii Ürünleri

Fa

sıl

Fasıl Adı

16 Et, balık, kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar

17 Şeker ve şeker mamulleri

18 Kakao ve kakao müstahzarları

19 Esasını hububat, un, nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar

20 Sebze, meyve, sert kabuklu meyvelerin diğer kısımlarından elde edilen müstahzarlar

21 Yenilen çeşitli gıda müstahzarları

22 Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke

23 Gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri

24 Tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş maddeler

Kaynak: INTRACEN veri tabanı

Türk gıda sanayiinin rekabet gücünün ölçümünde Açıklanmış Karşılaştırmalı

Üstünlükler, Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Net Ticaret İndeksleri

kullanılmıştır. Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) indeksi ilk kez Liesner

(1958) tarafından ortaya atılmış, daha sonra ise Bela Balassa (1965) tarafından yeniden

tanımlanarak geliştirilmiş, bu nedenle Balassa indeksi olarak da adlandırılmaktadır.

Balassa, ayrıca ithalatın önemli bir yer tuttuğu ülkeler için de ihracat-ithalat oranı ile

hesaplama yapan ikinci bir indeks daha geliştirmiştir. Ancak zamanla bu indeksin

kullanımından tümüyle vazgeçmiştir (Erlat ve Erlat, 2004: 49). Dolayısıyla bu

çalışmada, Balassa’nın geliştirdiği indekslerden tümüyle ihracata dayanan birinci

indeksinin kullanılması uygun bulunmuştur.

Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) kavramı, belli bir malın

ihracatında, bir ülkenin gösterdiği performansın, bu malın “dünya” ihracatındaki

46

performansıyla karşılaştırılmasına dayanır. Eğer ülkenin performansı, “dünya”nın

performansından daha iyi ise, o ülkenin söz konusu malda karşılaştırmalı üstünlüğe

sahip olduğu sonucuna varılır (Erlat ve Erlat, 2004: 49). Günümüzde Balassa’nın AKÜ

indeksi bir ülkenin güçlü ve zayıf ihracatçı sektörlerini belirlemeye yönelik birçok

çalışmalarda kullanılmaktadır (Fertö ve Bojnec, 2007: 7). Balassa’nın AKÜ indeksi şu

şekilde formüle edilmektedir:

AKÜij = [(Xij

Xi) / (

Xwj

Xw)] (1)

Eşitlik 1’de, AKÜij, ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörü için açıklanmış karşılaştırmalı

üstünlükler indeksini, Xij ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörünün ihracatını, Xi ‘i’ ülkesinin toplam

ihracatını, Xwj ‘j’ sektörü dünya ihracatını ve Xw toplam dünya ihracatını

göstermektedir. AKÜ indeksi 0 ile ∞ arasında bir değer almaktadır. Eğer indeks değeri

birden büyükse o ülkenin ilgili sektörde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu söylenir.

Başka bir deyişle, o endüstrinin ülkenin toplam ihracatı içindeki payı, dünya

ticaretindeki payından daha büyüktür. Eğer indeks değeri birden az ise ülkenin ilgili

sektörde karşılaştırmalı dezavantaja sahip olduğu söylenir (Mushanyuri ve Mzumara,

2013: 38; Peker, 2015: 10).

Türk gıda sanayiin rekabet gücünün belirlenmesinde kullanılan ikinci bir ölçüt

Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler (ASKÜ) indeksidir. ASKÜ indeksi

aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir:

ASKÜij = AKÜij−1

AKÜij+1 (2)

ASKÜ indeksi -1 ile +1 arasında bir değer almaktadır. Eğer indeks değeri pozitif

ise ulke o üründe karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Eğer indeks değeri negatif ise ülke o

ürünün ticaretinde karşılaştırmalı dezavantaja sahiptir (Dalum ve ark., 1998; Laursen,

1998: 2).

Gıda sanayiinin rekabet gücünün ölçümünde kullanılan bir diğer ölçüt ise Net

Ticaret İndeksidir. Alternatif bir açıklanmış karşılaştırmalı üstünlük indeksi olarak da

bilinen net ticaret indeksi, ülkenin sadece kendi ticari performansının ölçümünü yapmak

amacıyla hesaplanmaktadır (Özçalık ve Okur, 2013: 212). Net Ticaret İndeksi şu şekilde

formüle edilmektedir:

NTİij = (Xij − Mij)/(Xij + Mij) (3)

47

Eşitlk 3’de, Xij “i” ülkesinin “j” sektörünün ihracatını ve Mij “i” ülkesinin “j”

sektörünün ithalatını göstermektedir. Net ticaret indeksi -1 ve +1 arasında bir değer

almaktadır (Amighini, 2005: 211). Net ticaret indeksinin pozitif değer alması söz

konusu ülkenin o mal ve hizmette açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğünün olduğunu,

negatif değer alması ise açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğünün bulunmadığını gösterir

(Özçalık ve Okur, 2013: 212).

Türk gıda sanayiinin endüstri-içi ticaret düzeyinin ölçümünde Grubel-Lloyd

indeksi kullanılmıştır. Grubel-Lloyd indeksi, bir sektörün veya ülkenin endüstri-içi

ticaret düzeyini ve aynı zamanda uzmanlaşma düzeyinin belirlenmesinde kullanılan

popüler bir yaklaşımdır (Hazners ve Jirgena, 2013: 63). Bilimsel çalışmalarda sıkça

kullanılan Grubel-Lloyd (GL) indeksi aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir (Erlat ve

Erlat, 2004: 51):

GLij =(X𝑖j+Mij)−|Xij−Mij|

(Xij+Mij) (4)

Eşitlik 4’de, GLij ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörü için endüstri-içi ticaret düzeyini, Xij ve

Mij sırasıyla ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörünün ihracatını ve ithalatını ifade etmektedir. GL

indeksi 0 ile 1 arasında bir değer almaktadır. İndeks değerinin 1’e yaklaşması endüstri-

içi ticarete işaret ederken, 0’a yaklaşması ise endüstriler-arası ticarete işaret etmektedir.

Yani indeks değeri 0,50 ile 1 arasında ise endüstri-içi ticaret, 0 ile 0,50 arasında ise

endüstriler-arası ticaret söz konusu olmaktadır (Leitão ve Faustino, 2008: 52; Yılmaz,

2014: 253).

5. Bulgular

5.1. Gıda Sanayiinin Rekabet Gücü

Türk gıda sanayiinin uluslararası rekabet gücü Açıklanmış Karşılaştırmalı

Üstünlükler (AKÜ), Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler (ASKÜ) ve Net

Ticaret İndeksleri (NTİ) yardımıyla analiz edilmiştir. Gıda ürünlerine ait AKÜ indeks

değerleri Tablo 2’de sunulmaktadır. Buna göre HS 17 (Şeker ve şeker mamulleri), HS

18 (Kakao ve kakao müstahzarları), HS 19 (Esasını hububat, un, nişasta veya süt teşkil

eden müstahzarlar), HS 20 (Sebze, meyve, sert kabuklu meyvelerin diğer kısımlarından

elde edilen müstahzarlar), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda müstahzarları) ve HS 24 (Tütün

ve tütün yerine geçen işlenmiş maddeler) ürünlerinde AKÜ indeks değerinin 1’den

büyük olduğu görülmektedir. Bu da Türkiye’nin söz konusu ürünlerde rekabet gücüne

sahip olduğunu göstermektedir. Buna karşılık, HS 16 (Et, balık, kabuklu hayvanlar,

yumuşakçalar), HS 22 (Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke) ve HS 23 (Gıda sanayiinin

kalıntı ve döküntüleri) ürünlerinde AKÜ indeks değerinin 1’den küçük olduğu,

48

dolayısıyla Türkiye’nin bu ürünlerde rekabet gücüne sahip olmadığı görülmektedir.

Analiz sonucunda göze çarpan bir husus da HS 17, HS 20 ve HS 24 ürünlerine ait AKÜ

indeks değerlerinin azaldığıdır. Buna karşın, HS 18, HS 19 ve HS 21 ürünlerine ait

AKÜ indeks değerlerinde bir artış göze çarpmaktadır.

Tablo 2. AKÜ İndeks Değerleri

Yıll

ar

HS

16

HS

17

HS

18

HS

19

HS

20

HS

21

HS

22

HS

23

HS

24

2001 0,26 3,97 1,48 1,47 5,16 1,13 0,19 0,23 4,04

2002 0,21 1,63 1,22 1,51 4,18 1,19 0,18 0,10 3,27

2003 0,26 1,63 1,59 1,63 4,10 1,10 0,23 0,09 3,01

2004 0,23 1,56 1,66 1,60 4,86 1,03 0,30 0,05 2,91

2005 0,23 1,20 1,60 1,63 5,73 1,10 0,35 0,07 3,30

2006 0,15 1,30 1,64 1,70 4,34 1,37 0,30 0,04 3,61

2007 0,15 1,27 1,70 1,77 3,77 1,45 0,28 0,04 2,74

2008 0,12 1,28 1,45 1,84 3,49 1,47 0,26 0,12 2,51

2009 0,14 1,03 1,31 1,83 3,43 1,50 0,27 0,16 2,67

2010 0,20 1,14 1,49 2,22 4,14 1,55 0,35 0,06 2,65

2011 0,20 1,18 1,57 2,49 3,91 1,74 0,33 0,11 2,24

2012 0,19 1,15 1,51 2,56 3,64 1,52 0,32 0,22 2,33

2013 0,25 1,52 1,74 2,97 3,68 1,50 0,32 0,31 2,48

2014 0,24 1,71 1,54 2,91 4,08 1,41 0,35 0,24 2,82

2015 0,21 1,58 1,32 2,69 4,27 1,27 0,34 0,18 2,62

Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir.

Tablo 3’de Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler indeks değerleri

gösterilmiştir. Türkiye’nin gıda ürünlerinde rekabet gücünün yüksek olduğu ürünler

arasında; HS 17 (Şeker ve şeker mamulleri), HS 18 (Kakao ve kakao müstahzarları), HS

19 (Esasını hububat, un, nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar), HS 20 (Sebze,

meyve, sert kabuklu meyvelerin diğer kısımlarından elde edilen müstahzarlar), HS 21

(Yenilen çeşitli gıda müstahzarları) ve HS 24 (Tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş

maddeler) bulunmaktadır. Türkiye’nin gıda ürünlerinde rekabet gücünün düşük olduğu

ürünler arasında; HS 16 (Et, balık, kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar), HS 22

(Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke) ve HS 23 (Gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri)

bulunmaktadır.

Tablo 3. ASKÜ İndeks Değerleri

Yıll

ar

HS

16

HS

17

HS

18

HS

19

HS

20

HS

21

HS

22

HS

23

HS

24

2001 -0,59 0,60 0,20 0,19 0,68 0,06 -0,68 -0,63 0,60

2002 -0,65 0,24 0,10 0,20 0,61 0,09 -0,69 -0,82 0,53

2003 -0,58 0,24 0,23 0,24 0,61 0,05 -0,63 -0,84 0,50

2004 -0,62 0,22 0,25 0,23 0,66 0,02 -0,54 -0,90 0,49

2005 -0,62 0,09 0,23 0,24 0,70 0,05 -0,48 -0,86 0,54

2006 -0,73 0,13 0,24 0,26 0,63 0,16 -0,54 -0,92 0,57

2007 -0,75 0,12 0,26 0,28 0,58 0,18 -0,57 -0,93 0,47

2008 -0,78 0,12 0,18 0,30 0,55 0,19 -0,59 -0,79 0,43

2009 -0,76 0,02 0,13 0,29 0,55 0,20 -0,57 -0,73 0,45

2010 -0,67 0,07 0,20 0,38 0,61 0,21 -0,48 -0,88 0,45

2011 -0,67 0,08 0,22 0,43 0,59 0,27 -0,50 -0,81 0,38

49

2012 -0,68 0,07 0,20 0,44 0,57 0,21 -0,51 -0,64 0,40

2013 -0,61 0,21 0,27 0,50 0,57 0,20 -0,51 -0,53 0,43

2014 -0,61 0,26 0,21 0,49 0,61 0,17 -0,49 -0,62 0,48

2015 -0,65 0,23 0,14 0,46 0,62 0,12 -0,49 -0,70 0,45

Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir.

Net Ticaret İndeksine göre Türk gıda sanayiinin rekabet gücüne ait rakamlar

Tablo 4’de sunulmaktadır. Türkiye’nin karşılaştırmalı avantaja sahip olduğu ürünler

arasında HS 16 (Et, balık, kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar), HS 17 (Şeker ve şeker

mamulleri), HS 18 (Kakao ve kakao müstahzarları), HS 19 (Esasını hububat, un, nişasta

veya süt teşkil eden müstahzarlar), HS 20 (Sebze, meyve, sert kabuklu meyvelerin diğer

kısımlarından elde edilen müstahzarlar), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda müstahzarları), HS

22 (Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke) ve HS 24 (Tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş

maddeler) yer almaktadır. Türkiye söz konusu ürünlerde net ihracatçı ülkedir. HS 23

(Gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri) ürününde ise karşılaştırmalı dezavantaj söz

konusudur. Başka bir ifade ile Türkiye bu üründe net ithalatçı ülke konumundadır.

Analiz sonucunda dikkat çeken bir diğer husus da NTİ rakamlarının zamanla

azaldığıdır.

Tablo 4. NTİ Değerleri

Yıll

ar

HS

16

HS

17

HS

18

HS

19

HS

20

HS

21

HS

22

HS

23

HS

24

2001 0,96 0,93 0,12 0,63 0,96 0,01 0,46 -0,69 0,21

2002 0,95 0,77 0,00 0,67 0,93 -0,02 0,60 -0,85 0,30

2003 0,95 0,69 -0,05 0,64 0,95 0,01 0,58 -0,87 0,28

2004 0,94 0,71 0,03 0,64 0,95 -0,08 0,40 -0,95 0,33

2005 0,95 0,64 0,14 0,64 0,93 -0,08 0,48 -0,91 0,36

2006 0,90 0,75 0,19 0,61 0,90 -0,01 0,33 -0,94 0,46

2007 0,91 0,68 0,21 0,64 0,89 0,09 0,31 -0,96 0,36

2008 0,88 0,60 0,16 0,65 0,88 0,17 0,27 -0,87 0,29

2009 0,86 0,68 0,10 0,64 0,92 0,24 0,17 -0,79 0,31

2010 0,86 0,76 0,03 0,65 0,92 0,19 0,25 -0,93 0,31

2011 0,92 0,76 0,02 0,68 0,90 0,20 0,10 -0,89 0,25

2012 0,89 0,68 0,08 0,73 0,91 0,21 0,14 -0,82 0,27

2013 0,90 0,71 0,09 0,75 0,91 0,17 0,05 -0,77 0,28

2014 0,82 0,68 0,07 0,76 0,91 0,14 0,04 -0,78 0,31

2015 0,71 0,54 0,00 0,75 0,90 0,08 0,05 -0,82 0,26

Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir.

5.2. Gıda Sanayiinin Endüstri-İçi ticaret Yapısı

Tablo 5’de gıda sanayi ürünlerine ait endüstri-içi ticaret değerleri yer almaktadır.

Türkiye’nin gıda sanayi ürünlerinde endüstri-içi ticaretin yüksek olduğu ürünler

arasında HS 18 (Kakao ve kakao müstahzarları), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda

müstahzarları), HS 22 (Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke) ve HS 24 (Tütün ve tütün

yerine geçen işlenmiş maddeler) bulunmaktadır. Başka bir ifade ile bu ürünlerin hem

ihracatı hem de ithalatı eş zamanlı olarak gerçekleşmektedir. Buna karşın, HS 16 (Et,

50

balık, kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar), HS 17 (Şeker ve şeker mamulleri), HS 19

(Esasını hububat, un, nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar), HS 20 (Sebze, meyve,

sert kabuklu meyvelerin diğer kısımlarından elde edilen müstahzarlar) ve HS 23 (Gıda

sanayiinin kalıntı ve döküntüleri) ürünlerinde ise endüstri-içi ticaret seviyesinin düşük

olduğu saptanmıştır. Diğer bir ifade ile bu ürünlerde ticaretin endüstriler-arası ticaret

şeklinde gerçekleştiği görülmektedir.

Tablo 5. Grubel-Lloyd İndeks Değerleri

Yıll

ar

HS

16

HS

17

HS

18

HS

19

HS

20

HS

21

HS

22

HS

23

HS

24

2001 0,04 0,07 0,88 0,37 0,04 0,99 0,54 0,31 0,79

2002 0,05 0,23 1,00 0,33 0,07 0,98 0,40 0,15 0,70

2003 0,05 0,31 0,95 0,36 0,05 0,99 0,42 0,13 0,72

2004 0,06 0,29 0,97 0,36 0,05 0,92 0,60 0,05 0,67

2005 0,05 0,36 0,86 0,36 0,07 0,92 0,52 0,09 0,64

2006 0,10 0,25 0,81 0,39 0,10 0,99 0,67 0,06 0,54

2007 0,09 0,32 0,79 0,36 0,11 0,91 0,69 0,04 0,64

2008 0,12 0,40 0,84 0,35 0,12 0,83 0,73 0,13 0,71

2009 0,14 0,32 0,90 0,36 0,08 0,76 0,83 0,21 0,69

2010 0,14 0,24 0,97 0,35 0,08 0,81 0,75 0,07 0,69

2011 0,08 0,24 0,98 0,32 0,10 0,80 0,90 0,11 0,75

2012 0,11 0,32 0,92 0,27 0,09 0,79 0,86 0,18 0,73

2013 0,10 0,29 0,91 0,25 0,09 0,83 0,95 0,23 0,72

2014 0,18 0,32 0,93 0,24 0,09 0,86 0,96 0,22 0,69

2015 0,29 0,46 1,00 0,25 0,10 0,92 0,95 0,18 0,74

Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir.

Not: İndeks değerinin 0,50’den yüksek olması endüstri-içi ticarete işaret etmektedir.

6. Sonuç

Bu çalışmada Türk gıda sanayiinin dış ticaret yapısı incelenmiştir. Çalışmada

gıda ürünleri HS 2 haneli sınıflandırmaya göre incelenmiştir. Çalışma kapsamında gıda

sanayiinin rekabet gücü ve endüstri-içi ticaret yapısı analiz edilmiştir. AKÜ ve ASKÜ

indekslerine göre Türkiye HS 17 (Şeker ve şeker mamulleri), HS 18 (Kakao ve kakao

müstahzarları), HS 19 (Esasını hububat, un, nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar),

HS 20 (Sebze, meyve, sert kabuklu meyvelerin diğer kısımlarından elde edilen

müstahzarlar), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda müstahzarları) ve HS 24 (Tütün ve tütün

yerine geçen işlenmiş maddeler) ürünlerde rekabet gücüne sahip olduğu görülmektedir.

Buna karşılık, HS 16 (Et, balık, kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar), HS 22 (Meşrubat,

alkollü içkiler ve sirke) ve HS 23 (Gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri) ürünlerinde

rekabet gücünün düşük olduğu tespit edilmiştir. Gıda ürünlerine yönelik hesaplanan

NTİ rakamlarına göre Türkiye HS 23 (Gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri) ürün

grubu hariç diğer tüm ürünlerde net ihracatçı ülke konumundadır.

Endüstri-içi ticaret hesaplamalarına göre, Türkiye’nin HS 18 (Kakao ve kakao

müstahzarları), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda müstahzarları), HS 22 (Meşrubat, alkollü

51

içkiler ve sirke) ve HS 24 (Tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş maddeler) endüstri-içi

ticaret seviyesinin yüksek olduğu saptanmıştır. Buna karşın, HS 16 (Et, balık, kabuklu

hayvanlar, yumuşakçalar), HS 17 (Şeker ve şeker mamulleri), HS 19 (Esasını hububat,

un, nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar), HS 20 (Sebze, meyve, sert kabuklu

meyvelerin diğer kısımlarından elde edilen müstahzarlar) ve HS 23 (Gıda sanayiinin

kalıntı ve döküntüleri) ürünlerinde ise endüstri-içi ticaret seviyesinin düşük olduğu

saptanmıştır. Araştırma sonucunda dikkat çeken bir husus da bazı gıda ürünlerine ait

indeks değerlerinin zamanla azaldığıdır. Bu durum Türkiye’nin söz konusu ürünlerde

sahip olduğu rekabet gücünün giderek zayıfladığını göstermektedir.

Türk gıda sektörü dinamik, gelişmeye açık ve potansiyel arz eden bir sektördür.

Türkiye sahip olduğu istihdam gücüyle ve işletme sayısıyla dünya piyasasında rekabet

edebilir niteliktedir. Ancak, küresel piyasalarda yaşanan gelişmeler ve maliyet

unsurlarında yaşanan darboğazlar sektörün başta işgücü, sermaye, enerji ve ulaşım

olmak üzere çeşitli konularda desteklenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Dünya

gıda pazarından Tükiye’nin payına düşeni alabilmesi için sektöre ilişkin sorunların

biran önce çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Rekabet gücünün artırılması için

üretim maliyetini minimize edecek önlemlerin alınması, marka oluşumunun teşvik

edilmesi ve kayıtdışı ekonomi ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi gerekmektedir.

Ayrıca ihracatta pazar çeşitlendirmesine gidilerek rakiplerle mücadelede rekabet

avantajı yakalanabilir.

Kaynakça

Akın, F. (2012), “Gıda Ürünleri ve İçecek Sanayinin Ekonomik Özellikleri”, Gazi

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 14(3), 17-70.

Aktan, C.C., Vural, Y.İ. (2004), “Rekabet Gücü ve Rekabet Stratejileri”, Ankara: TİSK

Yayını.

Amighini, A. (2005), “China in the International Fragmentation of Production:

Evidence from the ICT Industry”, The European Journal of Comparative

Economics, 2(2), 203-219.

Anonim. (2012), “Gıda ve İçecek Sektörü”, İAOSB Haber Dergisi, İzmir.

Artık, N. (2006), “Gıda Sektörü, Sorunları ve Çözümleri, içinde: Türkiye’de Gıda

Sektörünün Analizi ve Sorunları”, İstanbul: İktisadi Araştırmalar Vakfı

Yayınları.

Bulu, M., Eraslan, İ.H., Barca, M. (2007), “Türk Gıda Sektörünün Uluslararası

Rekabetçilik Düzeyinin Analizi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi İ.İ.B.F.

Dergisi,9(1), 311-335.

52

Dalum, B., Laursen, K., Villumsen, G. (1998), “Structural Change in OECD Export

Specialization Patterns: De-specialization and ‘Stickiness’”, International

Review of Applied Economics, 12, 447-467.

DPT. (2007), “Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013)”, Gıda Sanayi Özel İhtisas

Komisyonu Raporu, Yayın No: 2720, ÖİK: 673.

Erlat, G., Erlat, H. (2004), “Türkiye’nin Orta Doğu Ülkeleri ile Olan Ticareti, 1990-

2002”, Ed. Ercan Uygur ve İrfan Civcir, GAP Bölgesinde Dış Ticaret ve Tarım,

Ankara: Türkiye Ekonomi Kurumu Yayını.

Erün, G. (2010), “Türkiye ile AB, Gıda ve Canlı Hayvan Sektörü Dış Ticaretinde

Endüstri-İçi Ticaret Analizi”, Ekonomi Bilimleri Dergisi, 2(1), 71-78.

Eşiyok, B.A. (2005), “Tarımsal Ürünlerde Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Analizi,

Endüstri-İçi Ticaret ve Rekabet Gücü”, Ankara: Türkiye Kalkınma Bankası

Yayınları.

Fertö, I., Hubbard, L.J. (2001), “Intra-Industry Trade in Agri-food Products between

Hungary and the EU”, American Agricultural Economics Association Annual

Meeting, 5-8 August, Chicago.

Fertö, I., Bojnec, S. (2007). Comparative Advantages in Agro-Food Trade of Hungary,

Croatia and Slovenia with the European Union,IAMO Discussion Paper No.

106, Germany.

Fırat, A., Dirlik, S. (2008), “Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri”, Ed.

Bekmez, S., Ankara: Nobel Yayınları.

Hazners, J., Jirgena, H. (2013), “Intra-Industry Trade in Latvian Agricultural

Commodities and Food Products”, International Conference on Economics and

Business Administration, 16-19 July, Greece.

Ignjatijevic, S., Matijaševic, J., Milojevic, I. (2014), “Revealed Comparative

Advantages and Competitiveness of the Processed Food Sector for the Danube

Countries”, Custos e Agronegocio, 10(3), 256-281.

INTRACEN. (2016), International Trade Statistics. http://www.intracen.org/itc/market-

info-tools/trade-statistics/ [Erişim Tarihi: 28.11.2016].

Ishchukova N., Maitah M., Smutka L., Malec K., Eldeeb, O. (2014), “Russia’s Intra-

Industry Trade in Agricultural Products”, The Social Sciences, 9(6), 379-385.

Kırankabeş, M.C. (2006). “Küresel Rekabet Gücü Boyutunda AB Ülkeleri ile

Türkiye’nin Karşılaştırmalı Analizi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler

Dergisi, 16, 231-254.

53

Kuşat, N., Kösekahyaoğlu, L. (2011), “Şekerleme, Kakao ve Çikolata Alt Sektöründe

İnovasyon: Batı Akdeniz Bölgesinde Firmaları Yurtiçi ve Yurtdışı Piyasalarda

Güçlü ve/veya Zayıf Kılan Faktörler Üzerine Bir İnceleme”, Süleyman Demirel

Üniversitesi SBE Dergisi, 2(14), 167-188.

Laursen, K. (1998), “Revealed Comparative Advantage and the Alternatives as

Measures of International Specialization”, Danish Research Unit for Industrial

Dynamics (DRUID) Working Paper No: 98-30.

Leitão, N.C., Faustino, H.C. (2008), “Intra-Industry Trade in the Food Processing

Sector: the Portuguese Case”, Journal of Global Business and Technology, 4(1),

49-58.

Mushanyuri, B.E., Mzumara, M. (2013), “An Assessment of Comparative Advantage of

Mauritius”, European Journal of Sustainable Development, 2(3), 35-42.

Özcan, M. (2015), “Gıda Ürünleri ve İçecek İmalatı Sektörel Analiz Raporu”, Adana:

Çukurova Kalkınma Ajansı.

Özçalık, M., Okur, A. (2013), “Türk Tekstil ve Hazır Giyim Sektörlerinin Gümrük

Birliği Sonrası AB-15 Ülkeleri Karşısındaki Rekabet Gücü”, Celal Bayar

Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11 (1), 205-223.

Peker, A.E. (2015), “Türkiye Hububat ve Baklagil Alt Sektörünün Avrupa Birliği Pazarı

Karşısındaki Rekabet Gücü”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi

ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(2), 1-20.

Saraçoğlu, B. (1997), “Gümrük Birliğine Geçiş Sürecinde Türkiye’nin İhracat

Potansiyeli ve Rekabet Gücü”,MPM, III. Verimlilik Kongresi, 14-16 Mayıs

1997, Bildiriler, Yayın No: 599, 545-568

Saraçoğlu, B., Köse, N. (2000), “Bazı Gıda Sanayilerinin Uluslararası Rekabet Gücü:

Makarna, Bisküvi ve Un Sanayi”, Ankara: TEAE Yayın No: 39.

Serin, V., Civan, A. (2008), “Revealed Comparative Advantage and Competitiveness: A

Case Study for Turkey towards the EU”, Journal of Economic and Social

Research, 10(2), 25-41.

Seyidoğlu, H. (2015), “Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama”, Geliştirilmiş

20. Baskı, İstanbul: Güzem Can Yayınları.

Susmuş, T., Ozan, M.H. (2011), “Türk Gıda Sektörü Verilerinin Değerlendirilmesi

Başabaş Noktası ve Faaliyet Kaldıraç Analiz”, Dayanışma Dergisi, 111, 8-22.

54

Szczepaniak, I. (2013), “Development of Intra-industry Trade as a Measure of

Competitiveness of the Polish Food Sector”, Oeconomia Copernicana, 2, 147-

164.

Şahbudak, E., Şahin, D. (2016), “Measurement of Vertical and Horizontal Intra-

Industry Trade in Agricultural Food Products: The Case of China and Brazil”,

The Journal of Academic Social Science Studies, 42(3), 145-154.

Şahin, D. (2015), “Türkiye’nin Tarımsal Gıda Ürünlerinin Endüstri-İçi Ticaretinin

Analizi: AB-15 Ülkeleri ile Karşılaştırmalı Analiz”, Uluslararası Hakemli

Ekonomi Yönetimi Araştırmaları Dergisi, 4, 171-193.

Şahinli, M.A. (2014), “Revealed Comparative Advantage and Competitiveness: Turkey

Agriculture Sector”, YYÜ Tarım Bilimleri Dergisi, 24(3), 210-217.

Yılmaz, Ş.E. (2014), “Dış Ticaret Kuramlarının Evrimi”, 3. Baskı, Ankara: Efil

Yayınevi.

Yulafcı, A., Cinemre, H.A. (2005), “Samsun İli Gıda Sanayii İşletmelerinin Sorunları”,

OMÜ Ziraat Fakültesi Dergisi, 20(3), 60-63.

55

MÜZAKERELERDE ETİK AÇISINDAN AB-TÜRKİYE

İLİŞKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Nihal ARICAN KAYGUSUZ*

Gülşah KARAVARDAR**

Özet

Müzakere; bireyler, gruplar, kurumlar veya uluslararasındaki anlaşmazlıkların çözümünde veya birçok

konuda ortak bir karara varmak için kullanılan kapsamlı bir süreçtir. Kapsamlı ve karmaşık bir süreç

olarak karşımıza çıkan müzakereleri etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörlerden birisi de

etikle ilgilidir.

Etik, bireylerin ya da daha geniş manada toplumların doğrular ve yanlışlar bağlamın da ne

yaptığının ya da ne yapması gerektiğinin tanımlanmasından daha fazla bir anlam ifade etmektedir.

Bu çalışmada müzakere ve etik kavramı ele alınarak müzakere etiği üzerinde durulacaktır.

Müzakerelerde uygulanan en önemli etik konuları nelerdir açıklanacak ve ahlaki davranış boyutundan

bahsedilecektir. Müzakerelerde etik ikilemler, etik olmayan davranışların güdüleri ve müzakereyi

etkileyen konulara değinilecektir. Ardından, müzakerelerde kullanılan taktikler ve etik dışı davranışları

etkileyen faktörler açıklanacak ve neden müzakereciler etik konusunu öğrenmelidir sorusuna cevap

aranacaktır. Bu konulara ek olarak, müzakerelerde etik dışı davranışların müzakere sürecine etkileri ve

yarattığı sonuçlar üzerinde durulacaktır.

Son bölümde de, güncel birkaç müzakereye etik açıdan tarihsel bir bakış yapılacak ve sonuca

bağlanarak öneride bulunulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Müzakere, Etik, Etik İkilemler, Ahlaki davranış

Ethicsin the Negotiations

Abstract

Negotiation; is a comprehensive process used to resolve disputes between individuals, groups,

institutions or nations, or to reach a common group in many matters. There are many factors that affect

negotiations which we confront as a comprehensive and complex process. One of these factors is related

to ethics.

Ethics is more meaningful than the definition of what individuals or in broad terms society do or must

do in the field of truths and wrongs.

In this study, the concept of negotiation and ethics will be discussed and the ethics of negotiation will

be emphasized. The most important ethical issues to be applied in negotiations will be explained and the

terms of moral behavior will be mentioned. Next, ethical dilemmas in negotiations, what is the motivation

for unethical behavior and its affects on negotiations will be examined. Then, the tactics used in

negotiations and the factors affecting unethical behaviors will be explained and the answer will be sought

as to why the negotiators should learn ethics.In addition to those issues, the effects of unethical behaviors

on the negotiation process and their consequences will be discussed.

*Nihal ARICAN KAYGUSUZ, Giresun Üniversitesi İşletme Y. L. Öğrencisi ([email protected]) **Doç. Dr. Gülşah KARAVARDAR, Giresun Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü Öğretim Üyesi

([email protected] )

56

In the last part, some recent negotiations will be made ethical in historical perspective and suggested by

connecting to the result.

Keywords : Negotiation, Ethics, Ethical Dilemmas, Ethical behavior

Giriş

Günümüzde müzakere kavramı, sadece uluslararası ilişkilerde değil, genel olarak

bireylerin hem özel yaşamlarında, hem de iş yaşamlarında kullandıkları kapsamlı bir süreç

olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle; iş yaşamında müzakereler bireyler, kurumlar veya

kurumlar arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde kullanılabileceği gibi, birçok konuda ortak bir

karara varmak için de kullanılabilmektedir.

Lewicki ve Robinson’a(1998:665) göre; bu alanda çalışan araştırmacılar, etkili bir

müzakereci olabilmek için etik olmayan bazı davranış tarzlarının uygun hatta gerekli

olabileceğini ileri sürmektedirler. Ancakbunun yanında Lax ve Sebenius (1986) da kimi

bireylerin kendilerini daha iyi hissetmek, bazılarının iseortaya daha iyi bir iş çıkarabilmek için

etik açıdan doğru olanı yapmak amacında olduklarınıbelirtmişlerdir.

Bununla birlikte, Çetin’e (2007:444-461) göre müzakere sürecinde kendi gücünü artırmak

ve amaçlarına ulaşmak içinkazanç, rekabet ve adalet gibi başlıca faktörler müzakerecileri etik

olmayan davranışlarda bulunmayasevk edebileceğini ifadeetmiştir.

Bu kapsamda çalışanların günlük müzakerelerde etik ve etikolmayan davranışlara

eğilimlerinin, müzakere sürecini etkileyen önemli değişkenlerden birisi olarakdikkat çektiği

söylenebilir.

Müzakere, Etik ve Müzakere Etiği Kavramlarına Bakış

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemli yayınların ve araştırmaların yapıldığı

görülmektedir. Latince’de “negotiari”, İngilizce’de “negotiation” kelimesi ile bilinen müzakere

kavramı(Curry, 2002:4), TDK sözlüğüne göre “çözüme bağlanması gereken bir sorun üzerinde

ilgili taraflarca görüş alış verişinde bulunma, görüşme, danışma” olarak tanımlanmaktadır

(TDK, 1997: 542).

Müzakere; iki veya ikiden fazla birey veya grubun, birbirlerinden farklı ihtiyaçlarını veya

beklentilerini kendi amaçları doğrultusunda karşılıklı olarak çözmek ve böylece sosyal bir

çatışmadan kaçınmak maksadıyla gerçekleştirdikleri bir anlaşma sürecidir (Pruitt ve Carnevale,

1993:2).

Müzakere, birbirinden bir takım şeyler elde etmek isteyen kişilerin, kurumların, devletlerin,

diğer tarafı ikna etmek ve etkilemek amacıyla, kendileri gibi düşünmelerini ve taleplerini kabul

57

etmelerini sağlamaya odaklanan bilgi ve hüner sergiledikleri bir iletişim ve karar verme

sürecidir. Müzakere bütün alternatif uyuşmazlık çözümü yollarının temelini oluşturur. ( Gedik-

Demirbilek –Atan,2014 ).

Etik; içinde yaşadığımız dünyanın doğasını tanımlamak, birlikte yaşamanın kurallarını

belirlemek anlamına gelen felsefeden kaynaklanmaktadır ( Ergeneli, 2006).

Etik, toplumsal hayat içinde önemli bir çalışma alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Özellikle son yıllarda bu konuda yapılan felsefi, dilbilimsel ve sosyolojik çalışmaların sayısında

önemli bir artış görülmektedir.

Şöyle ki etik, doğrular ve yanlışlar alanı üzerinde hüküm yürütme ve müzakere yapabilme

kapasitesinin geliştirilmesi ile ilgili tüm zihinsel faaliyetleri kapsamaktadır. İdeal anlamda etik,

evrensel olarak doğru davranışı tanımlayan bir olgudur. Bu olgu, bütün insanlar için iyiyi

kötüden ayırmaya yaramaktadır( TÜSİAD, Ankara, 2005, s. 42).

Müzakere etiği araştırmalarının çok eskiye dayanmadığı, bu konuda 1980’li yıllarla

birlikte önemli çalışmaların yapılmaya başlandığı görülmektedir. Günümüze kadar çeşitli

araştırmacılar tarafından müzakerelerde etik davranışlarına ilişkin yapılan çalışmalar da konuya

olan ilgiyi göstermektedir (Volkema, 1998: 218; Lewicki ve Robinson, 1998: 665; Robinson vd.

, 2000: 649; Volkema, 2004: 69, Erkuş, 2009).

Müzakere etiğinde bilinmesi gereken etik ve etik olmayan davranışların varlığıdır. Ancak

hangi davranışların etik olduğu ya da hangi davranışın etik olmadığı düşünülmesi gereken bir

olgudur. Çünkü, müzakerelerde etik davranışın bulunduğu duruma, kültüre ve bireysel normlara

ayrıca aradaki ilişki boyutuna göre değişim göstermesi gerekir. Fakat etik dışı davranış ve

taktikler ( blöf, yalan söyleme, durumu kendi lehine çevirebilmek adına yanlış bilgi verme,

aldatma- hile yapma ) durumu zorlaştırır ve izlenmesi gereken kurallar ve standartlar

zorlaşmaktadır.

Bu konuda Lewicki vd. (2001:164), müzakerelerdeki etik davranışların genel olarak

ortaya konmuş ahlaki kurallarla ve etik standartlarla ilişkilendirilmesi gerektiğini ifade

etmektedir.

Müzakere Süreci

Müzakere sürecinde öncelikli davranış amaç ve sonuç kavramlarını etik teoriler kapsamında

hazırlamaktır. Müzakere esnasında en iyi olana mı yoksa kural ve ilkelere uygun olana mı

uymak gerekmektedir yaklaşımını tarafların öncelikli olarak bilmesi ve bilgi akışını doğru

sağlaması gerekmektedir. Karşı taraf hakkında müzakere öncesi bilgi sahibi olmak müzakerenin

daha etkili ilerlemesini ve doğru taktiklerin kullanılmasını sağlamaktadır ( Ergeneli,2006).

58

Ayrıca taraflar tamamen açıklık ya da yalana yönelmek yerine orta yolu bularak

kendilerini de riske atmadan doğru zamanlama ve pozisyonla karşı tarafı ikna yoluna

gitmelidirler(Rubin & Brown, 1975 ).

Müzakerecilerin uyguladıkları taktik ve stratejileri değerlendirmenin üç standardı vardır:

Etik, mantık ve uygulanabilirliktir ( Missner, 1980 ).

Etik Olmayan Davranışın Güdüleri

Müzakere sürecinde müzakereciler, kendi gücünü artırmak ve amaçlarına ulaşmak için etik

olmayan davranışlarda bulunabilmektedir (Çetin, 2007:444-461).Kişisel davranışların ve

ekonomik sistemin birçok boyutu etik olmayan davranışları güdüler. Bunlar; kazanç, rekabet,

adalet, reklam olarak sıralanabilir fakat reklam etik konusuyla direkt yollu bir bağlantısı

olmadığı için genel olarak diğer üç konu üzerinde durulmaktadır.

Kazanç, müzakere esnasında bir tarafın avantajlı duruma geçmesi, kar ve yarar sağlaması

diye ifade edilebilir. Ayrıca müzakere sürecinde önemli bir unsurdur ve motivasyon açısından

önemlidir.

Rekabet, kıt kaynaklarla insanların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışması ve bu sebeple oluşan

duruma rekabet denilebilir. Müzakere esnasında çoğunlukla zorunlu rekabet ortamı oluşur.

Adalet, müzakere sürecinde dürüstlük, çıkarların etik davranış kurallarına göre ilerlemesini

sağlamak kapsamın da değerlendirilebilir. Ayrıca adil olma en önemli etik kurallarından biridir.

Müzakere esnasında dürüst olunmadığını hisseden müzakereci farklı tepkiler verebilir ve bu

tepkiler kötü sonuçlar doğurabilir. Bu kriterler müzakerecinin karar alırken kullanmaları

gereken etik kriterlerdir.

Etik Açıdan Yanlış Davranış Fonksiyonları

Etik açıdan taktikler genellikle iki gruba ayrılarak incelenebilir:

Doğrudan söyleme ( truth-telling) taktikleri ve amaç- sonuç ( means- ends) taktikleridir.

Bunlardan herhangi birini kullanmadaki amaç, müzakerecinin pazarlık ortamındaki gücünü

arttırmaktadır (Lewicki, Litterer, Minton, Saunders, 1994; s. 388).

Bilgi çok güçlü bir faktördür, çünkü müzakere tamamen verilen ve alınan bilgilere

(gerçekler, argümanlar, yasalar) dayanmaktadır. Bu yüzden taraflardan biri doğruyu söylememe

yolunu seçerse, bilgi alış verişi süreci olumsuz etkilenmektedir. Yalan söyleyen taraf

müzakerecinin “ dürüstlük” dengesini bozabilir. Blöf yapma, tehdit etme, yanlış bilgi verme vb.

taktikleri kullanarak yalan söyleyen müzakereci, karşı taraf karşısında avantajlı duruma

59

geçmektedir. Karşı taraf bir kez böylesine bir taktikle karşılaşırsa, müzakereciye olan güvenini

kaybeder ve her söylediğine inanıp inanmama çelişkisine düşebilir.

Amaç- sonuç ilişkisi etik açıdan yanlış olan ikinci grup davranışlara girmektedir. Bu

taktikler müzakereciye ek güç verir, doğruyu söyleme taktiklerinden farklı olarak gücün çeşitli

şekillerini kazandırabilir. Bunlar algılanan imaj, deneyim, pozisyon veya karşı tarafı

ödüllendirme veya cezalandırma yeteneğidir. Bu tür taktiklerden bahsedecek olursak; karşı

tarafa ödül, hediye veya rüşvet teklif etmek, karşı tarafın bilgilerini çalmak için casus

kullanmak, bilgilerini çalmak, karşı tarafı dinlemek veya gözetlemek, imajını sarsmak için

çabalamak, karşı tarafı suçlayıcı tavırlarla küçümsemek, aşağılamaya çalışmak, karşı tarafı

yanlış tanıtmak statüsünü sarsmak gibi sayılabilecek taktiklerdir.

Sonuç olarak, müzakereciler hem yalan söyleme, blöf yapma, yanlış bilgi verme, hem de

amaç- sonuç taktiklerini güç kazanmak için kullanırlar. Bu güce ise, ya bilgiyi değiştirerek ya

da karşı tarafın müzakere pozisyonunun otoritesini sarsarak elde ederler. Bu taktikleri

kullanmanın sonuçlarına, karşı taraf müzakerecisi ve gözlemciler katlanmak zorunda kalırlar.

Birçok çalışma da temel olarak kabul edildiği görülen davranışlar vardır. Bunlara

müzakerelerde etik olmayan davranışlar ve kullanılan bazı taktikler adı altında Tablo-1’de yer

verilmiştir.

Tablo 1.Müzakerelerde Etik Dışı Davranışlar ve Kullanılan Taktikler

Müzakerelerde Etik Dışı Davranışlar Kullanılan Taktikler

Geleneksel rekabetçipazarlık

Aşırı ilk yüksek teklifle müzakereye başlamak, acelesi

yokmuş gibi davranmak,

Karşı tarafın sosyal ilişkilerine saldırıda

bulunmak

Karşı tarafı başkalarının ve amirinin (patronunun) yanında

küçük düşürmek, amirinin (patronunun) yanında kötülemek

Boş vaatlerde bulunmak

Sahte tehditlerde veya boş vaatlerde bulunmak, ödün

vereceğini

söyleyerek karşı taraftan ödün istemek

Gerçeğe aykırı bilgi vermek

Karşı tarafa kasıtlı olarak yanlış bilgi vermek, müzakere

sürecineilişkin amirine yanlış bilgi vermek

Uygun olmayan yollardanbilgi toplamak ve

kullanmak

Rüşvet vermek, bilgi sızdırmak, casusluk yapmak, karşı

taraftan

birisini kandırarak bilgi almak

Tablo 1: Kaynakça: ( Lewicki, 2001:170)- ( Aktaran: Erkuş, 2009)

60

Müzakerelerde Etik Dışı Davranışları Etkileyen Faktörler

Müzakerecilerin etik dışı davranışlarını etkileyen faktörleri üç ana başlık altında

toplanabilmektedir. Kısaca bunlardan bahsetmek gerekirse;

Kişisel ve demografik faktörler; müzakerelerdeki etik davranışları etkileyen faktörlerin

başında gelmektedir. Aynı zamanda, güven taraflar arasında olumlu bir atmosfer yaratırken,

engelleri kaldırır ve iletişimi kolaylaştırır, aralarındaki ilişkiyi güçlendirir(Ross, W.and

LaCroix, J. 1996).

Müzakere sürecinde ki temel faktörlerden birisi de kültürdür. Kültür, müzakerecinin

değerlerini, düşüncelerini, davranışlarını, yaklaşımlarını etkileyen bir faktördür(Cohen, R.1993).

Bazı araştırmacılar, uluslararası müzakerelerde kültürün önemli bir değişken olarak ele

alınması gerektiğini vurgulamaktadır (Adler,1991:182; Lin, X. and Miller, S.J.2003). Çünkü

kültür, müzakerecinin bireysel özelliklerini etkilediği gibi, süreç içerisindeki davranışlarını da

etkileyebilir. Bu nedenle kültürel farklılıklar müzakerecilerin etik ve etik olmayan davranışları

arasında farklılıklar doğurabilmektedir. (Lewicki, Roy J., Saunders, David M. ve Minton, John

W. 2001).

Müzakerenin yapısı ve sürecinden kaynaklanan şartlar da etik dışı davranışların ortaya

çıkmasına neden olabilecek olan durumsal faktörler vardır. Volkema ve Fleury, müzakerelerde

ki etik dışı davranışların nedenlerini sürecin ve zaman kavramının bireyin davranışlarını

etkileyebileceğini belirtmektedir(Volkema ve Fleury, 2002: 384).Çünkü zaman baskısı ve

kısıtlaması, müzakerecileri anlaşma için zorlayıcı bir etkiye sahiptir. Stuhlmacher vd.(1998:97)

yaptıkları araştırmada müzakere sürecinde zaman baskısının işbirlikçi davranışı artırdığını

belirlemiştir. İşbirlikçi davranışlar gösteren bireyler etik dışı davranışlarda bulunmayabilirler.

Müzakere sürecinde taraflar arasındaki ilişki oldukça önemlidir. Bireylerin yabancılara karşı

etik dışı davranış sergileme olasılıkları daha yüksektir.(Schweitzer, Maurice E. ve CROSON,

Rachel T.A. 1999).

Lewicki ve Spencer(1991) da müzakerelerde uzun dönemli ilişkilerin etik dışı davranışları

azaltıcı bir etkiye sahip olduğunu ifade etmektedir (Aktaran Rivers,C. ve Lytle, A.L.

2007:21).Tarafların müzakere esnasında kullandıkları taktiklerin etik olup olmadığına karar

verebilmek için Lewicki ve Spencer (1990) ın yapmış olduğu araştırmaya göre hazırladıkları

taktikleri uyguladıkları kişilerden ortak noktalara ulaşmışlardır. bu taktikler doğru söyleme ve

amaç-sonuç prensiplerine dayanmaktadır. Önemli noktalara kısaca değinmek gerekirse;

müzakerede verilecek olan bilgilerin yanlış olması, tehdit içerikli olması, yalan söylenmesi, blöf

yapılması, hile yapılması, gerçeklerin saklanması, zaman sınırının varlığına rağmen yokmuş

gibi davranılarak baskı uygulanması, taleplerin yüksek tutularak hedeflerin gerçekleşme

olasılığının düşürülmesi, güvenin sarsılması gibi kavramlara ulaşmışlardır.

61

Müzakerelerde Etik Dışı Davranışların Müzakere Sürecine ve Sonuçlarına

Etkileri

Müzakerecilerin, süreç içerisindeki etik olmayan davranışlarının müzakere sürecine ve

sonuçlarına önemli etkileri bulunmaktadır. Ancak, müzakerelerin ekonomik sonuçlarının değil,

karşı tarafa güven vermek ve ilişkileri geliştirmek gibi sosyal sonuçlarının önemli olduğu

belirtilmektedir(Scroth, Holly A. 2008). Müzakerelerde tarafların etik olmayan davranışlar

içinde olmaları olumsuz sosyal sonuçlara neden olabilir. Tarafların etik olmayan davranışlar

göstermesi ve taktikleri kullanması, birbirine karşı olumsuz düşünce yaratırken, sürecin de

olumsuz yönde etkilenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bireylerin birbirlerine karşı katı davranışları

artabilir, gelecek müzakereler için fırsatlar kaçabilir ve karşı tarafla ilişkiler

zedelenebilir(Volkema vd.,2002).

Ayrıca bu tür davranışlar taraflar arasında olumsuzluk yaratırken arzu edilen sonuca ulaşmak

zorlaşacak, güven kaybı oluşacak ve her davranışa şüphe ile yaklaşılacaktır(Tenbrunsel,

1998:331).

Etik dışı davranışların diğer sonucu da müzakerecinin imajını olumsuz etkilemesidir.

Müzakerecinin etik konusunda kötü bir imaja sahip olması, güvensiz bir ortam yaratabilir,

dolayısıyla müzakere süreci ve sonuçları da olumsuz olabilir (Reitz vd.1998). Bunun yanında,

etik konusundaki olumsuz imajı müzakereciyi uzun dönemde etkileyecektir(Schweitzer,vd.

2005).

Etik olmayan taktikler kullanan müzakereciler olumlu ya da olumsuz sonuçlarla

karşılaşabilirler. Aslında bu taktiklerini ne kadar iyi uyguladıkları ve çevredekilerin bu davranışı

nasıl gördükleri ile ilişkilidir. Müzakerecinin taktiğinin doğru olup olmadığına, taktiğin

uygulanması esnasında nasıl karşılandığınagöre değişir.

Müzakereciler bu taktikleri kullanmanın kendilerinin tanıtımına ne kadar zarar verdiğini

genelde düşünemezler. Bu yüzden sonuçlar, çevredeki izleyicilerin, muhatapların bu taktikleri

ne kadar olumlu karşıladığına göre değişir. Bu sonuçlar olumlu veya olumsuz da olsa bu

müzakereciye olumlu ya da olumsuz geri dönecektir. İlk olarak taktiğin başarılı veya başarısız

olmasının sonuçları nasıl etkilediğini değerlendirilecektir.

Taktiğin müzakereciye sürekli olumlu sonuçlar doğurması ve kimsenin müzakerecinin

taktiklerinin etik olup olmadığına bakmaması adil olmayan yöntemin kullanımını arttırır çünkü

müzakereci bunun kendine bir zarar vermediğini düşünür. Oysa adil olmayan yöntemlerin

kullanımının cezalandırılması ve engellenmesi gelecekte de müzakerecinin stratejilerini

oluştururken adil olmayan taktiklerden uzak durmasını sağlar.

İkincil olarak taktiklerin sonuçları, müzakerecinin kendi üzerindeki etkisiyle değişebilir.

Mesela diğer müzakereciler bu adil olmayan davranış sonucunda çok büyük yara almışsa

62

müzakereci kendi biraz kötü hissedebilir. Diğer yandan bu taktiklerin kullanılması

müzakerecinin ününe büyük zarar verebilir ve müzakereciler çoğu zaman kısa zaman aralığını

düşünerek hareket ettikleri için bu sonucu ihmal ederler. Diğer yandan olumlu sonuçların

yaşanması halinde müzakereciler bu taktiklerin kullanılmasını işin bir parçasıymış gibi görmeye

başlarlar.

Son olarak müzakerecinin adil olmayan taktiğine göre rakibinin tavrı sonuçları değiştirir.

Eğer adil olmayan bir yöntem kullanıldığını rekabetçi diğer gruplar anlamazsa sadece

hissedecekleri şey müzakereyi kaybetmenin hayal kırıklığıdır. Fakat adil olmayan yollarla saf

dışı bırakıldıklarını anlarlarsa tepkileri çok büyük olabilir. Diğerleri böyle adil olmayan yollarla

saf dışı bırakıldıkları için kendilerini biraz ahmak hissedebilirler ve kızarlar. Bunun sonucunda

çoğu müzakereci bunu hazmedemez ve intikam almak için fırsat kollamaya başlarlar.

Görüldüğü gibi kısa dönemli getirileri olan adil olmayan taktikler, uzun dönemli düşmanlıklara

neden olabilir ve diğer müzakerecilerinde bundan haberdar olmalarına neden olabilir.

McCornack ve Levine (1990) adil olmayan yollarla elde edilen zaferler müzakereciler ve

hatta sosyal hayattaki insanlar üzerinde çeşitli etkilere neden olabilir. Söylenmiş basit bir yalan

bile bir ilişkinin tamamen bitmesine neden olabilir. Hele bu etik olmayan davranışın sonuçları

çok büyük ve ciddi ise gruplar arası güven ortamı da ciddi olarak zedelenebilir.

Sonuç olarak müzakerelerde etik olmayan davranışların, müzakere sürecini ve sonuçlarını

etik kuralların ihlaline göre olumlu ya da olumsuz olarak etkileyeceği söylenebilir. Olumsuz

sonuçların, hem ekonomik hem de sosyal açıdan ele alınması ve bu olumsuzlukları engelleyecek

şekilde tarafların davranması önem kazanmaktadır.

Türkiye ile AB Üyelik Sürecinde Gerçekleşen Müzakerelere Tarihsel Bir Bakış

Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri 31 Temmuz 1959 yılında, Avrupa Ekonomik

Topluluğuna başvurması ile başlayarak, 12 Eylül 1963’de İnönü Hükümeti ve Topluluk

yetkilileri arasında imzalanan Ankara Anlaşması ile ivme kazanmaya başlamış ve 1 Aralık

1964’te yürürlüğe girmiştir.

Ankara Anlaşması uyarınca Türkiye ile AET ortaklığının 3 dönemi olmuştur. Bu dönemler;

1) Hazırlık Dönemi: ( 1964-1972) bu dönemler de amaç Türk ekonomisini güçlendirmek

ve Gümrük Birliği’ne geçişe hazır duruma getirmektir.

2) Geçiş Dönemi: 1 Ocak 1973’te Katma Protokol’ün yürürlüğe girmesiyle başlayan

dönemde hedeflenen durum Gümrük Birliği’nin kurulmasıdır.

63

3) Son Dönem: Bu dönemde asıl durum Ankara Anlaşması’ndaki 5. Maddeye dayanır. 5.

Madde şu şekildedir: “ Son dönem Gümrük Birliği’ne dayanır ve Akit Tarafların

ekonomi politikaları arasındaki koordinasyonun güçlendirilmesini gerektirir”.

Ortaklık rejimini Brüksel’deki sürekli yönetim organı durumunda olan Ortaklık Komitesi

yürütmektedir. TBMM ve Karma Parlamento Komisyonu ortaklığın demokratik denetimini

yapmakla yükümlüdürler.

Katma Protokol’ün 36. maddesine göre 1976 ile 1986 yılları arasında kademeli olarak

gerçekleşmesi gereken işçilerin serbest dolaşımı bir türlü hayata geçirilememiş, aksine 1974

yılında petrol krizinden sonra Batı Avrupa’da yaygınlaşan işsizlik, yabancı işçi alımının

durdurulmasına ve bir bölümünün ülkelerine geri gönderilmelerine yol açmıştır. 1980 yılında

Batı Almanya, Benelüks ülkeleri ve Fransa’nın Türk vatandaşlarına vize uygulamaya başlaması

soruna yeni bir boyut eklemiştir (Çayhan ve Ateşoğlu Güney, 1996:100).

1978 yılında iktidarda bulunan Ecevit hükümeti, Toplulukla olan ilişkilerini yeni bir

çerçevede düzenlemek ve ortadaki sıkıntıları gidermek için Türkiye’nin yükümlülüklerinin 5 yıl

süreyle dondurularak, mali destek talebinde bulunmuş fakat Topluluk talep edilenlerden sadece

beş yıllık dondurulacak olan dönemin kabul edildiğini açıklamıştır.

12 Eylül 1980 askeri darbesi Türkiye – AT ilişkilerinde siyasal yönden sorunlu dönemin

başlangıcıdır denilmektedir. 12 Eylül’ün ardından Türkiye’ye karşı ihtiyatlı bir tavır alan AT,

ilişkileri hemen askıya almak yerine gelişmeleri izlemeyi tercih etmiştir.

1981 yılında Topluluğun Türkiye’ye karşı olumsuz tutumu belirginleşmiş, Avrupa

Parlamentosu (AP), 22 Ocak 1982’de aldığı bir kararla KPK’nın AP kanadının iptal edildiğini

açıklamış, Komisyon ve Konsey’e de, Türkiye’de insan hakları ve demokratik özgürlükler

sağlanana dek, mali yardımın askıya alınması tavsiye etmiştir (Eralp, 1996:47; Çayhan ve

Ateşoğlu Güney, 1996:103).

14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye resmen tam üyelik başvurusunda bulunmuş ve özellikle

1987’den

sonra Topluluğa uyum konusunda oldukça önemli gümrük indirimleri olmuştur. Türkiye’nin

başvurusunu değerlendiren komisyon 1989 tarihinde reddini uygun bulmuştur. Gerekçeleri

arasında siyasal sorunlar, yüksek enflasyon, işsizlik, demokratikleşme ve insan hakları

konularında uyum sorunları yaşanacağı yönünde olmuştur. Komisyon’un raporu 5 Şubat

1990’da toplanan Bakanlar Konseyi tarafından aynen kabul edilmiştir.

6 Mart 1995’te yapılan 36. Ortaklık Konseyi toplantısında alınan Gümrük Birliği kararı 1

Ocak 1996’dan itibaren yürürlüğe girmiş olup Ankara Anlaşması’nın son dönemini başlatmıştır.

Ayrıca Türkiye, tam üye olmadan Gümrük Birliği’ne giren ilk ve tek ülkedir.

64

12 – 13 Aralık 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde Avrupa Birliği genişleme ile ilgili

kararında, Başkanlık Bildirgesi’nin Türkiye’ye ayrılan 31-36. paragraflarında, Türkiye’nin tam

üyelik için ehil olduğu ve diğer adaylarla aynı kriterlere göre değerlendirileceği vurgulanıyor ve

Türkiye için bir Avrupa stratejisinin hazırlanacağı, bu stratejinin hangi alanlarda geliştirileceği

belirtiliyordu. Türkiye diğer adaylarla birlikte Avrupa Konferansına çağırılıyordu fakat AB’nin

uzun bir beklenti listesi de mevcuttur. Bu durumdan rahatsızlık duyan Türkiye konferansa

gitmeyi reddetmiş ve AB ile aralarında yine bir kritik döneme girilmiştir.

22 Temmuz 1998 tarihinde “Türkiye ile AB Arasındaki İlişkilerin Geliştirilmesi için

Strateji” başlıklı bir belgeyi Komisyon’a sunan Türkiye, Lüksemburg Zirvesi’nden sonra, en

azından ticari ve ekonomik işbirliğini amaçlayarak bu ilişkilerin siyasi alanda yaşanan

sıkıntılardan etkilenmesini önlemeye çalışmıştır (Kabaalioğlu, 1999:142).

10-11 Aralık 1999’da gerçekleşen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’yi ilgilendiren üç madde

mevcuttur. Bu maddelerde; Türkiye “aday” ilan edilmiştir ama, 13 aday ülke arasında sadece

Türkiye ile tam üyelik görüşmelerine başlanmamıştır. Çünkü AB Türkiye’yi Avrupalı gibi

görme konusundaki tereddütlerini giderememiştir.

7-9 Aralık 2000’de gerçekleşen Nice Zirvesinde Türkiye’ye AB’nin 10 yıllık genişleme

sürecinde yer verilmeyeceği kararı alınmıştır. Helsinki Zirvesinde adaylık verilen Türkiye için

bu olumsuz bir durum olup, adaylık askıya alınmıştır.

Türkiye’nin 2000’li yıllarda başardığı büyüme hızı Avrupa Birliği ortalamasının üstünde

olmasına karşın, bütçe açığı, dış borç, işsizlik gibi durumlardan dolayı AB ortalamasının altında

kalmaktadır. Türkiye’nin yüksek nüfus artışı da AB ülkeleri tarafından sorun olarak

görülmektedir.

Aynı zamanda, Türkiye’nin bazı komşu ülkelerle arasındaki ilişkiler Avrupa Birliği’yle

olan ilişkilerinde sık sık görüşülmektedir. Bu ilişkilerin başında Kıbrıs Sorunu, Türkiye-

Yunanistan ilişkileri, Türkiye- Ermenistan ilişkileri gelmektedir.

Bazı Avrupa Birliği üyeleri Türkiye’nin coğrafi konumu, tarihsel kimliğinin AB’ne

uygun olmadığını düşünmektedir. Türkiye’nin büyük ölçüde Asya kıtasında bulunması ve AB

üyeliğine kabul edilmesi halinde Fas gibi Avrupa’nın uç köşelerinde yer alan ülkelerinde AB’ye

katılmak isteyeceği ileri sürülmektedir.

Fakat Türkiye’nin Avrupa’da yer alan bölümünün birçok AB üyelerinin toplam

yüzölçümlerinden büyük olması, Türkiye’nin Avrupa’yla yüzyıllardır devam eden ilişkilerinin

bulunması, Türkiye’nin AB’ye üyeliğini istemeyenlere karşı durmaktadır. Ayrıca Asya’da

bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2004’te AB’ye katılmasıyla istenmeyen ters görüşler tamamen

güncelliğini kaybetmiştir.

65

12-13 Aralık 2002 tarihli Kopenhag Zirvesi’nin Sonuç Bildirisi’nde, Türkiye’nin diğer

aday ülkelere uygulanan kriterler temel alınarak Birliğe katılacak olan bir aday ülke olduğunu

belirten 1999 tarihli Helsinki Kararı hatırlatılmış, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini karşılama

yönünde attığı adımlar memnuniyetle karşılanmıştır. Eğer, Aralık 2004’deki AB Konseyi,

Komisyon’un raporu ve tavsiyesi üzerine Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığına

karar verirse, AB’nin Türkiye ile katılım müzakerelerini geciktirmeksizin başlatacağı

vurgulanmıştır. (Financial Times, 3 September 2003)

17 Aralık 2004 tarihinde Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye'nin katılma müzakerelerinin 3

Ekim 2005 tarihinde başlamasına karar vermişlerdir. Başlayacak müzakerelerin ne kadar sürede

tamamlanacağı konusunda kesin bir karar verilmemiştir.

(https://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiyenin_Avrupa_Birligi_Üyelik_Süreci)

Türkiye’nin AB ile müzakereleri, Müzakere Çerçeve Belgesi kapsamında, toplumsal yaşamın

her alanını ele alan 35 fasıldan oluşmaktadır. Bu fasıllar AB konseyinin açılış ve kapanış

kriterlerini yerine getirme durumuna göre açılır ya da kapatılır.

Türkiye’nin katılım müzakerelerinde 16 fasıl müzakereye açılmış, bir tanesi geçici olarak

kapatılmıştır. Kapanan madde 25. Madde olarak belirtilmiştir. Açılan fasılları tarihleriyle

belirtmek gerekirse;

*25) Bilim ve Araştırma (müzakerelere geçici olarak kapanmıştır)(Avusturya,

12.06.2006)

2007 yılında Almanya ve Portekiz’in Dönem Başkanlığı sırasında açılan müzakere faslı sayısı

beştir.

*20) İşletme ve Sanayi Politikası (Almanya, 29.03.2007)

* 18) İstatistik (Almanya, 26.06.2007)

* 32) Mali Kontrol (Almanya, 26.06.2007)

* 21) Trans-Avrupa Ağları (Portekiz, 19.12.2007)

* 28) Tüketicinin ve Sağlığın Korunması (Portekiz, 19.12.2007)

2008 yılında Slovenya ve İrlanda’nın Dönem Başkanlığın da açılan toplam fasıl sayısı dört

olmuştur. İrlanda’nın Dönem Başkanlığında açılan fasıl olmamıştır. Aynı dönemde Türkiye ile

AB arasında “ Şirketler Hukuku” ve “ Fikri Mülkiyet Hukuku” fasıllarında müzakerelere

başlanmıştır.

* 6) Şirketler Hukuku (Slovenya, 17.06.2008)

* 7) Fikri Mülkiyet Hukuku (Slovenya, 17.06.2008)

* 4) Sermayenin Serbest Dolaşımı (Fransa, 19.12.2008)

66

* 10) Bilgi Toplumu ve Medya (Fransa, 19.12.2008)

2009 yılında ise Çek Cumhuriyeti ve İsveç’in Dönem Başkanlığında iki fasıl müzakereye

açılmıştır. 2 Ekim 2009 tarihinde İrlanda’da referandum yapılarak Lizbon Antlaşması kabul

edilmiştir ve Dönem Başkanlarının da imzasıyla yürürlüğe girmiştir.

* 16) Vergilendirme (Çek Cumhuriyeti, 30.06.2009)

*27) Çevre (İsveç, 21.12.2009)

Türkiye’nin AB üyeliğine destek veren ülkelerden biri olan İspanya’nın 2010 yılında Dönem

Başkanlığı’nda bir fasıl müzakereye açılmıştır.

* 12) Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı (İspanya, 30.06.2010)

Üç yıllık bir aradan sonra 5 Kasım 2013 tarihinde yapılan Hükümetler arası Katılım

Konferansında bir fasıl müzakereye açılmıştır.

* 22) Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu (Litvanya,05.11.2013)

14 Aralık 2015 tarihinde Brüksel’de gerçekleşen Katılım Konferansında da bir fasıl müzakereye

açılmış ve toplam fasıl sayısı 15’e yükselmiştir.

* 17) Ekonomik ve Parasal Politika (Lüksemburg, 14.12.2015)

30 Haziran 2016 tarihinde gerçekleşen Hükümetler arası Katılım Konferansı’nda bir fasıl

müzakereye açılmış ve fasıl sayısı 16 olmuştur. Fakat bir fasıl kapatılmıştır. 15 başlıkta ise

müzakereler devam etmektedir. AB Komisyonun tavsiyesi ile 8 başlıkta ise müzakereler askıya

alınmıştır.

* 33) Mali ve Bütçesel Hükümler (Hollanda, 30.06.2016)

http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?id=371#sthash.A4pvPz3m.dpuf

http://www.ab.gov.tr/65.html Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan bir diğer önemli gelişme 16 Mart 2015 tarihinde Türkiye-

AB Üst Düzey Enerji Diyaloğu'nun başlatılmasıdır. Türkiye’nin hem aday ülke olarak hem de

AB’nin enerji güvenliğine önemli katkılar sağlayan bir ülke olarak enerji alanındaki AB ile

uyum sağlanması hususunda önemli bir ilerleme kaydettiğine dikkat çekilirken, Üst Düzey

Enerji Diyaloğu kapsamında tarafların yılda en az bir kere bakanlar düzeyinde bir araya

geleceği belirtilmiştir. Türkiye-AB Üst Düzey Enerji Diyaloğu’nun AB müzakere sürecine

alternatif teşkil etmeyeceğinin, tam aksine süreci tamamlayacağı ve destekleyeceğinin ifade

edilmesi önemlidir.

29 Kasım 2015 tarihinde düzenlenen Türkiye-AB Zirvesi ikili ilişkilere ivme kazandırılması

açısından son derece önemlidir. Türkiye'yi Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun temsil

ettiği Zirveye 28 AB üye ülkesinin devlet ve hükümet başkanları ile AB Konseyi, AP ve Avrupa

Komisyonu başkanları katılmıştır. Zirvede katılım müzakereleri, vize serbestisi süreçleri,

Gümrük Birliği'nin güncellenmesi, üst düzey diyalog mekanizmalarının yanı sıra Türkiye'de

67

bulunan Suriyeli göçmenlere yönelik AB mali desteği, düzensiz göç ve terörizmle mücadele

konuları ele alınmıştır.

http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?id=371#sthash.A4pvPz3m.dpuf

İlk olarak 1959 yılında gündeme gelen AB üyelik süreci 2016 yılı da dahil olmak üzere

devam etmiş fakat sonuçlanamamıştır. Müzakerelerde gerekli etik kurallara uyulmadığı

görülmektedir. Müzakere sürecinde beklenen ve verilen sözlerin tutulmadığı, zaman kısıtının

önemsenmediği ve desteklenmesi gereken durumlarda zıt görüşlerle karşılaşıldığı

görülmektedir.

2016 yılında yaşanan mülteci olaylarıyla AB ilişkileri daha çok gerilmeye başlamıştır. 2017

yılında da birçok sorunla AB ilişkileri sınanacağa benzemektedir. Literaür kısmında bahsedilen

etik olmayan kurallar müzakerelerde uygulandığı için karşılıklı ilişkiler sarsılmaktadır.

Öncelikle karşılıklı ilişkileri müzakerelerde açılan fasılların yerine getirilmesi ve korumasıyla

sağlamlaştırmak gerekmektedir.Fakat Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerin tamamı Türkiye’nin

üyeliğine olumlu bakmadığı için müzakereler de etik davranışlarda bulunmamışlardır.

Türkiye’nin coğrafi durumunu avantaj olarak gören AB üye ülkelerinden bazıları ise

Türkiye’nin AB üyeliği için tam destek olmuşlardır.

Avrupa Birliği ile olan müzakerelerden bahsederken Kıbrıs Sorununu da ele almak gerekir.

Çünkü Kıbrıs sorunu AB ilişkilerini etkileyen sorunların başında gelmektedir.

Kıbrıs sorunu aslında AB tarafından ilk başlarda ilgilenilmesi gereken bir sorun olarak

görülmemiş, oysa 1974 harekâtından ve 1990’da Kıbrıs Rum Yönetiminin AT’ye tam üyelik

için başvurusundan sonra Kıbrıs sorunu AB’nin kendi iç sorunu haline getirilmiştir. Kıbrıs

Sorunu, GKRY’nin 4 Temmuz 1990’da Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB’ye tam üyelik

başvurusunda bulunması ve AB komisyonun olumlu görüşünün ardından AB’nin bir aktör

olarak devreye girmesi ile birlikte yepyeni bir boyut kazanmış; Kıbrıs sorunu

“Avrupalılaşmış”tır. GKRY’nin 2004 yılında AB’ye üye olmasıyla birlikte Türkiye’ye karşı bir

önkoşul haline gelmiştir. Rum-Yunan ikilisinin etkili propagandaları ve veto tehdidi nedeniyle

de Türkiye-AB ilişkilerini etkileyen en önemli sorunlar arasında görülmektedir.

Müzakereler de taraflar kendi gücünü artırmak ve amaçlarına ulaşmak için rekabet ortamı

oluşturmaya, olmayan durumları olmuş ya da olması muhtemel şekillerde anlatarak süreci zora

sokmaya çalışırlar. Böyle durumlarda etik kurallara uyulmadığı için etik dışı davranış sergilenen

müzakereler diye adlandırılabilir.

Etik dışı davranışlardan literatür kısmında bahsedilmiştir. Yalan söylemek, blöf yapmak,

yanlış bilgi vermek, talebin istenenden yüksek tutularak geri adım atılmasına sebebiyet vermek

gibi sayılabilecek davranışlar etik dışı davranışlardır. AB ile ilişkilerimizin iyi yönde

ilerlememesi için üyeliğimizi istemeyen ülkelerin de uyguladığı etik dışı davranışlar yapılan

müzakereleri olumsuz etkilemiştir.

68

Uçak Bileti Fiyatlarını Düşürecek Müzakereler

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Yıldırım, "AB yetkililerince Türkiye ile Avrupa

havacılığının entegre olmasını sağlayacak anlaşma için müzakere başladı" dedi.

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Avrupa Birliği (AB)

yetkililerinin, Türkiye ile Avrupa havacılığının entegre olması için anlaşma teklif ettiklerini

belirterek, “Anlaşmanın Türkiye’nin istediği kapsamda gerçekleşmesi durumunda, AB ile

Türkiye arasında hizmet veren havayolu şirketleri sınırsız uçuş gerçekleştirebilecektir. Böylece,

havayolu şirketleri arasındaki rekabet artacağından uçak bilet fiyatları da düşecek” demiştir.

Yıldırım, AB yetkililerinin, Türkiye’yi “havacılıkta AB’nin en büyük partneri” olarak

gördüklerini ve ilişkilerin özel hale getirilmesini istediklerini dile getirerek, bu amaçla AB

tarafından “Kapsamlı Havacılık Anlaşması” önerildiğini söylemiştir.

AB’nin 7 Aralık 2014’te açıklanan Havacılık Stratejik Belgesi’nde Türkiye’nin “anahtar

ülke” olarak tanımlandığına işaret eden Yıldırım, “Dolayısıyla anahtar ülke olarak gördükleri

Türkiye’ye küçük küçük anlaşma yerine kapsamlı bir anlaşma önerdiler. Amaç, Türkiye ile AB

havacılıkta bütünleşsin. Biz, havacılık sektörü ve devletin ilgili kurumlarının temsilcileriyle

daha önce bir toplantı yaptık. Bu toplantıda, böyle bir anlaşmanın sektör tarafından nasıl

karşılanacağını konuştuk. AB yetkilileriyle yapılan müzakere de, karşı tarafın bize tekliflerini

dinledik” değerlendirmesinde bulunmuştur. AB tarafından 6 bölgeye anlaşma önerildiğini dile

getiren Yıldırım, “Bunlar içinde Türkiye’ye en geniş kapsamlı anlaşmayı önerdiler. Bu ayın

başında yapılan toplantıda, bu anlaşmanın neleri kapsayacağı belirlendi. Şimdi Türkiye’den bu

teklife cevap bekliyorlar. Biz, cevap öncesi teknik hazırlıklara başladık” demiştir. (

31.01.2016)(http://www.yenimeram.com.tr/ucak-bileti-fiyatlarini-dusurecek-muzakere-basladi-

176055.htm)

Türkiye ile AB arasında yapılan müzakereler de verilen teklifi değerlendirdiklerini ve cevap

öncesi teknik hazırlıklar yapıldığını söyleyen Yıldırım; gelecekte olası durumları önceden

öngördüğü açıklamaların da bulunmuştur. Yapılan bu müzakereler görüldüğü üzere tarafların

kendi çıkarlarını ön planda tutması aynı zamanda Türkiye’nin bir aktarma merkezi haline

geleceğinin görülmesi ve bu durumlardan faydalanmak isteyen Avrupa ülkelerinin müzakere de

ılımlı teklifler ile Türkiye’ye gelmesi beklenen bir durumdur. Müzakere de etik dışı bir davranış

görülmemiştir.

69

Sonuç

Günümüzde teknolojik gelişmelerin, bilgiye ulaşmanın kolaylığı ve küreselleşmenin

etkileriyle örgütler arasındaki ilişkilerin karmaşıklaşması ve etik konuların önem kazanması,

günümüzde müzakereleri ve buna bağlı olarak müzakerelerde etik davranışları gündeme

getirmektedir.

Müzakere sürecine etki bireysel, kültürel ve durumsal faktörlerin çokluğu müzakerelerde etik

davranışların anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Müzakerelerde etik dışı davranışlar müzakere

sürecini doğal olarak da sonuçlarını olumsuz yönde etkilediği, taraflar arasında gelecekte iyi

ilişkiler kurulmasını engellediği görülmektedir. Fakat müzakerelerin doğası gereği taraflar

birbirlerini etkilemek, amaçlarına ulaşmak için bazı taktikler kullanmak ve davranışlar

sergilemek durumundadırlar.

Gelecekteki ilişkilerinin daha kuvvetli olmasını isteyen müzakerecilerin etik konusuna önem

vermeleri ve kurallar çerçevesinde ilişkilerini sürdürmeleri gerekmektedir. Yukarıdaki

çalışmamızda yapılan literatür taraması ve araştırmalar sonucunda uluslararası kurum ya da

kuruluşlar, özel sektörler, işletmeler kısacası müzakere etiğinin uygulanacağı her yerde bu

kavramların daha gelişmiş olduğu gözlenmektedir.

Müzakere etiğinin algılanmasına ilişkin müzakereye katılanların bazı davranışları daha kabul

edilebilir olarak algıladığı, bazılarının ise kabul edemediği söylenebilir. Bireylerin

müzakerelerde farklı etik dışı davranışlarda bulunma nedenlerinden birisinin de kültür olduğu

daha önce belirtilmişti. Örneğin; yanlış bilgilendirme davranışları katılımcılar tarafından

kültürlere göre daha kullanılabilir olarak algılanmaktadır.

Çalışmada katılımcıların müzakere etiği algılama düzeylerinin, müzakere sürecindeki çeşitli

davranışlara olan etkileri hakkında literatür taramasına yer verilmiştir. Müzakerenin

başlangıcında ki davranışlarla devam eden süreçte ki davranışlar farklılık gösterebilir. Özellikle

etik olmayan davranışları gösterme eğilimleri düşük olan katılımcıların, sorunlar karşısında

rasyonel davrandıkları ve anlaşmalara bağlı oldukları dikkat çekmektedir. Bu katılımcılar, etik

olmayan davranışların müzakere sürecini olumsuz yönde etkileyeceğini düşünüyor olabilirler.

Etik dışı davranışlara yatkınlık düzeyleri nispeten yüksek olan katılımcıların ise müzakere

sürecinde karşılaştıkları sorunlar karşısında duygusal hareket etmelerinin ve sorunlarla

yüzleşmekten kaçınmalarının müzakerelerde başarısız olma korkusu ile ilişkisi olabilir. Nitekim

bireylerin etik olmayan davranışlara yönelmelerinin başarısız olma korkusu ile yakından ilişkisi

bulunmaktadır. Öte yandan cinsiyetin de özellikle müzakerenin başlangıcındaki davranışları

etkileyen bir değişken olarak ele alınması gerektiği anlaşılmıştır.

70

Çalışmanın son bölümün de ülkemizin Avrupa Birliği ile olan müzakere süreci

incelenmiştir. Yaklaşık 60 senedir devam eden bu süreç müzakerelerde etik kurallara pek

uyulmadığı için hala sonuçlanamamıştır.

Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinde birçok konu bulunmaktadır. Bu konulardan öne

çıkanları ele alacak olursak; Mülteci anlaşmasının uygulanması, Vize serbestisi, Gümrük

birliğinin genişletilmesi, Fiilen dondurulmuş katılım müzakereleri, Terörizmle mücadele, Kıbrıs

müzakerelerinin gidişatı… gibi sayılabilecek sorunlar vardır.

Vize serbestisi konusunda yaşanan sıkıntılarda karşılıklı olarak verilen sözlerin, taleplerin

yerine getirilmemesi sebebiyle sonuca varılamamış, işbirliği kurulamamıştır. Türkiye’den

istenen kriterlerin tümü yerine getirilmediği için Avrupa Parlamentosu’nun kararını bilmek

oldukça güçtür ve sonucun işleyişi hakkında konuşmak şuan zordur.

Gümrük birliği konusunda 2017 yılında yeniden müzakereler başlayabilir çünkü bu durum

Türkiye için oldukça önemli bir adımdır. Bu bağlamda Türkiye çalışmalar yapmış, bu

anlaşmanın modernizasyonu için uğraşmış ve doğal olarak talepte bulunmaktadır. Etik kuralları

düşünerek karşılıklı ilişkilerin iyi yönde ilerlemesi için yapılan isteklerin, taleplerin yerine

getirilmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği öncelikle Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulması ile

daha sonra diğer sorunlara daha etik yaklaşımlarla ilerleme kaydedeceği düşünülmektedir.

Türkiye’nin şuan ki koşullarda ihtiyacı olan kavramlardan, etik kurallar, ahlaki çerçeve

doğrultusunda iş yürütme stratejisinin yeterli olmaması ya da daha doğru ifade etmek gerekirse

etik dışı davranışlar sergilemenin çok fazla görülmesi müzakere ortamlarında etik kuralların

öğrenilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır.

Ülkemizde de etik kavramının, ahlaki boyutların ve uygulanabilirliklerinin daha fazla olması

için daha çok araştırma ve eğitimin gerekli olduğu düşünülmektedir. Üniversitelerde ders olarak

işletmelerde işletme içi eğitim olarak hatta konuyla ilgili kamu spotları hazırlanarak bireylerin

geliştirilmesi sağlanabilir.

Kaynakça

Cohen,R.( 1993), An Advocates View’in Culture and Negotiation, California, SAGE Publications.

Curry, J.E. (2002). Uluslararası Müzakereler. İ s t a n b u l : BZD Yayın ve İletişim Hizmetleri.

Çayhan, E. ve Ateşoğlu Güney, N. (1996). Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları: NATO-AB-

Türkiye, Afa Yay.- Tüses Vakfı, İstanbul.

Çetin, C. (2007). Müzakere Teknikleri (2. Baskı). İstanbul: Beta Basım A. Ş.

ETHICS IN NEGOTIATION - Doç. Dr. AZİZE ERGENELİ March 2006, Ankara

Eralp, A. (1996). “Değişen Savaş-Sonrası Uluslararası Sistemde Türkiye ve Avrupa Topluluğu”,

Balkır, C. ve Williams, A.M. (der.) Türkiye ve Avrupa İlişkileriiçinde Sarmal Yay., İstanbul, 37-63.

71

Kabaalioğlu, H. (1999). “Turkey and the European Union-Converging or Drifting Apart?”,

Marmara Journal of European Studies, 7(1-2), 109-165.

Kopenhag Zirvesi sonrasında Almanya Başbakanı Schröder, Türkiye’nin AB üyelik tarihini 2007,

Komisyon üyesi Verheugen 2013, Almanya Dışişleri Bakanı Fisher 2014-2019 olarak tahmin etmişlerdir.

Türkiye’nin “ 2004 Aralık ayında AB’den bir tarih alacağı” sözü ihtiyatla karşılanmıştır. Bkz. Financial

Times, 3 September 2003.

Lax, D. A. ve Sebenius, J. K. (1986). The Manager as Negotiator. New York: Free Press.

Lewicki, R. J., & Spencer, G. (1990). Lies and dirty tricks. Paper presented at the meeting of the

International Association for Conflict Management, Vancouver, B.C.

Lewicki, R. J., & Spencer, G. (1991, August). Ethical relativism and negotiating tactics: Factors

affecting their perceived ethicality. Paper presented at the Academy of Management, Miami, FL.

Lewicki, R.J.Litterer J.A. ve D.M. Saunders; Negotiation, 2-d Ed., Irwin Inc. , Illinois,1994.

Lewicki, R.J. ve Robinson, R.J. (1998). Ethical and Unethical Bargaining Tactics: An Empirical

Study,Journal of Business Ethics, 17, 665–682.

LEWICKI, Roy J., SAUNDERS, David M. ve MINTON, John W. (2001), Essentials of

Negotiation (2th ed.), Boston: McGraw Hill, Irwin.

Lin, X. ve Miller, S.J. ( 2003), “ Negotiation Approaches: Direct and Indirect Effect of National

Culture”,International Marketing Review, Vol.20,286-303.

Mc Cormack, S.A., T.R. Levine; When Lies are Uncovered: Emotional and Relational Outcomes of

Discovered Deception. Communication Monographs, No: 57,1990 ss.119-138.

Missner, M.; Ethics of the Business System, Alfred Publishing Co., Sherman Oaks, CA.,1980.

Pruitt, D.G. & Carnevale, P.J. (1993). Negotiation in Social Conflict. Buckingam: Open University

Press.)

REITZ, H. Joseph, WALL, James A. ve LOVE, Mary S. (1998), “Ethics in Negotiation: Oil And

Water or Good Lubrication?”, Business Horizons, May–June, 5–14.

Rivers, C., Lytle, A.L. (2007), “ Lying, Cheating Foreigners!! Negotiation Ethics across Cultures”,

International Negotiation, Vol.12, No.1, pp.1-28.

Ross, W. Ve LaCroix, J.(1996), “ Multiple Meanings of Trust in Negotiation Theory and Research:

A Literature Review and Integrative Model”, International Journal of Conflict Management, Vol.7, No.4,

314-360.

ROBINSON, Robert J., LEWICKI, Roy J. ve DONAHUE, Eileen M. (2000), “Extending

andTesting a Five Factor Model of Ethical and Unethical Bargaining Tactics: Introducing theSINS

Scale”, Journal of Organizational Behavior, 21, 649-664.

Rubin, Jeffrey and Bert Brown, The Social Psychology of Bargaining and Negotiation, Academy

Press, Inc., New York, 1975.

SCHROTH, Holly A. (2008), “Helping You Is Helping Me: Improving Students’ Ethical Behaviors in

a Negotiation by Appealing to Ethical Egoism and the Reputation Effect”, Negotiation and Conflict

Management Research, 1(4), 389–407.

72

Schweitzer, M.E. ve Croson, R.T.A. (1999), “ Curtailing Deception: The Impact of Direct

Questions on Lies and Omissions”, The International Journal of Conflict Management, 10, 225-248.

SCHWEITZER, Maurice. E., DECHURCH, Leslie. A. ve GIBSON, Donald. E. (2005), “Conflict

Frames and The Use of Deception: Are Competitive Negotiators Less Ethical?” Journal of Applied Social

Psychology, 35, 2123–2149.

Stuhlmacher, A.F., Gillespie, T.L. ve Champagne, M.V. (1998), “ The Impact of Time Pressure in

Negotiation: A Meta- analysis”, The International Journal of Conflict Management, 9, 97-116.

TDK, (1997). Okul Sözlüğü. Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu

TENBRUNSEL, Ann E. (1998), “Misrepresentation and Expectations of Misrepresentation in an

Ethical Dilemma: The Role of Incentives and Temptation”, Academy of Management Journal, 41, 330-

339.

Volkema, R.J. (1998), “ A Comparison of Perceptions of Ethical Negotiation Behavior in Mexico

and the United States”, The International Journal of Conflict Management,9,3,218-233.

Volkema,R.J.ve Fleury, M.T.L. (2002), “ Alternative Negotiating Conditions and The Choice of

Negotiation Tactics: A Cross- Cultural Comparison”, Journal of Business Ethic, 36,4, 381-398.

( https://prezi.com/rruohaznezpi/muzakere-etigi-iiii/ ( Müzakere Etiği Melisa GEDİK – Çisem

DEMİRBİLEK – YRD. DOÇ. DR. ÖZLEM ATAN 24.04.2014 )

(TÜSİAD, Devlette Etikten Etik Devlete: Kamu Yönetiminde Etik: Kavramsal Çerçeve ve Uluslararası

Uygulamalar Cilt 1, TÜSİAD, Ankara, 2005, s. 42 )

( Türkiye’de Toplumsal ve Yönetsel Etik Değerler ile İkilemler: Uygulamalı Bir Araştırma Erhan

ÖRSELLi Doktora Tezi Danışman: PROF. DR. Orhan GÖKÇE KONYA-2010 )

Yönetim ve EkonomiYıl:2009 Cilt:16 Sayı:1 Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F. MANİSAÇalışanların

Müzakere Etiği Algılamaları ve Müzakere Sürecindeki Davranışlarına Etkileri* Yrd. Doç. Dr. Ahmet

ERKUŞ Kara Harp Okulu, Sistem Yönetim Bilimleri Bölümü, ANKARA

Müzakere Teknikleri – Prof. Dr. Canan ÇETİN – Yrd.Doç.Dr. Mehmet Lütfi ARSLAN –

KİTAP,2014 )

( 9. Ulusal İşletmecilik Kongresi, 6-8 Mayıs 2010, Zonguldak ) Çalışanların Müzakerede Etik

Algılama Düzeylerininİzlenim YönetimiTaktikleri Üzerine Etkisi Çetin, C. (2007). Müzakere Teknikleri

(2. Baskı). İstanbul: Beta Basım A. Ş.

Tablo 1: Müzakerelerde etik dışı davranışlar ve kullanılan taktikler Kaynakça: (Lewicki, 2001:170) (

Aktaran: Erkuş,2009)

https://tr.wikipedia.org/wiki/Müzakere)

(http://www.yenimeram.com.tr/ucak-bileti-fiyatlarini-dusurecek-muzakere-basladi-176055.htm)

http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?id=371#sthash.A4pvPz3m.dpuf http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?id=371#sthash.A4pvPz3m.dpuf http://www.ab.gov.tr/65.html

(https://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiyenin_Avrupa_Birligi_Üyelik_Süreci)

http://www.abhaber.com/kibris-sorunu-ve-turkiye-ab-iliskileri/

http://www.tuicakademi.org/index.php/turk-dis-politikasi/1667-kibris-sorunu-ve-turkiye-ab-iliskileri

73

“ELİT” KAVRAMI ve OLUŞUM MEKANIZMALARI

Şahin BAĞIROV*

Özet:

Elit yönetim, yaratıcılık görevlerini yerine getiren yüksek, ayrıcalıklı tabakanın veya

tabakaların ve nüfusun kalan kütlesinin (non-yaratıcı, üreme görevler yapan) istenen sosyal

yapının zorunlu unsurları olduğunu iddia eden elit teorilerinin temel kavramıdır. Batı sosyoloji

ve politlogiyasında "elit"kavramı kesin değildir. Ondan geniş anlamda kullanılır: faaliyetleri

alanında en yüksek endeks almış adamları eklemek için; siyasi açıdan en aktif, iktidara meyil

eden adamları, toplumun azınlık organize bölümünü, hakim sınıf eklemek için; toplumda daha

büyük nüfuza, statüye, servete sahip olan adamları eklemek için; xarizimaya sahip olan,

"Tanrıdan ilham alan "adamları; toplumun sivil yaratıcı çoğunluğunun aksine, yaratıcı azlığını

eklemek için; toplumda daha önemli görevler üstlenen, daha fazla etkisi olan adamları eklemek

için; toplumun siyasi, ekonomik, kültürel hayatında önemli pozisyon yakalayan kişilerden

oluşan nispeten küçük grupları eklemek için (siyasi elit, ekonomik elit, kültürel elit); bürokratik

yönetim sistemindeki en kalifiye bilim adamları, yöneticiler ve yüksek görevlileri eklemek için;

istenilen sosyal grubun - profesyonel, etnik, mahalli grupların önde gelen temsilcilerini

(sporcular, teyyareçiler, hatta ovçuular eliti vb.), eklemek için. Herhangi bir durumda elit-kitle

haçalanması sosyal sturukturun tehlilinde başlıca metodolojik prensiptir.

Anahtar kelimeler: elit, oluşum, mekanizma, politika

Günlük söyleşide elitin iki anlamı vardır. Birincide, özünde yoğun, net ve maksimal

belirtilmiş çizgileri skala şeklinde temsil eder. Bu anlamda "elit "terimi "elit tohum", "elit atlar",

"spor eliti", "elit ordular " ve saire gibi oluşumlar kullanılır.

İkinci anlamda "elit "sözü en iyi, onun için en değerli grup, kalabalığın başında duran ve özel

nitelikleri hesabına onları kontrol etmek uygundur. Bu sözün anlamı kendisinde kölelik ve

feodal toplumların gerçeklerini yansıtıyordu, bazı durumlarda "elit "nın anlamına aristokrasi

taşıyordu. "Aristos "terimi "en iyi", "krut"- hükümdarlık, böylece "en iyilerin hükümdarlığı"

demektir.

*Dr., Azerbaycan Milli Bİlimler Akademisi Felsefe ve Hukuk Enstitüsü"Siyasi Teoriler" Şubesi

74

Siyasi bilimde ise "elit "terimi ancak birinci, nötr etik anlamda kullanılır. En yaygın şekilde

tayin edilen bu kavram, daha parlak belirtilmiş siyasi- yöneticilik keyfiyyetlerin ve

fonksiyonların temsilçilerini nitelendiriyor. Elit teorisi tarazlaşmağı istisna etmekle, ortak

değerlendirmeyi iptal etmekle, toplumda onların eşit bölünmesini, siyasi hayatta yarışma ve

konkurensiya, iyerarxlıq ve dinamizmi temsil eder (7, s.141).

Politoloqların bazıları "elit "terimini bilimsel saymırlar. Ve görüşlerini şöyle esaslandırırlar

ki, eğer bu terim hakim sınıfı bildirirse, hiçbir yeni içerik taşımaz. Yani, eğer onun yardımı ile

toplumun sınıf təbəqələşməsi yüzeyi elit-kitle haçalanması ile əvəzlənirsə, dönemi değil, çünkü

hakim üst tabakanın toplumun sınıf sturukturu ile, sosyo-politik sistemin hakimiyeti ile ilişkisini

inkar etmiyor. Siyasi çoğulculuk teorisinin bazı taraftarları bu terimin aleyhine çıkıyorlar. Onlar

elit anlayışının az örgütlü toplumlar hakkında çalıştırılmasını mümkün sayıyor, "sanayi ",

özellikle "postsenaye" toplumunun siyasi sisteminin analizi icin makul etmiyorlar. Amerika'nın

sol radikal sosioloqu R. Millsin özel konumunu hatırlatalım: Batı sosioloqları onu elitaya

kurumsal ilişkinin taraftarı sayarlar ve bunun belli bir temeli var. Fakat Millsin Amerikan

toplumunu elitaya ve kalabalığa ayırması aslında "devlet - inhisarçı Kapitalizim "sistemini

tutkuyla maskesini çəklini alır. Bu yüzden elit - kütle sistemini kabul eden araştırmacıların

"elitarçı "terimi işletmelerinin doğruluğu soru doğurur. Bu haçalanmaya analizi ve normatif

ilişkileri birbirinden ayırmak ve "elitarçı "terimi sadece o tətqiqarçılara ait gerekir ki, onlar

kendi idealini ve normunu elit sosyal strukturda görürler. Mills ise Amerikan toplumunun

elitarlığını kabul etmekle birlikte, Batı demokrasiyasının mehdudluğunu ifşa ediyor. Onun ideali

antielitardır (3, s.148).

"Siyasi elit "kategorisinin bilimsel kullanılması toplumda belirli taşıyıcıların siyasette yeri ve

rolüne göre. Siyasi elit teorilerine göre siyaset hukuki ve değerlendirme eşitliğinde veya belki

de toplumun ekonomisinden ve sosyal yapısına da avantaj-birincilik oluşturmaktadır. Bu

nedenle bu kavram ekonomik ve sosyal determinizmin fikirleri ile bağdaşmamaktadır,

marksizmin "siyasetin ekonomik ve sınıfsal çıkarların üst kuruluşu "olarak görüntülenir

ettirmesinin aksidir. Buna örnek olarak, Sovyet döneminde "siyasi elit "anlayışı kabul

edilemez," sahte bilim ", burjuva kalıntıları hesap edilerek kabul edilmiyordu.

Siyasi elitizm düşüncelerinin eski zamanlarda, Fransa'dan uzaklarda oluşmasına rağmen,

Fransız terimi "elit "siyasi bilimde ilk kez yirminci yüzyılın başlarında Sorelin ve Paretonun

eserlerinde yer aldı. Henüz kabile toplumunun çöküşü döneminde toplumu üst ve alt tabakaya,

asil ve siyah halka, aristokrat ve kalabalığa bölenler vardır. Bu açıdan bu fikirleri seri izlesek

görürüz ki, vaktiyle Konfüçyüs, Platon, Makivelli, Karley, Nitşenin eserlerinde de yer almıştır.

Fakat bu gibi elit teorileri ciddi sosyolojik açıdan esaslandırılmamış. İlk modern klasik elit

kavramları XIX yüzyılın sonu-XX yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. I. bölümün ikinci

75

yarımfəslində belirtildiği gibi Qoantano Moska, Vilfredo Pareto ve Robert Mihelsin isimleri ile

ilgilidir.

Her toplumun sosyal durumuna ve rolüne göre mutlaka iki eşit gruplara bölünmesini

görkemli İtalyan sosyolog ve politoloqu Moska (1858-1941) eserlerinde kanıtlamaya

çalışıyordu. O, 1896 yılında "Siyasi bilimin temelleri "adlı eserinde yazıyor: "Ortaçağ'dan

tutmuş bugunku gelişmiş tüm toplumlarda iki sınıf vardır: idareeden sınıf ve yönetilen sınıf.

Birincisi, nispeten azınlık teşkil etse de tüm siyasi fonksiyonları hayata keçrir, hakimiyeti elde

tutar ve tüm yetkilerden ve imtiyazlardan istifade eder; ikincisi, küme oluşturur, birinci yandan

idare ediliyor, yönlendiriliyor ve onun siyasi organizma gibi etkinlikte kalmayı için maddi

yardımla donatılıyor "(3, s.179).

Moska siyasi elitanın şekillenmesini sorununu ve onun özel niteliklerini incelemiştir. O

şekilde düzenlendiğini, insanları yönetim becerisi, organizasyonu, kültürel, maddi ve entelektüel

üstünlüğü elitanın esas meyaridir. Fakat, hayat gösteriyor ki, hiçbir siyasi elitanın hepsine bu

yüksek nitelikler özgü değildir. İdarəedənlərin dayanışmasını ve toplumda egemen konumunu

kaydeden Moska, bu grubu siyasi sınıf adlandırmıştır.

Sınıf kademeli değişikliklere meyillidir. Onun gelişiminde iki akım vardır: aristokrat ve

demokratik. Birincisi siyasi sınıfın kalıtsal olmasına çalışır, yasal olmasa da, gerçek anlamda.

Aristokratik akım doğrudan, bu sınıfın "kapalı olmasına ve kristallaşdırılmasına ", cırlaşmasına,

bozulmaya ve bunun sonucu olarak, sosyal durgunluğuna yol açıyor. Bu ise, sıra toplumda yeni

sosyal güçlerin mücadelesinin aktivleşmesine ve hükümran pozisyon tutmalarına yardımcı

oluyor.

İkinci demokratik akım ise düşük tabakaların aktif ve yetenekli üyelerinden siyasi sınıfı

təzələməsində tezahür ediyor. Bu tazelik elitanın degenerasiyasını durdurur ve kontrol

yeteneğini artırır. Aristokratik ve demokratik tendensiyaların dengesi toplum için önemli ve

arzu edilir, çünkü ülkenin idarəedilməsində istikrarın ve sıralamalarının egemenliği ile birlikte,

yeni kuvvetler yönetime tazelik, kalite aşılayırlar.

Siyasi faktör hakkında konuşarak toplumun sosyal yapısında ekonominin rolünü gereği gibi

qiymətləndirmədiyinə göre Moskanın siyasi sınıf kavramı eleştiriye maruz kalmıştır.

Çağdaş çoğulcu topluma göre, uygun tutum yanlıştır. Fakat beklenmedik siyasi sınıf teorisi

totaliter ülkelerde yer aldı. Burada siyaset ekonominin ve toplumun başka sferalarının başında

olmakla Moskanın vaktiyle yazdığı "siyasi sınıf "- nomenklatur bürokrasi kurdu. Totaliter

ülkelerde "yönetim "sınıfının ekonomik ve sosyal egemenliğinin temel nedenlerinden biri

onların siyasi nomenklaturaya dahil olması ve iktidara katılma görüntülenir.

Moskanın düşüncelerinden habersiz olarak aynı zamanda Pareto (1848-1923) da siyasi

elitlerin teorisini yarattı. O da Moska gibi ısrar ediyordu ki, dünyayı sayıca az bir insanlar - elit

76

kontrol etmeli, bu işlemler temelde insanların psikolojik (doğuştan) ve sosyolojik (terbiye ve

tedrisle aşılanmış) yönlerden farklılaşırlar. O, "Genel sosyoloji hakkında "traktatında (bilimsel

teori) yazıyor: "teorisyenlerin hoşuna gitse de, gitmese de, onlar bilmelidirler ki, toplumda

insanlar aynı değildir: ister fiziksel, ister entelektüel, gerekse manevi yönden". Bu yönlerini

yoğunlaşması, başarılı ve etkili sonuçlar elde edilmesi böyle bir individlər koleksiyon oluşturur,

onlara elit denir (3, s.254).

Öyle ki, o bölünmüş toplumu idare edenlere veya onlara yönetimde yardım tanımla (iktidarda

olanlar); toplumu kontrol etmeyenlere (iktidarda olmayanlara) - kontrelita- hansılar ki, elitaya

mahsus cihetlerle zengindirler, ama kendi sosyal statüsüne, aşağı tabakaya mahsus olduğuna

göre hakimiyyete buraxılmayırlar.

Hakimiyyetde elitler içinde birliğe tercih ediyor ve kendi hakimiyeti için mücadele ediyor.

Toplumun gelişmesi ise genellikle bu iki tip elitanın- "tulku "ve "aslan" elit mücadelesi göre

değişir. "Tilki "- o insanlardır ki, "yumuşak" yönetime - iktidara avantaj verirlər- görüşmelere,

taviz vermeye, qılıqla tutumlarını savunmaya vb. "Aslanlar "- korkunç ve huysuz tabiatlı,

iktidarda özellikle şiddete ve güce tercih (3, s.40).

Toplumda meydana gelen değişiklikler, tedricen iktidarda olan tip elitanın hakimiyetini

zayıflatır ve silkeleyir. Yani "tilkilerin hakimiyeti kendi verimliliğini tarihin sakin axarında

gösterir, fakat qətiyyətlik ve şiddet göstermek zamanında önemini kaybediyor. Bu da toplumda

bir tepki getirir ve "aslan"lara yardımcı olan hakimiyeti kitlelerin aracılığıyla kendi eline

keçirsinler.

Siyasi elit teorisinin gelişimine R.Mihels de (1876-1936) yenilik getirmiştir. O, toplumda

elitanın varoluşunun sosyal mekanizmalarının tetkiki yapan. Moska ile dayanışma olarak,

Mihels teşkilatçılığın ve toplumun organizasyon yapılarının elitarlığın yükselmesinde rolünün

büyüklüğünden bahsediyor. O, öyle bir sonuca varmıştır, organizasyon toplumun elitarlığını

gerektirir ve moderniteyi barıştırdığını kaydetti yaratıyor.

Toplumda "Oleqarx tendensiyaların demir yasası "geçerlidir. Bu demektir ki, sosyal

ilerlemenin ayrılmaz parçası olan büyük kurumların gelişmesi ve kalkınması toplumun

idarəedilməsində oliqarxlaşmasına ve bu gibi büyük organizasyonları kontrol edebilen yeni bir

elitanın oluşmasına yol açıyor. Bu nedenle her zaman demokratik kurum iktidara gelse bile,

aslında ülkeyi oligarşik elitler grubu (grup) yönetiyor. Böyle büyük sözükeçən oligarşik gruplar

kendi çıkarlarını ve menfaatlerini koruma adına aralarında çeşitli anlaşmalar, görüşmeler ve

kayıtlar yaratırlar, gerekirse bazen birleşirler de. Fakat bir an bile kitlenin ve sıradan insanların

ilgisini güdmürlər, aksine tapdalayırlar (6, s.12).

77

Bu "yasanın "açıklaması üzerine Milhels karamsar bir sonuca varmıştır ki, demokrasinin

olanakları ve sosyal-demokratik partilerin faaliyetleri kaçınılmazdır. Əsilndə o demokrasiyi

kitlenin doğrudan yönetimde katılımı oxşadırdı.

Eserlerinde Moska, Pareto ve Mihels açık bir şekilde siyasi elitanı tasavvur etmişlerdir. Onlar

siyasi elitanın genel özelliklerini, ayarlarını inceleyip modern elit teorileri arayıb

değerlendirmeye imkan yaratmışlar (bu parametreler aşağıda kullanılacak).

Bunlara ait:

1) elit temsilcilerine ait müstakil özellikler;

2) elit katın içinde cereyan eden ilişkilerin mütəşəkkilliyi ve dayanışmanın derecesi;

3) elitanın- elit olmayanlar, kütle ile ilişkileri;

4) rekrutivləşmiş (dahil edilmiş) elit, yani nasıl ve kimlerden oluşmuş

5) elitanın toplumda rolü (yapıcı-ameli veya dekonstruktiv-sivil ameli), işlevleri ve topluma

etkisi (7, s.39)

II dünya müharibəsinədək elit teorileri İtalya, Almanya ve Fransa'da, savaştan sonra ise

ABD'de çok yaygındır. Bu teorilerin esas seçenekleri şunlardır; "Değerler "(Ortega i Qasset),

"Makiavellici" (Bernhem), yapısal-fonksiyonel teori (Keller). Elit teorilerinin genel yönleri

şunlardır: Tarihi ilerlemenin inkarı (tarih elitanın belirli tiplerinin hökmüranlığı ile seciyyelenen

sosyal döngüsü toplamı olarak alınır); halkın egemenliği fikrinin romantiklerin ütopik efsanesi

gibi eleştiri yapılması, eşitsizliğin toplumsal yaşamın doğal temeli sayılması; elitanın

devrilmesine yönelik sosyal devrimler bu devrimde yer alan kitlelerin gözlədiklərinə ters düşen

sonuçlara - bir elit ile başka, daha amansız E. ile əvələnməsinə götürür, müstebid ve totaliter

rejimlere yol açıyor. Elitaçılığın hükmü siyasi ilişkileri mütləqləşdirməkdir. Siyasi iktidara öyle

sosyal ilişkilerin temeli olarak bakılıyor ki, burada hökmüranliq ve tabecilik ilişkilerini daha da

mümkün kılıyor. Elitaçılığın sosyal kökleri antaqonist toplumun sömürücü azınlığa ve işletilen

çoğunluğa parçalanmasındadır. Elitarçılar tarihin toplumda üretken güçlerin yeterince

gelişmemesi ile ilgili belirli aşamasına genel kanun, "insan doğasının "ve bileşik üretimin

Texnaloji talepleri gibi bakılıyor.

Moska, Pareto ve Mixelsin elitler hakkında fikirleri önce teorik, daha sonra ise (özellikle

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra) deneysel araştırmalara ivme vermiş, ülkelerin idarəedilməsində

kullanılmıştır. Elit'in modern teorileri çeşitlidir. Fakat yukarıda incelediğimiz Makiavelli

okulunun (Moska, Pareto, Mihels vb.) Kavramları tarihsel birinci grup teoriler olmasıyla

birlikte, modern önemini kaybetmemiştir. Onları aşağıdaki fikirler birleştirir:

1. Elit temsilcilerine ait özel hususlar işlemler ki, doğuştan gelen yetenek, yetenek ve iktidara

gelmek ya da iktidar mücadelesi becerisi.

78

2. Elit'in grup dayanışması. Bu birlik nətinki onları profesyonel olarak, statusdan, sosyal

konumdan ve ilgiden bağlanır, ayrıca kendilerini elit bilince sahip, özel tabakaya ait, toplumu

yönetime layık temsilci olarak kabul ederler.

3. Herhangi bir toplumun moderniteyi barıştırdığını kaydetti demektir ki, orada mülkü

ayrıcalıklı yaratıcı azınlık ve yaratıcılıktan uzak çoxluq- pasif kitle mevcuttur. Böyle bölüm

insanın ve toplumun doğasından kaynaklanmaktadır. Elit'in özel içerikleri değişse bile, onun

kalabalığa karşı hükümran ilişkileri değişmezdir. Böylece, örneğin, tarihin sırasında aşiret

başkanları, krallar, mülkedarlar, halk komiserleri ve parti sekreterleri, Bakan ve başkanlar

değişir, ama hüküm ve tabecilik kalmaktadır.

4. Hakimiyet için mücadele zamanı elitlerin oluşumu ve değiştirilmesi. Hökmranlı ayrıcalıklı

yerini tutmaya psikolojik ve sosyolojik özelliklerine göre layık birçok kişi can atsalar da, ama

kimse gönüllü o yerleri terk etmek mümkün değildir. Demek ki, gizli veya açık mücadele hep

kaçınılmazdır.

5. Genel olarak, toplumda elitanın yapıcı, rehber ve hakim rolü. Her zaman etkili olmasa da,

elit sosyal sistemde yönetim işlevini götürüyor. Kendi imtiyazlarını, konumunu ve mirasını

kaybetmemek girişimine rağmen, elit kendi yüksek özelliklerini kaybeder, cırlaşmaya neden

olur ve gelecekte sekteye uğruyor (7, s.14).

Psikolojik faktörlerin şişirdilməsinə, antidemokratizm ve kütlenin yeteneğini ve aktivitesini

gerekli değerlendirmesine, toplumun tedrici gelişimini görmesine, mücadeleye arsız, edepsiz

yaklaşımına göre Makiavelli teorisi eleştiriye maruz kaldı. Şunu da söylemek gerekir ki, böyle

eleştiri asılsız değildir.

Değerli teoriler makiavelistlərin kusurlarını gidermeye cəhdedirlər. Onlar, Makavelli

teorisinin taraftarı gibi, elitanı toplumun başlıca yapıcı gücü hesap etmekle birlikte,

demokrasiye karşı konumlarını yumuşatır, elit teoriyi modern ülkelerin gerçek hayatlarına

uyarlamaya çalışıyorlar. Aristokratizmi savunma derecesine göre, kalabalığa münasebete göre,

demokrasiye münasebete göre vb. çeşitli değerli teoriler birbirinden hayli farklılaşırlar. Fakat

onlara ait bir takım genel direktivlər mevcuttur:

1. Elite ait toplumun en önemli alanlarında yüksek yeteneğe, beceriye ve yeteneğe göre

belirlenir. Elit-sosyal sisteminin en değerli unsurdur, sistemin ihtiyaçlarını gidermeye

yönlendirilmiş. Üretimin sırasında toplumun eski ihtiyaçları kaybolur, yerine yenileri gelir,

özellikleri ve değerlendirme isti¬qamətləri de değişiyor. Bu ise eski keyfiyyetlerin sıkılıp

olanlar, kendi modern tlblərə uygun olanları ile evezlenir. Öyle ki, tarihin sırasında aristokrasi,

ki, özünde manevi, kültürel ve maariflenmesi yansıttı, güncellendi, girişimcilere toplumun bu

gününün taleplerine uygun. Esnaf ise deyişirler menajer ve entelektüeller, çünkü bugün toplum

onlara muhtaçtır.

79

2. Elit nispeten sağlıklı yönetim fonksiyonlarının yerine getirilmesi üzerinde birleşir. Bu,

bencil bir grup insanların birleşmesi değil, genel refah uğruna bir yerde çalışan insanlardır.

3. Elit ile kitle arasındaki ilişkiler siyasi ve sosyal hökmranlığa değil, rehber gibi idareetmeni

kitlenin memnuniyetine ve tabeliliyinə ve hakimiyet başında duranların otoritesine göre. Elit'in

esas rolü çok bilen, kompetent büyüklerin küçüklere, tecrübesi az ve bilgisi az olanlara rehberlik

etmesine benziyor. Bu ise tüm vatandaşlarının çıkarlarına cevap verir.

4. Elit'in formalaşması- iktidar keskin mücadeleden çok, toplumun doğal seleksiyon yoluyla

en yetenekli temsilcilerin seçmesinin nəticəsidir.buna nedenle toplum bu tür seçme

mekanizmalarını tekmilleşdirmeli, rasyonel, etkin arama aparmalı, sonuçta elitanı her sosyal

katlarda aramalıdır.

5. Elitarlıq- herhangi bir toplumun etkili faaliyetinin şartıdır. O, emeğin doğal bölgüsüne

(yöneten ve icracı emek) göre ve demokrasiye aykırı değildir. Sosyal eşitlik yaşam şanslarının

eşitliği gibi anlaşılmalıdır, sonuçların, sosyal statünün eşitliği gibi değil. İnsanlar fiziksel,

entelektüel, yaşam enerjisi ve aktivliyinə göre çeşitli olduklarından, demokratik ülke onları aynı

başlangıç koşulları ile temin etmelidir. Son noktaya ise, onlar ayrı zamanda ve ayrı sonuçlarla

gelecekler. Kuşkusuz yeni sosyal "şampiyonlar "ve "autsayderler" oluşacak.

Değerli teorinin birkaç taraftarları cmiyyətə etkileyebilen nicel göstergelerini incelemeye

çalışmalar yapmışlardır. Öyle ki, N.A.Berdyayev çeşitli ülkelerin ve halkların gelişiminin

temelinde araştırma yaptı "elit katsayısı "nı icat etmiştir - (yüksek entelektüel sahip insanların

genel eğitimli insanlara oranı). Eğer elit katsayısı% 5 den yuxaridirsa demeli toplumda yüksek

gelişme potansiyeli mevcuttur. O söylüyordu ki, bu emsal 1% 'e düşer gibi, imparatorluk

uçuruma gidiyordu, toplumda ise durgunluk ve gelişmeden kalma hüküm sürüyordu. Elit ise

tabakaya ve kahinliyə çevrilirdi (7, s.13).

Modern neokonservatorlar bu teoriyi kabul ederek, ısrar ediyorlardı ki, elitarlıq demokrasi

için gereklidir. Fakat elitanın kendisi vatandaşlar için manevi ve ahlaki örnk olmalı, saygı

kazanmalı, bunun da sonucu olarak özgür seçimlerde belirtilmelidir.

Modern dünyada geniş yer almış demokratik elitizm teorisi (kavramı) değerlendirme

teorisinin temel hükümlerine göre. Onlarda Yozef Şumpeterin önerdiği demokrasiyi potansiyel

rehberlerin seçmenlerin güvenini kazanmak için rekabeti gibi anlatılıyor. Karl Manqeymin

yazdığı gibi, "demokrasinin özü ile antielitar akın getirmesine rağmen, sonuçta gerektirmez, elit

ve kitle ütopik derecede bərabərləşdirilsin. Biz anlıyoruz ki, demokrasi elitanın iptali ile

karakterize edilmez, ama o gerektirir, yeni yöntemle çekilmiş toplumda ortalı yeni

özünəanlayışlı elit eşit olsun ".

Ampirik çalışmaların sonucu olarak, demokratik elitizm tərfdarları kabul ederler ki, gerçek

demokrasi elitaya ihtiyaç duyduğu gibi, kitlenin politik faaliyetine de ihtiyaç duyuyor, çünkü

80

çok yüksek siyasi partiyalaşmalar demokrasinin istikrarını tehdit getirebilir. En önemlisi elitler

nüfus tarafından seçilmiş yüksek niteliklere sahip yönetici kadronun güvencesi gibi lazımdırlar.

Elit'in kalitesinden demokra¬tiyanın sosyal fiyatı bağlıdır. Rehber kat sadece yönetim

özelliklerine sahip olmalı, hatta demokratik değerleri savunmalı ve kütləlrə mahsus siyasi ve

ideolojik irrosionalizmin, duygusal narazılığın ve radikalizmin önüne almalıdır.

Kaynakça

1.Məmmədzadə İ.R. Küreselleşme ve modernleşme koşullarında felsefenin güncelliği

hakkında. Bakı, "Təknur", 2009, səh.220

2. R. Mehdiyev. Demokrasi yolunda: miras hakkında düşünürken. Bakü, "Doğu-Batı

", 2008, 791s. səh.154-15947.

3. Efendiyev ME Siyaset Bilimi. Bakü, "İlim", 2001, səh.491

4.Şükürov A. küreselleşmiş toplumlar: dün, bugün, yarın. Bakü, "Təknur ", 2006,

191s.

5. Нарта М. Теория элит и политика. М .: Прогресс, 1978. - 198 с.

6. Понеделков А.В. Политико-административная элита: генезис и проблемы ее

становления в современной России. М .: Росс. Акад. гос. службы при Президенте

РФ, 1995.- 64 с.

7.Политическая элита. политический ежегодник. Москва, «ОЛМА-ПРЕСС»,

2003, с.541. с.

8.Рахманов А.Б. Гаэтано Моска отец элитологии // Личность. Культура.

Общество. 2001.Т.З.Вып.З (9). - С.141-148.

9. Гаман-Голутвина Ö.B. Региональные элиты в постсоветской России Текст. /

О.В.Гаман-Голутвина // Российская Федерация. 1995. - № 10. - С.23-27.

10. Гаман-Голутвина О.В. Политическая элита: определение основных понятий

Текст. / О.В.Гаман-Голутвина // Полис. 2000. - № 3. -С.27-31.

81

KİTAP TANITIMI

JEO ENERJİK BAKIŞ: AB BAĞLAMINDA ENERJİ POLİTİKALARINDA JEO-ENERJİ ALANLARI

YAZARLAR:

Hasan SAYGIN ve Ceyhan ÇELİK

İstanbul Aydın Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2011,

179 Sayfa, ISBN: 978-605-4303-13-7.

Şebnem KÖSE

Enerji, günümüzde devlet politikalarının belirlenmesi ve dünyayı şekillendirmesi

bakımından çok önemli bir faktör haline gelmiştir. Hasan Saygın ve Ceyhan Çelik’in

Jeo-Enerjik Bir Bakış: AB Bağlamında Enerji Politikalarında Jeo-Enerji Alanları

başlıklı kitabı bugünkü enerjinin önemini, enerjinin uluslararası politikalara etkisini ve

dünya enerji güvenliğini incelemektedir. Kitap 3 ana bölümden oluşmaktadır.

Kitabın Birinci Bölümü Enerji Politiğine Giriş başlığıyla verilmektedir. Bu

bölümde devletlerin gücü ile enerji kaynakları arasındaki ilişki ele alınmaktadır.

Ülkelerin enerji politikalarına yaklaşımları, bunun uluslararası sisteme etkileri, alternatif

yeni yaklaşımların belirlenmesi işlenmektedir. Bu bağlamda, gücü elde etme

mücadelesinde temel unsur olarak görülen enerji kaynaklarının, Soğuk Savaş sonrası

dönemdeki mücadelenin ana teması olduğu belirtilmektedir. Günümüzde enerji

kaynaklarına ve enerji ulaşım yollarının kontrolüne sahip olmanın her zamankinden çok

daha fazla önem kazandığına ilişkin bilgiler verilmektedir. Petrol ve doğalgaz ile ilgili

mevcut olan Piyasa ve Kurumlar yaklaşımı ile Bölge ve İmparatorluklar yaklaşımı ele

alınmaktadır. Bu iki yaklaşımın özellikleri ve ayrıca farkları anlatılmaktadır.

Yaklaşımların yetersizliğinden bahsedilip, yeni bir perspektif olarak “Jeo-enerji Alanı”

ortaya koyulmaktadır.

Kitabın İkinci Bölümü AB ve Rusya Ekseninde Jeo-enerji Alanları başlığıyla

verilmektedir. Karşılıklı bağımlılığın yüksek olduğu AB - Rusya Jeo-enerji Alanı’nın

aktörleri arasındaki ilişkinin seyri, diğer alanları da doğrudan etkilemekte, hatta yeni

Jeo-enerji alanlarının oluşmasına neden olmaktadır. AB üye ülkelerin enerji üretim ve

Giresun Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Yüksek

Lisans Öğrencisi.

82

tüketim rakamları ile AB’nin petrol ve doğalgaz ithal ettiği ülkeler ve ithalat oranları

verilerek Birliğin Rusya’ya bağımlılığı gösterilmekte, bunun AB için sakıncaları dile

getirilmektedir.

Rusya, enerji kaynaklarını sadece devlete gelir sağlayan bir kaynak olarak değil,

dış politikada mutlaka kullanılması gereken stratejik bir unsur olarak görmektedir. Bu

bağlamda, kitapta ulusal ve uluslararası petrol ve doğalgaz şirketleri dile getirilirken

Rusya’da GAZPROM’un önemi dile getirilmektedir. Geçiş ülkesi Ukrayna ve

Belarus’taki boru hatları ile taşınan petrol ve doğalgaz anlatılırken, Rusya’nın bu geçiş

ülkeleriyle arasındaki enerji krizlerine değinilmektedir. Petrol ve doğalgaz krizleri, bu

önemli enerji kaynakları üzerinden gerçekleştirilen hesaplaşmalara dayandırılmaktadır.

Kitapta AB-Rusya Jeo-enerji Alanı’nda gündemdeki boru hatları projelerinin

ayrıntıları verilmektedir. Avrupa’ya enerji akışında Türk Boğazları’nın konumundan

bahsedilirken, Türkiye’nin aslında boğazların petrol taşıma kanalı olarak kullanılmaktan

kurtarılmasını istediği anlatılmaktadır. Bu isteği gerçekleştirecek mevcut projelere

ayrıntılı olarak yer verdikten sonra bu projelerin birbirine rakip projeler olduğunun altı

çizilmektedir. AB, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını, enerji arz güvenliğine yönelik bir

tehdit olarak görmekte, bu nedenle ortaya yeni Jeo-enerji Alanları çıkarmak

istemektedir. Bu bağlamda, kitapta AB-Norveç, AB-Kuzey Afrika, AB-Hazar

Havzası/Ortadoğu Jeo-enerji Alanlarından ayrıntılı olarak söz edilmektedir. Petrol

ihracatının %46,2’sini ve doğalgaz ihracatının da %55,3’ünü sadece AB’ye yapan

Rusya ise, ihracat yelpazesini genişletmek amacıyla Birliğe üye devletlere alternatif

Jeo-enerji Alanları yaratmaya çalışmaktadır. Bununla ilgili olarak Rusya-Türkiye/İsrail

ve Rusya-Uzakdoğu gibi Jeo-enerji Alanları anlatılmaktadır.

Kitabın Üçüncü Bölümü, Jeo-enerji Alanları ve Türkiye’nin Enerji Güvenliği

başlığıyla anlatılmaktadır. Türkiye, petrol ve doğalgaz rezervleri bakımından

çevresindeki ülkelere göre çok düşük miktarlarda kaynağa sahiptir. Ancak, dünyanın

ispatlanmış petrol rezervlerinin %72,7’si, doğalgaz rezervlerinin ise %71,8’i

Türkiye’nin yakın coğrafyasında yer almaktadır. Bu önemli jeopolitik konumu ile

üretici ülkeler ile tüketici ülkeler arasında doğal bir köprü işlevi görmektedir. Bu

bağlamda, incelediğimiz bu kitapta Türkiye’nin ana enerji politikaları ve stratejileri

verilmektedir. Türkiye’nin birincil enerji tüketiminde kaynakların payları verilerek,

petrol ve doğalgazın enerji ihtiyacındaki önemi vurgulanmaktadır. Petrol üretim ve

83

tüketim rakamları verilerek Türkiye’nin net bir petrol ithalatçısı olduğu söylenirken,

tükettiği doğalgazın ise neredeyse tamamını ithal eden Türkiye’nin bu konuda Rusya’ya

bağımlılığının her yıl katlanarak arttığı vurgulanmaktadır. Türkiye’nin 1980’li yıllarda

başlayan ve günümüzde de sürmekte olan özelleştirme politikaları nedeniyle, enerji

alanında çok başlı ve çok parçalı bir yapı içerisinde yönetilemez hale getirildiği dile

getirilmektedir. Enerjinin, kamusal hizmet anlayışıyla ele alınması gereken temel bir

altyapı hizmeti olarak görülmekten ve değerlendirilmekten çıkarılarak piyasalaştırılmış

olması eleştirilmektedir.

Türkiye’nin enerji tüketiminin 2020 yılında 282 milyon ton petrol eşdeğerine

yükseleceği tahmin edilmektedir. Ancak, çok düşük oranlarda petrol ve doğalgaz

rezervlerine sahip olan Türkiye’nin “21. Yüzyılın Enerji Merkezi” olma doğrultusunda

politika ve stratejilerini belirlemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Türkiye’nin enerji

güvenliğini sağlaması amacıyla kaynak ve güzergâh çeşitliliğinin temininin hayati önem

taşıdığı dile getirilmektedir. Türk Boğazları’nın dar olması ve taşıma kapasitesini

doldurmuş olması nedeniyle Türk Boğazları’nı baypas edecek alternatif boru hattı

projeleri tartışılmaktadır. Bu bağlamda kitapta, Samsun (Ünye)-Ceyhan Petrol Boru

Hattı Projesi ile Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı Projesi’nin son durumundan

bahsedilmektedir.

Bu bölümde ayrıca Türkiye’nin Güney Akım Projesi’ne onay verme sürecinden

söz edilmektedir. Türkiye için Irak-Türkiye Petrol Boru Hattı’nın öneminden söz

ederken, tam kapasite ile çalıştığında Türkiye’nin Bölgesel Enerji Merkezi olarak kilit

rolünü güçlendireceği söylenmektedir. Stratejik bir proje olan Nabucco Projesi için

Türkiye kilit ülke konumundadır. Türkiye için Nabucco, bir güven projesidir. Ayrıca,

Nabucco projesi Türkiye’nin AB yolunda en önemli ilerleme kriterlerinden biri olarak

değerlendirilmektedir. Son olarak ise Mavi Akım’ın Türkiye için olumlu ve olumsuz

yanları söylenirken, Türkiye’nin Mavi Akım projesindeki hatalarından

bahsedilmektedir.

Kitap için son bir değerlendirme yapacak olursak, verilen örnekler ve projelerin

son durumları hakkında bilgiler içermesi bakımından jeo-enerji alanının anlaşılmasını

ve yorumlanmasını güçlendirmektedir diyebiliriz. Elimizdeki bu kitap, dünya enerji

sektörünün, küresel siyasette ve ülkelerin stratejilerinde ne kadar belirleyici olduğunu

bizlere göstermesi açısından da önemli bir kaynaktır.

84

İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi

YAYIM ŞARTLARI

1. Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, uluslararası

hakemli bir dergi olup, Bahar ve Güz olmak üzere yılda iki kez yayımlanmaktadır.

Gerektiğinde özel sayılar çıkarılabilecektir.

2. Dergide başta iktisat, işletme, siyaset bilimi, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler

ve maliye alanları başta olmak üzere finans, yönetim organizasyon, muhasebe, sayısal

yöntemler, yöneylem, pazarlama, eko-nometri, çalışma ekonomisi, siyasi tarih,

uluslararası hukuk vb. alanlardaki Türkçe ve İngilizce makaleler, kitap tanıtım ve

eleştirileri ile örnek olay çalışmaları yayınlanmaktadır.

3. Dergiye gönderilen makaleler daha önce bir başka dergide yayımlanmamış,

yayımlanmak üzere gönderilmemiş veya yayım için kabul edilmemiş olmalıdır.

Herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş ve ya-yımlanmamış olan yazılarda,

toplantının adı, yeri ve tarihi dipnot olarak belirtilmelidir.

4. Makalelerdeki görüş ve bilimsel sorumluluklar yazar veya yazar-lara ait olup, dergi

ile hiçbir ilişkisi yoktur. Yazılar yayınlanmak üzere kabul edildiği takdirde dergi bütün

yayın haklarına sahip olur. Eserin yayımlanmasına karar verilmesi durumunda yazarlar

yayın haklarını dergiye devretmiş olurlar.

5. Dergiye gönderilen makaleler, ilgili editör tarafından şekil ve içe-rik yönünden ön

incelemeye alınmakta olup, genel olarak dergide ya-yınlanmaya uygun olup olmadığına

karar verilmekte ve daha sonra hakemlere gönderilmektedir. Makale o alandaki iki

hakeme gönderilir. Hangi makalenin hangi hakemlere gönderileceğine hakemlerin ve

ma-kalelerin ilgi alanlarına göre karar verilmektedir. Makaleyi değerlendiren

hakemlerin kimlikleri hakkında yazarlara, gönderilen makalenin kime ait olduğu

konusunda da hakemlere bilgi verilmez. Hakem raporları gizlidir.

6. Makalenin gönderildiği iki hakemden de olumlu görüş bildirilme-si durumunda

makale yayınlanmak üzere sıraya alınır. İki hakemden de olumsuz görüş bildirilmesi

durumunda makale hiçbir surette yayınlanmaz. İki hakemin birbirinden farklı görüş

bildirmesi durumunda makale üçüncü bir hakeme gönderilir; üçüncü hakemin vereceği

cevaba göre yayınlanmasına veya yayınlanmamasına karar verilir. Hakemlerden gelen

85

raporlara göre, makalenin aynen yayınlanmasına (kabul), düzeltme, ekleme veya

çıkarma istenmesine (düzeltme) veya yayınlanmamasına (ret) karar verilmekte olup bu

karar yazar veya yazarlara en çok 2 ay içerisinde bildirilmektedir.

7. Hakemlerin düzeltme yönünde görüş bildirmeleri durumunda ya-zara başvurulur

ve yazarın gerekli düzeltmeleri tamamlayarak gönder-mesi istenir. Düzeltme verilen

makaleler yazarı veya yazarları tarafın-dan belirtilen süre içerisinde düzeltilmedikçe

yayınlanmaz.

8. Gönderilen yazıların yayımlanma hakkı dergi yönetimine aittir. Dergide

yayımlanan yazılar, dergi yönetimin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde çoğaltılamaz ve

başka bir yerde (matbu olarak veya internet ortamında) tekrar yayımlanamaz. Dergiye

makale gönderen yazar, bu ilkeleri kabul etmiş sayılır.

YAZIM KURALLARI

1. Yayımlanan makalelerin uluslararası indekslere eklenmesinde so-run yaşanmaması

için özet ve anahtar kelimeler gerekmektedir. Bu sebeple dergiye gönderilecek

makalelerde mutlaka Türkçe - İngilizce Özet ve en az üç (3) en fazla beş (5) tane

Anahtar Kelime - Key Words bulunmalıdır. Ayrıca makalenin İngilizce başlığı, Türkçe

başlı-ğın altına eklenmelidir. Makaledeki tüm başlıklardaki kelimelerin sade-ce ilk

harfleri büyük yazılmalıdır.

2. Sayfa yapısı 17x24 olmalı ve çalışmanın tamamı 25 sayfayı aş-mamalıdır.

3. Çalışmanın ana başlığı tamamen büyük ve kalın harflerden, alt ba-lıkların sadece

ilk harfleri büyük ve tamamı kalın harflerden oluşmalıdır. Yazar (lar) sağa dayalı olarak

ad soyad belirtmeli, dipnot şeklinde çalıştıkları kurum ve e-posta adreslerini

vermelidirler.

4. Makale tam metin olarak word dosyası şeklinde gönderilmelidir. Kabul edilen

formatlar; doc, docx, jpeg, tiff, gif şeklindedir.

5. Makalede sayfa düzeni şu şekilde olmalıdır:

Metin boyutu

Dipnot ve Tablo boyutu

Paragraf aralığı

Paragraf girinti

86

Üst kenar boşluğu

Alt kenar boşluğu

Sağ kenar boşluğu

Sol kenar boşluğu

Satır aralığı

11 punto 9punto 6 nk 1.25 cm 3 cm 3 cm 2.5 cm 3.5 cm 1.25

5. Makalede Times New Roman yazı fontu kullanılmalıdır. Ancak bazı alanların

gereği olarak yazım esnasında özel font kullanılmış ise, bu fontlar makale ile birlikte

gönderilmelidir.

6. Kullanılan bütün kaynaklar makalenin sonunda "Kaynakça" adı altında

verilmelidir.

7. Yazım kurallarına uymayan makaleler değerlendirilmeye alınmayacaktır.

MAKALEDE KAYNAK GÖSTERME

Dergide, kaynak gösterme konusunda APA sistemi kullanılmakta-dır. Bu sebeple,

gönderilecek makalelerin aşağıdaki kaynak gösterme sistemine uygun olması

gerekmektedir:

Kitaplarda:

Metin içinde: (Goldgar, 2007: 13)

Eserin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:

Goldgar, A. (2007), Tulipmania: Money, Honor, and Knowledge in the Dutch Golden

Age, Chicago: University of Chicago Pres.

Makalelerde:

Metin içinde: (Hamilton, 1987: 153)

Makalenin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:

Hamilton, J. (1987), “Monetary Factors in the Great Depression”, Journal of

Monetary Economics, 19 (2), 145-169.

Tezlerde:

Metin İçinde: (Arıoğlu, 2007: 7)

Tezin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:

87

Arıoğlu, E. (2007), Firma Büyüklüğü ile Hisse Senedi Getirileri Arasındaki İlişkinin

Farklı Yöntemlerle İncelenmesi: İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında Uygulamalı Bir

Analiz, Basılmamış Yüksek Li-sans Tezi.

TABLO VE ŞEKİLLER

1. Tablo ve şekil açıklaması, Tablo 1: …………………

şeklinde 0 punto ile yazılmalı ve ortalanmalıdır.

2. Tablo içi metinler 9 punto, satır aralığı tek, paragraf aralığı 3 nk olmalıdır.

3. Tablo sayfaya ortalanmalıdır.

T.C. GİRESUN ÜNİVERSİTESİ

İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ

İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ

GÜRE YERLEŞKESİ

MERKEZ 28200-GİRESUN

Web: http://iibf.giresun.edu.tr/

E-İleti: [email protected]

TEL: (90) 454-310 1302