attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

95

Upload: tamam-yeter

Post on 04-Jun-2018

563 views

Category:

Documents


59 download

TRANSCRIPT

Page 1: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 1/192

Page 2: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 2/192

Page 3: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 3/192

r •  ; m

ATTİLÂ İLHAN'IN KİTAPLARI

Şiirduvar (4, basım)sisler bulvarı (4. basım)yağmur kaçağı (3. bafcım)ben sana mecburum (4. basını)belâ çiçeği (2. basım)yasak sevişmek (3. basım)tutuklunun günlüğü (2. basım)böyle bir sevmek (2. basım)

romansokaktaki adam (2. basım)zenciler birbirine benzemezkurtlar sofrası (2 cilt/2, basım)aynanın içindekiler

1/Bıçağm ucu2/sırtlan payı (2. basım)

3/yaraya tuz basmak4/dersaadet'te sabah ezanları (2. basım)fena halde leman (3. basım)

deneme/anıabbas yolcu (gezi notları)anılar ve acılar

l/hangi sol (3. basım)2/hangı batı (2. basım)3/hangi seks4/hangi sağ5/hangi atatürk

gerçekçilik savaşıattilâ ilhan'ın defteri

l/faşizmin ayak sesleriçeviri

kanton'da isyan (malraux)umut (malraux/3. basım)çalardı basel'in çanları (aragon)

aslımlar matbaası _ Ankara

4

«Bu kitaptaanlatılanlarıngerçek kişilerle veolaylarlahiç bir ilgisi yoktur.Onları ben,büyük bir aynanıniçinde gördüm.Üstelik ayna dumanlıydıve olmayan bir şehirdegeziniyordu.»

Page 4: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 4/192

Page 5: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 5/192

Page 6: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 6/192

İZMİR, NİHAYET YUNAN OLDU

İlk Yunan neferi, İzmir Rum halkının çıl-gınca tezahüratı arasında, dün sabah 07,50'de

İzmir rıhtımına çıktı.

İzmir Metropoliti Hrisostomos, Yunan sanca-ğını öperek, Efzun birliklerini takdis ederken,

gözyaşlarını tutamadı.

Atina (Reuter)

Bütün Yunan matbuatı, İzmir'in işgalini, büyükserlevhalarla bildirmişlerdir. Hususi muhabirlerinin

telgraflarını neşreden Atina gazeteleri, işgalin, İz-tnir'li Rum halkın coşkun tezahüratı altında yapıldı-ğını yazmaktadır.

Estia gazetesinde, hadise aşağıdaki şekilde nak-ledilmektedir: «İzmir'in kordon boyu, dünya halke-dildiğinden bu tarafa böyle bir manzaraya şahid ol-mamıştır. Sabahın erken saatlerinden itibaren, halkrıhtıma âdeta aktı. Geceleyin, muazzam bir tak-ızafer kurulmuştu. Üzerine Yunan askerlerine "Hoş.geldiniz" yazılmıştı. Caddelere, bütün duvarlara, ha-lılar serilmiş, çiçekler serpilmişti.»

«Sabahın erken saatlerinde, esasen limanda bu-lunan Averof ve Limnos harp sefinelerinden, bahriyesilahendazları karaya çıktılar. Fakat esas ihraç bir-likleri bunlar değildir. Averof'un ve Limnos'un silah-endazları, vaziyeti mürakabe altında tutmak için in,dirilmiş bulunuyordu. İhraç kıtalarını getirmekteolan nakliye gemileri, saat yediye doğru göründüler.Lonhi Sfendani, Nea Genea, Thyella, Themistocles,Syria ve Patris sefineleri, yedi buçukta limana gir-mişti. Evvela Patris İzmir rıhtımına yanaştı, Ru esnada

11

Page 7: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 7/192

r  ijb

İzmir'in bilumum kiliselerinde çanlar çalmaya baş-lamıştı. Rum Mızıkası da çalıyordu. Karaya ellerin-de Yunan sancağı ile ilk inenler Efzunlar oldu. İzmirMetropoliti Hristostomos onları karşıladı. Yunan San-cağını öptükten sonra, gözyaşlarını tutamayarak ağ-ladı ve karaya çıkan müfrezeleri takdis etti. Halk da

sürür gözyaşları dökerek. Efzunlara çiçek atıyordu.»«Saat dokuza beş kala, asıL ihraç kıtasını getir-

mekte olan sefine ler göründü. Rıhtıma ilk olarakSyria yanaştı. İşgal kuvvetlerinin ilk neferi, Syriagemisinden İzmir toprağına ayak bastı. Bu nefer,Çavuş Elefterios Katsulis idi. İzmir, nihayet Yunanolmuştu. Saat onbirde, rıhtımda yürüyüş kolu teşkileden Yunan kıtaları, Hükümet Meydanına doğru iler-lemekteydi. • O esna da bi r karış ıklık husule gelmiş,Müslüman halk arasından, ateş edenler tesbit edil-mişti. Yunan kuvvetleri derhal mitralyözle ateş ede-rek, mütecavizleri susturmuşlardır. Türkler arasındatevkifat yapılmış, tevkif olunanlar, Patris gemisinesevkedilmiştir. Hadisat esnasında iki Efzun neferinin

öldüğü bildirilmektedir: Basileos Deloris ile YorgoPapacostos.»

Çiçek Yağmuru Altında

Diğer taraftan, Atina'da Fransızca olarak neşre-dilen Le Messager d'Athene gazetesi, İzmir muhabi-rinden 15 Mayıs sabahı, saat 10.30 tarihi ile almış ol.cluğu aşağıdaki telgrafı neşretmiştir:

«Rıhtımlar insanla dolup taşıyor, tıklım tıklım do-ludur. Herkesin elinde Yunan bayrakları, çiçeklerledolu sepetler var. Hepsi sürür gözyaşları döküyorlar.İzmir'de şimdiye kadar böyle bir manzara asla gö-rülmemiştir. Bilumum balkonlar bayraklar ve çiçek-

lerle müzeyyendir. Sokaklara halılar serilmiştir. Halk,meserret içinde, sokaklarda sarmaşdolaş dans ediyor.»

«İlk Yunan neferi sabah 07.50'de kara ya ayakbastı ve hemen toprağı öptü. Dördüncü Piyade Alayı,çiçek yağmuru altında, resm.i geçit yaptı. Rum ka-dınları ve kızları, Yunan zabitler i ve neferl erininkollarına atılıyor, boyunlarına sarılıyordu.»

12

Mızrahi'lerin yalısında, akşamüs tü çay içmekâdeti, işgal donanması Boğaziçi'nde demirlediktensonra çıkmıştı. Şöyle böyle, altı ay oluyor. Abdi bey,kabul salonundaki saltanatlı duvar saatinin, ağırağır, 'alafran ga' saat beşi çaldığını işitmedi. Fesikaykılmış, tezgözlüğü sağ gözünde; Matmazel Hor-tense'ın, az önce eline tutuşturduğu pusulayı okuyor:

"Mo n cher ami, Union Française'de Rene'yemaalesef mülâki olamadım. Bundan ziyadesiyle mü-teessirim. Mamafih, Madam Sinos'un davetinde gö-rüşmemiz mümkîndir. Gece yalıya uğrayıp, agreablebir surprise dahi yapabiliriz. Bana çok hiddet etme-yeceğinizi ümid etmek isterim. A blentot. —Gülistan".

 Abd i bey kâğıdı avc und a bur uşt urd u, diş ler ini narasınd an Fra nsızca sövdü : "— Garce!. .* İhtimal,Prens Bragin'le Petrograd'da fink atmaktadır. Bizimi düşünecek?"

iki gecedir, humma içinde Gülistan'ı bekliyor:Fransız Yüksek Komiserliği'nden, sıradan bir sanıkgibi saklanmasına hacet olmadığını öğrenip bildire-cekti. Ne hayal! Gülistan Satvet'in ipiyle kuyuya ini-lir mi? Bunu savaş öncesinden, taa Paris yıllarından,en iyi onun bilmesi gerekir. "A hval adamda a kıt mıbırakryor, mon cher?".

'Sabık' Edirne Meb'us u Halıcızade ^Bacaksız' Abdi bey* *, günü n bir ind e gizl enmek zor und a kalabi -leceğini, hiç aklına getirmemişti. Niye getirsin? Fır-ka'nın, 'Düvel-i İtilâfiye'ye yakın kanadından. Adı, Se-

* «— Orospu!...»* Bkz.: 'Bıçağın Ucu', 'Sırtla n Payı'.

13

Page 8: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 8/192

lânik'ten beri, Cavıt, Cahit, Karasu, Nişim, 'Topal'Samuel'le birlikte anıldı. Daha geçen yıl, İsviçre'-deyken, ingiltere'yle 'münferit sulh' zeminini yokla-mıştı. Hadi Sadrazam Paşa'nın gözünü kin bürü-müş, doğruyu eğriyi seçemiyor, kurunun yanında ya-şı da yakacak; itilâf makamlarının, 'bâhusus' İngiliz

ve Fransız Yüksek Komiserlikleri'nin, 'müdebbir' dav-ranması, ilerde 'teşrik i mesai' edebileceği 'siyasişahsiyetleri' koruması 'münasip' düşmez mi?

Ne münasebet! Şubat'ta Hüseyin Cahid'i tutuk-ladılar. Abdi bey, Şura-yı Ümmet'e yazdığı kadar, Ta-nin'e de yazmıştı; yüreği oynadı ama, Cavit'e, Kara-su'ya ilişilmedikçe, özgürlüğünü güven altında görü-yordu. Mart'ta onlara karşı harekete geçilmesin mi?Karasu yakalandı. Cavit'le Yunus Nadi kaçıp, giz-lendiler. Abdi bey geri kalır mı? Soluğu Mizrahi'le-rin, gözlerden uzak yalısında alıyor. Teşrin-i sâni'de,Selanik'ten 'kadim ahbabı' Leon Mizrahi, Şark-ı Ka-rip Maadin Kumpanyası'nın Galata'daki yazıhane-sinde, ona ne söylemişti ; 'kötüsü gelirse', kapısının

ona daima açık olduğunu!O bunaltıcı Sonbahar günleri! Hindenburg Hattı

çöküyor. Filistin Cephesi'nde bozgun. Bulgarlar Mü-tareke istiyorlar. Yanlış hatırlamıyorsa, 'Müsü' Miz-rahi bu sözleri Cercle d'Orient'da tekrarladı. BelkiKüçük Kulüp'te. Fırka'nın 'demir müsellesi' Enver,Talât ve Cemal'in, Alman denizaltısıyla 'firar ettik-leri' günün akşamı. Abdi bey o zaman, kumral bı-yıklarını okşayan dostuna bakıp, gizlenmesi gere-kebileceğine asla inanmadığını, yüreği burkularakhatırlıyor.

Matmazel Hortense, istediği gazeteleri, Beyoğ-lu'ndan getirmiş. Böyle incelikler yapar. Akşam'da,

İngiliz İşgal Komutanlığı'nın 'tebliğ-i resmisi' gözüneçarptı :  "Miting memnuiyeti konuldu/İzmir'in Yunan-lılar tarafından işgalini tel'in maksadına matuf, Be-şiktaş ve Beyazıt mitinglerine dün izin verilmedi".İleri'de günün haberi:  "Saltanat Şûrası toplanıyor".Başyazı'nın 'serlevhası' anlamlı:  "Bize himaye lâzımdeğildir."  Paris gazetesi Le Temps'dn, Fener Rum

15 i 47

Patrik V.'yle 'mülakat',  "İzmir gibi, İstanbul da Yu-nan idaresine verilmeliymiş".  Ne kadar vahim!

 Abdi bey' e kals a, kol tuğ una gömülü p, gaze tele riokuyacak. Kapıda Riri'nin cilveli gülüşü :

— Abdi bey, çay hazır; sizi bekliyorlar.Fesini çıkarıp yürüdü : —Derhal geliyorum.

İçisıra düşünüyordu: "— ...zevahiri kurtaralım,ne de olsa Rosa'ya medyun-u şükrânız, gazete mü-tâleası tehir edilebilir".

Misafir olmadı mı, çay yalının 'mutantan' balko-nunda 'alınıyor'. Madam Rosa Mizrahi, kızları Ra-şel'I© Sara, 'Mürebbiye' Matmazel Hortense ve o. Ab-di bey çayd an 'hazzetm ez', scıbah kahval tılar ındadahi kahveyle yetinir, 'mutadı budur'. Neveser bualışkanlığını, 'âli tahsilini' Paris'te yapmış olmasınabağlıyor, Fransızların kahve düşkünlüğünü kapasıy-mış! Paris'teki 'menfâ hayatında' epeyce frenk alış-kanlığı edinmişse de, çaydan uzak duruşunun nede-nini, Abdi bey, içkiye 'inhimâkinde' bulur: "Çay tir-yakisi 'akşamcı' nerede görülmüş, mon cher?".

İki dirhem bir çekirdek, balkona geldi: sımsıkıarkaya taranmış, ortadan ayrık düz siyah saçları,briyantinden pırıl pırıl. Traşı sinekkaydı, yanaklarıhafif pudralı. Tekgözlüğü, denizden balkona vuranakşam aydınlığını yansıtıyor, sanki sedeftendir. RosaMizrahi, havagazı alevi gözlerini kısarak, saplı göz-iüğünün ardından, ona baktı:

— Bonsoir mon bey,  şu kekten bir lokma alırmısınız?  Goutez, je vous en prie!*   Miralay Morley,bu defa herhalde kusur bulamayacaktır. Mulatier'deyediklerinden, daha leziz olmamış mı reca ederim?

Riri, Sevres porseleni zarif fincanlara, sinsi birçay koyuyor: İçinde limon dilimleri, acı sarı. Aba'i

bey, kekin üzümlü tadı damağına hızla yayılırken,savaş boyunca bu yalıda 'Alman zabitânına' ikramedilen elmalı boğaçaları düşündü. Almanlara  strudel,ingilizlere üzümlü cake, Fransızlara  croissant,  İtal-

* «— Rica ederim, tadın.»

Page 9: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 9/192

r

yanlara  pizza!  "Misafir ağırlamakla, Madam Mizra-hi'nin, filvaki üstüne yoktur".

Camların önüne azametle kurulmuştu, içyüzünübilmeyen 'kraliça' sanır: giyinmiş kuşanmış, sırtın-da çini mürekkep mavisi rob, başında 'âbidevi' to-puz : yüzünü sağa sola çevirdikçe, elmaslı tarakları,

balkonu yıldız çakıntılarına boğuyor. Pera ve Şişli'sosyetesi', Rosa Mizrahi'nin, elmaslı tarakları ala-bildiğine ışık üreten katran siyahı topuzlarını, anla-ta anlata bitiremez. Bir de tabii, altın saplı gözlüğü-nün ardındaki, havagazı mavisi 'zehirli' gözlerini.

 Ara lar ınd aki 'hu kuk a' rağm en, yal ıdak i 'za rur imisâfireti' uzadıkça, Abdi bey eksikleniyordu. Sözüoraya getirdi:

...maateessüf Gülistan'dan sadre şifa haberalamadık : Matm azel le bir pusula göndermiş, Yüzbaşı Lariviere'i  g ö r e m e d i ğ i n i  bildiriyor. Bu vaziyettekorkarım ki daha bir müddet...

Rosa Mizrahi, bir el işaretiyle onu susturuyor:

—je vous en prie,  Abdi bey! Yalı sizindir: Leon birhafta varsa bir ay yok; mevcudiyetiniz bize kuvvetveriyor: böyle muhataralı bir zamanda, bir gündenbir güne ne olacağı belli mi?

Böyle 'muhataralı' bir zaman!... Abdi bey, bunayakın sözleri, İtilâf Donanması'nın Dersaadet'e gel-diği günün aksamı, 'Kara' Kemal bey'den işitm işti :"— Fikret'in bahsettiği 'devr-i şeâmet' şimdi başla-maktadır, dayan dayanabilirsen 'Bacaksız' Abdi!".Evde Terakki Apartmanı'nın Marmara'yı da kucakla-yan Nefti Salonu'ndaydılar, ellerinde rakı kadehleri.Savaş gemilerinin kıvılcımlı kara dumanı, denizinkum mavisi sisleriyle karışmış, şehrin öteki yakasınıgözlerden siliyordu. Herşeyde 'derin bir melâl', insa-

nın düşünme melekesini felce uğratan, bir kötümser-lik! Sabahtan beri camların önünden ayrılmamış olanNeveser, kesik öksürüğünü, çağla rengi ipek men-diliyle gizleyerek, 'elliyi mütecâviz sefine' saydığınısöylemişti. Fikret'in adı geçti ya, duruma uygun dü-şen birkaç mısraını, arkasından, fısıltıya yakın birsesle okuyor:

17

"Hazan, hazan... Yine sen, ey remîde fasl-ı hüzâl!Şu kırdığın mütehassis, nahif dallardanŞu döktüğün müteverrim, zavallı yopraklar,

—Zavallı acz-i hayat!—Bilir   misin nasıl izhâr-ı derd eder, ağlar?..."

Susup kalıyorlar. Oysa 'Hamidiye Kahramanı'Rauf bey, Mondros'ta mütarekeyi imzalayıp döndük-ten sonra, gazetelere ne iyimser demeçler vermiştiYeni Gün'de, Tasvir-i Efkâr'da okuduklarını Abdi bey,satır satır hatırlamaktadır:

"— ...devletin istiklâli, saltanatın hukuku kur-tarılmıştır. Bu mütarekenâme, galiple mağlup arasın-da akdedilen bir mütarekenâme değil, belki hâl-iharpten çıkmak isteyen iki müsavi kuvvet arasındaimzalanabilecek, müsâdemeleri nihayete erdiren birvesika mahiyetindedir."

Ya gazetecilerin soruları üzerine verdiği güven-celer : "— ...istan bul'umuza bir tek düşman neferiçıkmayacaktır. Tersânelerimiz işgâl olunmayacaktır.

Demiryollarına el konulmayacakt ır. Adana kurtul-muştur, vs., vs..."

"Kaderin istihzası mı?", işe bak ki, Teşrin-i sâ-ni'nin haftası olmadan, Britanya Donanması'ndanBasra torpidosu, Miralay Murphy başkanlığında birheyet getiriyor. Bir hafta sonra ise, itilâf Donanması,(Yunan kruvazörü Averof dahil), Dolmabahçe önün-de demirlemiştir. Üçbini aşkın itilâf askeri Beyoğlu'-na çıkar; mızıkasını döve döve, bir gün Fransız, er-tesi gün ingiliz birlikleri, sefarethanelerine kadar,gösteri yürüyüşü yapar. "Cadde-i Kebîr'i tanıyabilmekimkân haricindedir". Osmanlı'dan başka, hangi ül-kenin bayrağını ararsan, dalgal anıyor : İtalyan,Fransız, İngiliz, Yunan! Ermenisi, Rumu, Yahudisi,

alkış kıyamet!Çeşitli söylentiler, şehrin her köşesinden, havai

fişekler gibi uçuşuyor: İngilizlere daha 'mülâyim' ye-ni bir hüküme t kurul sun diye, Zât-ı Şâhâne, İzzetPaşa kabinesini istifaya zorlamış! Haydarîzade'yı,

 Ab dur ra lım an ve İzzet beyle ri, Tev fik Paşa, bu amaç-la kabinesine alıyormuş! Bu arada, Fransızların küs-

i 47

Page 10: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 10/192

tahlıkları: 'ganaim-i harbiyeden mâduttur' bahane-siyle, bazı özel romörkörlere 'bandıralarını toka et-miş', Beyoğlu cihetindeki bazı binalara elkoymuşlar.İngilizler aşağı kalır mı? Sefaret mensuplarını hima-ye bahanesine sığınıp, Middlessex Alayı'ndan 'tef-rik ettikleri dörtyüz silahendazı' Tepebaşı'na yollu-

yorlar. 'Siyaset mehafilinde', kimsenin ağzını bıçakaçmıyor. En hararetli İngiliz yandaşları, üzgün veumutsuz. Nasıl olmasın? İngilizciliği 'müsellem' SaitMolla, Askerî Ataşe Deedes'e, 'Britanya Yüksek Ko-miseri'nin, neden dikkati çekecek derecede soğukdavrandığını' sorunca, Türkçe bilen Deedes 'bey'açık açık demiş ki:

"— ...Türkiye'ye verilecek cezanın çok ağır ola-cağı hususunda, tek bir Türkün kafasında dahi, te-reddüt uyanmasını istemiyor da, ondan!"

Güz boyunca, Abdi bey'in evine 'bitâb' dönmedi-ği akşam oldu mu? Ne yanına baksa ürkütücü belir-sizlikler, karanlık olasılıklar! Şark-ı Karip MaadinKumparıyûsı'nın Galata'daki yazıhanesi'nde, çay,

kahve, cigara, geç vakitlere kadar Karasu'yla tartış-mışlar: ne yapmak lâzım? Cavit diyormuş ki,"— Vahdettin'in niyeti yeni bir Abdülhamid olmaktır.Biz münhasıran Cemlyet'e düşman zannediyoruz,fevkalâde yanlış, haddizatında Meşrutiyet'e düşman :ilk fırsatta Meclis-i Meb'usan'ı dağıtacaktır". Dağıt-madı mı?

Dönünce Neveser'i evde, hava elverişliyse tera-sın sonbahar kızılı çiçekleri arasında dalgın, değilse'Nefti Salon'da Almanca bir şiir kitabına eğilmiş bu-luyor. Başını kaldırdı mı, sağ gözü yine öyle tatlı şeh-lâ, gülümsedi mi, iki yanağında yine öyle iki gamze.İsviçre'den döneli daha mı 'ketum' oldu bu kadın?Başlarında dolaşan bunca belâya ilişkin, niye iki söz

söylemez? Abdi bey'in sabırsız, çabuk pariamayayatkın 'mizâcına', karısının 'tevekkülü' ve sâkinüği,fena halde batıyor: batmaz mı canım, 'rakısındanaldığı her yudum, hançeresinden şiddetli bir infilâktarrakasıyla geçmektedir'.

Şu dakika, 'infilâ k tarrak alarıyl a' boğazındançay yudum lan geçiyordu. Şöyle demli, tavşank anı

12

osmanlı çayı olsa, neyse! Yavan, ılık bir sıvı! Birdeniçinde bir tetik düştü : "— ...Allah kahretsin, Matma-zel Hortense'a evden haber sormayı unuttuk! Te-vekkeli, manalı manalı bakmıyor: Gülistan bahsindepürtelâş istintak et, 'helâline' gelince..."

Matmazel Hortense hep yapmaz mı, fındık çe-nesini çekip, boynunun bıngıl bıngıllığında kaybede-

rek, 'Terakki Apartmanı'na da uğradıklarını, maic-hance,  Madam Abdi'yi bulamadıklarını' söyledi. Ab-lak suratında, suçu Abdi bey'e yıkan bir ifade! Çayfincanını, küçük parmağını havada çengel yaparaktutmuş, bunca yıldır Dersaadet'te yaşadığı halde,kelimeleri hâlâ yerli yerinde kullanamıyor:

— ...çok çok maateessüf. Madam Abdi göreme-di ben,  parce-que  şehirde gittiler.  Var   hangi biraderien  Allemagne,  o gelmişi...

Ne, 'biraderi' mi gelmiş? Bir bu eksikti! Abdibey sözü Fransızcaya döktü, o zaman anlaşıldı kiNeveser, Almanya'da 'mühendis çıkan' kardeşi Ah-met Ziya nihayet gelince, onu gezmeye götürmüş-

İ

tür: Seyrisefain İdaresi'nin Akdeniz yolcu vapuru,aylardır yurtlarına dönemeyen 'talebelerim izi' dünİstanbul'a kavuşturmuş!

 Ahm et Ziy a'y ı Abd i bey' in şey tan lar ı hiç alm az-dı : hırçın bir çocuk, tutkusal , 'herşeyi mesele yap-makta müstesnâdır', ablasını olumsuz etkiliyor. Bir-birlerine öyle de düşkündürler ki, geçen yıl Neveser'iİsviçre'den almaya gittiğinde. Ahmet Ziya'yı son de-fa Züric h'te görmüştü. Helvetia Oteli'nde : ablasınıyolcu etsin diye, ta Berlin'den kalkıp gelmiş!

O ara Batı Cephesi'nde Picardie Muharebelerioluyor, demek Mart filan; General Ludendorf, altmışkilometrelik bir cephe boyunca, üç ordusuyla İngilizcephesine saldırmış; Le Journal de Geneve'de,Kronpriz komutasındaki Von Hutier Ordusunun, Ge-neral Gough'ın İngiliz birliklerini darmadağın ettiğihaberleri! Otelde hem yemek yiyor, hem söyleşiyor-lar; söz savaşın sonuçlarına döküldü, adamakıllıatıştılar: Ahmet Ziya bir Rosa Luxemburg'tur tuttur-muş; devrim Rusya'da patlak vermiş de, Almanya'-nın da eli kıılağındaymış, işin başını çekenler, Spar-

19

Page 11: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 11/192

takistler oluyor, Alman Bağımsız Sosyal DemokratPartisi'nin sol kanadı : yılbaşında işçi konseyleri mine kurmuşlar, bir sürü grev örgütleniyor! AhmetZiya'mn 'spartakistlik' dediği, düpedüz bolşeviklik,koca 'Rusiya'yı çökerten belâ! Abdi bey, çatalı bı-çağı atıp, açtı ağzını yumdu gözünü. 'Biçâre' Neve-ser, kocasıyla kardeşi arasında kalmış, etraft aki

yabancılara mahçup mahçup gülümsüyordu : iki ya-nağında, iki sevimli gamzesiyle!

Madcım Mizrahi, Miralay Morley'in armağan et-tiği ingiliz cıgaralarından, birini yakmaya davran-mıştı; Abdi bey, 'mondain' bir telâşla, ateş yetiştirdi.Bir cıgara da, o yaktı.

— 'Efendi hazretleri', nihayet teşrif edebilmişlerdernek?

Bunu, gözlerini kısıp, uzun parmaklarıyla du-manları edalı edalı dağıtan Rosa Mizrahi söylüyor:

 Abd ı bey' i, kay ınb irader iyl e 'şe hzad e' diye rek alayettiğini bilecek kadar, eski tanır. Arkasından, yarışaka yarı sitem, ilâve ediyor:

— ...ikametin izin uzamasından hâlâ şekvâcımısınız mon  bey?  Ablayla biraderin hasret giderme-leri, tahmin ederim ki bitmek bilmez! Bu müddetzarfında, 'Efendi hazretleri'yle burun buruna olmak-tansa, bizim buradaki rahatsızlığa katlanmak evlâ-dır!

— Teessüf ederim, Madam! Nezdinizde kalma-yı, her hâlde tercih ederim; bunu tekrara hâcet mivar? Endişem, misafirperliğinizi suistimal endişesioluyor, bâhusus taşıdığım 'ittihatçı' şâibesiyle...

Mizrahi'lerin yalısında akşam çayı müzikle bi-terdi. Gün batımı, Boğaz'ın karşı yakasına haşhaşpembesi kuşlar uçurup, bilinmez hangi öfkeyle akansuları eflâtuna döndürdü mü; saplı gözlüğünü 'ah-

kâmla' gözlerine götüren annesi, Raşel'i o an görü-yormuşçasına tepeden tırnağa şöyle bir süzer, pi-yanoya geçmesini isterdi. Artık ya Chopin'den, yaFaure'den, ya Debussy'den 'birşeyler' çalınacaktır:belki insanın yüreğini, yumuşak tüylü parmaklarıylavarla yok arası elleyen bir   'berceuse',  belki ilk genç-lik yıllarında kalmış sevdaları, 'tedavisi gayr-ı kaabil

12

derin gönül yaralarını tedâi ettiren bir 'noctume',mutlaka duygusal, Madam Mizrahi'nin iri kemikli,köşeli ve katı kişiliğine ters düşen, 'munis', 'göğüsgeçirmeleri intâç edebilecek', dokunaklı bir parça!

'Mucib-i merak olan husus', Raşel'in üst üstekaç akşamdır, göstermekte direndiği acayip 'istiğna';

sanki 'valdesinin bir işaretiyle derakap salondakikuyruklu piyanoya şitab eden' kız çocuğu, başkası-dır. Sol kaşını hafifçe yukarı kaldırıyor, kalınca,'adeta fistolu' dudaklarını büzerek, bin türlü bahanebuluyor: yorgun imiş, Beyoğlu gezmesinde 'pakettaşımaktan' dermanı kalmamış, hiç keyfi yok imiş,daha neler neler. Matmazel Hortense'ın ölü balıkgözlerini iri iri açması, Madam Rosa'nın üstü örtülüöfkesi 'kâr etmiyor'. Abdi bey, müdahale etmedikçe,Raşel piyanonun başına gitmeyecek. "Filhakika, bek-lediği onun ricasıdır", önceki gün, dün böyle olmuş-tu; bu akşam da böyle oldu. Abdi bey, tekgözliiğünüeline alıp, 'en müşfik sesiyle', çaldığı parçaların'mustarip ruhuna teselli verdiğini' söyler söylemez,

Raşel'in suratında 'vahşi bir şetaret' belirdi:— Siz, deyip kalktı, arzu ediyorsanız, o zaman

başka!Madam Mizrahi'yle Abdi bey, ilkin birbirlerine,

sonra salonun loşluğuna uzaklaşan Raşel'in 'mevzûnendamına' bakıyorlar. Son aylarda ne kadar boyattı, 'hâl-ü-etvârı valdesini andırmakla beraber', boş-luğu kaplayış biçiminde mi, hareketlerindeki kışkırtı-cı esneklik ve yumuşaklıkta mı, neredeyse, 'dikkatiderhal celbeden, cinsî bir câzibe' gizli: anne ve kız,aynı kemikli yapıda, fakat Rosa Mizrahi'deki katılıkve köşeiilik, Raşel'de 'elâstikiyet ve seyyaliyete' dö-nüşmüş; denilebilir ki, annesi 'adetâ hendesî birmevcudiyet', kızıysa 'şehvetle terâvetin karışarak

cismanileştiği beşerî bir muhasala!' Abd i bey, Miz rah i'l ere eski ziy are tle rinde (Se-

lânik yılları, 'Hürriyet ilân edilmiş', şehir yere göğesığamıyor, yürekleri umutla dolu) fişek halinde pa-ketlenmiş, metelik metelik Nestle çikolatası getirdiği'gök gözlü Raşel'i, böyle 'nevamâ kadın' görünceyadırgıyor. Kaç yaşına bastı bu kız, pek pek onbe-

21

Page 12: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 12/192

şine, 'lâkin göğüsleri kâmilen teşekkül etmiş olup,kalçaları fevkalâde rabıtalıdır, simâsında muhteme-len pederinden müdevver esrarengiz bir mana mev-cut —ki valdesinde asla olmamıştır— herhangi birerkeği mıknatıs gibi taht-ı tesirine alıyor.'

 Abd i bey, bıça k sırt ı dud akl ar ı ara sın dan, cıga -rasının dumanını ince ince kıyarak salıverdi. Anlam-lı anlamlı Rosa Mizrahi'ye baktı, Matmazel Horten-se'a işittirmeden :

— Ma foi,  dedi, kerimeniz valdesini asla inkâretmeyecek  ma chere.

Madam Mizrahi ciddileşiyor: — Sizi evvelce deikaz etmiştim, lütfen ondan uzak durunuz  mon  beyiYegâne emelim, kızımın bir hanımefendi olarak ye-tişmesidir.

— Ona ne şüphe Madam, ona ne şüphe!Birden piyano. Yalının, misafir olmayınca biraz

loş, epeyce hantal 'kabul salonu', cam ipliğindenörülmüş, 'revnaklı' salkımlarla donatılıyor. 'Tumtu-

raklı' mobilyalarına, her tınlamayı emmeye hazır Şi-raz ve Buhara halılarına rağmen, boşluğu sırt üşütensalon, gözlerin seçemediği 'fevkal'beşer' bir hare-ketle kıpır kıpırdı da, sanki müziğin büyüsü 'sırrınıayân eyledi', akşam aydınlığının, büyük pencereler-den iç duvarlara çarpan kızıl dikdörtgenlerine kimdalsa, belleğindeki imge birikiminden şaşırtıcı özet-ler görüyor.

En çok da, Abdi bey. Son yılları öyle bitirici birçarpıntıyla yaşayıp, öyle yıldırıcı bir hızla öğütmüşki; "bir raddesinin üzerinde dahi, lâyıkıyla durup',düşünememiş; 'hareket ve ef'alini' aklın terazisiyletartamamış! Mizrahi'lerin yalısında saklanmaya baş-layalı, ağır ağır, yoğun bir bataklığa gömülürcesine

içine gömüldüğü sürekli durgunluk, onu acele yaşan-mış yıllarını gözden geçirmeye zorluyor. «Haddiza-tında maziyle iştigal, abesle iştigale müsavidir, te-fekkürün kanatları istikbale açık bulunmalı", ama,ya köprüler 'kâmilen' atılmış bir 'uzlet köşesinde'kıskıvrak sıkıştırılmış isen ne halt edeceksin?..

O zaman, piyano sesiyle canlanan eski resimler:On, onbir yaşlarında mı? Paydos çalmış, Alliance

22

İsraelite okulundan dağılmışlar. Selânik'e çamurlubir kar yağıyor. Yalılar'a çıkan yol, vıcık vıcık. Yaşçaakranı, boyca uzun, üç beş çocuk, çantasını elindenkapmış; birbirlerine atarak, onu deli ediyorlar. Abdi,hepsinden kısa olmanın utancı ve öfkesiyle, ondanona koşuyor, çantasını kurtarmaya çabalıyor ama,

'ne mümkin?', boyu yetişmiyor ki! Çocuklar, her atı-lımını boşa çıkarıyor, bağıra çağıra onunla alay edi-yorlar :

"Bacaksız Abdi,dolmayı kaptı,dolma sıcaktı,ağzını yaktı."

Yoo hayır, çocukluğunun Selânik'inde değil, de-likanlılığının Paris'indedir. 'Netâmeli' bir sis, bulvar-ları 'kâbus gibi' sarmış. Akşamın dumanlı 'melâli'içinde havagazı lâmbaları, 'efsunkâr' mavi çiçekler.

 Abdi , han idi r 'ku r yap tığı ' Arm and e'i öpe cek . Ar-

mande güçlü kuvvetli kız, boyca ondan en az ikikarış yüksek, kızı öyle büyük bir şiddet ve hızla ken-disine doğru çekmiş ki, aralarında 'âdeta bir müsâ-deme' oluyor, Armande onu acıyla iterek "— Boyu-nuzun kısalığını, diyor, böyle 'şedit' davranmakla mıörtbas etmeye çabalıyorsunuz?."

Yoo hayır, 'hürriyetin ilânını müteakip' Selânik'te'Cemiyet'e kabulü yapılıyor. 1323 mü? Yüzbaşı Vo-dina'lı 'Çopur' Hayri bey'le, Olimpos Birahanesindebuluşmuşla r; aylardan Eylül. İkindi'den beri sinsisinsi hazırlanan yağmur, onlar Tramvay Caddesi'neçıkar çıkmaz indiriyor. Saçak altlarına, kapı kemer-lerine koşuşan, akşam kalabalığı. Tramvayların cam-ları, şimşek yalazıyla, bir zümrüt yeşiline çalıyor,bir kükürtlü eflâtuna. Abdi bey'in yüreği sıkışık, so-luğunda daralma : geçen sene, mason locasına kay-dolurken, benzer bir heyecan geçirmedi mi?

Vodina'lı 'Çopur' Hayri bey, —Allah rahmet ey-lesin—, üstlerine başlarına mercimek tanesi gibiavuç avuç serpilen yağmura aldırış etmeksizin, arasokaklarda onu epeyce dolaştırıp, Kapalıçarşı'ya ya-

12

Page 13: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 13/192

kın 'muhkem' bir binanın kapısına getirmişti. Tokma-ğı vurup, önce "— Mûin!" , arkas ından üç kere"— Hilâl!" diye sesleniyor. Parola bu. Kapıyı açıyor-lar. Eşikte, 'Delil'in 'mukadder' sorusu : "— İttihat veTerakki Cemiyeti'ne girmekte mtıssır mısınız?"Namzed'in, daha az 'mukadder' olmayan cevabı:"— Mussırım!". Bunun üzerine, içeriye giriliyor. Işığı

az, 'rutubetli' bir odada, Abdi bey'in gözlerini bağla-yıp, elinden tutar ak başka, galiba daha geniş birodaya geçiriyor, bir iskemleye oturtuyorlar. Ne birses, ne bir nefes, pencerenin pancurlarında yağmu-run 'muttarit' darbeleri.

Birden, kimden çıktığını yıllar boyunca merakedeceği 'davudi' bir ses yükseldi, dedi ki: "— Kar-daş, Cemiyet'imize dahil olmak arzusunu izhar et-mişsin, bir arkadaşımız seni tezkiye etmiştir, biz dekabul eyledik, lâkin usuldendir, bir kere daha sora-cağız : ısrarınız bâki midir ?". 'Namzed'in onayı ndansonra aynı 'a'avudî' ses daha da 'mehâbet' kazana-rak devam ediyor: "— ...kardaş, sağında Kur'an-ıazim-üş-şân, solunda bir rovelver durmaktadır, aya-ğa kalkarak sağ elini Kitabullah, sol elini rovelverüzerine koy, dühul yeminini bizimle birlikte tekrarla!"

Yemin sona erince, 'Delil' Vodina'lı 'Çopur' Hayribey, gözlerindeki bağı çözmüştü. Abdi bey, alacaka-ranlıkta hiçbir şey seçemedi. Yavaş yavaş uzun birmasa belirdi; ardında, kırmızı cübbeler giymiş, su-ratları siyah maskeli, 'heyülâ gibi üç şahıs'... Du-vardaki Cemiyet armasının önünde durmuşlardı.'Davudî' seslisi ortadakiymiş, (ama kim?), son ola-rak, Abdi bey'in 'ömrübillâh' unutamayacağı o deh-şet verici cümleyi söy lemişti : "— Cemiyet, ihan etiasla affetmez! Böyle bir keyfiyet vukuunda, akıbeti-niz mutlaka ölüm olacaktır." Böylece, daha Paris'-

teyken hizmetine gönüllü koştuğu Cemiyet'in 'aza-yıaslisi meyânına' girmişti. Sessizce çıktılar ki, yağmurdinmiş.

Teşkilât-ı Mahsusa'nın 'Kısm-ı Harici'sine ayrılın-ca, Halil Paşa'nın 'maiyetinde' Sunusi'lerle çalışırken,daha sonra Trablusgarp'ta şehit düşen, Vodina'lı 'Ço-

25 i 47

pur' Hayri bey, Olimpos Birahanesi'ne dönüp olayıkutladıkları sırada demişti ki:

"— Bre Abdi bey, dinin aşkına bu yemini ciddiyeai, komitacılık başka şeye benzemez, şakaya taham-mülü yoktur, bilesin!"

Giderek soğuk bir su serpintisine yozlaşan yağ-mur, ortalığa garip bir kış serinliği getirmişti. 'Adeta'

ürperdiler.Fakat, hayır: Dersaadet'in bütün minarelerinde

'Salât-üs- selâm', Devlet-i Aliyye, Enver'in akıllaradurgunluk veren 'emrivaki'siyle, Almanların safındaharbe katılmış; Abdi bey 'vaziyeti bertafsil tahkik *maksadıyla' Maliye Nezareti'ne, Selâni k'ten 'ref ik iazizi' Cavit bey'in yanına gidiyor: İngiltere Temsilci-si Sir Adam Block, Osmanlı topraklarını terketmekzorunda bırakılmış, Cavit'le 'istifsarda bulunmuşlar','herif' içtenlikle demiş ki:

"— ...bu harbi Merkez ittifakı kazanırsa, Os-manlı mülkü Almanların müstemlekesi olacaktır; yokİtilâf devletleri kazanırsa, parçalanacaktır!"

 Açık lanma sı zor bir 'kehanet ' mi, yoksa geçenyıl bolşeviklerin 'ifşa ettikleri' Sykes-Picot anlaşma-larına, daha o tarihte 'vâkıf olmanın sağladığı, birkurnazlık mı? Bilindiği üzere, bu anlaşmalar, Osman-lı Devleti'nin 'taksimini' öngörüyordu.

 Acaba müzik sürse, Abdi bey'i n 'tah ayyü lâtı 'uzar mıydı? Büyük bir olasılıkla, evet! Fakat, sürme-di. Riri, kırıla döküle, komşu yalıdaki 'hanumların'Madam Mizrahi'yi ziyarete geldiklerini haber veri-yor. Abdülhamid 'vüzerasından' Allahlık bir Paşa'-nin (Preşova'lı Besim Paşa mı?) tombul 'refikasıyla',Soeur'lerde okumuş, 'alafra nga' küçük 'kerimesi' ! Anne 'zev ahiri kurtarsın' diye geliyor, gerçek ziya-retçi kocasını ilk Çanakkale savaşlarında kaybetmiş

olan Şehbâl hanım : aile çevreleri g itti kçe daraldı-ğından umudunu kesmiş, Mizrahi'lerin aracılığıyla'muhit edinmeye' çalışmakta, besbelli yeni 'izdivaç'olanaklarının ardında koşmaktadır. Gönlü şen, fı-kırdak bir tâze, Madam Mizrahi'yle sürekli Fransızcakonuşur, 'nâmahrem'den kaçmaz, arasıra cıgara bi-le tüttürüyor. Allah da biliyor ki Abdi bey, başka za-

Page 14: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 14/192

man olsa, 'maalmemnuniye' yanlarında kalır, Şehbâlhanım'la 'muhabbeti takviye ederdi', 'Hasba, ağleb-iihtimal, izdivaca müncer olmayacak bir rabıtayı datecviz etmektedir", ne var ki gazetelerini odasındabırakmıştı, bir an önce salondan kurtulmak, onlarınbaşına dönmek istiyordu. Misafirleri n gelişini 'vesileittihaz etti.'

Gazetelerde onu bu kadar ilgilendiren nedir?Dersaadet'in düşman çizmesi altında, nasıl ezildiğimi? Yoksa Sultan Vahdettin'in Meclis-i Meb'usanyerine geçirmeye çalıştığı, Saltanat Şûrası'nda nele-rin konuşulacağı mı? Ne münasebet! Abdi bey, sonbirkaç gün 'zarfında' ittihatçı 'tevkifatı' olup olmadı-ğını merak ediyor. Onun için bu, 'bir hayat mematmeselesidir.'

'Damat' Ferid Paşa'nın nihayet Sadrazam oldu-ğu günlerdi. Martın başları, 'Payitaht' büyük bir tu-tuklama dalgasıyla çalkalanıyor. Birlik 'başmuharri-ri' Hüsnü Faik bey'le, durumun ne yönde gelişebile-ceğini, Novotni'de konuştular. Hüsnü Faik*, genç

ama 'matbuatın güzide şahsiyetlerindendir', gözaltı-na alınıp Bekirağa Bölüğü'nde bir hafta kadar alı-koymuşlar, 'kefalete rapten tahliye edilmiş'. Birası-nın köpüklerini 'fütursuzca' üfleyerek, diyor kl:

"— ...bu defa yakayı sıyırmaya muvaffak olduk,bir dahaki sefere affetmezler; Celâl Nuri'yi, AhmetEmin'i nasıl sürdülerse, öyle süreceklerdir. Vaziyetgün geçtikçe ciddileşiyor. Dersaadet Divan-ı Harb-ıÖrfî'si hakkında çıkarılan kararnameye bir atf-ı na-zar edebildiniz mi? Felâket! Saray'a merbut birkaçPaşa, bir sürü Ermeni, Rum vazifelendirilmiş! Alem-dar'ın neşriyatını da gözönünde tutarsak, akıbetinne kadar karanlık olduğu, zannımca tavazzuh eder.Esasen Refii Cevat..."

Refii Cevat, 'kin ve gayz kusan' yazılar yazıyor-du : ".. .sehpa lar bu adamlar a lâyık değildir. Kopa-rılması iktiza eden başları kütükler üzerinde kesilip,günlerce senk-i ibrette kalmalı". Bu sözler Abdi

* Bkz. :  'Kurtlar Sofrası', 'Yaraya Tuz Basmak'.

12

bey'in rüyalarına giriyor, uykularını kaçırıyor. Üstüsteüç gece, aynı kâbusla uyandı: ağzı kanlı bir balta-dan yansıyan güneş, gövdesinden ayrılmış 'bîçare'başı üzerinde oynaşmaktadır. Ağzının iki ucu aşağı-ya çekilmiş, sol kıyısından çenesine uzayan kahve-rengi bir kan şeridi.

Dahiliye Nazırı Cemil Bey'in, Fransızca Le Mo-niteur Oriental gazetesine demecine ne demeli? 'İt-tihat Terakki sekiz yüz bin Ermeniyi öldürmüş, yüzbin Rumu yerinden yurdundan etmiş, dört milyonTürk'ünse ölümüne neden olmuş, bu ağır sorumlu-luğun hesabı mutlaka sorulacak, ağır yürüyen mah-kemeler hızlandırılacakmış.'

Hüsnü Faik, 'gümrah kaşlarını' alnına kaldıra-rak, alçak sesle konuşuyordu, fakat gözleri ateş sa-çıyor, hareketleri azimli:

"— ...'harb mücrimi' ithamıyla rastgele 'ittihat-çı' derdest edecekler. Cemiyet'le, Fırka'yla alâkasıolan herkes tehdit altındadır: ama uzak, ama ya-kın! Ermeni meselesi, başımıza büyük gaile açabilir:İngiliz Kumandanlığı'nda, bir Ermeni/Rum Masası ih-das edilmiş, şikâyet toplanıyor. İşgal makamları, Ba-bıâli'ye müracaat ederek, Ermeni Tehciri mes'ulleri-nin, —tecziye edilmek üzere— taraflarına tevdiinitalep etmişler. Bir kere bu yola girilirse, hâlimiz du-man : iki paralık bir Ermeni'nin şahitliğiyle hadi tan-tuna..."

Novotni'nin tenha bir saati. Dipte bir masada,birkaç İngiliz bahriyelisi, taze bağdemler gibi ağarı-yor: özenli giyinmişler, tüysüz yanakları kız pembe-si! Abdi bey, içlerinden birisine takıldı: 'burnununucu lâtif bir şekilde havaya kalkık, çenesi zarif birnevcivan'. Hüsnü Faik bu derece önemli şeylerden

söz etmeseydi, acaba bir kolpasını bulup..."— ...Dahiliye Nezareti feci tazyik ediliyor. Ca-vit bey, Yunus Nadi, mutlaka yakalanmalıymış! Da-ha fenası, 'tevkifini zaruri addettikleri altmış kişininlistesini' Babıâli'ye vermişler, bu demektir ki önü-müzdeki günler zarfında..."

"Altmış kişilik bir liste ha!" Saklanmaya kararvermesinde, duydukları ne kadar etkili olmuştur, Ab-

27

Page 15: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 15/192

rdi bey kestiremiyor. Olmuştur elbet, Hüsnü Faik'in'istihbaratı' yabana atılmaz, "Emniyet-i Umumiye'-de, nezaretlerin hemen köftesinde, mutemet adam-ları vardır", dediklerine kulak kabartacaksın!... "Alt-mış kişiyse yandık, bunca gammaz arasından, Halı-cızade 'Bacaksız' Abdi bey'i gammazlayan biri de

çıkmıştır şüphesiz!" Gerçi Fırka'nın önde gelen 'şah-siyetlerinden' asla sayılmadı, (buna içerlerdi biraz,)Ermeni sorununa gelince, uzunca bir süre 'malûma-tı olmamıştı', yalnız savaş ortasında bir gece, 'Mek-teb-i Mülkiye müderrislerinden Yetvart Hagopyaniçin', Karasu'yla gidip Cavit 'nezdinde, tavassuttabulunmuşlardı': Beyrut'a mı nereye gönderiliyormuş,tehir edilemez mi? diye. Bu davranışı, olsa olsa,'lehine' yorumlanmak gerekir ama, Karasu'nun tu-tuklandığı, Cavit'in arandığı aklına gelince, içine birkurttur düşüyordu. Düşünmüş taşınmış, Mizrahi'lerinyalısına sığınmaya karar vermişti : neredeyse iki ayoluyor.

Yeniköy'deki bu 'mükellef yalı, Nevşehir'li 'Da-

mat' İbrahim Paşa döneminde yaptırılmış, 'ehl-i ke-yif bir Reis-ül-küttap tarafından. Lâle Devri beğeni-sinden belirgin izler taşıyor: iki kat, iki kanat, tavan-ları minyatür işlemeli, içi dışı lâle motifleriyle 'mü-zeyyen'; 'müteellim bir kadın tavrıyla Boğaziçi'ninmavi hülyasına dalmış', 'fevkalâde zarif ve kullanışlı'bir yapı; hele 'yol güzergâhındaki bahçesi, âdetacennet'.

Madam Mizrahi, Abdi bey'e 'denize nâzır' misa-fir yatak odasını, olmazsa 'Mavi Oda'yı önermişti; o,yanaşmadı, bahçe üzerindeki 'mütevazı' odalarda nbirisini yeğliyor; nihayet, 'musiki icrası veya tefek-kür için' ayrılmış, o kadar da kullanılmayan bir oda-da karar kılıyorlar. Böylelikle Abdi bey, 'mütecessısnazarlardan' uzak olacağına emindir, iki geniş pen-cereden yalının yol üzerindeki 'cümle kapısını' kol-layabildiğinden, herhangi bir baskın olasılığına karşı,burasını daha güvenli buluyor. 'Hin-i hâcet'te, tezdavranıp savuşabilir de...

Odasına girdiği an, prizma renkleri yansıtan,yoğunluğu yüksek bir sıvıya batmış oluyor, içerdeki

28

aydınlık, bahçedeki servilerin nefti, çınarların tozluyeşil yapraklarından süzüldüğü için, sanki somutlaş-makta, hele akşamüstleri, saydam ve kıvamlı bir tor-tu halinde tabana çökmektedir . O zaman, 'Parismenfasında' sık sık hışmına uğradığı, yurtsamayıandırır, buruk bir içlenme gönlünü kaplıyor; bu du-varları silme kitap, 'nisbeten' eprimiş mobilyaları

Ceneviz kadifesi kaplı; 'düz' piyanosu, 'salıncaklıkoltuğu, yüksek pirinç karyolasıyla hayli 'frenk' oda-ya, yabancılaşıyordu. İyisi mi, Matmazel Hortense'ıngetirdiği gazetelere sarılır, Patrikhane Vekili Dorot-heos Efendi'nin Le Temps gazetesine 'beyanatını',İleri'deki Saltanat Şûrası dedikodularını okuyarak,avunur. Değil mi ki bugün 'tevkifata müteallik' birhabere rastlanmıyor.

Böyle odasına çekildiği akşamlar, 'Kabul Salo-nundaki' saat 'alafranga' yediyi çaldı mı, Riri, gü-müş bir tepsiye içkisini hazırlayıp, kırıla döküle ge-tirirdi ; kristal sürahide su, karafakide Umurca rakı-sı, biraz fıstık, bir avuç tuzlu leblebi. Okumaya iyicedalmıştı ki, kapı. "Vakt-i kerahet geldi mi? Hayret".Tepsi ve üzerindekiler aynı ama, bu akşam getirenfarklı: Riri'nin yerine, kapıdan 'o garip seyyaliyeti,sinsi cinsî câzibesiyle' Raşel giriyor. Giriyor mu, oda-daki akşam aydınlığının yoğun sıvısına, değişik, ef-lâtuna çalar mavi, daha kıvamlı bir sıvı gibi katıhyormu, belirsiz. "Vakıa, telkin eylediği seyyaliyet intibaıo derece kuvvetlidir ki, tepsinin taşınmayıp, kesif birmayi kitlesi üzerinde yüzdüğü zehabını uyandırmak-tadır". Böyle bir şey nerede görülmüş?

Kısa boyluların çoğu yüksek sesle konuşurlar. Abdi bey de 'hayr anlık la müte râfık hayr eti ni' bağıraçağıra açıklıyor:

— Vay efendim, vay! Matmazel artık büyümüş,

Matmazel Abdi bey 'amcasına' hizmet ediyor, şükrâ-nımızı acaba nasıl ifade etsek?Tümsek elmacık kemiklerinin ardına sinmiş ha-

vagazı mavisi bir çift göz, kalın bir kirpik kalabalı-ğının arasından, zehirli 'şualar' yayıyordu. Sol kaşıalnında yükselmiş, 'esrarengiz bir istifham' çizmişti.

 Abdi bey'i aşmış boyuyla, Raşel, bir kız çocu ğundan

12

Page 16: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 16/192

çok, 'körpecik' bir kadını andırıyor. Besbelli bu yüz-den, 'seneler senesi, pederâne bir şefkatle öptüğü,kayısı teravetindeki bu teni' öperken, Abdi bey'iniçi fena halde karıştı: karanlık ininde cinselliğin yı-lanı usul usul kımıldıyor. "Parmak uçlarında, luzûcîbir mayiin teması". Fakat o ne, ne yapıyor bu kız?'Cinnet mi getirmiş?'.

Bu arada Raşel büyük gardrobun, yeşil göl dibiaydınlığı dağıtan 'endam aynasına' akmıştı, 'mağrurve muzaffer, mevzun genç kız hayalini' seyrediyor.Seyretmekle kalsa iyi: önce kollarını göğsü üzerin-de çaprazlayıp, sonra uzun, annesinkilerinden fark-sız kemikli elleriyle, omuzlarından kollarına, kolla-rından beline, belinden kalçalarına, her yanını 'adeta'okşuyor. Aynanın büyülü yeşil aydınlığı içinden, ze-hirli mavi bakarak, diyor ki

— Lütfen söyler misiniz, hangimiz daho güze-liz : ben mi, yoksa Matmazel Satvet mi?

Cevabını, dudağını büker ek, k endisi v erdi :— ...ihtimal onu beğenirsiniz, içtiğiniz su ayrı git-mediğine göre!

 Abd i bey rak ısından ilk yud umu nu almış, cıg arayakmaya davranmıştı. Sönmüş kibrit elinde, öylecekaldı. Raşel, erken gelişmiş kadınlığıyla, GülistanSatvet'le arasındaki 'rabıtayı' nasıl da sezmişti? Bu-na şaşıyor, hele yaptığı 'mukayesede' kendisini Gü-listan'ın karşısına koyması, şaşkınlığını artırıyordu.Tekgözlüğünü gözüne yerleştirip, ona 'erkekçe' bak-tı. Gözlerinin içi kalaylanmış, bakışları şiddetli birparıltı kazanmıştı.

— ...sendeki cinsî cazibe, dedi, Gülistan'da negezer!

İçisıra bir kaygı serpiliyo rdu : "— ...bu a facankız Rosa'yla 'ülfetimizi' de hissetmiş olabilir mi? Ma-

azallah, felâket olurdu! Hakikatte, annesine çekmiş,Rosa'yla aşnafişneye başladığımızda, kaç yaşınday-dı ki, olsun olsun da onyedi olsun!".

Belleğinde, eski Seiânik. Epeyce eski, zarzorseçiliyor: M. Garaud'un Kolejine yazılmış, öğrenci-liği kötü, sınıfta yalnız, arkadaşları kibirli övünücülü-ğünden bezmişler, bazıları yalanlarını 'suratına çar-

31

pıyorlar', hele yapmadığı 'hovardalıkla rıyla' tafrasatmasını! Yok Rum kızıyla Floka'da buluşmuş da,alıp bir tenha eve götürmüş! 'Bacaksız' Abdi kim,Floka'da Rum kızıyla buluşmak kim? Ağız birliğiyle'sarakaya' alınıyor. Belki de, yaşça büyüğü Rosa'ya,bu yüzden 'dört elle' sarılmıştı, hiç olmazsa yalancıçıkmıyordu. Hoş, kimin kime sarıldığı pek belli de-

ğildi ya! "Rosa'nın, hayatımın sonraki safahatındakimarazî tesiri, gayr-ı kaabil-i inkâr bir keyfiyettir.Hassaten, aşk vâdisinde!".

Raşel, odanın turuncu mor karışımı bir ışımayadönüşen, kıvamlı aydınlığını dalgalandırarak, yanınagelmişti. Bir gözünü hınzırca kırpıp, parmaklarınınarasından cıgarasını aldı. 'Edalı edalı' ağzına götü-rüyor. Sol kaşı yine havada, dudakları 'âdeta fistolu'.Kelimeleri, dumanlarla birlikte salıvererek, diyor ki:

— Zannımca beni çocuk telâkki etmektesiniz,ne hatâ!

'Misafir' bulunduğu evde, daha ciddi bir tavırtakınması gerektiğine hükmeden Abdi bey, kaşları-

nı çattı; cıgarasını 'istirdat edip', vakûr bir sesle ce-vap verdi:

— Filhakika çocuksun, Doğan'la aranızda beşsene var, o  journal  tutmakta, pul biriktirmektedir;senin, faraza kıraatla meşgul olman iktiza eder; bak,elinin altında fevkalâde zengin bir kütüphane, aile-nin lütfü sayesinde, üç dört lisanda okuyabiliyorsun,istifade etsene! Faraza piyanoda terakki et, Matma-zel Hortense çok müstait bir talebe olduğunu banadefaetle tekrarladı.

Raşel söylediklerine kulak verdi mi? Şüpheli.Daha çok raflardaki kitapları gözden geçiriyordu, osusar susmaz bir tanesini çekti, kapağını ışığa tutup

 Abdi bey' e gös ter di, alay lı al ay lı :— Esasen, dedi, bu fikrin mucidi Madam Vio-

lette, beni adeta Mozart'la mukayese ediyor. Mat-mazel Hortense, onun yalancısı. Siz de ondan fark-sız konuştunuz, Tahammülfersa bir kadın, işi gücünasihat! Aşk nedir bilmiyor, yemin ederim.  C'estune  vieslle fiile  aigrie, eüe a garde sa  virginite,  j'en

i 47

Page 17: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 17/192

suis sûre.* Okumak, bahs-ı diğer, kitaplarla oyalanı-yorum, bilhassa şu eser passionnant...**

Sözlerini, Abdi bey'in onda ilk defa farkettiği,iri, elma dişler gibi kalın bir kahkahaya bağladı,nasıl geldiyse öyle çıktı gitti. Götürdüğü eser, Abdibey'in, Paris sahaflarında dip bucak arayarak zar-

zor eline geçirip Rosa Mizrahi'ye gönderdiği, Mar-qııis de Sade'ın 'lânetli' romanlarından biriydi: "Jus-tine". Rakı kadehine uzanırken, kaygıdan çok müs-tehcen bir keyifle:

"— ...işe Marquis de Sade'la başladıysa" diyedüşündü, "...libertinage sahasında Raşel'in istikbâli,ohooo, tahayyülün çok fevkinde olacaktır".

* "...kız   kurusunun teki, eminim ki, hâlâ bâkiredir.»** ...elden bırakılmıyor...»»

32

DERSAADET TE TEVKİF AT DEVAM EDİYOR

Ermenilere zulmetmek iddiasıyla derdest edi-lenler meyamnda, sabık mebuslar, gazeteciler,

bir de müderris bulunmaktadır.

Dersaadet (Hususi)

«İttihatçı» ithamı veya harb esnasında Ermenile-re zulüm ettikleri iddiasıyla, eşhas-ı muhtelifenintevkifine dün de devam edilmiştir.

Askerî Hapishaneye sevkolunanlar arasında sa-bık Sinop Meb'usu İsmail Hakkı, sabık Tokat Meb'usuEsad Paşa, tüccardan Macid, Mehmed Karakaş, Şam'lıMehmet v© Terzi Zeki de bulunmaktadır.

Darülfünun hocalarından Köprülüzade MehmetFuat ile eski Antalya Valisi Sabur Sabi de yakalana-rak, hapsedilmişlerdi. Şeytan gazetesi tahrir müdürüAvni bey de tevkif olunmuştur.

Diğer taraftan, Ermenilere zulüm iddiasıyla tev-kif edilmiş eşhasın vaziyetini tetkik etmek üzere, VanVilayeti sabık Adliye Müfettişi Karabet Aycıyan'mMüstantikliğe tayin edildiği istihbar edilmiştir. Bumeyanda, Divan-i Harb-ı Örfi'de, Trabzon Vilayetin-de Ermeni ve Rumlara zulmettikleri iddiasıyla, hak-larında dava ikame edilmiş olan, sabık Trabzon Vali-si Cemal Azmi (firarda) ve İttihat ve Terakki Trab-zon Mes'ulü Nail Bey'in muhakemesinde. Müddei-umumi Feridun Bey iddianamesini okumuş, mezkûreşhas için idam talebinde bulunmuştur.

•31

Page 18: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 18/192

Prens Dmitri Bragin'in, Beyoğlu'nu dehşete sa-lan Bugatti otomobili olmasa, Gülistan Satvet*, Abdi

' bey'e vermiş ol duğu sözü tu tabili r miydi, doğ rusukestirilemez.

 Akş ama doğ ru, Pet rog rad Pas tah ane si' nde bu-luştular, hani Tepebaşı'ndaki! Madam Sinos'un 'da-vetine' gidilecek, günlerdir dedikodusu sürüyor: Mu-zenidis'in sıska, dişleriyle avurtlarını kemiren, 'asabî'karısı, Diamandi'ye yeni 'tuvalet' diktirmiş; Mavros'-lar, şampanya 'faslını' üstlenmişler; Yorgopulos'un,'itilâf Yüksek Komiserleri'ni n teşrifi 'ni sağlamaklagörevlendirildiği duyuruldu. "Yunanlıların, İzmir'e çı-

kışları tes'id olunacak, burası âşikârl"Gerçekten, Madam Sinos'un 'daveti' rastgeie birakşam toplantısına hiç benzemiyordu. Daha kapı-dan, Rum havaları çalan çalgıcıların gevrek nağme-leri. Beyoğlu yapılarının 'müzmin' küf kokusunubastıran, İngiliz ve Fransız tütünü, ağır 'esans' ko-kusu. Billur kanatlarını çırparak uçuşan kadın kah-kahaları. Salon başka bir âlem, Bohemya kristaligörkemli avizelerle şakır şakır aydınlatılmış, köşede'ingiliz usulü' soğuk büfe, ortalıkta tepsi tepsi içkigezdiren 'prostelâlı' hizmetçi kızlar. Herşey 'tered-düde mahal vermeyecek' bir açıklıkla gösteriyor ki,Madam Sinos, seçkin konuklarıyla, İzmir ve yöresi-nin Yunanistan'a katılışını kutlamaktadır. "Tevekke-

li, bunlar Etniki Eterya'yla münasebattardır denmi-yor!".

Gülistan Satvet, girer girmez, onu 'zannedebile-ceğlnden ziyade rahatsız eden bir sahneye' tanıkoldu : Kirye Mavros, çevresindeki sevinçten sarhoş

* Bkz.: 'Sırtlan Payı'.

35

Page 19: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 19/192

Rum kalabalığına, iyice seçemediği için uzak tuttuğuPatris gazetesinden, Manisa'nın işgalini okuyor:

"— ...Manisa Rum halkı, Cumartesi günündenitibaren, Yunan Kuvvetlerini beklemeye başlamışlar-dır : tepelere çıkm ışlar, göz cüler yerleş tirmişlerdi.Pazar sabahı sekizde, ilk Yunan Kuvvetleri'nin, Rumekseriyeti bulunan civardaki Hamidiye köyünden çı-kıverdikleri, görüldü. Manisa Rumları, başlarındaEfes Metropoliti, ellerinde Yunan bayrakları ve çi-çeklerle, Yunan müfrezelerini karşıladılar. Türk Mu-tasarrıf, Türk halkını sükûnete davet eden bir be-yanname dağıttırdığından, mukavemet olmadı, hiç-bir hadise çıkmadı. Sabah saat on buçukta, Manisatamamiyle Yunan Kuvvetlerinin eline geçmiş bulu-nuyordu..."

Yalnız Manisa mı, gazeteler, Selçuk ve Bayın-dır'ın da Yunanlıların eline geçtiğini bildiriyor. Ay-a'ın'ın eli kulağında. Fakat, Rumları bu derece 'me-serrete gark eden şey', aynı zamanda, Dersaadet'i

ayağa kaldıran mitinglerin, İtilâf makamlarınca ya-saklanmış olması? Böylece, Anadolu içlerine kaza-sız belâsız ilerleyebileceklerini umuyorlar: Paris Kon-feransı nasıl İzmir'e çıkmalarına olanak sağladıysa,İstanbul'daki işgal makamları 'muhtemel' Türk tep-kilerini öyle önlüyor.

Babasının mesleği 'icabı' Gülistan Satvet, 'ipti-dai dahil' bütün öğrenimini Paris'te yaptığından,Türklerin kendi kendilerini yönetebileceklerine inan-maz. Fikrince, güçlü devletlerin birisi, —'tercihan,ikinci vatanı addettiği' Fransa—, işe el koymalı, Os-manlı Devleti'ni  mandat'sı altına alarak, doğru dü-rüst yönetmelidir.

"Havsalanı n almadığı, alamayacağı, meseleyeYunanlıların dahil edilmesi! İngiltere'nin Fransa'nınsuyu mıı çıktı a canım? Yunanlılar da kim oluyor-muş? Daha dün..."

Bu bakımdan, Beyoğlu Rumlarının, gözlerininönünde 'cerayan eden' bu gösterisi, kanına dokunu-yor. Çıkıp gitsinler mi acaba. Nasıl olur. Yüzbaşı La-riviere'i bulup görüşeceğine dair Abdi bey'e söz ver-

36

medi mi? Yüzbaşı Lariviere'in* resim güzeli yüzü buakşam kederliydi biraz; köşeli erkekliği sanki ren-delenmiş, yorgun gözkapakları sıralı sırasız kapanı-yor. Belki bu yüzden sorduklarına yarım ağızla ce-vap verdi. Prens Bragin'in abartılmış iltifatlar ınıumursamadı. Çok da oturma dı zaten, yarım saatsonra, çıktı gitti. Arkasından Madam Sinos, sürmeli

gözlerini kırpıştıra kırpıştıra diy or ki :— Pauvre  Rene, mecâli kalmamış, ayakta dura-mıyor. Adam, Bilezikli Kalyopi'ye sevdalanırsa, buhale düşer. Nasıl, Kalyopi'nin adını işitmediniz mi,çok şaştım ma  chere,  namı dünyayı tutmuş bir fahi-şe, Despina'nın Aynalıçeşme'deki evinde...

Gülistan Satvet, Prens Bragin'in 'refakatinde'iken, gözü Rene'yi görmez, Beyoğlu'ndaki 'alûfte','Bilezikli Kalyopi'yi mi dert edecek? Gecesinin tadınıçıkarmaya bakıyor: boğum boğum duman, 'zıvanalı'Rus cıgaralarını birbirine ekleyip, 'kırmızı biberli'inanılmaz vodkalar içerek! 'Bilezikli Kalyopi'ymiş,püf! Gülistan Satvet'te 'Fransız işvesi' var ki, bir er-keği elde etmeyi kafasına koydu mu, Hazret-i Allah

önüne geçemez! Şimdilik, 'ahval-i şahsiyesini alâ-kadar eden bazı sebeplerden', Prens Bragin'e dahafazla önem veriyor, o kadar!

Prens Dmitri Aleksiyeviç Bragin, ('nam-ı diğer'Prens Aleksi*), İstanbul'un gece yaşantısında birçar, öyle saltanat sürüyor. Sözde gerçek bir 'barin'-miş, Romanof'ların 'uzaktan' hısımı, Miralay rütbe-siyle bir kazak alayına komuta etmiş, Tanenberg'de'Hindenburg'a karşı' vuruşmuş! Değişik bir adam,Rusya'da 'ihtilâl kopalı' şehrin çeşitli örneklerini gör-meye alıştığı türden: boyundan ilikli, beli kuşaklı,cam yeşili mujik kaftanı, kalın mujik çizmeleriyle,olur olmaz yerde peydahlanır; gözlerinin dibindenbaşlayan ipek yumuşağı bir sakal, döşüne dümdüz

boşalır; saçları aynı renkte, aynı yumuşaklıktadır:tarak tutmaz, gözlerine girer. Kafasını gözünü yara-rak da olsa, Fransızca ve Almanca konu şuyo r:

* Bkz.: 'Sırtlan Payı'.

37

Page 20: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 20/192

R'leri, narçiçeği kırmızı dudaklarıyla, kütür kütürdoğrayarak! Harcadığı para hesaba sığmaz; içki, ku-mar, sefahet, ne bulursa 'balıklama daldığını' söy-lüyorlar. İki büyük tutkusu : cins atlar ve otomobil :Rusya'da terketmek zorunda kaldığı 'eşi bulunmaz'İngiliz atlarını anlatırken, nohut iriliğinde gözyaşıdöküyor; getirebildiği iki üç 'safkana' paha biçile-

memiş; onları, üzerine gözü gibi titrediği Bugattiarabasını, 'kızıllara bırakmaya gönlü razı olmadı-ğından, hususi gemi kiralayıp' beraberinde getirmiş!Emirberi, aşçısı, seyis ve uşaklarıyla 'cemm-i gafîrhalinde' Sivastopol'den 'firar etmişler'. Bir süredirDersaadet'te kalıyor, 'muvakkaten', gideceği yer as-lında üç şehirden biri, belki üçü de : Paris, Nice, Ce-nevre! "Şu kahrolası harfr patlamadan evvel, bu şe-hirlerde yaşamadı mı?"

'Gecenin bir vaktinde' Prens Bragin oyuna otur-mak 'arzusunu izhar edince', Gülistan Satvet, 'tesa-düfen aklına gelmiş gibi' yaptı ::

— ...Mizrahi'lerin yalısına uzansak mı? Boğaz-içi'nde bcıhar gecesi kimbilir ne güzeldir? Hem, yan-lış aklımda kalmadıysa, son defa Vefik Âli bey altı-yüz küsur liranızı almıştı, yanına bırakacak mısınız?

Prens, güm güm öten öksürüğüyle, ortalığı velve-leye vererek :

— Asla! dedi. Prens Bragin, hiçbir şeyi, hiç kim-senin yanına bırakmaz!

Peki, Vefik Âli bey kim? Abdi bey'in ta kendisi!'gizli' yaşamıyor mu, pek emin olmadıkları kimselere,'süfera-yı kiramdan, Vefik Âli bey' diye tanıtıyorlarDeğil mi ama, su uyur, düşman uyumaz! Üstelik,'komitacılık senelerinde', uzun süre bu adı taşımış.'Tahsil münasebetiyle Paris'te bulunurken', Türkiye/Fransa arasında mekik dokuyup, Ahmet Rıza Gru-

bu'yla Selanik ve Manastır Grubları'nın 'irtibatını'sağlıyordu. Abdülhamid'in hafiyeleri, 'jöntürk makû-lesinden, İttihatçı Vefik Âli'yle, Selanik eşrafındanHalıcızade'lerin 'mahdumu' Abdi bey'in 'aynı şahısolduğunu bir türlü saptayamamıştı. Ne günlerdi on-lar? "Gel de şu hâl-i perişanımıza bak! 'Damat' Fe-

38

rid'in hafiyelerinden paçayı kurtarmak için, ihtiyarı-mızla kendimizi hapsettik".

 Abd i bey, Gül ist an' ın sözüne güve nileme yeceği -ne hükmetti ya, yemekten sonra, gazeteleriyle avu-nuyor. Madam Rosa Mizrahi, önünde  Passiance  kâ-ğıtları, büyük oyun masasına tek başına oturmuş.Çocuklar yattılar, Matmazel Hortense odasına çekil-

di. Gerçi aylardan Mayıs, üstelik epeyce ilerledi ama,akşamları yalı serince oluyor; sinsi bir nem, özelliklesalonda, insanın çıplak tenine ıslak yarasa kanat-ları gibi dokunuyor. Çaresi, şömineyi yakmak! irikütükler, ıslık ıslığa tutuştu. Yükselip alçalan alev-ler, ne kadar göz alıcı! Belli belirsiz, bir is kokusumu?

Duvardaki 'tumturaklı' saat, arada, ağır gongtitreşimleriyle herhangi bir saat başını, ya da buçu-ğu çalıyor; Abdi bey, alkolün zihnine verdiği 'küşâ-yiş'ten mi nedir, akşamdan beri 'hatmettiği' haber-leri, 'daha rabıtalı bir şekilde kıymetlendirmek imkâ-nını' buluyordu. Nasılsa gözünden kaçmış, 'ehemmi-yeti su götürmez' bir haberi keşfetmesin mi? 'Ame-

rika Bahri Telsiz Telgraf Matbuat idaresi', dün, Der-saadet'teki gazete idarehanelerine 'Paris mahreçli',şu telgrafı dağıtasıymış : "...genç Türkler, Amerikanmandat'sını istemişlerdir. Reis Wilson tarafındanSenato'ya bildirilen bu fikir ekseriyet üzerinde iyiintiba bırakmıştır. Fakat bu hususta henüz kat'i birkarar yoktur. Amerikalıların mandat meselesine ta-raftar oluşları, hiçbir menfaat takip etmeksizin, birmemleketin nasıl idare edileceğine ve halkının rüş-dünü isbat ettiği anda onlara nasıl istiklal verilece-ğine bir nümune göstermek arzusundan ileri gelmek-tedir". Telgrafın 'genç Türkler' dediği, Almanya'yakaçan İttihatçılar mı? OlamazI "Vakıâ Amerik anDevletleri İttihadı gibi hayırhâh ve sulhperver bir

devletin mandat'sına girmek, şu anda, Devlet-i Aliy-ye'nin tamamiyetini muhafaza için zaruri addedile-bilir, lâkin itirafa mecburuz ki..."

Tam bu sırada, dışardan bir otomobil motoru-nun 'nemrut uğultusunu' işittiler. Madam Mizrahi'-nin yüzüne, iri, kalın, yassı ve beyaz dişlerini gös-

i 47

Page 21: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 21/192

teren, anlamlı bir 'tebessüm' yayılıyor. Saplı gözlü-ğüne davranarak, Abdi bey'e dedi ki:

— Prens cenapları teşrif ettiler, hareketli birgece başlıyor mon  bey,  Gülistan da refakatindedir.

Bir elinde boynundan kavradığı vodka şişesi,öbüründe tomarla banknot, Prens Bragin o dakikakapıdan görünüyor. Suratında, gülünç bir şaka gibiduran ufacık burnu, mora yakın kırmızı. Gözlerin-

deki bütün kılcal damarların, kırmızı mürekkeplesanki ince ince üzerinden geçilmiş. Herzamanki hı-rıltılı Fransızcasıyla, R'leri takır tukur doğr ayarak :

— ...Hey, diyor, yok mu beni yolacak bir kumar-baz? Adamakıllı sarhoş ve zenginim : para saçıyo-rum, para!

Kalın mujik çizmeleriyle paldır küldür ilerleyip,Rosa Mizrahi' nin önünde durdu : topuklarını birbir i-ne çarpıp, bir vuruşta ensesinden kesilmiş gibi, ka-fasını önüne sarkıtıverdi:

— Madam, dedi, Miralay Dmitri Bragin sizehürmetlerini takdim etmekle mübahidir. Evet Ma-dam, memleketini bolşevik haydutlarına kaptırmış,çarı kurşuna dizilmiş, sürgünde ve yüreği kanayan

bir Bragin!Madam Rosa şuh şuh gülümsedi mi, öpmesi

için adama sırf deri ve kemik, o bitmez tükenmezelini mi uzattı, Abdi bey farkında olmadı pek, farkın-da olduğu ipek hışıltıları ve iç bayıltıcı Reve d'Or ko-kusuyla, kapıdan Gülistan Satvet'in girişi: yüksektopuklarının üstünde, kaykıla kaykıla yürüyor, yürekbiçimi boyanmış ağzı, kulak hizasında kesilmiş aba-noz siyahı saçları, sarkaçiı pırlanta küpeleriyle biriçim su. Epeyce çakırkeyif, limonküfü gözleri için-den buğulanmış, konuşması peltekçe. O da, Fransız-ca olarak:

— Bonsoir tout le monde,  diye bağırıyor. Size

Prens'i getirdim.Prens Bragin, Abdi bey'in önüne eğilmişti. Sa-kalları, neredeyse ellerini süpürüyor. Sesine dahabir 'resmiyet' vererek:

— Ekselâns, dedi, böyle bir gecede asil bir er-kek nelere ihtiyaç duyar, lütfedip söyler inisiniz? Yok

41 i 47

yok, müsaadenizl e bendeniz arzedeyim : Kadın, içkive para! İşte şâhane kadınlar! İşte tek yudumu birkatırı yerle bir edebilecek, hâlis Rus vodkası! İştepara!

Elindeki tomarı, masanın üzerine savu ruyo r:Osmanlı, ingiliz, Fransız banknotları, karmakarışıkuçuşuyorlar. Paraları görünce, Rosa Mizrahi'nin gözdiye kull andığı havagazı alevle ri. büyüdü. Bir eliyle

etekliğini toparlayıp, kalktı. Prens Bragin, vodka şi-şesini ağzına dikmiş, ucunu narçiçeği dudaklarınadokundurmadan, boşaltıyor. Dış uçları iyice düşükgözlerinde, bir gölge: öfke mi, keder mi, umutsuz-luk mu?

Gülistan Satvet, hafif tütün ve parfüm kokanparmak uçlarını, Abdi bey'e öptürürken, Türkçe fı-sıldadı :

— Sizinle 'hususi' konuşmalıyız!— Lariviere'i görmeye muvaffak oldunuz mu?— Evet! Şayan-ı hayret şeyler anlattı.Madam Rosa Mizrahi, tepeden tırnağa 'kibar' ev

sahibesi, 'necib misafirine, ikram yapmadan' dura-bilir mi? Havada salladığı saplı gözlüğünün camla-rıyla, ışığı çil çil yansıtarak öneriyor:

— Oyundan evvel, Prens cenahları bir 'super'yene buyururlar?

Prens Bragin, eline geçirdiği Le Temps gazete-sindeki Rusya haberlerine dalmıştı, aklı orada, Ma-dam Mizrahi'yi boş boş süzüyor: Amiral Kolçak'ane büyük ümid bağlamışlardı. Bir adama durup du-rurken 'Çarın Yüksek Naibi' unvanı verilir mi? Sibir-ya içlerinden, Tomsk'tan, taa Volga kıyılarına kadarbaşarıyla geldi de, orada kızıllara yenildi. Şimdi ağırfakat sürekli çekiliyor. Birden, Madam Mizrahi'nindonmuş gülümsemesiyle, yüzüne baktığını farketti,telâşla :

— Bir   'süper'  mi, dedi, ne kadar düşüncelisinizMadam! Çorba, biraz havyar, mortadela ve yumurta.Meğerse ne kadar acıkmışım!

Riri, sesini duyar duymaz seğirtmişti. Dünyanınbahşişini alıyor, seğirtmesin mi? Madam Mizrahi,onu önüne kattı, içeriye  super 'yi hazırlamaya gö-

Page 22: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 22/192

türdü. Başında durup, 'nezaret edecek', GülistanSatvet, arkalarından yürüdü. Salonda ışık az, ocağınalevleri kıpkızıl duvarlara vuruyor. Abdi beyle PrensBragin, başbaşa kaldılar. Duvardaki saat, tüyler ür-perten gong titreşim leriyle çalı yor: sabahın ikisi!

 Abdi bey, 'prenslik iddiasında bulunduğuna göre, buzata yoksa Altes mi demesi icabettiğini' düşünüyor-du : protokola düşkün olduğu, ona Ekselâns deme-

sinden anlaşılmıyor mu? 'Sefir' diye tanıtılmıştı ya!..Prens Bragin, gülümseyerek : —• ...super'den son-

ra sizinle kozumuzu paylaşacağız, dedi. Son defa benimağlup etmiştiniz, bu gece acısını çıkaracağım. Asi!bir revanche olacak, ancak bir Rus asilzadesininbaşarabileceği bir revanche!

Tekrar gazeteye dalıyor: — ...mağlubiyet, mağ-lubiyet! Kaderimiz bu mudur? Amiral Kolçak'ın ric'-atı devam ediyormuş! Nereye kadar çekilecek? Kı-zıllar'ın işini Voiga dirseğinde bitirmeliydi. Yapama-dı. Halbuki bütün istikbalimizi onun muvaffakiyetinebağlamıştık.

 Abdi bey, 'nezaketen ' ilg ilendi : — Hiç ümid kal-

madı mı?Prens soluyarak ayağa kalkıyor, epeyce sarhoşolmalı ki basbayağı sendeledi, düşmemek için masa-ya tutundu :

— ...ümid'nedir Ekselans, dedi, kendimizi zor-ladığımız bir iyimserlik! Mühim olan hakikati göre-bilmek! Kolçak'ın yapamadığını, belki Kırım'da Ge-neral Denikin yapacaktır. Baksanıza, Wrangel deona iltihak edecekmiş! itilâf devletleri zaruri eslihave mühimmatı temin ederlerse...

Sustu, iyice Abdi bey'e sokuldu : boyu hayiiuzun, yukarda n aşağıya konu şuyo r: — ...eli kolubağlı, burada oturmak yok mu, beni mahveden o,İngiliz Yüksek Komiserliği'ne müracaat ettim : bir

çaresini bulup, Rusya'ya göndersinler, Kızıllarla hcır-betmek arzusundayım. Abdi bey'i n sunduğu ago ray ı, gelişi güzel alıyor

Kibritin alevine, bütün yüzüyle yaklaştı: dış uçlarıaşağıya düşük sincap grisi gözleri, soğuk soğuk pat-ladılar. Burun deliklerinden öyle bol, o kadar kala-

42

balık bir duman koyveriyor ki, uzaktan sakallarınıntutuştuğu sanılabilir.

— ...M ukaddes Rusya'nın sonu! Yoo hayır,'dünyanın' sonu! Dikkatinizi celbederim ekselans,harb bitti, büyük hanedanlar da bitti: Habsburg'lar,Hohenzolern'ler, Romanof'lar nerede? Hepsi göçtü-ler. Osmanlılar da ayakta kalamaz, gidişat odur.Onun içindir ki, Sultan mukâvim görünen tek taçlıdevletten, İngiltere'den himaye talep ediyor. Haklıdır.

Cıgarasından bir nefes aldı. Ocağa döndüğün-den suratı kıpkızıl:

— ...aksi halde, diye sürdürdü, bu memleket debolşevik haydutlarının tasallu tundan kurtulamay a-caktır.

Gece sofrası, kaşla göz arasında hazırlanıverdi :Riri, kırıta kırıta, örtüdür, peçetedir, tabaktır, bardak-tır taşıyor;' Madam Mizrahi, salonun yangın loşlu-ğunda, mavi bir kontes hayaleti gibi peydahlanarak,yaptıklarını gözden geçiriyordu. "Bu çatallar oiıırmu Riri, sana kaç defa söyledim, büyük büfedekileriçıkaracaksın, gümüş takımları!". Riri'yle, mutfaktan

bir oğlan, sonunda yiyecekleri getirdiler. Hizmetçi'servis yaparken', Rosa Mizrahi Prens Bragin'i sof-raya davet etti. Bir gözünü kırpıp, Abdi bey'e işaretediyor: "— Gülistan içerde sizi beklemektedir".

içerde, nerede? Abdi bey, 'ellerini yıkamak ba-hanesiyle' salondan çıktı, Gülistan'ı hemen orada,geniş koridorda bulacağını sanmıştı, yok; usulca'Mavi Oda'nın kapısını araladı, deniz pencerelerin-den içeriye dolan yıldız aydınlığı, gece tenhalığındadinlenen mobilyalar! Aklına, odasında olabileceğihiç gelmiyor. Oysa oradaydı : yatağın kıyısına otur-muş, 'ayak ayak üstüne' atmıştı; 'Paris modası', tir-şe ipekten 'dekolte' tuvaleti, omuzlarını 'kâmilen',göğüslerini 'kısmen' açıkta bırakmış; uzun bir ağız-

lıkla cıgara içiyor. "Şuna bak, hâl-ü-etvarını görenindili, Osmanlı kızı demeye nasıl varabilir?"

Gülistan Satvet sözünü tut muştu : Yalnız Yüz-başı Lariviere kanalıyla Fransız Yüksek Komiserli-ği'nden değil; 'Babıâli'deki ahbabları vasıtasıyla', çe-şitli kaynaklarda n, yeterince 'malûmat ' derlemiş.

i 47

Page 23: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 23/192

Sarkaçlı küpelerini ışıldata ışıldata; sözlerini, ağız-iığıyla kesip cıgara dıımanlarıyla sise boğarak; Abdibey'e aktarıyor: anlaşılan, İzmir'in Yunan işgalinebırakılmasına Hükümetin ve Dersaadet halkının gös-terdiği 'infial', işgal makamlarını 'ziyadesiyle' ürküt-müş, mitinglerin yasaklanması 'bu sebebe mebni', okadar ki bir ara 'kalabalığın savlet edip', BekirağaBölüğü'nden tutukluları kurtarmasından korkuluyor!

— ...Babıâli, haklarında tevkif müzekkeresi bu-lunmayan kırk kadar mevkufu serbest bırakmıştı ya,İngilizler bunu Türk Hükümeti'nin protestosu telâkkieylemişler, öteki mevkufların serbest bırakılması ihti-maline binaen tedbir alıyorlarmış.

 Abdi bey, 'kırk kişi nin serbest bırakı ldığını ' işit-memişti. Nasıl işitecek, gazeteleri 'muntazaman' gö-remiyor ki! Matmazel Hortense'ın, ya da Bahçıvanıngönlü olacak da alıverecek. Fazla 'ısrarlı' görünmekistemiyor, adı 'Bacaksız'a çıkmış, bir de 'Tabansız' mıdesinler? Konuyu biraz eşeleyince. Yunus Nadi'nin,Köprülüzade Fuat'ın, hatta Enver'in eniştesi MiralayKâzım bey'in salıverildikleri meydana çıktı. Eh, Abdi

bey aleyhinde 'tevkif müzekkeresi mevcut olmadığınagöre..."

Gülistan Satvet fikrine katılmadı. Ağızlığını sal-layarak, havada, cıgarasının ateşiyle kırmızı dairelerçiziyordu. Konuşurken, ağzına 'bambaşka bir letafetveren' iki ön dişi, daha çok dikkati çekiyor:

— ...yo hayır, çabuk nikbin olmayınız! İngiliz Ku-mandanlığının tedbirleri meyanında, Fransızlara mü-racaatl arı olduğun u istihbar ettim : Bekirağa Bölü-ğü'nün muhafazası maksadıyla kuvvet talebinde bu-lunmuşlar, zannımca Fransızlar rıza göstermiş!

Sustu, kirpikleriyle gözlerini örterek, ekledi:— ...zannımca diyorum, zira Rene lâfı ağzında ge-veledi, sarih bir şey öğrenemedim. Sarih telâkki et-

tiğim şudur: bizim hükümet bıraksa dahi, ingilizler,İttihatçıların yakasını kolay kolay bırakmayacaktır.

Salondaki çatırtılı şömine sıcaklığından sonra,odasının hırsız serinliği Abdi bey'i ürpertmişti. Gü-listan Satvet'e baktı, umursamıyor: alkolün etkisin-den mî, anlattıklarına kapıldığından mı? Ne müna-

12

sebet, odadaki tek 'hararet menbaı' kendisi de on-dan : çıplak teninden çevresine 'rayihalı, bir hararetintişar etmektedir', insanın başını döndürüyor.

 Abdi bey tekgözlüğünü eline aldı. Gözler i yeni-den o kalay parlaklığını kazanmıştı:

— ...yâni, dedi, 'harb mücrimleri' dosyasına sa-

hip çıkacaklar! Beynelmilel hukuka mugayir bir ha-rekettir bu : Dersaadet hukuken onların işgali altın-da bulunmuyor ki, takibat ve tevkifat Osmanlı ma-kamlarına terettüb eder.

— Vakıa haklısınız! Rene ağzından kaçırdı: in-giltere' yle Fransa ihtilâf a düşmüşler! Fransızlar,—ne de olsa— hukuk-u beşer taraflısı millet, galibanokta-i nazarınızı müdafaa ediyorlar, İngilizler iseaksini: icab-ı halinde, 'mücrimlerin' Osmanlı topra-ğı haricine naklini derpiş ediyorlarmış.

Novotni 'deki görüşmelerinden bir süre sonra,Birlik İdarehanesinde Hüsnü Faik ona demişti ki:"— ...Yunus Nadi'yi içeri attılar. Rıza Tevfik'in oyu-

nuna gelmiş, 'Teslim ol, seni kurtarırım' diyor, se-ninki inanıyor. Felâket şurda ki, işgal muhitlerindebir Malta sürgünü ihtimali belirdi, itimada şayanmenbalardan Londra'yla muhaberat halinde olduk-larını haber alıyoruz: onlar için belki çare-yi hâldirama, bizler için tam bir fecaat!"

Gülistan Satvet cıgarasını ağızlığından çıkardı,yatağın başucundaki komodinin kül tablasında sön-dürdü. Ayağa kalkıyor:

— Hâsılı, daha bir müddet burada kalmanızmenfaatiniz icabıdır. Bakın Cavit bey ortaya çıkıyormu? Müsaadenizle, salona geçsek: Prens'e ayıboluyor da...

 Abdi bey'i n 'tepesi attı '. Gül istan'a bakmıyor,cıva 'şuaları' saçıyor, sanki az sonra gövdesini incebir cıva tabakasıyla kaplayacak. Dumanları pis pistüten, asidli, yakıcı bir sesle sordu :

— Aman efendim, bu ne tehâlük! Bakıyorum,beş dakika ayrı kalmaya tahammül edemiyorsunuz :prens mrens, alt tarafı bildiğimiz 'Moskof Ayışıdır',bilmem ki size neresi câzip geliyor?^

4 5

Page 24: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 24/192

Gülistan Satvet çıkmak üzereydi, hışımla durdu..Dişlerinin arasından, ıslıklı bir sesle karşılık verdi:

— Orası sizi alâkadar etmez, ne babamsınız,,ne de zevcim : ahval -i hususiyeme karışamazsınız!

 Aramızdaki eski gönül aşinal ığı da size bu hakkıvermez, anlaşıldı mı?

Daha aşağı perdeden bir ses buldu : — ...hem,dedi, böyle hiddetli hiddetli bağırmayınız, herkes nezannedecek! Rosa müşkül mevkide kalabilir.

O gittikten sonra, Abdi bey, odasında bir zamandört dönüyor. Gülistan Satvet'i her görüşünde, önü-ne zor geçebildiği bir kırıp dökme 'iştiyakı' içini kap-lar : Ağzını açıp tek söz söylemese, yerinden kımıl-damasa, bu böyle; herşeyi onu öfkeye kışkırtıyor:alt dudağının bükülüşü, ön dişlerindeki sedef pem-beliği, limonküfü gözlerinin 'hulyalı' bakışı! Aslındaiçine yuvarlandığı bu tuzlu dalga öfke mi, yoksa şeh-vet mi, ayırdetmesi son derece güç. 'Paris menfası'n-da, sıcak bir yakınlık göstermiş olan Gülistan Sat-vet'in, Dersaadet'e 'avdetinden beri' hesaplı bir

uzaklığı, kurnaz bir 'samimiyeti' var ki, onu çiledençıkarıyor. Savaş boyunca, şehirdeki yüksek rütbeli'Alman zabitanıyla' kırdığı ceviz bini aştı. Mütarekeimzalanalı, itilâf zabitleriyle düşüp kalkıyor. "Lâkinbu 'Moskof Ayısı' hepsine tüy dikti."

Prens Dmitri Bragin'i ayıya benzetmek, açık birhaksızlıktı: boyu uzunsa da, kalın sayılmaz; hareket-leri iridir belki, ama hantal mı, asla! Asya'lı inceli-ğine, Avrupa yaşantısından süzdüğü 'batılı' görgüsü-nü katmış; bundan ortaya kalın, kaba ve hantal birmujik değil, mujik görüntüsü altında «avrupaî zade-gânlığını' ustaca gizleyen, 'Kutsal' Rusya'lı bir soyluçıkıyor. Kumara oturdu mu, kendini insafsızca soy-durması, eşine dostuna, en çok da kadınlara gös-terdiği akıl sır ermez cömertlik, soyluluğunun moskofyanını oluşturuyorsa; yeri düştüğünde batılı salon'âdâbına', akıllıca 'riâyet etmesi' batılı yanını belirli-yor. Böyle kibar bir 'ayı' acaba nerede görülmüş?

 Abdi bey, bunu 'müşahede' etmemiş midir? Onungibi bir 'salon kurdu', eski bir 'kulağı kesik', etmezolur mu? Prens Bragin'e, Gülistan Satvet'in 'hayâsız-

46

ca âşikâr ettiği marazî temayül' olmasa, bu gerçeğiilk 'teslim edecek' kuşkusuz odur. Fakat, 'izâhıgayr-ı mümkin bu temâyül muhakemesini altüst edi-yor, itidalini kaybetmesine, zaman zaman feverânına'neden oluyor. Fazladan, bu 'marazı alâkanın' sırrınıçözemeyişi yok mu, onu çileden çıkaracak! Yüzbaşı

Rene Lariviere'i Union Française'deki baloda tanı-dıktan sonra, herkes sanmıştı ki Gülistan Satvet ni-hayet 'hayalindeki' erkeği bulmuştur, resim güzelibu Fransız zabitiyle kurduğu 'hissî rabıta bir evlen-meye müncer olacaktır'. Ne yanılgı! Prens DmitriBragin'in 'zuhuru', ne Yüzbaşı Lariviere bırakıyor,ne güçlü bir evlenme olasılığı! "Kız, bu Moskof Ayı-sının câzibesinden, maalesef kurtulamıyor, machere!"

 Aslında Güli stan 'ın davranış düzenini 'avc ununiçi gibi' bilir. Yıllardır, tanıyor. 'Şekli muhtevasınatetabuk etmeyen nev'i şahsına münhasır bir mahlûk-tur bu', baştan çıkarıcı femme fcrtale rolündedir, er-keğin ilgi dairesine çıldırtıcı cinsel 'vaadlerle', irkil-

tici çağrışımlarla girer, 'etvarından işve, ef'alindenneş'e eksik olmaz', 'munist ir', sokulgandır, elinizitutması, burun deliklerinin narin titremesi, kirpikle-rini indirip cıgarasının dumanını yüzünüze üflemesi,öyle 'müsait bir hava' yaratır ki, 'arzu ve iştiyaklekıvrandığına', yemin etseniz başınız ağrımaz, iş cid-dileşmeyegörsün, birden o kadın olmaktan çıkmış-tır, son derece 'kaçak güreşir', aradığın yerde bula-mazsın, bulduğun zaman 'ihata etmen mümkîn ol-maz', 'hâsıl-ı kelâm tam bir allumeuse, sırrını fâşetmektense firarı tercih eden bir frigide'. Abdi bey,daha Paris'teki deneyiminden, Gülistan Satvet'in neolduğunu, ne olmadığını saptamış : "Cinsî temastan,suret-i mutlakada zevk almaz".Böyle olunca, Prens

Bragin'in düşük gözlü Asya'lı erkek büyüsüne kapıl-dı diyemeyiz ki!

Geriye ne kalıyor, Refii Satvet bey'in 'mâli mü-zayeka içinde bulunması' mı? Herkes onları varlıklı-sanır, zamanında gerçekten öyleymişler, Refii Satvetbey'in 'sefahetine' servet mi dayanır? Neyi var, neyîyok, Paris'te, Nice'te, Montecarlo'da, 'Fransız dilber-

i 47

Page 25: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 25/192

leriyle' yemiş bitirmiş! 'Hakikatta', Gülistan Satvet'inbabası, Abdülhamid'in Paris Sefir-i kebiri Salih Mü-nir Paşa döneminde (o tarihte, henüz 'bey'), sefare-tin 'ruhu mesabesinde' idi: çevresi geniş, Fransız'hariciyesi nde' hatırlı dostları 'mevcut' , fransızcası'fevkaiâde'! Böyle 'vukuflu' bir 'hariciyeci' herkese

'müyesser olur' mu? Mutlakiyet, kıymetini biliyor.-'Damat' Mahmut Paşa, oğulları Prens Sabahaddinve Lütfullah beylerle Avrupa'ya kaçınca; alsın getir-sin diye, Hünkâr, Ahmet Celâlettin Paşa'yı ardındansalmıştı ya, Paşa'nın jöntürklerle 'temasını' o sağla-dıktan başka, 'bir kısmının Dersaadet'e avdetini te-min zımnında ciddî hizmeti geçmişti'. Hatta, adı jön-türke çıkmış bazı 'münevveranı' hafiye olarak kul-landığı rivayet edilmiştir. Bir bakıma, Abdülhamid'indevr-i saltanatı, Paris Sefareti'nde Refii Satvet bey'indevr-i saltanatı olmuştu.

'Hürriyet'in ilânını müteakip' durum değişiyor.İttihatçı iktidarların böyle bir 'sicili' olan Refii Satvetbey'e aynı önem ve değeri vermeleri olası mı? Çokkısa bir sefir-i kebir vekilliğinden sonra, gözdendüşmüş, 'harb-ı umumî bidayetinde' emekliye ayrıl-mıştır. (Gülistan Satvet'in kibir ve azametle sattığı,'Paris Sefir-i Kebiri'nin kerimesi' etiketi, işte kısa sü-ren bu sefir vekilliğinden 'neşet ediyor'.) Bunlar,baba kız, yüksek yaşamaya alışmış; ikisi de lükstenvazgeçemez, aileden kalan malı mülkü har vurupharman savurdukla rına göre, alıştıklar ı 'şaşaa vedebdebeyi' emekli maaşıyla nasıl sürdürecek ler?'Mâlî müzayekaları' buradan kaynaklanıyor. GülistanSatvet'in Mecmua-yı Nisvan'ın 'tahrir heyeti'nde bu-lunması gelir getirmez, gösteriş yapmasına yarar,Refii Satvet bey, eprimiş Paris şıklığı, yoksul düşmüşKont zarifliğiyle', bazan Tokatlıyan'da, bazan Pera-palas'ta açığa alınmış paşalar, 'mütekait' elçilerlebezik oynar, Paris günlerini anlatarak avunur. Gülis-tan Satvet, bu darlığın baskısından kurtulmak ama-cıyla, düşüncesizce para saçan Prens Bragin'e'meyletmiş' olamaz mı? "Mümkindir". Yine de Abdibey'in bir türlü kafasına sığdıramadığı, şu : Gülistangibi 'iyi kötü' aile terbiyesi görmüş bir kadın, 'para

4R

natırına', nasıl olur da elin 'Moskof Ayısı'na yaltak-lanmayı göze alabilir? Yok canım, yok, hangimizereca etti de sıkıntısını tahfif için elimizden geleniyapmadık, bu 'tehâlük'ün mutlaka başka bir sebebiolmalı."

 Abdi bey, daha fazla gecikmeden, salona bu dü-şüncelerle dönecekti r. Orada gördüğü 'manzara',

ne : Prens Bragin, yiyeceğini yemiş, içeceğini içmiş,masanın başında, elinde oyun kâğıtları, hem ustalık-la onları karıştırıyor, hem de tatlı tatlı birşeyler an-latıyor. Neler mi?

Bir bakıyorsun, bir tarihte Petrograd dolayla-rındaki sürek avlarını betimlemeye dalmış: buzlucama çalar bir gök altında, süt mavisi kaba bir kar,kristalden oyulmuş ulu ağaçlar. Kar köpekleri bu-runları yerde iz kovalayıp, duman duman havlıyor-lar. Dallı budaklı boynuzlarıyla narin geyikler, uzakbir sisin aynasında belirip kayboluyor. Prens Bragin,tetiğe basmak üzereymiş gibi heyecanlı:

— Mes'ut günlerdi, diyor. Vakıa Rusya'nın de-

rinliklerinden dehşetengiz bir karanlığın uğuldadığınıişitmiyor değildik, lâkin hiçbirimiz Romanof'ların çiftbaşlı kartalını sarsabileceğine ihtimal vermiyordu.Ne kadar gafiimişiz!

Bir bakıyorsun, savaş öncesinde Paris'te yaşa-dıklarına atlayıvermiş. Bu daha güzel: Gülistan Sat-vet'in, Abdi bey'in o günlere ilişkin anıları bol, şehri,ilginç 'şahsiyet lerini', bellibaşlı eğlence yerlerini,hatta batakhanelerini tanıyorlar. Prens Bragin, düm-düz sakalını, farkında olmadan parmaklarıyla tara-yarak :

— Moulin Rouge'un namlı dansözlerinden biri-ne tutulmuştum, diyor. Nasıl şahane bir vücud tarifesığmaz. Muhtemel bileceksiniz, Mimi diye meşhur-du, Can-Can oynamakta eşsiz, bana daima Arapsafkanlarının mütehammil zerafetini hatırlatırdı. BirŞubat gecesi, 1907 yahut 1908'de olmak icabeder,ikimiz birlikte...

Gülistan Satvet, mahzun bir neşeyle: — Aaaa,diye atılıyor, o tarihte ben de oradaydım henüz...

49

Page 26: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 26/192

Oyuna oturduklarında yalıyı dört yanından ku-şatan karanlık, çatır çatır çatırdıyordu. iyi bir oyunolmadı. Bir kere Prens Bragin Le Temps'da okuduğuhabere takılmıştı, içisıra harıl harıl Kolçak'ın gerile-mesinden doğabilecek kötü olasılıkları tartışıyordu. Abdi bey'e gelince, kafas ını Güli stan Satvet'l e RusPrensi arasındaki ilişkinin 'sırrını' çözmeye takmış;

bir gözü kâğıtlardaysa, ötekisi ikisinde : Prens Bra-gin, Gülistan'a aşırı bir yakınlık gösteriyor mu? Gü-listan Satvet Prens'e ne cilveler yapıyor? vs.. Oyunusürükleyecek iki kişi, böyle içlerinden zaptedilmişolunca, kumarı tutkusal kılan gerilim doğabilir mi?Gerilimsiz kumarınsa tadı olmaz. Olmadı da. Öyleki, Prens Bragin bcızan sırası geldiği halde oynama-yı unutuyor, düşük gözkapaklı Kalmuk gözleri şömi-nenin kıvılcımlı korlarına dalıyordu. Bazan da yanlışkâğıt oynayıp, işin sarpa sardığını görünce, yorgungülümseyerek:

— Mağlubiyet, mağlubiyet! diy ordu. Kaderimizhep mağlubiyetten mi açılmıştır Ekselans?

Hakçası, oyun süresince Prens Bragin, Gülistan

Satvet'e öyle aşırı bir yakınlık göstermedi. Kimseyegöstermiyor. Gazetede okuduğu haber, adamın sar-hoş neşesini 'berhava etti', 'idrakinin muhtelif aksa-mı yekdiğeriyle irtibatı kaybettiğinden, mahza, mü-temadi bir kopukluğa düçar olmuştur'. Oysa Gülis-tan Satvet'in, cilvenin 'envaını' ipe dizdiği su götür-mez. Masanın çevresinde sanki dört değil, iki kişioturuyor: sadece o, bir de Prens Dmitri AleksiyeviçBragin. ligi, özen, dikkat , sevgi gösterisi daimaPrens'e! Durup durup, çilek pembesi dilini, canfeskızılı dudaklarının üzerinden bir geçiriyor, can mıbırakır? Abdi bey'i 'divâne etmek' kasdıyla yapıyorbunu, 'şek şüphe yok'. Prens cıgara yakacak mı ol-du, kül tablası (trak!) elinin altında; kâğıdını mı dü-

şürdü, yere ulaşması ne mümkün, (hop!) Güiistan'ıneteğinde; gözgöze mi geldiler, rimelli kirpiklerin ka-ranlık perdesi ardından limonkü fü gözler, sessizama öyle 'canhıraş' zevk çığlıkları atıyorlar ki, Abdibey'in olanca erkekliği kıyam ediyor. Oyun, oyun ol-maktan çıktı. Prens'in iştahsızlığından yararlanıp is-

51

tediği kadar ütsün dursun, gerçekte Abdi bey 'ha-yalî, bir sevişme dalgasına düştü. Gülistan Satvetbunu hınzırca kışkırtıyor: bak bak, sözde PrensBragin'in bıyığının ucuna takılan tütün kırıntısını ala-cak, kızıl çakıntılı sivri tırnaklarını ağzına doğru uza-tışından, parmak uçlarını ısırmasını istediği anlamıçıkarılabilir, ya da elinin sırtıyla bıyıklarını okşamayaniyetlendiği. «Garce!"

 Abdi bey, salon çapkınlığın ın en aşağılı k 'numa-ralarından' birisine 'tenezzül ederek', arasıra masa-nın altından Güiistan'ın bacağını bulabilir mi? Bul-masına elbet bulur, istediği sıcak ve yumuşak tema-sı kesinlikle sağlayamaz. Gülistan Satvet, yüzündebeliriveren küstah bir aşağılayıcılıkla, masanın altın-dan, ayağını ayağıyla iter. Abdi bey'in gözleri yeni-den kalaylandı, magnezyum yalazına benzer bir pa-rıltı saçıyor; yalapşap, yanmasıyla sönmesi bir olanbir parıltı değil bu; inanılmaz yoğunlukta sürekli birışık, dokunduğu yeri Radyuma buianmışçasına ya-nardöner kılıyor. Sesindeki asit dozu yükseldi mi ne,dudaklarından çıkan her kelime birer tuzruhu dam-

lası, yeşil çuhaya düştüğü yeri, pis bir duman çıka-rıp cıss diye yakıyor. Yılmadı ama, bu sefer, kâğıt-ları almak bahanesiyle, elini tutmaya uzandı...

(...Barzilay'ların 'hususi' deniz banyosunda, Ro-sa'nın çıplak kolunu sımsıkı kavradı. Şehvet ve kor-kudan sapır sapır titriyor. Temmuz güneşi, ahşapsoyunma yerinin çatlaklarından, enli bıçaklar halin-de sızıp, parıl parıl körpe vücutlarını doğramakta-dır. Dışarda göktaşı mavisi bir deniz, üzerinde kı-vamlı yaz buğusu, vahşi çığlıklarını saklayacak yerbulamayan savruk martılar. Öğle uykusu saati. Her-kes evine çekilmiş, ne öteki 'hususi' banyolarda 'de-niz safası' yapanlar kalmış, ne sandalla dolaşan ba-lık meraklıları. O, Rosa'nın kaygısız sâkinliğine şa-

şıp kalıyor. Onu buraya çağıran Rosa Barzilay, göz-leri iki mavi çiçek gibi rüyalarını zehirleyen komşu-nun kızi, ondan beş altı yaş büyük, onun bilmediğiherşeyi biliyor: üzerine eğilip, kafasını karpuz gibiavuçları arasına alarak, dudaklarını çiğneyen de o!

Gözlerini iyice yummuş, kâbusa benzer bir izle-

i 47

Page 27: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 27/192

nim geliştir iyordu : güçlü bir e! başından bastırmışda, suyun altına itilmiş, ne kadar çabalasa dışarıçıkamıyor: Ha boğuldu, ha boğulacak! O telâşla mınedir, gözlerini açtı ki, aaa, saydam yosun yeşili biraydınlık; yansıya yansıya çevresinde dolanan balık-lar, iri ayna parçaları; su kabarcıkları, fıkır fıkır yük-seliyor, O ne, dudaklarını zorla ayırıp ağzının pem-be loşluğuna dalan, ufak bir ahtapotun üç beş ko-lundan biri mi, yoksa Rosa'nın ahlâksız dili mi? Öy-le de sıcak ki, üff öyle de sıcak ki! Öpüşme uza-dıkça erkekliği ayağa kalktı, keyiflensin mi utansınmı kestiremiyor, Rosa onu sımsıkı sarıp kendineçektikçe, şeyi dokunacak diye geri çekilişi bu yüz-den, Oysa dokunmasını ne kadar arzu ediyor, Allahbilir! Yalnız dokunmasını mı, yooo, neresi olduğunupek bilemediği bir yerleri delip geçmesini de, nevar ki...)

...erken davranan Gülistan Satvet, kağıtları çu-hanın üzerine bırakıverip, 'hamlesini' savuşturuyor.Bakışıyorlar. Abdi bey'i bir korku aldı. İçinde ger-ginliği kaygıverici 'raddelere' ulaşan, son derece in-

ce. son derece 'mukavim' bir telin, titreşerek 'me-şum' bir rüzgâr gibi vınladığını duyuyordu. İzlenimo kadar somut, o kadar gerçekti ki, öbürleri de du-yacaklar diye korkuyor. Sağa sola şaşkın şaşkın ba-kınmasının nedeni bu. Hayır, kimse birşeyin farkın-da olmamış. Oyun cansız sürükleniyor. Rosa Mizrahi,yüzünde 'manidar' bir tebessüm, ağzında sarı sarıtüten Miralay Morley'in İngiliz cıgarası, gözlerinimasmavi kısmış, elindeki kâğıtları süzmektedir. Gü-listan Satvet, Prens Bragin'in neredeyse ağzına gi-recek. Prens Bragin, sol eliyle sakalını sıvazlayıp,göğüs geçiriyor.

Çok sürmedi, kâğıtlarını isteksizce önüne bı-raktı :

— Bu gecelik yeter, dedi. Keyifsiz olmalıyım.

Suratından bir bozgun sonrası umutsuzluğu akı-yordu. Düzen tutmaz perçemleri gözlerine girmiş, du-daklarının 'gayr-ı tabii' kırmızılığı, koyu vişneçürü-ğüne dönmüştü. Topuklarını vurup boyun kırarak,

12

Madam Mizrahi'nin, Abdi bey'in önünde, ayrıayrı selâm verdi. Gülistan Satvet, baştan çıkarıcı'rayihasını' dalgalandıra dalgalandıra, gözleri örtülü,dudakları aralık, her ikisiyle Fransızca vedalaşıyor.

— Bonsoir, ma chere! Au revoir, mon bey!

Orada bir dakika daha kalırlarsa, sonuçlarına

katlanam ayacakl arı 'feci hadiselere' karışacaklar-mış gibi, sessiz bir telâşla kapıya seğirtiyorlar, Dı-şarda, görkemli mayıs gecesi. Bugatti'nin güçlü mo-toru, yaprakları ürperten bahar serinliğini, yanardağhomurtularıyla darmadağın ediyor. Farların, çevreselbir hareketle dönen aydınlığında, suskun ağaç göv-deleri, sarmaşıkların boğduğu kameriye, hayalet birkedinin fosfor yeşili gözleri, bahçe kapısı! Otomobiluzaklaşıp, Boğaz'ın yıldızlı sessizliği yalının üzerineçatılınca, birkaç gecedir servilere 'musalla t olan'Puhu kuşunun soğuk ötüşünü işittiler. "Neveser ol-malıydı, kimbilir ne felâketler isdidlâl ederdi".

Hemen yatmıyorlar. Yatamazlardı ki! MadamRosa Mizrahi, yalnız kaldıkları zaman, Gülistan Sat-

vet'in Abdi bey'e neler söylediğini merak ediyordu. Abdi bey ise, akşa mda n beri 'zi hnen ' o kad ar ha-zırlandığı sevişmeyi, Rosa'yla gerçekleştirmenin he-saplarını yapıyor. "Cinsî münasebet mevzubahis ol-du mu, Rosa'nın imtinaı vaki değildir. Karı, fitratenkaltak. Bendenize meclûbiyeti ise, istisnaî bir sebe-be müstenit". Salon gözlerine nedense daha loş,tenha ve hantal göründü : şöminedeki korlar, karar-maya yüz tutmuş. 'Rutubet', görünmez bir sansar,koltuktan koltuğa atlıyor. Camlarda, uçuşan yıldız-ların, tel tel kuyruk İzleri.

Madam Rosa Mizrahi,* niyetini, sorduğu soruy-la, daha çok bu soruyu soruş biçimiyle belli etti:

— Abdi ne dersin, bu Gülistan haddini tecavüzetmiyor mu? Gösterdiğimiz itibarı hazmedemedi ga-liba, onlar ne  maniere'lerdi öyle? Senin derdine de-va olabildi mi bâri?

* Bkz. : 'Sırtl an Payı*.

53

Page 28: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 28/192

 Abdi bey tekgözlüğ ünü eline alıyor. Gözler ininkalaylı parıltısı, yırtıcı bir keskinliğe ulaştı. Sebebiaçık: Madam Mizrahi, gençlik yıllarının senlibenlikonuşmasına kaydı mı, 'envai türlü hayâsızlığa teş-ne' demektir. Aile hayatlarında, her ikisini de 'bet-baht eden' cinsel nedenlerle, Selânik'te 'tekrar tesis-imünasebet' ettikleri tarihten bu yana, bu böyle! Hiçşaşmaz!

— ...vaziyet muğlak görünüyor, sarahata vara-madık : Bekirağa Bölüğü'ndeki mevkuflardan bir kıs-mı azad edilmiş ama, İngilizlerin 'harb mücrimi' te-lâkki ettikleri eşhası, memleket haricine sürmelerin-den endişe ediliyor.

Rosa Mizrahi'nin yüzünde, o gülümseme: yassı,beyaz ve kalın dişleri, ısırmaya niyetliymiş gibi mey-dana çıktı. Gözlerindeki havagazı alevlerinin mavisi,gittikçe eflâtuna çalıyor; içisıra çürük morların, me-nekşe yaprakları halinde açıldığı, kadife ışıltılı tüyiübir eflâtun! Burun delikleri, yalnız onun duyabildiğigizemli bir kokuyu alıyormuşçasına, hızla açılıp ka-

panıyor. Abdi bey'i hiç yanıltmayan işaretlerdi bun-lar. "Ayağında külotu da yoktur bu fahişenin, oldumbittim külotsuz gezmekten hoşlanır". Harekete geç-meden, o yarı divan koltuğa oturmasını bekledi: bo-yunun aşırı kısalığı yüzünden, ayaktayken sokulma-yı sevmiyor, gülünç olduğu kanısındadır.

Rosa Mizrahi, pantolonunun düğmelerini çözü-yor, bir yandan harıltılı bir sesle :

— ...endişeyi Gülistan izhar etmese gerek, di-yordu, oyun müddetince ateşli nazarların onu birlahza bile terke tmediği halde, daha ziyade Prens lealâkadardı: hicab etmese, önümüzde koynuna gire-cek!

 Abdi bey elini kadının belinden kalçaları na, kal-

çalarından daha aşağılara kaydırıyor. Neden hoş-landığını bilmez mi?

(...Barzilay'ların 'hususi' deniz banyosu, tuzlusudan yorgun tahtaları, güneşten kızmış çinkolarıylaterlerine karışır, sanki buharlaşırdı. Soluk soluğaRosa'nın, iri kemikli vücudu durduğu yerde duramaz,belâlı bir su burgacı gibi, kollarının arasında çal-

54

kalanarak dönerdi: neresi neresine değse, işte ora-sında, ta içine işleyen, kaşla göz arasında aleve dö-nüşüp, damarlarında 'cevelâna başlayan, meçhul'bir ateş! Soluklanmak için dudaklarını dişlerindenkurtardığı an, ağzına, birbiri ardınca göğüsleri dolu-şuyor : iri, karadut uçlarından, sıcak, dumanlı sıvı-lar salıveren diri memeler bunlar! Rüyalarında bile

görmeğe 'cüret edemediği'.Sevişmeyi ustalıkla yöneten Rosa, tek bir şeye

direnir: 'alelâde cinsî münasebete'. Gerçekçiliğin-den yapıyor. 'Museviler de müslümanlar kadar, hat-ta daha fazla ehemmiyet atfettiğinden, suret-i kafi-yede virginite'sini muhafaza etmek zaruretindeymiş,binaenaleyh arzudan tecennün etse 'önden yanaş-masına' rıza gösteremezmiş!". (Kelimenin nedenseOsmanlıcasına 'tenezzül etmez', her defasında Fran-sızcasını söylerdi. 'Bekâret' yerine, 'Virginite').

Görünüşe aldanmamalı!. Dişten tırnaktan artı-rıp, kızlarına yüklü bir drahoma hazıriadılarsa da,Barzilay'ların 'eski halleri yok', onu varlıklı Musevîailelerinden birine başgöz edip, 'vaziyetlerini' düzelt-meyi tasarlıyorlar. Babası, geçen yıl Beyrut'a gitmiş-ti, oranın Selânik'ten göçme tüccarlarından Mizrahi'-lerin oğlunu görmüş, gözü kalmış: adı, Leon. Eh,Rosa gösterişli kız. Nötre Dame de Sion'da okudu,yol yordam öğrendi. Fransızca konuşur, bu zengin

I

ailenin 'yegâne mahdumunu teshir etmesini' nasıl

olsa becerecek, "Bütün mesele, gerdeğe bakire ola-rak girmesini teminata bağlayabilmektedir". Ailesi-nin durumunu da, hayallerini de iyi bilen Rosa, iliş-kilerini ona göre ayarlıyor, virginite'sine el sürdürürmü, asla! iyi ama bu, gönlünün çektiğiyle oynaşma-sına engel olmayacak mı? Kim demiş!

Bulduğu çare, çaresizliği kadar eski ve alışılmış-tı : iki kalçası, kuyruk sokumu ayırımından iki elleavuçlanıp, ağır ağır, erkekliğin üzerine oturtulacak!"Duhul vâki olduktan sonra, elleri, baldırlarını seveseve ön tarafa kaydırıp, apış arasını okşamak gere-kiyor : yav aş yavaş, ısrarla! Aklını başından alır :artık ne çığlık atmalar, ne inlemeler, ne soluma-lar! Bazan iki elden birinin ö üslerini buru o ur-

Page 29: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 29/192

masını; öbürünün ise bızırıyla oynamasını ister. Cin-selliği öyle bereketlidir ki, birine ulaşır ulaşmaz öbü-rüne başlayıp, sırtısıra, bilinmez kaç kere 'inzal'olur.

 Akıl lara ziyan bir 'key fiyet' !.. .)Saat buçuğu çaldı: zerre zerre dağılan ağır tit-

reşimleri, avize kristallerinden tınlayarak yansıyor,varla yok arası, gizli yakınmaları andırır, tınlamalar.

 Abdi bey, kaç buçuk olduğunu çıka ramad ı, üç bu-çuk mu, dört buçuk mu? Camiarda karanlık, gümüşsırlı tatlı bir lâciverde açılıyordu, az sonra derinlik-lerinde mor lâleler, haşhaş pembesi şafak kuşlarıuçuşur. "Bu itibarla, işi içerdeki odada yapmalarıçok daha makûl olacaktı". Önermesine önerdi ama,Rosa Mizrahi böylesini yeğliyor: kaçamak olmak,her an diken üstünde, her an bastırılma tehlikesiyleburun buruna! Gerilimli bir ortamda sevişmek, ona,o mutlu gençlik yıllarını, o yılların korkulu sevişme-lerini hatırlatıyormuş: hani yazları 'hususi' denizbenyosunda, kışları Halıcızade Yalısı'nın bahçesin-deki limonlukta, yürekleri çarpa çarpa sevişirlerdiya!...

 Abdi bey, 'tahmin inde ' yan ılm amıştı : 'ber mutad'külotsuzdu Rosa, eteğini kaldırdı, ağır ağır kucağınaoturup, erkekliğini içine aldı. Hatırı sayılır ağırlığı,bunaltıcı terli kumaş, tütün ve chypre kokusuyla,

 Abdi bey'i handi yse boğacak. Adamı n zaten ufaktefek gövdesi, koltuğa öylesine gömülmüş ki, varlığıbelirsiz; sadece, sıklaşan solukları işitiliyor. RosaMizrahi, eskisinden farklı, sevişirken aralıksız söyle-niyor. Kalın, sık sık ağdalaşan, macun gibi uzayıpetrafa bulaşan bir sesle, neler demiyor ki:

— ...Abdi, söyle neyim ben, orospu muyum, ha,orospunun da rezili mi? Hadi söyle, orospu de bana,

fahişe de, zilli fahişe! Söylesene Abdi, ağzından işi-teyim, müptezel bir fahişe olduğumu...Ya da, dişlerinin arasından, ıslık ıslığa tutturu-

yor. — ...Güiistan'ı tecziye etmeliyiz. Mutlaka. Yanı-na bırakacak mıyız bunu, tecziye etmeliyiz. Adam-akıllı kırbaçlayarak! O tombul butlarına, kan çıkın-caya kadar vurmalı! Memelerine de! Apışarasına

56

da! Evvelâ anadan doğma soyup, bilâhare verecek-sin kırbacı, vereceksin kırbacı...

 Abdi bey terl emiş , tuzl u damlalar gözle rini ya-kıyor, parmak uçlarıyla Rosa'nın tüyleri arasındaaradığı bızırı buldu, bastırmaya başladı. Onu dinler-ken, 'hayalinde' en yosma hâliyle Gülistan Satvet'in

canlanacağını sanmıştı, yanılmış; kucağına, Rosa'-nın gençliği diye Raşel'in hayalini oturttuğunu, bir-den farkediyor: onu 'tahrik eden', Gülistan Satvetdeğilmiş anlaşılan, Raşel'in 'fütursuz hayasızlığıy-mış'!

Sonra nedense Neveser'i hatırladı, çok da utandı.

Page 30: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 30/192

İstanbul ahalisinin. İzmir'in işgalineaksülameli devam ediyor.

SULTANAHMET MİTİNGİNEYÜZBİN KİŞİ İŞTİRAK ETTİ

Hatiplerden Halide Edip hanım, halkı'sancağımıza, ecdadımızın namusuna iha-net etmeyeceğimize dair yemin ettirdi.

Dersaadet (Hususi)İzmir'in işgalini müteakip, şehrimizin hemen her

semtinde yapılan protesto mitinglerinin en muazzamıdün Sultanahmet Meydanı'nda, iki tarihî abidenin ara_

Page 31: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 31/192

Mehmet Emin bey, «Yine mi kan, yine mi ateş?»diye sormuş, sözlerine ezcümle şöyle devam etmiştir:

«Garba dönerek haykırmak ve şunları söylemekistiyorum: Ey Avrupa, ey Amerika, bunun mes'uli-yeti sizin olacaktır.»

Payitaht matbuatı namına konuşan Fahrettin beyise, ecnebi devlet idaresine davetiye çıkaran bir ikiİstanbul gazetesi bulunduğunu tebarüz ettirerek, bufikri reddetmiş, konuşmasını Fikret'in şu mısrala-rı yla ikmal e tmiştir:

«Zulmün topu var, güllesi var, kal'ası varsa,Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.»

Halide Edip Konuşuyor

Mitingin en heyecanlı hitabesini Muallime HalideEdip hanım yapmıştır. Halide Edip muazzam kalaba-lığı galeyana getiren hitabesine şöyle başlamıştır:

«Kardeşlerim, evlâtlarım! Ruhu semavatta olanyediyüz senelik şanlı tarihimiz, bu minarelerden bu-gün Osmanlı tarihinin faciasını seyrediyor. Bu muaz-

zam, bu tarihî meydanda zafer alayları tertip edenecdadımızın ruhu bizi seyrediyor. Dünyaların ötekiucuna at süren namağlûp Müslüman tarihinin bed-baht bir kızıyım. Bugün de dünkü kadar kahramanve talihsiz Türk milletinin anasıyım. Millet namına,ecdadımızın bizi seyreden ruhlarına yemin ediyorum.Bugün kollan kesilmiş olan Türkün kalbi, eski cesa-ret ve gücünü kaybetmemiştir. Yemin ediyorum ki,Osmanlı sancağına, tarihine ihanet etmeyeceğim.»

Halide Edip hanım, bilâhare meydandaki yüzbinkişiyi de "sancağımıza, ecdadımızın namusuna ihanetetmeyeceğimize" yemin ettirmiş, müteakiben halkatakdim edilen beyanname ittifakla kabul edilmiştir.

12

Kardeşi Ahmet Ziya*, artık umudunu kestiği birsırada, Beriin'den çıkagelmeseydi, o Mayıs Neveser'-in yüzü hiç gülmemiş olacaktı: ne uğursuz aymış!

İzmir'in işgali 'faciası', özel nedenlerden, onuayrıca ilgilendiriyor: Selânik elden çıkınca, ailesiizmir'e göçmüştür. Babası Ziya bey, Rumeli Demir-yolları Kumpanyası'ndaki işinden ayrıldı. Alman ta-nıdıkları araya koyarak, Deutsche Levant Linie'ninİzmir Acentası'nda iş buldu, orada çalışıyor. Dahadoğrusu, mütarekenin ilânına değin, orada çalışıyor-du. Bir süredir, Almanların bu denizcilik şirketi de.İtilâf devletlerinin gözetimindeymiş, öyle diyorlar.

Yunanlıların İzmir'de açıkça 'müslüman katliâmı'yaptığını işitir de, Neveser 'tabiatmdaki' duyarlı bir

kadın, nasıl 'mahv-ü-perişan' olmaz? Hatıra Defteri'-nin, Mayıs'ın ikinci yarısına ilişkin sayfaları, 'en mü-kedder, en müteellim' sayfalarıdır. Tesadüf, yağmur.Dersaadet'in, insanı içinden çökerten, karanlık yağ-muru. Yağdığını görmez, aşağılık nemiyle iliklerinekadar ıslanırsın. Kulak içlerinde su tozu birikir, göz-lükler buğulanır. Yağmur yağdı mı, akşamları tüy-leri diken diken eden bir serinlik çıkıyor. Kaç kereNefti Salon'daki yağ yeşili büyük çini sobayı yak-mak zorunda kaldılar. Neveser, sözde Hölderlin'denşiir okuyarak avunuyordu. Yalan, Balkan bozgunun-da bile, bu derece sarsıldığını hatırlamıyor. Akşamsabah, dua! Gece, başını yastığına koyar koymaz,iki yanında, zavallı annesinin babasının, 'Yunan sün-

güleriyle delikdeşik edilmiş na'şları', upuzun : Uyu-yabilirsen, uyu! Birkaç kere, Kâmil efendi'yi gönde-rip, telgraf 'keşide ettirdi, ahval-i hâzıra dolayısıyla'

* Bkz.: 'Sırtlan Payı', 'Yaraya tuz basmak'.

61

Page 32: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 32/192

ellerine geçip geçmediğini kestiremiyor ki! Hâlâ bircevap çıkmayışı, belki telgraflarını almadıklarından-dır.

 Asl ında bu, tuzu bibe ri! Kardeşi Ahm et Ziy a'd anaylardır ses yok. 'Mağlubiyet' Almanya'yı karıştırmış,gazeteler yazıyor. Geçen yıldan belliydi. Ahmed Zi-ya'nın son mektupları, 'kürre-i arzı mihverinden çı-karacak, ihtilal-i kebir'in ayrıntılarıyla dolu : donan-ma isyan etmiş, sokaklarda vuruşan askerlerle işçi-ler, Berlin'in ıslak duvarlarında komünist afişleri. İs-ter misin bu 'bâdirede' sevgili kardeşi 'telef olsun'?Neveser'in 'rakik yüreği' buna dayanır mı? Hele onuncandan, gözünü budaktan sakınmaz 'mizacı'nı ha-tırladıkça!

Geceleri, Doğan'ı yatırdıktan sonra, Nefti Sa-lon'da tek başına oturup, sessiz sessiz gözyaşı dö-küyor. Kucağında Hölderlin'in şiirleri. Camlarda ayınparçalayıp yaldızladığı 'gümüşî' bulutlar, işga! donan-masının yanıp sönen işaret fenerleri, ansızın bir ışıl-dak! Nasıl ağlamasın : kocası Abdi bey, 'tevkif olun-mak' korkusuyla, Mizrahi'lerin yalısına kapandı, ha-

nidir evine uğramıyor. Kardeşi, savaşın sonunda mı,devrimin başında mı olduğu anlaşılamayan bir Al-manya'da, kayıp! 'Ebeveyni' ise, müslüman halkınkırıldığı izmir'de, çâresiz! Çaresiz mi, başlarına birfelâket mi geldi, nasıl bilebilir? İşgalin üstünden birhafta geçtiği halde, haber çıkmadı. Neveser, 'Beynel-milel Graudünden Sanatoryumu'ndaki en 'nevmîd'günlerini arıyor, çünkü yakınlarının akıbeti, onu,kendi akıbetinden çok daha fazla etkilemektedir:hastalığının 'mahiyeti ni' öğrendi öğreneli öleceğinealışmış, 'adetâ âşinâ olmuş', oysa kardeşinin ya da'ebeveyninin' ölümü olasılığı onu 'helâk' ediyor. Da-yanamaz, hayır dayanamaz!

İşgalden sonraki onuncu gün mü ne, izmir'den

sonunda 'ferah' bir haber: çok şükür, annesi ve ba-bası sağ ve selâmetteymiş! Ama, zorlukla eline ulaş-tırılabilen mektup, öyle 'dehşetengiz' başka bir ha-beri içeriyor ki, okuduğu an dünya Neveser'in başınayıkıldı, ağlasın mı gülsün mü bilemedi. "Alaman' Ziyabey, tecrübeli adam, 'payitahtla' bağlantının aksaya-

63

cağını kestirmiş, talihini dost bir şirket aracılığıyladenemişti. O sabah Doğan, halılara yayılıp dökül-müş, annesinin isviçre'den getirdiği oyuncak şimen-diferin raylarını döşüyor: köprülerini kurmuş, istas-yonlarını yerleştirecek! Yağmurdan sonra güneş aç-tı : Marmara'nın sırtı, taa Adalar'a kadar bütün ba-lık pulu, gökkuşağı alacası parıldıyor. Neveser, sa-

lıncaklı koltuğunda, bir gün önceki Kadıköy Mitin-gi'nin tafsilâtını gazetelerden okumaya dalmış. İz-mir'de neler oluyor diye, sabahlan ilk işi, gazetelerebakmak!

Yağmura 'rağmen', Kadıköy Belediye Dairesiönünde, genç ihtiyar, çoluk çocuk, 'yirmi bini müte-caviz' bir kalabalık toplanmış. Birlik'te, 'hatiplerden'Fahreddin bey'in en can alıcı cümlesini, 'serlevha'yaçıkmışlar: "Bizim artık Avrupa'ya emniyetimiz yok-tur." Yunus Nadi bey serbest kalır kalmaz 'tekrarintişara başlayan' Yeni Gün ise, mitingte Şair Hüse-yin Suat bey'in 'inşad ettiği manzumeyi' yayınlıyor:

"Azmimiz öyle metindir ki biilâh

vermeyiz İzmir'i/Allah Allah!"

Neveser, 'ahaliyi' coşturan Münevver Sâime ha-nım'ın söylevini okurken tüylerinin ürperdiğini his-setti :

"— ...bizim tamamiyet-i mülkiyetimizi muhafazaedeceklermiş! Fakat hangi hudut dahilinde? Bu tas-rih edilmedikçe, Türkiye'de sulh mümkîn olmayacak-tır. Efendiler, az söylemek, çok yapmak zamanı gel-miştir. Biz sadece ağlıyoruz, ağlamakla kazanılmışhak, hıçkırıklarımızı dinleyecek kalp yoktur..."

Son günlerdeki 'hâlet-i ruhiyesi'ne denk düştü-ğünden mi ne, son iki satır Neveser'i çok fena etki-

ledi. Kollarını kavuşturup gözyaşı dökmekten başkaelinden ne geliyor? Hiçbir şey! Oysa mitingler, Der-saadet'in 'derûnunda, mâşerî' bir tepkinin varlığınıortaya çıkardı. Şehrin bilinmez neresinde, 'adetâ de-vâsâ bir kalp' çarpıyor: yeni bir doğuşun müjdesimidir bu, yoksa bir 'basübâdelmevt' mi?

i 47

Page 33: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 33/192

O sırada, telefon : — 327 mi efendim?— Evet, bu yurun : ben Neveser Abdi!— ...hanımefendi, burası Van der Zee Acenta-

sı'dır, bendeniz Tercüman Hrant, İzmir'den irsâli ta-rafınıza yapılmış bir mektup aldık, bir zahmet birinigönderirseniz, yazıhanemiz Galata'da olup...

Kâmil efendi mektubu getirinceye kadar, Neveser

evin içinde durabildi mi? Oradan oraya çarpmıyor:bir ara terasa çıkıp, çiçeklerin taze bahar yeşilliğiniokşadı; bir ara yazıhanede Fraıı Schoenberg'in ar-mağanı şiir kitabını okumayı deniyor: maroken cilt,yaldız işlemeli, köşesine gotik harflerle Neveser'inadı oyulmuş : Schiller'in şiir leri. "Zi hnini okuduğunaveremiyor ki!", en doğrusu mutfakta Mercimek Ni-ne'yle çene çalıp oyalanmak! Nasıl, Aynalıçeşme'desarhoş ingiliz bahriyelileri, 'iki taze'nin çarşaflarınımı yırtmışlar, vah vah vah, ne günlere kaldık! Üm-met-i Muhammed, 'kefere'nin üstüne savlet etmemişmi? Etmiş etmez olur mu? Polisler, kıranta bir beyi

 Ara pya n Hanı 'na göt ürm üşl er, Ma ar if Nezare ti' ndekâtipmiş galiba! Aman Allahım, Ramazan-ı şerif are-

fesinde, daha vahim hadiseler olmasa bâri!Babasının mektubu, 'mutadı veçhiyle', mürekkebi

yeşile çalar mor, yazısı sülüs-ü celîyi andırır, kısabir mektuptu :

Fi  20  Mayıs  1335,  İzmir.

Nûr-u aynım, evlâdım.Kaderimizde bu zillet de var imiş, Selânik'te zul-

münden firar eylediğimiz Yunan, İzmir'de geldi bizibuldu: hicran içinde perişanız.

İşgalin dehşetini tasvire takatim kifayet etmez,Koı-donboyu'nda yüzlerce Türk katledildi, mücavirkasabalardan katliam haberleri geliyor. Bir hissikab-

lelvuku ile, o gece, ihtiyaten Karşıyaka'daki ahbab-larımızda kalmıştık, isabet etmişiz. Ceııab-ı Hakkınlutf-u-keremiyle, annen ve ben, elyevm sağ ve selâ-metteyiz. Buna da şükür.

Meçlıuliyette kalınca, senin ne kadar tasalana-cağını düşünerek, keyfiyeti derhal tarafına iş'ara ka-

64

rar verdik. Refiki azizim, Van der Zee Şirketi'ninsahibi Heinrich bey, aynı zamanda Norveç Devleti-nin fahri konsolosu bulunmakla nisbî bir emniyetesahiptir, lutf-ü-delâîetiyle şu birkaç satırlık mektu-bumun sana vüsülunu temine sarf-i gayret edeceğiz.İnşallah, muvaffak oluruz.

Annen ve ben sarılıp, hasretle gözlerinden puseder; Abdi beyefendiye ar?-ı hörmet ederiz.

Pederin Ziya

Hâmiş: bizim Damadın Selânik'ten âşinâsı Nev-res bey'i hatırlar mısın? İşgal günü, Konak'ta Yunanbayraktarını geberten salıib-i hamiyet odur. Aşkolsunçocuğa! Akıbeti maalesef meçhul, şehid edilmiş ol-ması kuvvetle muhtemel. Evini Rumlar yağma etmiş,hemşiresi Melek hanım, Heinrich bey'in taht-ı hima-yesindedir, zannımca Amerikan Kız Koleji'ne yerleş-tirmeyi münasip görmüşler.

Neveser, elinde babasının mektubu, donakal-mıştı. Ağladığını, gözyaşı kâğıda damlayınca anladı.Neden ağlıyor? Anne ve babasının sağlığına sevin-diğinden mi? Nevres bey'in 'meçhul' akıbetine üzül-düğünden mi? Nevres bey! Nevres bey! Gururlu 'mü-kedder' hâlini, aldatıcı 'sükûnetinin' gizlediği 'âteşinmizacını' asla unutamayacağı, Nevres bey! ister is-temez, kulaklarına, Davos'taki sanatoryumun ecza,linoleum ve içten içe reçine kokan sessiz beyazlığın-da, ona söylemiş oldukları yansıyacaktır::

"— ...âti-yi insaniyeti, kan ve vahşetle tehdideden tasavvur ve niyetler, Neveser hanım, Türkünmevcudiyet-i bî-zevalini, vâki olsa bile, nakisedâredemez. Bunu böyle bilesiniz!"

Hayret! İki yıldan 'ziyade' mi olmuş! Harareti-

nin, 'bilhassa' geceleri, 38 civarında dolaştığı 'buh-ranlı' bir dönemdi. Öğle vakti, sanatoryumun kabulsalonunda oturmuş, piyano dinliyor; bir yandan da,Cenâb'ın Elhân-ı Şitâ'sını, ağızdan Almancaya çe-virmeye çabalıyor. Frau Schoenberg, şiire meraklıgeçinir de! Hani canım, şu mısralarla başlayan ünlüşiir:

65

Page 34: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 34/192

"Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuşeşini gayb eyleyen bir kuş

gibi kargeçen eyyam-ı nev-bahan arar..."

Sis mavisi kar, çevredeki çam ormanlarını kap-ladıkça, tekrarlayıp durduğu mısraları, besbelli bir

başkasıyla paylaşmak istemişti. Salonun bisoteecamlı cümle kapısından, o sırada, sırtında yakasıkürklü palto, gözünde dumanlı kar gözlükleriyle,'vakûr' bir zat giriyor: ince, upuzun boylu, a'algaiıkumral saçları tel tel kırlaşmış! insanlar çift yaratı-lır diye tevekkeli dememişler: Nevres bey'in tıpkısı!Yüreği nasıl oynadı Allah bilir. Onun telâşlı ilgisinigörünce, sanatoryuma gireni çıkanı vesveseli birdikkatle izleyen Frau Schoenberk, gözlerini kapıyaçevirip gelenin kimliğini açıklıyor:

"— ...Kont Grikovskiy, Polonyalı bir asilzade!Geceleyin gelmiş, 54 numaralı odada kalıyor, geçenhafta o Viyana'iı avukat ölmüştü ya! Ne kadar dayakışıklı bir adam!"

Nevres bey, bir akşaın yemekten sonra, terte-miz Almancasıyla sokulup, sözü Türkçeye dökünce-ye kadar, Neveser onu sahiden Lehistan'lı asilzadeKont Grikovskiy sanmıştı. Başka türlüsü olası mıdır?Bir insan, hem Romanya'da bir zindan koğuşunda,hem İsviçre Alpleri'ndeki 'Beynelmilel' GratıdündenSanatoryumu'nda, 'ısbat-ı vücut' edemez ki! Nevresbey, yıllarca önce Selânik'te söylediği sözleri, o ak-şam, elâ gözlerinde 'tarifi gayr-i mümkîn bir meiâlle'kelimesi kelimesine tekrar edince, herşey değişti:

"— ...Neveser hanım, sizin mevcudiyetiniz dün-yevî olmaktan ziyade, semavî olmak icabeder, âdetaşeffaf bir mevcudiyet! Neye temas etseniz, kameri

bir şuayla aydınlanıyor..."Neveser bir sevinç çığlığını zor zaptetmişti:"— Fakat, sizsiniz!..." dedi, "...evet siz, esasen

şüphelenmiştim : iki insan arasında bu derece mü-şahebet olabilir mi? Lâkin mantıkî bir izahını bula-madım, İstanbul'dan ayrılırken demişlerdi ki..."

67

Nevres bey, bir koltuk çekti, kumral bıyıklarınınaltından usulca gülümseyerek :

"— ...Nevres, Hasan Tahsin nam-ı müstearıyla,Romanya'da zindandadır, onbeş seneye mahkûm,öyle mi? Hakikat, bu! Almanlar Romanya'ya girme-seydi, hâlâ zindanda olacaktım. Uzun hikâye!"

Ne kadar da 'ketum'dur, katlandığı acıları, at-

lattığı tehlikeleri sergilemeyi hiç sevmez. Neveser,'Romanya macerası'nın girdi çıktısını, İstanbul'a 'av-detini müteakip', ancak öğrenebilecektir: Alman or-dusu yaklaşınca, Romenler, siyasa! tutukluları 'baş-ka ve emin bir mahalle nakletmeyi' uygun görmüş,hepsi Bükreş'e 'mücavir' bir banliyö istasyonundantrene bindirilecek! Nevres bey, istasyondaki karga-şalıktan 'bilistifade' kaçıp, yöredeki ırmağın sazlık-larına gizleniyor. Gece, ortalıktan el ayak çekilince,

 Alman hatl arı diye Romen aske rler inin üstüne düş-mesin mi? Ardından ateş mateş, ayağından vurul-muş, 'şu azm-ü-iradeye bakın ki', yaralı yaralı sak-lanmayı, ertesi sabah Alman birliklerine kavuşmayıbaşarıyor. Razı olsa, bakım gerektiren yarasını, Al-

manlar Bükreş'te tedavi edecek; hayır, olmuyor; 'da-kika fevt etmeksizin', Dersaadet'e dönmek arzusun-dadır. 'Nitekim' ayağını orada, Doktor Besim ÖmerPaşa evinde ameliyat ederek iyileştirecektir.

Bir iddiaya göre, soğuk ve 'rutubetli' hücrelerdegeçen iki yıl, bu 'müddet zarfında' bakımsız ve be-sinsiz kalması, ciğerlerinin hastalanmasına yol aç-mış. İsviçre'ye gönderilmesinin nedeni bu, Davos'taGraudünden Sanatoryumu'nda sırtüstü yatıp dinle-necek! Oysa, ne zaman bu İsviçre 'ikametinden' sözaçılsa; Nevres bey, yarı şaka yarı ciddi, diyordu ki:

"— ...zarurî bir tebdilhavadır Neveser hanım!'Fırka' kaderini Almanların zaferine bağlamış, hal-

buki harbin tarz-ı cereyanı aleyhimize inkişaf ediyor.Dersaadet'te, münferit bir sulh akdine mütemayileşhcıs-ı muhtelifeyle temaslarım olmuştur, en baştaCavit bey! Enver ve Talât, bittabi payitahtta kalma-mı şayan-ı arzu bulmadılar: malûm a, Yakub Cemilbey kardaşımız aynı sebepten kurşuna dizilmiştir,başlarına bir de Hasan Tahsin gailesi mi çıksın?"

i 47

Page 35: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 35/192

Neveser, Yakub Cemil'in idamından 'bihaberdi',çok şaşırdı: Kuşçııbaşı Eşref, Hacı Sami, Yakub Ce-mil, Çolak Hayri, Süleyman Askerî ve Nevres beyler,Teşkilat-ı Mahsusa'nın en 'güzide silahşörleri' sayı-lırdı. Nevres bey'in örgütün 'kısm-ı haricî'sine intisapettiğini' Cavit bey'den işitmişti, şu halde nasıl olu-yor da şimdi 'Cemiyet', bu 'fedailerini'...

Nevres bey'i, Cavit bey 'vasıtasıyla' tanımamış-lar mıydı? O tarihte Fevziye idadisi henüz Selanik'-te, Cavit bey okulun müdürü, Nevres bey ise öğren-cisi. 'Müstesna' bir öğrenci fakat, ciddî, 'gayyûr', ya-şadığı olağanüstü zamanların 'ehemmiyetini müd-rik': Fransızca'yı çoktan sökmüş. Fransız 'ihtilâl-iKebiri'ni inceliyor; Mason localarıyla, gizli Terakkive İttihat Cemiyeti'yle yakından ilgili. Darülfünun'ageçer geçmez, 'Cemiyet'in 'fedaileri' arasına katıl-ması, Teşkilat-ı Mahsusa'ya intisabı, bundan ilerigelmiştir.

Onunla tanıştığı günlerde, Neveser evliliğininilk "sukut-u hayallerine' katlanmay a çabalıyordu.Nice umutlarla bağlandığı Abdi bey, 'sefihin biri' çık-mıştı : ruh i nceliklerinden, duygus al zenginliklerdenuzak, 'asabi, şirret', aklı fikri cinsel çeşitlemelerdeolan bir zat! Nevres bey'in, saygıyı ve ciddiliği eldenbırakmayan, 'seviyeli ve mesafeli alâkası', elbetteonu bu yüzden onca duygulandırmıştı . Herkesinumutlu tasarılar, iyimser beklentilerle coştuğu 1324Temmuz'u ve sonrasını düşündükçe, Nevres bey'ihep levent boyu, 'tahrirli' elâ gözleri, seyrek ve an-lamlı 'iltifatlarıyla', daima siyahlar giymiş olarak ha-tırlıyordu. O unutamadığı sözleriyle de :

"— ...ihtilâf ve lâkaydîyi bırakalım. Cihan bizedüşmandır, kimseden en ufak muavenet bekleyeme-yiz. Bizi kurtaracak, ruhlarımızın derinliklerinden do-

ğacak bir samimiyetle yekdiğerimizin ellerini sıkmak,bünye-i millîmizi ezen canileri şiddetle kahretmektir".'Harb-ı Umumi bidayetinde', Dersaadet'te yeni-

den karşılaştılar. 'İhtimal', 1330 sonbaharında! Nev-res bey, hayli 'maceralı' geçen Paris 'ikametinden'donuyor. Neveser, niteliğini kestiremediği 'müzmin'iştahsızlıktan, sürekli kırıklıklardan yorgun düşmüş.

12

 Akşamlan, başında 'müphem bir hara ret ', oysa elleriayakları 'buz'. Hastaymış da, bilmiyormuş!

Eylül 'iptidalarında', yazdan kalma bir akşamdı;yıldız bolluğundan ağırlaşmış sütlü lâcivert bir gök-yüzü, pırıl pırıl, terastaki çiçeklerin üzerine sarkıyor.Havada kaba bir yumuşaklık, kaybolup beliren çiçekkokuları: belki karanfil, belki gül, belki leylâk! Nev-res bey'i, Terakki Apartmam'na kocası getirdi, 'vedayemeği' yiyecekler, "...zira, fevkalâde mühim bir va-zife-i hafiyle, ismini zikre mezun olmadığı bir mem-lekete gitmek üzere, şu günlerde Dersaadet'i terkey-leyecektir". Görevin önemi, Abdi bey'in tumturaklısözlerinden çok, Nevres bey'in, 'döneceğinden eminolmadığı cihetle', nişanlısı Vedia hanım'ı, '-hareketle-rinde serbest bırakmış' olmasından anlaşılıyordu.Neveser'e fazlasıyla dokunmuştu bu, fena haide'-iç-\lendiği, uzun süre Nevres bey'in yüzüne bakamâdpğı, hiç aklından çıkmaz: gözyaşlarınj tutaniğyacakti.  :

Sofrayı terasa kurmuşlar. Onlar", iki emek, İttP"hat ve Terakki'nin geleceğinden, dünyanın 'ahv^î-iumumiyesinden', Paris'in 'şetâretli geceİĞrincfen' Söy-

leşip, içki içtiler. Nevres bey'in 'vakûr sükûtuna rağ-men', kocasının ağzında şeker varmışcasına dama-ğını şaklatıp, sözü Fransız 'âlûftelerine' getirmesi,Neveser'i ne kadar utandırmıştı. Abdi bey böyledir,'şahsiyetl i' bir misafir yanında, hemen gereğindenyüksek bir sesle konuşmaya başlar; konunun, zap-tedemeyeceği 'muhataralı' alanlara kaymaması için,işi 'müstehcen imâlara', çapkınlık öykülerine döker.Nevres bey, yüklendiği görevin ağırlığından mıdır ne-dir, o gece hiç ağzını açmamış, kumral bıyıklarınınaltından arasıra usulca gülümseyerek, Selânik'tekison zamanları unutmadığını, sanki Neveser'e bellietmek istemişti.

Sonraları Nevres bey'in Romanya'ya gittiği an-

laşıldı : Teş kilât-ı Mahsusa, Romanya'yı İtilâf Dev-letleri safında savaşa sokmaya uğraşan, ingiliz Teş-kilât-ı Mahsıısa'sından Boxton kardeşleri, 'itlâf ile'görevlendirmiş. Bir takayla Karadeniz'i aşıp, göreviyerine getiriyor. Romanya'daki iki yıllık zindan ya-şantısı bunun sonuc udur: Balkan Cemiyeti' ndeki

69

Page 36: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 36/192

konferanstan sonra gerçekleştirdiği suikast sırasın-da yakalandı : onbeş yıl hapse mahkûm ettiler.

Nevres bey'in Davos'taki yaşantısı da, olağanasığmıyor ki! Lehistan soylusu Kont Grikovskiy diye,'mütenekkiren' dolaşıyor. Üç gün sanatoryumda, beşgün kayıp! Dumanlı kar gözlükleri, yakası kürklüpaltosu, kalın ökçeli dağ potinleriyle, Alpler'in buzlu

cam aydınlığı üzerinde, bugün 'esrarengiz birsilhouette olarak teressüm ederse'; yarın, Cenevre'-de mi olur, Lausanne'da mı olur, çeşitli Türk 'mü-nevverleriyle' kahve kahve dolaşıp tartışmaktadır:

"— ...keyfiyeti bir de şu zaviyeden münakaşaedelim: münferit bir sulh akdi Devlet-i Aliyye'ninne dereceye kadar hayrına olur?"

Neveser, aldığı sarsıcı haberin itişiyle, gülağa-cından sedef kakmalı komodinin çekmecelerini alt-üst etti; Davos'ta kaldığı yılların 'Hatıra Defteri'niarayıp buldu. Olur olmaz saatlerde, salonun yeşilliği,kütüphanenin loşluğunda, herşeyi bir yana bıraka-rak, sayfa sayfa, Nevres bey'den izler arıyor. (Nev-res bey'den mi?) Ne hazin! O günlerin çehreleri

şimdiden yarı yarıya aşınmış, sözleri içeriğinden bo-şalmış, olayları önemini yitirmiş! "Adeta ilk temâşa-sında hayret ve dehşete düştüğü bir cinematographefilmini, tekrardan, bambaşka şerait altında seyret-mekte, lâkin eski heyecanı bulamamaktadır."

Başhemşire Rotbein, onu almış, zemin kattakiRöntgen Dairesi'ne indiriyor: Doktor Diederich ciğer-lerini gözden geçirecek, sağ uçtaki o 'gölge' duru-yor mu durmuyor mu? Kuşluk vakti olmalı. Neveser'-in gönlünde 'elem' bulaşığı bir 'tahassür', 'daüssıla-ya çalan bir hicran'. Bütün gece gözünü kırpmadıSabah sabah, dereceyi koyuyor: 37,6. İnsanda keyifmi kalır? Birinci kat sahanlığında Nevres bey'e rast-lamasınlar mı? "Ne mes'ut bir tesadüf!". Kaç gün-dür sırra kadem basmıştı, böyle ansızın meydanaçıkışı onu sevince boğuyor. Yanında başkaları oldumu, Nevres bey Almanca konuşur. Yine öyle yaptısalonda, 'avdetini intizar edecek', serbest kalır kal-maz 'ona mülâki olursa' sevinecekmiş!...

71 i 47

Yemek saatine kadar neler konuşmuşlardı?Uzun müddettir İsviçre'de bulunduğu halde. Neve-ser, henüz Davos'taki Türklerle bile temas kurama-mıştı; ("Meselâ, Yakııp Kadri bey de buradaymış!")Nevres bey, Lausanne'da, Cenevre'de ne kadar ün-lü kişi varsa, saptamış, çoğuyla 'irtibat tesisine mu-vaffak olmuş'. İlginç şeyler anlatıyor: Prens Saba-haddin bey, İsviçre'yi 'teşrif etmişler'.

"— ...mü teaddit münferit sulh teşebbüsündebulunmuş, dağ pansiyonlarında Mehmet Sabahaddinnamıyla kaldığını isti hbar ettim : müten ekkiren ya-şıyor. Esasen, 'muhaliflerin' kısm-ı âzâmı Cenevreve Lausanne'da, bir kere Rıza Nur, sonra KemalMithat ve Hcıkkı Halit beyler, ayrıca Lütfi Fikri..."

Soruna olmadık bir yarımdan da eğiliyor"— ...Neveser hanım, kaderin şu garip cilvesi! İs-tibdat ricalinden Afif Paşa, Serasker Rıza Paşa, sa-bık Halep Valisi Kâzım bey, 'cemiyet'e muhalif eski jönt ürkl erle İsvi çre'de kader or tağı. .. "

'Hatıra Defteri'nin başka bir sayfası, başka birgünü uyandıracaktır. Sabahtan beri buz tozu yağı-yor : ince, uf ak, 'muttas ıl'. Çevredeki yalçın doruk -lar, çelik esmeri bir sise batmış. Davos, toz şekeraklığına buianıp kaybolurken, seslerde tuhaf birkofluk, havada donup kalan bir tınlama. Neveser,öteberi almak amacıyla, çarşıya çıkmıştı. 'Uzun boy-lu bir şahıs nazar-ı dikkatini celbediyor'. Nevres beyolamaz mı? Ta kendisi, 'mütehakkim edâsı, vakuretvarıyla' yaklaşıp, onu bölgedeki ünlü doruğun adı-nı taşıyan 'çayhane'ye davet etti: Le Pic Michei.

İçeriye bir giriyorlar, her taraf buğu. Camlar-dan dışarısı görünmüyor. Nereden geldiği anlaşıla-mayan, yorgun argın bir klavsen. Köşedeki masada,beyaz kanatlı başlığıyla solgun bir rahibe, "Ki tab ıMukaddes'e kapılmış gitmiş. Sütlü kakao kokusu,

mutlu bir çocukluk anısı, ortalıkta sımsıcak dolaşı-yor. Nevres bey'le Neveser, birer çay içip, uzun uzun"istifsar'da bulundular. Nevres bey cebindeki bütüngazeteleri çıkarıp masaya yaydı. Rusya'da 'ihtilâlvaki olmuş', 'harbin seyrinde büyük tahavvüllere se-bep olabilecek bir hadise', 'arz-ı malûmat ediyor':

Page 37: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 37/192

her ne kadar 'tafsil âtına henüz vâkıf olamamışsada', herşeyin Petrograd, Mo skova, Bakû ve Nijni -Novgorod şehirlerindeki 'amele nümayişleriyle' baş-ladığı, 'bilâhare isyanın orduya ve donanmaya sira-yet ettiği' anlaşılıyormuş!

"— ...nümayişler müsellah isyana inkılap edi-yor, zira ameleleri te'dip maksadıyla tahrik edilenmüfrezeler âsilere iltihak etmektedir. Hâl-i hazırda,

birisi Duma, ötekisi amele ve asker şûrası olmaküzere, Rusya'da iki iktidar teşekkül etmiş, son dere-ce muğlak bir vaziyet."

Kumral bıyıklarının altında o solgun gülümse-me, bazı sonuçlar çıkarmayı denedi: "— ...keyfiyet,şark cephesinde bizi epeyce rahatlatır zannederim,lâkin Avrupa'ya in'ikâsı çok daha ştımullü olacaktır,zira bolşeviklik tarih sahnesine çıkıyor."

Neveser, kardeşi Ahmet Ziya'nın Berlin'den yaz-dığı mektupları okuyup, gönderdiği dergi ve broşür-leri karıştırdıkça, içten içe, yeni bir şeylerin döndü-ğünü seziyor; biraz hastalığının verdiği 'lâkaydi'den,biraz yaşayageldiği 'hadisatın' yüklediği yorgunluk-tan, 'mahiyetini' tam anlamıyla çıkaramıyordu. Buvesileyle aydınlanmak istedi. Nevres bey'e kardeşin-den söz etti: Feyziye İdadisi'nden birbirlerini tanı-mıyorlar mı? Ahmet'le Münif ilk sınıflarda iken, Nev-res bey galiba 'mezuniyet imtihanlarını' bitirmekteidi.

"— ...Berlin'de ne okuyor Ahmet, mühendislikmi, pek münasip, istikbâlin mesleğidir."

Çayından bir yudum alıp, dalıyor: "— ...sosya-listliğe gelince, vaktiyle Paris sosyalist konferans-larından birinde, Belçika meşahir-i siyâsiyûnundan,Sosyalist Beynelmileli Reis-i Muhteremi, Van DerVelde'yi dinlemiştim, Sosyalizmin milliyet esasını red-detmediğini, binaenaleyh namuslu sosyalistlerin, ev-

velâ milliyetperver olmaları iktiza ettiğini söylemiş-ti ..."Ne var ki Ahmet Ziya, bitmez tükenmez mek-

tuplarında olsun, gönderdiği dergi ve broşürlere ek-lediği açıklayıcı notlarda olsun, pek inanmış birbeynelmilelci hüviyetiyle' gözüküyor, hiç de 'milli-

73  i  47

yetperver' izlenimi uyandırmıyordu. Alman SosyalDemokratları'nın, soicıı kanadına bağlanmıştı. RosaLuxemburg cezaevine düştüğünde kıyametleri ko-pardı, salıverildiği gün sanki dünyaları ona bağışla-dılar. Bir ara Die Internationale dergisinin her sayı-sını 'muntaz aman' ulaştırmıştı. Geçen yıldanberi,'Siyasal Mektup lar'ı iletiyor. Bu devrimci 'risaleyi 'Rosa Luxembıırg'la Kari Liebknecht hazırlıyorlarmış,

güvenlik nedenlerinden adlarını kullanmıyorlar ama,imzalan kısaca : Spartaküs!

Neveser, o gece yemekten sonra, odasında sak-ladığı dergi ve broşürleri, Nevres bey'e göstermişti.Hiçbirisini görmemiş. Bu 'isimleri' tanımıyor. Işığatutarak, şöyle bir göz attıktan sonra, dedi ki:

"— Selânik'tey ken, Ahmet mevzuyla alâkadarmıydı? Hatırlayacaksınız, o günlerde bir Amele İtti-hadı mı, Sosyalist Federasyonu mu ne tesis edil-mişti, Reisi Benaroya idi, nâşir-i efkârı SolidaridadOvradera!"

Sustular, Neveser'in içisıra, 1908 Selânik'i, bay-rak gibi açılmıştı: amele gurupları, talebeler, dağ-dan henüz inmiş eli silâhlı komitacılar, SabribeyCaddesi'nden marşlar söyleyerek geçiyor. O, Paris'-ten 'avdet etmiş', İttihat ve Terakki Cemiyeti'ninönemli kişilerinden, Halıcızade Abdi bey'le yeni evli.

 Açık açık iti raf a cesaret etmese de, evlendiği ada-mın Hürriyetin ilânına hizmeti dolayısıyla gururlan-maktadır.

Nevres bey de susmuştu, sessizliğini Neveser'inhiç beklemediği bir soruya bağladı:

"— ...sofra arkadaşım Seelig'le tanıştınız mı?Ernst Seeligl Zürich'te Konservatuvar talebesiymiş,bestekâr zannederim. Aynı zamanda, şair. Sizin bü-yük perestişkârınız, yemek imtidadınca sihrinizi vas-fetti, ne vasfediş: gözlerinizin gece mavisi olduğu

kanaatındadır, nedir diye sordum, gümüşiye çalankoyu bir mavi diyor." Ah geveze Seeligl Neveser 'vak ıa', hasta lığı teh-

likeli derecede ilerlemiş bu solgun gencin, gözleriniüzerinden ayırmadığının farkındaydı. Bir keresindeFrau Schoenberg'e, onun tam anlamıyla 'hayalleri-

Page 38: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 38/192

nin kraliçesi' olduğunu fısıldıyor. Kadıncağız, mavigölgelerle örtülü suratında beklenmedik pembelikler,olayı 'bizzat ilân-ı aşka mâruz kalmış gibi' nefesnefese anlatmış; bu zavallı, suluboya mavisi gözlüçocuğun birkaç mısraını göstermeye yeltenmişti. YaNoel gecesi, Seelig'in yaptığı çılgınlık?... O zamanhiç üstünde durmadığı bu küçük 'hadiseler' Nevresbey'in ilgiienmesiyle Neveser'i neden heyecanlandı-

rıyor? Bu heyecan, Nevres bey'le görüşeceğini bil-diği her an, yumuşak topuzuna daha bir 'ihtimametmesi', kılığına kıyafetine çekidüzen verip, yüzünün'kameri' solukluğunu gidersin diye allık pudra hile-lerine başvurmasıyla 'rabıtalı' mı?

Graudünden Sanatoryomu'nda 'defterine' o gün-lerin 'tahassüslerini' de geçirmiş, kirpiklerinin ucun-da titreşen gözyaşlarıyla sayfaları karıştırırken, cü-retleri onu şimdi telâşa düşüren satırlara rastladıOdasının balkonunda, 'gece kürü' için battaniyeleresarınıp, şezlonga uzanıyor. Az önce akşam 'harare-tini' saptamak için derece koymuş : 37,9. Allahım, ne'muannit' ateş imiş bu, haftalardır düşmemekte di-reniyor. Belli etmek istemese de, Başhemşire Rot-

bein'ın kaygılandığı 'âşikâr'L Son muayenede, Dok-tor Diederich, 'Aceieniz ne, hele savaş bitsin, öylegidersiniz' dedi; 'tedavinin' çok uzayacağına kanıtsayılmaz mı?

İsviçre Alpleri'nde geceleri, 'kahhar' bir karan-lık bastırıyor, sahtiyan pırıltılı bir karanlık ki, *müs-tebidâne tazyikiyle' insanı ezmektedir. Şu uzaktakiışık salkımı ne, doruklara sarkmış bir takımyıldız ka-labalığı mı, yoksa o tarafl ara düşmesi gerekenSchatzalp Sanatoryumu'nun ışıkları mı? Deliksiz birsessizlik hüküm sürüyor, yalçın kayalıklarla 'muhât'bu kalın sessizliğin derinliklerinde 'harb, bütün feca-atiyle berdevam', cephelerde ölüler, yaralılar. Neve-ser, biüûr dağ soğuğunun gizli tehdidlerle çıtırdadığıbu 'gurbet' gecesinde, 'mâkûs talihine terkedilm işbir münzevi': kocası mektup yazmayı 'angarya' sa-yar, oğlu İzmir'de 'ebeveyni nezdindedir', kardeşiBerlin'de 'avakıbı meçhul' işlere dalmış!

Sanatory um'daki 'biteviye hayatı', biraz olsun

75  i  47

'revnaklandıran' tek şey, elbette Nevres bey'in 'mev-cudiyeti'! Neveser 'gayetle iyi hatırlıyor', Selânik'te,Halıcızadeler'in yalısında onu ilk gördüğü an, çokeski bir göz 'âşinâsıyla' karşılaşmış gibi, 'manevî'bir yakınlık duymuştu. 'Bilâhare', ne vakit bir arayagelseler, aynı yakınlığı duydu. Neden? Neden 'tah-rirli' elâ gözlerinin ciddî 'alâkası', her defasında 'yü-reğini oynatır'? Neden aralarında, 'seviyeli ve mesa-

feli' bir dostluktan başka birşey olmadığı; Nevresbey'in, 'müteverrim ve bedbaht bir kadından esirge-mediği iltifatlar' dışında, hiçbir şey geçmediği halde;onu gizlice benimseyip, başkalarından kıskanır? Ne-den itirafı 'gayr-ı kaabil' hayallerine karıştırır?

"—• Maazallah, yoksa âşık mı olmuştu?"Neveser'in yaşantısındaki, cevapsız nice soru-

dan birisi de bu olacaktır. Nevres bey'in Graudünden'Beynelmilel' Sanatoryumu'ndan, nasıl geldiyse öyleansızın ayrılması, soruyu kıyamete kadar cevapsızbırakıyor, istanbul'a döndükten sonra, bir akşampunduna getirip, Neveser, kocasına onun sözünüedecek, 'Talat Paşa tarafından, İzmir'e gönderildiği-ni' öğrenecekti. Yola çıkmadan, iaşe Nazırı 'Kara'Kemal bey'e uğramış, bir 'miktar-ı münasip' 'harcı-rah' almış, 'bittabi, tahsisat-ı mestureden'. Abdi bey,para kendi cebinden çıkmış gibi, aksi aksi: "— Üçbin lira kadar" diyordu.

Kadıköy Mitingini n ertesi günü, Sultanahmet.Mitingi. Gazeteler, Dersaadet'i 'galeyana getiren' bu'muhteşem' mitingin, 'tafsilâtıyla' dolu : İstanbul hal-kı, sabahın erken saatlerinden itibaren, akın akın,mitingin yapılacağı Sultanahmet Meydanı'na akmış :Yüzbin kişinin toplandığı 'tahmin' ediliyor. Siyah sa-tenle kaplı yüksek bir kürsü, hemen altında siyahçerçeve içinde 'VVilson Prensipleri'nin Türkiye'yle il-gisi 12. maddesi, siyah tülle ört ülm üş bayr akla r!

Birlik, 'ingiliz Kumandanlığının, mitingi, suret-i hususi-yede, havalandırılan, iki keşif tayyaresiyle takip et-tiğini' yazıyor. İkdam'da, Şair Mehmet Emin bey'insöylevinden, çarpıcı bölümler aktarılmış: «...yinemi kan, yine mi ateş? O halde, garba dönerek hay-kırmak ve şunları söylemek is tiyorum : ey Avrupa ,

Page 39: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 39/192

ey Amerika! Bunların mesuliyeti yine sizin olacak-tır!". 'Muallime' Halide Edip hanım'ın 'yürekleri tu-tuşturduğu', kalabalığa bir ağızdan and içirttiği, ay-rıca belirtiliyor :

"— ...yedi yüz senenin tarihine ağlayan minare-lerin altında yemin ediniz: ecdadımızın namusunaihanet etmeyeceğiz, bu uğurda icabederse canımızıvermekten içtinap etmeyeceğiz!"

Neveser, 'Almanya'da mahsur kalmış talebe veamelemizin, o gün Akdeniz vapuruyla Dersaadet'emuvasalat edeceğini' hangi gazetede okumuştu aca-ba? O dakika aklından çıkmış, hatırlayabildiği 'ke-derle mülemma' yüreğinin deiice bir sevinçle ayağakalkışı: babasının mektubuyla içine çöken bulutlukaranlığı, göz kamaştıran bereketli bir ışık, darma-dağın ediyor. Kısacık haberi yutarcasına okumuş;Rıhtım Şirketi'ne, Seyrisefain İdaresi'ne, telefon üs-tüne telefon ederek, 'vaziyeti vuzuha kavuşturmaya'çalışmıştı. Öğrenmek istediği, vapurun kaçta gelece-ği, hangi rıhtıma yanaşacağı! Kimse doğru dürüstbir şey söyleyemiyor ki! Seyrisefain İdaresi'nden, Hay-darpaşa Rıhtımı'na yanaşacağını, fakat 'keyfiyetin,İngiliz makamlarının ittihaz edeceği, hatt-ı hareketebağlı olduğunu' söylediler. Öbürleri de, geminin Hay-darpaşa'ya yanaşmasında 'mutabık' ama, 'muvasa-lat saati hakkında' söyledikleri, 'katiy en' birbirinitut muy or: kimisine göre 'zevale doğru', kimisinegöre 'alafranga saat dört sularında', kimisine görey-se 'ağleb-i ihtimal geceleyin' demirlemiş olacaktı.

Peki, ne yapmalı? 'Makul' olanı, yaşlı Rumelilisağduyusuyla Mercimek Nine söyledi: "A be, karıbaşına sukağa düşmek iç olmaz, Amet biyi evdebeklemek yakışık alır" ama, acısını silen bu ani se-vinçle Neveser öyle heyecana kapılmıştı ki, durduğuyerde duramıyordu. Giy indi kuşandı. Kâmil Efendi yi

yanına kattı, yollara düştü.içi karmakarışık, çocukluk yıllarından Ahmed'e

ilişkin bir sürü çağrışım, birbirine zincirleniyor: Altıyaşında filân mı? Sünnet olacak, ara ara yok, nere-ye gitti bu çocuk? Mahalle halkı işe el koydu, ku-yulara fener indirdiler, Kayıpbulan Dede'ye dualar

76

okudular. Neden sonra 'keratayı ' arka bahçedekiasma çardağının, tepesinde bulmasınlar mı? Korku-sundan, çıkmış kukumav gibi oraya tünemiş! Ne ha-şarı çocuktu yarabbi! Bir keresinde Hıdrellez, konukomşu Serfice'ye gidildi, Hatice halaların bahçesine!Günlük güneşlik bir hava, kuş sesinden durulmuyor,ağaçlar çiçek tozuna bulanmış. Uçurtma uçuraca-

ğım diye koşarken düştü, kafasını yardı, izi hâlâ du-rur. Nasıl korkmuşlardı, ama? Son defa Zürich 'tegörüştüler. Ahmet bıyık bırakmış, uçları sivri kaiserbıyığı; bu yüzden mi ne, yüzündeki afacan güleçliği-nin yerini, teneke yırtığı bir keskinlik almış : ihtiyat-lı sokulmadın mı, ay, hemen bir yerini kesiyorsun!Belki eniştesini sevmediğinden yapmıştı bunu; hoş,onun içiri yanıp tutuşan Münif'i bırakıp, 'Bebe Ruhi'den farksız bu mendebur cüceyle' evlendiğinden ab-lasını da bağışlamaz ya, neyse!

Sokağa çıkmayalı hani olmuş, kupa arabasınınpenceresinden İstanbul'u sevemiyor. Önlerinde gay-da takımıyla, bir ingiliz müfrezesine yol verdiler. Pa-ris modası madamlarını kollarına takmış, şapkalı

tatlısu frenkleri. Olur olmaz heryerde, yabancı bay-raklar, hele Yunan bayraklarının bolluğu, sinirinedokunuyor. Galata'ya varıyorlar ki, rıhtım girişiniFransız inzibatları tutm uş : kuş uçur tmuyorl ar! Kâ-mil efendi irrip soruşturdu : hayır, şu saate kadar burıhtıma hiçbir 'sefine' yanaşmamış. Haydarpaşa'yageçseler mi? iş Neveser'e kalsa, 'kanatlanıp karşısahile uçacak', Kâmil efendi Köprü İskelesi'nde ye-terince 'malûma t' derleyip, engel olu yor : Akdenizvapuru, ohoo, Haydarpaşa'ya yanaşmış da, yolcula-rını çoktan indirmiş! Neveser'in ışıkları söndü, yüre-ğinin ucuna değen o soğuk yarasa kanadı: buncaözlediği kardeşini, İstanbul'a 'muvasalatında' karşı-layamamak ne büyük talihsizlik! Aynı kupa araba-

sıyla kös kös eve dönüyorlar, ne görsünler...

Onlara kapıyı, boynuna sımsıkı sarılmış Doğan'-la, Ahmet Ziya açmıyor mu? Sesinde yalancı bir'serzeniş', gözlerinin içi gülerek, takılıyor:

— Nerelerdesin bre? Gözlerimiz yollarda kaldı.

77

Page 40: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 40/192

Siz çıkmışsınız, biz geldik. Mercimek Nine'yle Do-ğan da olmasaydı, yâni...

İki kardeş, özlemle kucaklaştılar. Neveser uğ-raştıysa da, kendini tutamayıp ağladı. Sevincin fecirpembesi aydınlattığı yorgun yüzünde, gözyaşı dam-laları cam gibi parlıyor. Ahmet Ziya da duygulanmış-tı, huyu değişmemiş, bunu ya Doğan'la aşırı ilgilene-

rek örtmeye çabalıyor, ya da abııksabuk konuşarak:— ...Doğan koca herif olmuş. Allah Allah, şa-

yan-ı hayr et bir şey : giderken parm ak kadar birçocuk bırakıyorsun, avdetinde o ne, bıyıkları terle-mek üzere bir cıvan; 'Beyba'sı ne diyor bu hâle, oğ-lanın boyu ona yetişmiş vallahilazim...

Evin içinde, akıl almaz bir 'yol cu' dağınıklığı!Her tarafta, bavullar: şemsiyelikte, koridorda, kü-tüphanede! irili ufaklı, renk renk, biçim biçim. Par-tal bir hurç, atılıvermiş içi kürklü bir gocuk. Köşeleridemirli 'muhkem' bir sandık, etekleri yerde sürünen'siyah muşamba' bir palto. Salondan, yabancı seslerişitiliyor, mutfaktan kapkacak gürültüsü. Genzi ya-kan bu koku ne, 'alelacele' birşey mi kızartıyorlar?

 Ahm et Ziy a, yol cu Nevese r'm iş de bekleyen oy-muş gibi, ablasını, bu kargaşalığın arasında güle ko-nuşa geçirip, 'sağ sâlim' salona ulaştırdı:

— ...müteaddit defa sana yazmıştım ya, Al-manya aç, biz kıtlıktan çıktık. Vapurda dedim ki ço-cuklara, muvasalatımızda tıkabasa karnınızı doyur-mak bendenize vâciptir. Aldım getirdim, sana tak-dim edeyim : bu Doktor Melek, Berlin Darülf ünunu -nun 'taze' mezunlarından; bu da imâlat-ı harbiye us-tası Beşir ağabeyimiz, her ne kadar 'Şaşkın Beşir'diye mârufsa da...

Neveser, evinin şaşmaz düzenine, sürekli dur-gunluğuna, meğer ne de alışmış? içine paldır küldüryuvarlandığı bu curcunayı yadırgadı. 'Nefti Salon'utanıyamıyor. Ortalıkta tepsiler, şarap şişeleri. Seh-palardan birine eski bir bavul oturtmuşlar, yetinselerya, hayır, açmışlar da : kir li erkek çorapları, yakasıyenmiş gömlekler, renkli sicimle bağlanmış irice birpaket, yırtığından bir 'mecmua' demetini içerdiği an-laşılıyor : Alma nca yazılmış Tür kçe bir 's erle vha':

79 i 47

Kurtulusch (Befreiung), altında şaşırtıcı üç kelime:Türkische Sozialistische Zeitschrift!

Bavulun bitişiğinde, Doktor Melek! Traşlı ensesi,kalın dumanlarla burnundan cıgara içişi, elindeki şa-rap bardağı; 'Avrupa görmüş' bir kadın olmasa, Ne-veser'e çok ters gelebilir. Zenci kıvırcığı saçlarınındiri siyahlığı, bir de dudakları dikkati çekiyor: dol-

gun, 'kudretten kırmızı', 'iştahâver' dudaklar. Gülüm-seyince o kadar çok dişi birden meydana çıkıyor; budişler, öyle coşkun bir porselen aklığıyla parlıyor ki,Neveser'in gözü, bir zaman başka hiçbir şeyi seçe-medi. Kısaca boylu, az tombulca mı? Olsun, teningörmek lâzım, pürüzsüz, muhallebi kıvamında birten, koyuca esmer, üst dudağı hafif gölgelice.

Doktor Melek, 'tokalaşm ak üzere' yuvarlacıkelini uzatırken, Ahmet'in 'lâubaliliğini' düzeltmek ge-reğini duyacaktır:

— Müşerref oldum, Neveser. Sen Ahmed'e bak-ma, kolayına kaçıyor: esas ismim Meleho'dur. Dok-tor Meleho Afram, Mâmure-tül-Aziz'den! Gıyabındao kadar çok bahsin edildi ki, hemşirem olsan senibu kadar tanıyamazdım.

Sustu, cilâlı siyah gözlerini açarak sordu:— ...teklifsi zliği severim, senlibenli konuşuyorum ,mahzurluysa söyle, darılmam!

— Aman ri ca ederim, o nasıl söz?Neveser sözünü bitirmeden, Beşir Usta, iri göv-

desi, yerlere kadar sarkan 'hörmetli' göbeğiyle aya-ğa kalktı, bu gövdeye hiç yakışmayan, incecik birsesle öttü :

— Proletarier aller Lander, vereinigt euch!* Ahm et Ziya ve Dok tor Mel ek, kah kah ayı basıp ,

onu alkışladılar. Yıllarca beraber yaşamaktan, ara-larında 'mübalâğalı' bir içtenlik doğmuş: her sözleri,

her davranışları, onlara, daha önce birlikte yaşan-mış bir acıyı, bir sevinci hatırlatıyor. Kahkahaları-nın kökeni bu olmalı. Hoş, Beşir usta'nın hantal se-vimliliğine karşı koyabilmek de, çok zor! Neveser

* «Bütün ülkeleri n işçileri, birleşiniz!»

Page 41: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 41/192

bile, elinde olmadan yüksek sesle güldü, sonra bunapek şaştı.

Beşir usta, sakarlık etmeden parmağını oynata-mayan sevimli şişkolardandı. Kül tablasına uzanır-ken vazoyu devirir, su içmeye kalktı mı, sürahiyi kı-rar; 'tam sipere yatılmadığı takdirde, güzergâhındakibilumum eşya ve mahlûkat ciddi tehlikeye mâruz

bulunmaktadır'. ("Ah ah, gel de Küçük Valde'yi ha-tırlama!"). Ahmet Ziya ona 'şaşkın' diye takıldıkla-rını söylemişti ya, doğru : alnına yükselip orada kal-mış kaşlarından mı, ufacık ağzının ısrarla aşağıyabükülüşünden mi ne, adamın yüzünden derin birhayret ifadesi silinmiyor. Sanki o dakika, damarla-rındaki kanı donduran bir olaya tanık olmaktadır,ya da gelmiş geçmiş hiçbir 'faninin' duymadığı birgerçeği işitmiştir! İkidebir kalkıp, bilinmez hangi si-yasal gösteriden kulağında kalmış 'şiarları' atması,bunu yaparken, sarı kirpikli cin mavisi gözlerini kır-pıştırması, sevimliliğini büsbütün çoğaltıyor:

— Wir aber haben genung der Kriege!*

Şöyle bakarsan, Dersaadet'te olup bitenleri, üçüde öğrenmeye can atıyordu. Merak ettikleri, sürüyleşey varmış! 'İştirak'çi' Hilmi bey'in 'Osmanlı Sosya-list Fırkası'nı canlandırdığını işitmişler. Doğru muacaba? İttihatçı ileri gelenlerinin, 'Divanı Harb-i Ör-fi'deki yargılanmasında, Ziya Gökalp, 'heyet-i haki-meye' kafa tutmuş, öyle mi? İzmir'in Yunanlılarcaişgaline, bölge halkınca 'müsellâh aksülamel' göste-rilmiş mi, gösterilmemiş mi? vs., vs... Neveser, han-gisine cevap vereceğini bilemiyor; 'ezkaza' birisiniele alıp, ayrıntılı açıklamaya girişecek olsa; hiç he-sapta olmayan çağrışmalarla, üçünün de, söze Al-manya olaylarını karıştırdığını görüyordu. Berlin'deyaşadıkları 'iç savaşın' anıları, belleklerinde o ka-

dar tazeydi ki havasından bir türlü kurtulamıyorlar.Nasıl oluyorsa, Doktor Reşit bey'in Bekirağa Bölü-ğü'nden 'firarı ve intiharı' konuşulurken; söz birden

* Biz savaştan bıktık!

12

kayıyor, harıl harıl, Rosa Lııxemburg'la Kari Liebk-necht'in öldürülmesi gündeme geliyor:

— Onu bunu bilmem, katlin vebali BinbaşıPabst köpeğinin boynundadır. Liebknecht'le Luxem-burg'u Markussohn'un evinden alan, o; yolda icab-larına bakılsın diyen de, o; eee?

— Hadi oradan! Mülâzim Wogel, arzu etmiş ol-

sa, Tiengarten'e vasıl olmadan firarlarını temin ede-mez miydi? Bilâkis, Rosa'nın kafasına dipçiği indi-ren bizzat odur, böyle bir dimağı tahrip ederek...

Tartışanlar, çokluk, Doktor Melek'le Ahmet Ziya.Basbayağı 'celâlleniyorlar'. Neveser, her seferindekıyasıya kapıştıklarını, 'nahak yere' kalp kıracakla-rını sanıyor; her seferinde, aldanıyor. İstedikleri ka-dar kaşlarını çatıp, kocaman el kol işaretleri yapa-rak, karşılıklı atıp tutsunlar; tartışmaları, 'izzet-i nefsharbine' dönüşmüyor hiç, bir dakika sonra, ortalıksütliman : Ahmet Ziya, Doktor Melek 'in bardağınagülümseyerek şarap dolduruyor; Doktor Melek ise,gözleriyle onu okşuyor.

Neleri tartışmıyorlar ki! Olayların başladığı gün,

Berlin'de, Siegshalle'de biriken 'devâsâ' kalabalıkyüzbin kişi miydi, daha fazla mı? Hiç değilse birçeyrek sacıt, bu tartışıldı. Doktor Melek, kulakların-daki altın halkaları, parıldata parıldata; yükseltinceçatallaşan sesiyle :

— Ne yüzbini be, diye bağırıyor. İkiyCizbini mü-tecaviz! Ekseriyeti müsellâh! Esasen Vorvvarts İda-rehanesi'nin işgaline tevessül edenler...

 Ahm et Ziya, hışım la sözü nü kes ti : — Bıra k şim-di Vorvvarts'ı, o sonraki iş, daha evvel...

— Nasıl sonraki? Sen Freikorps'un müdahalesi-ni müteakip olanlarla, evveliyatını, yekdiğerine karış-tırmaktasın; 6 Kânun-u sâni'de, Liebknecht akıl edip

de, kalabalığın başına geçseydi...— Bak bak bak! Kızım, Harbiye Nezareti'nin iş-

galini emreden kim, Liebknecht değil mi? O Lemmgeneşeği, işgal emrinde imza noksan diye geri döndüy-se, kabahat Liebknecht'in mi?

Tartışmanın en olmadık yerinde, Bsşir Usta elin-

81

Page 42: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 42/192

deki şarap bardağını bir dikişte boşaltıp, tren düdü-ğü sesiyle ortalığı çın çın çınlatmıyor mu, ömür:

— Hoch die Proletarische Einighest!*— Hoch der VUeltsoziaiismus!**Neveser, hiç alışkın olmadığı bu patırtıcı şenli-

ği; —iki yanağında iki gamze, sağ gözü hafif şeh-lâ— gülümsiyerek seyrediyordu. Asıl sevindiği, Do-ğan'ın takındığı tavırdı ama; inanılacak şey mi, 'ka-zara' bir misafir gelse, dip odalarda kaybolan; postamüvezzii uğrasa masa altlarında saklanan o 'vahşi'çocuk, dayısının dizi dibinden ayrılmıyor. Görmeyeliyıllar oldu, yabancılık çekmemeli mi? Çekmiyor!Sanki salıncakların ala ala hey sallandığı, dönmedo-lapların, atlıkarıncaların, fır fır döndüğü 'rengârenk'bir bayram yerindedir; patlayışları kestane fişeğin-den beter şakalara, neşeyle katılıp; vızır vızır uçuşaniğneli dokundurmaları, arıdan sakınır gibi, sakına-rak izliyor. Hele Beşir Usta'nm savurduğu Almanca'şiarlar' yok mu, dokunma keyfine, kahkahadan kı-rılacak! Neveser onu böyle fıkır fıkır görünce, 'za-vallının' ne kadar tadsız tuzsuz bir hayat sürdüğü-nü, ne 'tahammülfersâ' bir yalnızlık çektiğini dahaiyi anladı, içinden birşey koptu.

Bir ara, Ahmet Ziya'yı koridorda yalnız yakalı-yor. Ayaküstü konuştular. 'Misafirlerin' de, gece ya-tısına kalıp kalmayacakl arını öğrenmek istiyordu.Misafir yatak odası tek kişilik olduğundan, yüklük-lerden yatak çıkarıp hazırlık yapmak gerekiyor da!

 Ah me t Ziya, o güzel , uçl arı hafi f dışa rıya doğ ru diş -leriyle, sı cacık güld ü : gece yatısını da nereden çı-karmış bre? 'Seyahat' dönüşü, 'cümbür cema at'şöyle uğramışlar, ikindiden sonra evli evine, köylüköyüne!

— ...evvelâ, Halıcızade Abdi bey'in devlethane-sinde, bolşevik makûlesinin barınabiimesi ne müm-

kün. Bunu müdrikiz. Saniyen, familyaları onları bek-ler, bağlasan durmazlar. Melek'in yolu yakın, dede-

* Yaşasın Proleterlerin Birliği!''' Yaşa sın Dünya Sosyalizm i!

82

sinin konağı Firuzağa'da : meşhur ku yumcu Afrombey vardır ya, Samuel Afram, onun konağı. BunlarSüryani, anlamışsındır. Beşir Usta Kasımpaşa'yainecek, doğma büyüme oralı, çoluğu çocuğu bekle-şir. Bendenize gelince...

Neveser sözü nü kes ti : — Seni bir yere bırak-mam, Ahmet! Darılırım!

— Abdi bey ne der? Tedirginlik olmasın! Hem

ne zahmet?— Zahmet mi olurmuş? Enişten evde kalmıyor,

aylardır bir başımayım. İttihatçıların ekseriyeti, va-ziyetler tavazzuh edinceye kadar, gizlenmeyi muva-fık gördü. O da, Mizrahi'lerin yalısında saklanıyor.Hem canım, bu nasıl lâkırdı? Kardeşimi evimde ağır-iayamayacak mıyım? Doğan ne kadar sevindi bak-sana, bayram çocuğuna döndü.

 Ahm et Ziya, yüzüne yay ıla n 'müş fi k' bir cid di-likle : — ...t eşekkür ederim, abla! dedi. Geldiğindenberi ona ilk defa 'abla' diyordu. Selânik'teki kaygı-sız çocukluk günlerindeki gibi. Sonra: — ...benimMünif'lerde ikametim mukarrerdi, diye devam etti.Vezneciler'de oturuyorlar, koskoca berhânede birana, bir oğul.

Neveser şaşırmıştı: —Münif'lerde mi? Ay Münifİstanbul'da mı?

—- Elbette! Seni malûma ttar zannediyordum.Seddülbahir muharebelerinde yaralandı, fevkalâdeağır, bacağı kesmeyi bile düşünüyorlar, çok şüküratlatmış. Epeydir Birlik'te yazıyor, Hüsnü Faik bey'ingazetesi, hani Pirlepe'li...

Neveser, hayretten hayrete düşüyordu. Birlik'te'makalelerini' her sabah bir 'zevk-i mahsusla' oku-duğu Münif Sabri bey, çıka çıka, Selânik'teki Fevziyeİdadisi'nden Ahmed'in sınıf arkadaşı, Münif 'efendi'çıkmasın mı? O unutulmaz yılların 'soluk bir hayali

daha zuhur ediyor': vaktiyle ona gizli gizli aşk şiir-leri yazan 'merdümgiriz' çocuk. Ahmed'in o zamankideyimiyle, 'âşık-ı sâdık-ı hâkikisi'.

— Fakat nasıl olur, hatırımda Murat bey'in oğ-lu diye kalmış, beni iltibasa düşüren, ismine Sabriüâvesidir, Münif Murat deseydi ihtimal tanıyacaktım.

i 47

Page 43: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 43/192

 Ahm et Ziy a, 'müşe kke i' Bavy era pip osu nu yak -maya uğraşıyordu, durdu :

— Hafızan seni yanıltmıyor, pederinin ismi fil-hakika Murat bey'dir, lâkin araları açık, kanlı bı-çaklılar, dedesinin ismini kullanıyor. Haa, buradaolduğumu nasıl haber verebiliriz, adam mı gönder-mek icab edecek?

— Yok canım, iş ona kalsın : tel efon ne güne

duruyor?Münif Sabri, telefondan bir saat kadar sonra,

önemli bir suratla geldi, Nefti Salon'un kapısındadurup, bastonuna dayanarak, karanlık bir sesle de-di ki :

— Dersaadet'te yapıiagelmekte olan mitingleryasaklandı, demincek tebliğ ettiler: yarın yapılmasımutasavver, Beyazıt ve Beşiktaş mitinglerinin, iptalicihetine gidiliyor.

Kısacık susup başını eğerek, başka bir sesleekledi:

— ...maateessüfiOrada söylediklerinin gerçek anlamını kavraya-

bilecek, sadece Neveser'di ama, kapıdaki genç ada-ma efsunlanmış gibi bakakalmıştı. Hiç aklına mı ge-lir? Münif, meğerse Nevres bey'e ne çok benzer-miş! Elinden fildişi saplı bastonunu al, gözlerinedumanlı kar gözlüklerini tak, 'suratına mustarip vemükedder' birkaç çizgi çek, hoşgeldin Nevres bey!

84

İNGİLİZ SERMAYE Sİ, MEMALİK-1 MAHRUSA DAKİALMAN VE AVUSTURYA SERMAYESİNİN YERİNE

Mİ GEÇECEK?

Bu maksada matuf olarak. Londra'da yenibîr şirketin tesis edildiği haber veriliyor.

Londra. (Reuter)Ortaşark'ta Alman ve Avusturya sermayesinin

tasfiyesi, İngiltere'nin bu havalideki yüksek menfaat-larmın teminat alınması maksadına matuf The LevantLimited Company tesis edilmiş bulunmaktadır.

Bir milyon sermayeli mezkûr şirketin, The BritishTrade Corporation'm teşebbüsüyle tesis edildiği, Mec-lis-i İdaresine, Vickers, Metropolitain Carriage, BritishTrade Corporation gibi mühim bazı şirket mümes-sillerinin dahil oldukları istihbar edilmiştir.

Sermayesinin ikiyüz bin sterlingi tediye edilmişolan The Levant Limited'in, hâlen İstanbul ve Sela-nik'te hâl-i faaliyetteki J. W. Whittal şirketiyle, TheNational Bank of Turkey namındaki ecnebi bankasınımurakabesi altına aldığı tesbit edilmiştir.

Maksadı 'düşman' şirketlerinin faaliyet sahaları,ııı, İngiltere namına 'istirdat' olan The Levant Limi-ted, Ortaşark'ta tali şirketler tesis ile, The NationalBank of Turkey de yeni şubeler küşat edecektir.

85

Page 44: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 44/192

1335 Ramazan'ına, bambaşka bir Neveser gire-cektir. Ahmet Ziya'nm dönüşü, çok şeyleri değiştir-di. Ahmet Ziya'nın dönüşü mü, yoksa bu vesileylehayatına karışan Münif Sabri* mi? Her ikisi de!

Yürek üzüntüsünden tadını çıkaramadığı ilkba-harı, artık iliklerinde duyuyor. Durup dururken tera-

sa çıkıp, civciv sarısı tüylerini hâlâ yitirmemiş, yap-raklara dokunmak; vakitli vakitsiz, camları ardınakadar açıp, odaları havalandırmak arzuları. Her yılöyle yapılmaz mı. Mercimek Nine kahvaltı sofrasını,sabahları terasta kurmaya başladı. Neveser kalktı-ğında, Ahmet Ziya'yla Doğan'ı, başbaşa buluyor:hem çaylarını içiyorlar, hem söyleşiyorlar. Doğan'ın

Page 45: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 45/192

cin beklenmedik şimşeğiyle, mehtap mavisi aydüi-lanıyor. Gülüşü de 'revnaklandı', genç kızlığının oince, sisli çam ormanlarını, gizemli dağ göllerini çağ-rıştıran, anlamca zengin gülüşü geri geldi. Sıralı sı-rasız, Davos'ta, 'Beynelmilel' Graudünden Sanator-yumu Başhekimi Dr. Diederich'in, bir sabah muaye-neden sonra, alnına düşen perçemlerini işaret par-mağının sırtıyla kaldırarak, ona dediklerini hatırlıyor:

"— ...bu hastalıkta mühim olan maneviyâttırFrau Abdi, maneviyâtınızı kuvvetli tutunuz!"

Terasta ilk iş, sırmalı kelebekler, kokulu çiçektozları, yoğun ışık şakırtısı arasında, gazeteleri göz-den geçirmek: Alemdar'dan başlayıp, Birlik'e kadar!Hergün daha kaygı verici bir 'mecray a' dökülen,güncel olaylar değerlendiriliyor . Konuşan, çokluk Ahmet Ziya. Dediğine göre, 'Berl in vasat ından , Der-saadet vasatına intikal', hayli zahmetli olmaktaymış.Öyle ya, Budapeşte'deki Bela Kun hareketini, ya daMünich Sovyetleri'nin akıbetini bir kenara bırakıp,bir anda Sultanahmet mitinginin 'muhtemel netice-lerine', ya da 'Garbî Anadolu'daki Yunan işgaline'

atlayıvermek kolay mı?Bereket Münif Sabri, taşımakta kusur etmediği

haberlerle, ona yardımcı oluyor. Ne de olsa gaze-teci, kulağı olağanüstü delik, heryere teklifsizce gi-rer çıkar. Akşamları, Terakki Apartmanı'na sık uğ-rar oldu. Eski evrak çantasını koltuğuna sıkıştırmış,elinde bir demet nergis, (Evet, Neveser'in nergisdüşkünlüğünü unutmamıştır), çatka pı çık ageliyorHiç eski hâli yok, giyimine kuşamına onca özen gös-teren delikanlı, böyle 'mühmel', adeta 'kalendermeş-rep' bir adama nasıl yozlaşmış? Nedeni Seddülba-hir'deki ateş sofrası mıdır, yoksa Selânik'teki genç-lik hayallerinin 'târümâr' olması mı? Hangisi olursaolsun, artık pantolonu ütüsüz, fesi kalıpsız dolaş-

makta 'beis görmüyor'."...buna mukabil nazarlarında, evvelce mevcut

olmayan şedit bir ihtiras, mütekâsif bir cerbeze pey-dahlanmış ki, tesir sahasındaki herşeyi taht-ı câzi-besine almaktadır."

88

Nevres bey'in gözleri elaydı. Neveser, Münif'ingözlerinin de ışıkta elâ olduğunu biraz hayret, epey-ce kederle farkedi yor. Ona karşı Münif çekimser,aşağıdan almayı yeğleyen bir tutum içinde, gözgözegelmekten kesinlikle kaçınıyor; yine de, 'nezdindebulunmaktan ziyadesiyle mahzuz olduğu, ayan be-yan görünmektedir': taa Vezneciler'de oturduğu hal-de, yoksa ne diye bu kadar sık, Cihangir'e uğramak'zahmetini ihtiyar etsin?'.

Dahası, Neveser, Doktor Melek, Ahmet Ziya veo, Beyoğlu'na çıkıyorlar. Ahmet Ziya, 'şehri teneffüsetmek' istiyormuş! Münif Sabri onları alıp, o sıragözde olan pastahanelere götürüyor, kibar çay sa-lonlarına : Lebon, Markiz, Mulatier, Petrograd, vs.Geldiklerinin ertesi gün Mulatier'd eler. Şapkalarıtüllü, bakışları baygın, sıvama boyalı tatlısu frengimadamlar; tepeden tırnağa poz, Fransız subaylarıy-la ağız ağıza. Kıvamlı, karma bir koku, sanki görün-mez bir duman, sinsi sinsi, masadan masaya dola-şıyor : filtreli kahve, siyah tütün, hafif çe terlemişparfümlü kadın kokusu. Amerikan Koleji 'mezunu'

birkaç hanım, bir İngiliz subayını aralarına almış;dazlak kafası, inanılmayacak bir düzenle taradığıiki üç tel saçla örtülü, suratı ablak, kaşı gözü burnuağzı eriyip, aşağıya doğru akmakta iken donakalmı-şa benzer, yaşlıca bir miralay bu : utangaç, gülüm-süyor.

Münif Sabri, gözleriyle 'herifi' mimledi: — Mira-lay Kenneth Morley, dedi. Son derece tehlikeli birzat, İngiliz İstihbaratı'ndan! Bunlar haddizatında ikikişi, biri bu, diğeri Yüzbaşı Bennet! Krocker Oteli'n-den Dahiliye Nezareti'ni idare ediyorlar. Mitinglerinmemnuiyet kararı, kanaat-ı âcizâneme göre, bu ze-vatça Babıâli'ye telkin edilmiştir.

Cıgarasını kü! tablasına bastırdı, dişlerinin ara-

sından : — . ..telk in edilmiştir ne demek, diye dü-zeltti, alelıtlak emredilmiştir.

Söz mitinglerden açılınca. Neveser, kulağındakalmış ayrıntıları Ahmet Ziya ile Doktor Melek'e ak-tarıyor. Hemen hemen hiçbir şey bilmiyormuş. Mü-nif Sabri, bastonunun fildişi oymalı sapını, avcımda

i 47

Page 46: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 46/192

sıka bıraka, olayların 'perde arkasını' aydınlatacak-tır : İ ngilizler, Kadıköy ve Fatih mitinglerinden ' pire-lenmiş' : kalabalığın, Bekirağa Bölüğü'nü basıp, 'harbmücrimlerini' kurtaracağından korkuyorlar. Fransız-lardan 'takviye talebinde bulunuluyor'. Münif SabriVezneciler'de oturmuy or mu, Süleymaniye Kışlasıiki adımlık yer; bazı geceler tavla oynadığı gediklibir başçavuştan, yirmi otuz kadar Fransız ve İngiliz

askeriyle, tutukluların 'muhafaza altına' alındığınıöğrenmiş; bu hazırlık, elbette bir 'maksada mâtûf',acaba hangi maksada?

Sözü Sultanahmet mitingine getirerek, diyor ki :— ...miting esnasında, ahali ne görsün, müdep-

dep bir araba tantanayla sökün ediyor: 'Vay, gerdu-ne-i hümâyun mudur?' demeye kalmadan, Hünkâr'ınteşrif ettiği zannıyla bir koşuşma, o cihete bir tehâ-cüm! 'Padişahım Cok Yaşa' avâzeleri, 'İzmir'i ver-meyiz' nağraları! Hâsılı, müthiş bir galeyân! Öyle kivak'a, Beyoğlu cihetine, Türkler yağmaya geliyor'diye in'ikâs etmiş, mağazasını kapatan Rum, Erme-ni, sırra kadem basıyor. Meselenin vüs'atini anlata-bilmek için. Merkez Kumandanı Seyit Paşa'nın, tes-kin edici bir tebliğ-i resmî neşretmek ihtiyacını his-setmiş olduğunu arzedeyim.

Sözünü gülerek tamamladı: — ...herkesin Zât-ıŞâhâne zannettiği şahıs, esasında, Serasker Kapısı -na gitmekte olan, Harbiye Nâzırı Şevket Turgut Pa-şa değil miymiş?

Ya da Markiz'de, iç masalardan birini çevrele-miş; telkâri gümüş zarflı çay fincanlarının tavşan-kanı buğusuna eğilmişler. Kalabalık sayılmaz. Birimelon şapkalı, iki 'kalantor', kristal konyak kadeh-lerini avuçlarında ısıtarak; Fransız Yüksek KomiseriFranchet d'Esperey'nin buyruğuyla, Fransız BankasıCredit Lyonnais'nin, yeniden nasıl 'faaliyete' geçti-

ğini tartışıyorlar: biri ünlü Ermeni sarraf, Kavukçu-yan; öbürü Yorgopulos, Rum tüccar, Etniki Eterya'y-la ilişkili! Edepsiz bir yanmış şeker kokusu, buğuhalinde erimiş çikolata, varla yok arası Nane likörü.İki masa ötelerinde, arsız sevinçleri, masanın üze-rine fırlamış şımarık bir köpek gibi havlayan, şama-

91

tacı bir Rum topluluğu. Atina gazetelerini açmış,Patrikhane'nin, İtilâf Yüksek Komiserlikleri'ne 'tevdietmiş olduğu', mektubu okuyorlar.

Münif Sabri, tütün sarışını bıyıklarını çiğneye-rek, diyor ki:

— ...Rum Patriği Dorotheos Paris'ten avdetiesnasında Atina' ya uğrayacakmış , Rumları sürûra

garkeden bu, ilk defa vâki oluyor da! Küstahlığı ha-kikaten ileri götürdüler, verdikleri mektupta ısrarlatebârüz ettirdikleri husus nedir, bilmek ister misiniz?Efendim, Türkiye Rumları, uğradıkları bunca mezâ-lim ve işkenceye rağmen, Yunanistan'a daima sadıkkalmışlar! Ayrıyeten ingiltere, Fransa ve Amerika'yabağlılıkları dercolunuyor. Nankörlüğün bu mertebe-si...

 Ahme t Ziya, parmakla rı arası ndan uyandı rıverd i-ği kibritin alevini, Doktor Melek'in cıgarasına uza-tırken, söze karıştı:

— Alemdar'da bir makale okuduk, Refii Cevatkaleme almış...

— Okudunuz mu? Ne hacâlettir! Herif alenen•İngilizleri istiyoruz' demiş! Daha vahimi, bu mak-sad-ı asliyle cemiyet tesisine tevessül etmeleri. BaşıSait Molla çekiyor, mumaileyh bilumum Anadolu be-lediye reislerine telgraf keşide ettirmiş, kelime bekelime diyor ki: 'İngiliz taraftarlığı kuvvetlendirilme-li, vakit geçirilmeksizin bütün memlekete teşmil edil-melidir. Bizim için çâre-yi halâs, ingiliz idaresi altınagirmektedir'. Evet, herzeleri bunlar.

Doktor Melek, burun deliklerinden salıverdiğikalın duman bulutunun, arkasında kayboluyor:

— Nasıl cıır'et eder? Memlekette arzu-yu umu-mî bu mudur? Biz orada zannederdik ki, mağlubiyetve işgal herkesi intibâha getirmiştir...

Münif Sabri, acı acı gülümsedi :— ...maalesef, hayır! Milletin üzerine zillet ve

meskenet çökmüştü, izmir'in işgali intibâha vesileteşkil eylerse, ne saadet!

Fakat Neveser'in asıl tadına doyamadığı, ablakardeş ürettikl eri, yanardöner o gece söyleşileri.

i 47

Page 47: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 47/192

Page 48: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 48/192

hekimliği fevkalâde, sosyalistliği kavi! Mizacı gerçihodbincedir, o kadarcık kusur, kadı kızında da ol-maz mı? Pederi, Balkan Harbi esnasında sizlereömür...

— Evlenecek misiniz? Süryânî demiştin de?... Ahme t Ziya 'nın yüzünde , onu yaşından çok

genç gösteren, aydınlık gülüşü: — ...evet Süryâni,ne olmuş? Biz dinî itikada ehemmiyet atfetmeyiz.

Burjuva nikâhı dersen, kadını metâ telâkk i edenmürteci bir müessesedir. Bavulların birinde mecmu-alar olacak, Kollontai'ın, Zedkin'in makalelerini muh-tevi, vereyim de oku!

Bir süre sustular, sonra o, daha ciddi bir sesleekledi:

— Abla, dedi, yeni bir 'ufk-u i'tilâ' açılıyor.Sosyalistliğini önemsiyor, herşeyin üstüne koyu-

yordu. 'Beynelmilel Sosyalist İhtilâl-i Kebiri' patla-mıştı. "Rusya'da , Almanya'd a ve Macari stan' dakihâdisâtı, lâyıkı veçhile kıymetlendirmek iktiza eder.Beşerî istismara müstenit, sermayedâr burjuva ni-zamı yıkılmakta; yerine sa'ye müstenit, sosyalist bir

nizâm-ı içtimaî inşa edilmektedir."İnancının gereği midir ne, evde çalışanlarla ay-rı ayrı ilgileniyor. Mercimek Nine, Kâmil efendi, Per-vin alışmadıkları bu tutumu, önceleri yadırgıyorlar. Ahme t Ziya 'nın içtenliğ i, iyini yeti , o kadar belli kı,uzunboylu çekingenlik ayıp sayılabilir. Daha ikincigün, ister istemez buzlar çözüldü.

Mercimek Nine'yle oturup, uzun uzun, '93 Har-bini' söyleşiyorlar. Temmuz'un onuncu Pazar günü,'zevalde', Moskof nasıl Kızanlık mevkiinden gelip,Eski Zağra Boğazı'nı tutmuş? Nasıl Bağdemlik'te ka-rargâh kurmuş? Müslüman ahali, göç yollarında, ka-rı kızan nasıl telef olmuşlar? Pervin'le Doğan'ın iliş-kisi değişti. Doğan, öküz 'ahretlik'e, özel hizmetçi-

siymiş gibi değil de, akranı, oyun arkadaşıymış gibidavranmaya yöneliyor. Hele Kâmil efendi'nin, key-finden ağzı kulaklarında : sözüne ve hesabına güve-nilir bir 'vekilh arç' olmakla kalmayıp, Ahmet Ziyabey'in tütün ikram ettiği, hatırını sorup 'ahvali' tar-tıştığı, 'emsali' durumuna yükseldi. "Muk aveme te

95 i 47

müteallik fikirleri, ciddiyetle kaale alınması icabeden,yavuz bir Rumeli komitacısıdır".

Bütün bunlar birkaç günde gerçekleşiyor. Buarada, Ahmet Ziya'nın 'sağ sâlim Dersaadet'e vürû-dunu' telgrafla İzmir'e duyurdular. Neveser'in gönlüyine rahat etmiyor. Telgraf hatları 'ya münkati, yâ-hut ziyadesiyle mahmul', çektikleri telgrafı babasıy-la annesi bakalım alabilecekler mi? "Daha evvel ke-

şide ettirdiğimiz bir sürü telgrafı alıp almadıklarınıel'an bilmemekteyiz". İyisi mi, Van der Zee Acenta-sı'na telefon edip, onların aracılığıyla İzmir'e mektupulaştırmanın 'mümkün' olup olmadığını sorar, olum-lu cevap verirlerse, ne âlâ, babasının açtığı yolukullanırlar. Van der Zee'deki görevli, telgrafın kimegideceğini öğrenince, evet dedi. Bunun üzerine Ne-veser 'mufassal', Ahmet Ziya 'muhtasar' birer mek-tup yazıp, Kâmil efendi'yle Acenta'ya gönderdiler.

Taksim'de bomba patladığı günün akşamı, (Er-meniler mi patlattı, Rumlar mı? Meçhul!), Neveser,hastalığını günlerdir unuttuğunu birdenbire saptadı.Tuhaf, hiç aklına gelmiyor. Akşam gezmelerinden,

gece söyleşilerinden baş alamıyor ki! Dün sabah'derece' koymayı bile unutmuş: terastaki kahvaltısofrasında, Ahmet Ziya'yla Doğan'ın gülüşerek ge-liştirdikleri 'muhabbete 'katılma telâşından! Yaşamasevinci, o akşam üzeri, içisıra ne korkunç bir güçlegeniş liyor : 'uzviyetinde', görünmez bir elektriğ in'şerâreli' çıtırtıları. O hızla, Zürich'ten alalı bir kere-cik sırtına geçirmediği 'gece kıyafetini' giyiverdi:gözlerinin mehtap mavisine uygun düşen, sim işle-meli bir kılık, lâcivert desen tam sayılmaz, dökülü-şünde havai mavi yansımalar. Tuvalet aynasınınönünde, elmacık kemiklerine bir fırt ailık, 'kavisli'kirpiklerine belli belirsiz rimel bulaştırırken. DoktorDiederich'in 'Beynelmilel' Graudünden Sanatoryo-

mu'nda söyledikleri, kulaklarında çınlamasın mı:"— ...bu hastalıkta mühim olan maneviyattır,

Frau Abdi..."Son günlerde 'maneviyâtı' iyi, iyi ya, iyiliğini

 Ahmet Ziya' nın dönüşü kadar , Münif Sabr i'ye borç-lu olduğunun bilincindedir. Onun küçük dikkatlerin-

Page 49: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 49/192

den; o alçakgönüllü nergis demetini, her akşam dü-zenle getirişinden; bir an yalnız kalsalar, o dakikamahçup ve çekingen Feyziye öğrencisi 413 Münif'edönüşerek, elini ayağını nereye koyacağını bileme-yişinden duygulanıyor. Kimbilir, Zürich'ten aldığı kı-lığı belki onun için giydi; rüya solgunu yüzüne buuzak çilek pembeliğini, oncı güzel görünsün diyebulaştırdı.

Münif Sabri, o akşam da şaşmaz nergis demetive 'ancak yarınki gazetalarda intişar edebilecek' ta-ze haberleriyle gelecektir.

Sağ ayağı sakat, hafif topallıyor, baston taşı-ması bundan. Yüzüne bakıldı mı, vahşi sarışınlığınınparıltısı, insanı çarpar: alnı seyrelmeye yüz tutmuşdalgalı saçları, düşük bıyıkları, çoğul kirpikleri, gü-neşli bir başak aydınlığı saçıyor. Çektiği acılar onayaramış: sesindeki vekar; davranışlarındaki, saygıuyandıran ağırbaşlılık; yargılarındaki, o ancak 'tec-rübeli' kişilerde rastlanan 'ihtiyar', acılarının eseri'Avrupa görmüş' olması nedeniyle, Ahmet Ziya'yı nekadar önemsiyorsa; savaş serüveni nedeniyle onu,

 Ahmet Ziya da o kadar önems emekt edir. Ülkeyeilişkin her sorunu danışması, yorumlarını önemledinlemesi, buradan kaynaklanıyor. Saltanat Şûrasıtoplandı ya, 'meselenin mahiyet-i hakikisine vâkıfolamayan' Ahmet Ziya, bunu Meclis'e danışma eği-limi saydığından, Padişah lehine yorumlayacak olduMünif Sabri, bastonunun fildişi sapını sımsıkı kavra-yıp, sesini yükseltmeden itiraz ediyor:

— ...Meclis-i Meb'ıısan'ı lağvetmiştir. Kanun-uEsasi'nin, dört ay zarfında umumî intihabat yapıl-masını derpiş eden hükümlerini, görmezden geliyor;Saltanat Şûrası'yla efkârı ıımumiyeyi oyalayacaktır,Vahdettin'in hakikatte bir Hürriyet ve İtilâf kabine-sine dahi tahammülü yok, arzusu bendegân hükü-

meti!Nergis demetini vazoya yerleştiren Neve serisüzüyor. Gözleri kestane rengi, açık kestane, ışığabaktı mı sarı elâya çalan. Getirdiği haberler, kötü :Yunan yayılması, Aydın doğrultusunda gelişmektey-miş; üzücü olan, çevredeki 'kuvayı milliye'yi, 'idarî

96

makamların' engellemesi; 'bu şerait altında' şehir,büyük bir olasılıkla yarın, Yunanlıların eline düşe-cek! İzmir'den ilk 'muhacirler' sökün etti, ağızlarınıbıçak açmıyor; Ramazan boyunca Kadifekale'deniftar topunu, Yunan İşgal Komutanlığı attıracakmış!

Bardağına rakıyı çok, suyu az koyuyordu. İkin-

ci kadehten sonra, gözleri nedense kan çanağı:— ...Poli s Müdüriyet i'nde, Kısm-ı Siyasî'denşayan-ı itimat bir taharri tanırız, Ahmet bey, aslenSerez'iidir, istihba rat temininde bize müzahereteder, verdiği malûmat doğruysa, İngilizler bir mel'a-net hazırlıyor ama, ne? İşte mesele burada.

 Ahmet Ziya, rakı şişes ini açmak için, bir araiçeriye girince, Neveser'le başbaşa kaldılar. NeftiSalon'un açık pencerelerinden ilk yıldızlar, üstlerinesarkıyordu. 'Münzevî' bir ud, bir yerlerde, talihin-den yakmıyor. Hava durgun, ta Haydarpaşa'dan ha-şin bir tren çığlığı. Münif Sabri, sessizliği doldurmakamacıyla çarçabu k cıgara yakmaya davranmıştı.Neveser göğüs geçirerek, sordu :

— Bana hâlâ muğber misin, Münif?Münif, bütün gözleriyle ilk defa ona bakıyor;çetin bir ışık zenginliği, turuncuya kaçan altın sa-rıları, hınzır pirinç yeşilleri:

— İğbirarın faidesi nedir ki? Herşey ihtiyarımı-zın haricinde cereyan etmektedir. Muharebe benîkadere inandırdı. Bedelini, sakat kalarak ödemiş ol-sam da.

— Ya ben neyim? Hasta ve bedbaht bir kadın.Münif Sabri gözlerini eğiyor: Neveser, yalazını

sımsıcak yanağında duyduğu, sarı bir alevin uzak-laştığını sandı.

— ...ne münasebet! Kendinize iftira etmeyiniz,Neveser! Seneler, esasen ulvî şeklinize, mana ve

muhteva kıymetleri ilâve etmiş.Neveser'in kalbi, kafeste kuş gibi çırpınıyordu.

Nefes nefese:—• Ne kadar mültefitsin, diyebildi.Fazla konuşamadılar, Ahmet Ziya elinde açılmış

şişeyle 'muzaffer' dönüyordu. O gece, Neveser'i uy-ku tutmuyor. Sessizlik bastırınca, komodinin üstün-

Page 50: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 50/192

deki fanuslu saptın tıkırtısı, iri iri, meydana çıktı. Neyapsın? Bir süre 'ateşini alarak', ("— Aman yarabbi,36,4, bir hârika!"); bir süre Hâtıra Defteri'ne 'ihsas-larını' yazarak oyalandı. Zürich'ten satın aldığı 'ki-litli' defter. Sayfanın üst köşesine o günün tarihiniatıyor, tarihin hemen altına, Cenab'ın Riyâh-ı Mesâ'-

ından, aklına geliveren üç mısraı kaydetti:

"...aşkın eyyam-ı nev-baharındatitretir   kaibi  bir hevas-ı firako mudur   bizdeki istiğrak?"

Sonra, şu sat ırl ar: ".. .bu mertebe kahhar,bi-aman ve bi-insaf olan, hayat mıdır, yoksa hayatadahi hükmeden zaman mı? Nur içinde yatsın, rah-metli 'hamınne'm, alelekser 'Zaman hallâl-i müşki-lât' derdi, kulağımda kalmış; yaşlandıkça zamanındaha ziyade, 'hâlık-i müşkilât' olduğunu müşahedeediyorum. Aksi halde, on sene evvelinin o şetâretiidelikanlısı Münif, şu nevmid, şu meyyus adama ta-

havvül edebilir miydi? Ben böyle bedbaht, bi-çâreve bi-mecâl bir kadın olabilir miydim? Heyhat, herikimizin de vâsıl olduğu merhale budur.

"Vakıa Münif, bana muğber olmadığını ifadeetti, lâkin âsâ!et-i rulıiyesinden böyle söylüyor; zira,hafızama adetâ ateşle nakşedilmiş o meş'um güngözlerimin önüne geldikçe, ona karşı ne kadar hay-siyetşiken davrandığımı daha iyi anlıyorum : havai,hafifmeşrep bir kızdan farkım mı vardı? İzzet-i nef-siyle oynamış, gururunu rencide etmiştim. Muğberdi,muğber olmakta haklıydı. Çünkü istihzamın mesne-di, olsa olsa şımarıklığım olabilirdi ki, bu ika eyledi-ğim cürmü tahfif etmez, teşdid ederdi. Bu itibarla,Münif'in muğber olmadığını ifade etmiş olması, ba-

na huzur vermiyor. Ona yaptığım kabalığı tâmir et-meliyim. Nezdinde kendimi fevkalâde mahcup his-sediyorum. Hele o mütevazı nergis demetleri yokmu?..."

Münif Sabri'nin o geceki iki 'tahmini' gecikme-den çıktı: Aydın düştü, ingilizlerin tasarladığı 'me-lânet' açıklığa kavuştu.

O gün Doktor Melek, sabahtan gelmişti. Öğle-yin yemeğe kalacak, Ahmet Ziya'yla 'ev bakmaya',İstanbul 'cihetine' gidecekler. 'Kavilleri' böyle! Boy-ca bosca gösterişsiz, kalabalıkta kaybolup gidiyorya, görünüşe bakıp yanılmamalı: Doktor Meleho Af-ram, ele avuca sığmaz bir kadın, 'maş allah , ateşparçası'. Konuştu mu, adamakıllı büyüyor: zeki bir'münevver' olmasından, 'ilmî müktesebatından' mı?Bunun payı kuşkusuz yadsınamaz; yalnız, sesindekigüven verici ciddiliğin, iri siyah gözlerindeki fosforluçakıntıların, etkisi de küçümsenmemeli! Konuştukça,kelimelerle, insanların çevresine, elini kolunu bağla-yıp onları suspus eden, sanki bir ağ örüyor. Cerbe-zesine kapılmamak, olanaksız. Konuşurken, dahada güzel: esmerliğinde zehirli bir alım, zenci kıvır-cığı saçlarında iğne ucu kıvılcımlar, dolgun dudak-larında ıslak bir şehvet!

Neveser onun, gelişinin haftası dolmadan, 'mes-leğini icra niyetiyle' harekete geçişine bu yüzdenşaşmadı. Böyle bir kadın, başka türlüsünü yapamaz.

Üstelik, hekim kadın olunca, müslüman halkın çokrağbet edeceğinden emin; muayenehanesini Divan-yolu mu, Aksaray mı, Fatih mi, —artık neresi olur-sa—, o yörede açmayı kafasına koymuş. Bugün Ah-met Ziya'yla gidip bir dolaşacaklar: ev bakmaktan'murat', bu!

Hava da bir güzel ki! Salacak'ın üzerinde sulu-boya lekesi bir bulut, külrengi damarlı mermer be-yazı, çevresi katmerli mavi. Şirket-i Hayriye vapur-ları, gündelik telâşları içinde, çakal gibi havlıyorlar.Terastaki yeşilliğe, patır patır yağan serçeler. Dok-tor Melek geldiğinde, kahvaltı sofrasından henüzkalkmamışlardı. Gazeteler okunuyor. Pervin misafi-re çabucak kahve yapıp getirdi, Ahmet Ziya cıgara-

sına ateş tuttu. Doktor Melek, kanatları kıpırtılı bu-run deliklerinden, kalın dumanları boca ederek, eliy-le manzarayı biçti:

— Abdi bey, tabiat sahibi, altıncı kat terasındaböyle bir bahçe tanzimi, doğrusu takdire şayân : Ya-zın fevkalâde olmak icabeder.

Neveser, Terakki Apartmanı'nı, hâlâ iki katı

r\n

lü diğer sefineler emir beklemekteymiş, sen bundan

Page 51: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 51/192

'işgci eden' Suriye'ii Ayân Azası Farıık El Mabruk'-tan aldıklarını; terastaki bahçe düzenini de hazırbulduklarını, söyleyecekti ki, telefon; Münif Sabrı,Birlik gazetesinden, Ahmet Ziya'yı arıyor. Aydın'ın'düştüğünü' bildirecek. Yalnız onu mu, 'işgale tekad-düm eden' günlerde, 'mahalli Hürriyet ve İtilâf Fır-kası âza-yı kirâmı'nın çevirdikleri fırıldakları da.

— ...şimdi iyi dinle: üç gün evvel, oradaki İn-giliz Kontrol Zabiti VVithull, Hürriyet ve İtilâf FırkasıVilayet Teşkilâtı Reisi ile, Mutasarrıfı, Müftüyü, Rummetropolitini ve ileri gelenleri içtimâya davet etmiş,işgalin teferrüatı orada takarrür ediyor. Bilâhare,Hürriyet ve itilâf'cılar, zabitâna atıp tutuyorlar; me-selâ, bunlardan birisi, Aydın çarşısında, Gümrük-önü'nde, diyesiymiş ki: 'Mukavemet müşevviklerine

• itibar etmeyiniz, felâket getirir . Zabit kısmının dikiliağacı yoktur, sulh olursa kâmilen işsiz kalacakların-dan, milleti harb emellerine âlet telâşındadırlar". Na-sıl, böyle bir hareket, ahali ve askerde maneviyatmı bırakır? Askerin çoğu firar etmiş, ahaliyse...

 Ahme t Ziya sözünü kesti : — Allah Allah ! Yahubunlar alelade gazeta havadisi mi, nereden istihbarettin?

— ...is tihbar eden Hüsnü Faik bey, Erkân ıHarbiye-i Umtımiye'de bir Mirliva'yla ülfeti var, Ha-rekât Dairesi'nde zannederim : M akedonya' dan pe-derinin silah arkadaşıymış, malûm ya Faik bey Sü-vari Kaymakamı idi, birlikte komitacı takip eylemiş-ler; yâni, istihbaratın menşei sağlam, anlayışım Er-kân-ı Harbiye'ye Aydın'da bulunan 57, Fırka'dan ra-por ediliyor, kumandan Miralay Şefik bey tarafın-dan! Firarlar sebebiyle. Fırka karargâhının mevcudu10 zabitle 43 nefere düşmüş, ne yapsınlar, Çine isti-kametinde çekilmişler.

— İzmir, Manisa, şimdi de Aydın!

— Aydın'la nihayete erecek mi? Kat'iyyen! Sıra Ayva lık' tadı r. Rumca gazeteler, İzmi r'den tah rik edi-len Yunan muhribi Limnos'un, Körfez'de demirledi-ğini yazıyor. Ağleb-i ihtimal, asker ihracında bulu-nacak. Dalyan Boğazı haricinde, lebâlep nefer yük-

ne istihraç edersin? Ahmet Ziya, tele fond a öğrendik leri ni. Doktor

Melek'le Neveser'e aktarınca, kaygılı bir sessizlikçöktü. İçinde kirli mavi 'harb sefinelerinin' kara birduman kusa kusa dolaştıkları; yürekleri muska gibiboyunlarına asılı asker kaçaklarının, sokak araların-da köpeklere terkedilmiş katliâm cesedlerinin beii-rip kaybolduğu, dumanlı bir sessizlik bu, eşyanm ta-

biatını değiştiriyor, o yüzden havuzun fıskiyesi bilegöze müstehcen bir şey gibi gözüküyordu. Hele Do-ğan'ın serptiği ekmek kırıntılarını paylaşamayanserçeler, onların dünyayı umursamaz cıvıltıları?

 Ahmet Ziya piposunu çek işt irdi , sönmüş, kibr italevlerini sabırla zincirlemeye koyuluyor. 'Şaşkın'Beşir Usta'nın şaka yollu söylediği doğru : Dersa-adet'te karşı karşıya kaldıkları durum, Berlin'deki'tasavvurlarını mevki-i tatbike koymayı' zorlaştıra-cak! Üniversite dolaylarındaki öğrenci kahvesinde,cıgara dumanı, bira köpüğü, namlu parıltısı, gün-lerce tartışıp; 'amele sınıfını, sermayedar burjuva-ziye karşı, mazbut bir fırka'da' örgütlemeyi; bu 'fır-kayı' sendikalarla 'takviye etmeyi' kurmuşlardı. Ter-

his edilen askerler, Almanya'da olduğu gibi, kuşku-suz onlara katılacak ; 'amele ve asker konseyleri,sosyalist ihtilâlin rûşeymini' oluşturacaktı. Dersa-adet'teki hava bu mu? 'Düve!-i Muazzama', memle-keti yer yer işgal ediyor; birçok 'aksamını' Ermeniye,Rııma peşkeş çekmektedir. 'Keyfiyet' herşeyin yeni-den ele alınıp değerlendirilmesini zorunlu kılacakkadar vahim!

Doktor Melek, esmerliğinin karabiber acılığıyia,onun da aklından geçirdiklerini ortaya döktü :

— Bu şerait dahilinde, fırkayı kurmak son de-rece müşkülleşir. Tut ki tesise muvaffak olduk, butakdirde vazife-i aslisi, emperyalizme karşı mücahe-de açmak değil midir?

Yemek boyunca bunu tartıştılar, istanbul tara-fına 'ev bakmaya' gittiklerinde, çekişmeleri bitme-mişti. Akşam dönmeleri de gecikiyor. Bu sebeptenNeveser, Münif Sabri'yi yalnız karşılamak zorunda

101

kalacaktır: Teras'ta, salıncaklı iskemlesine oturmuş,k d i i k d ttiği K t l d i i

Page 52: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 52/192

kardeşinin okumasında ısrar ettiği Kurtuluş dergisi-ni gözden geçiriyordu. Gözleri derginin sayfalarınıizlese de, aklı başka yerde : on yıl önceki Selanik'temi, Hamzabey Cami-i Şerifi'nin iki sokak üstündeki'konak yavrusu'nda, 'Alaman' Ziya bey'in evinde?Yoksa Balkan Harbi'nin 'müstarip ve müteellim' İs-tanbul'unda mı? Sirkeci Garı, Rumeli 'muhacirleriyie'tıklım tıklım, o yürekler acısı perişanlığın üzerine

aşağılık bir yağmur çiseliyor. Ya da kar ışıltısının,gözleri çığlık çığlığa kör ettiği Davos'ta, 'Beynelmi-lel' Graudünden Sanator yumu'nd a mı? Balkonda,şezlonga uzanmış, oğlu doğalı onu tedirgin edenkurt, içini kemiriyor: Ya Doğan, babasına çekerse?

 Abdi bey gibi, o da 'bacaksız' olursa? "Am an ya-rabbi, bu kadar terakki eden fen, buna bir çare bul-mamış mıdır?"

Nasılsa teninde, o hardal sarısı alevin sımsıcakyalazı, başını kaldırıyor ki, terasın kapısında MünifSabri, 'mütebessim' ve 'mütevekkil': Ahmet Ziya'yasözünü tutmuş, Sosyalist fırkası'nın 'mürevvic-i ef-kârı' İdrak gazetesinden, bulabildiği nüshaları 'fer-sûde' çantasına koyup getirmiş, bir elinde de 'nâçiz'

nergis demeti:— Rahatsız etmiyorum ya!

Neveser, heyecanla ayağa kalktı : — O nasılsöz Münif, esasen bekliyordum. Ahmet'le Melek, 'evbakmaya' çıkmışlardı, geciktiler.

Her akşam üzeri oturduğu hasır koltuk yok mu,bodur palmiyenin yanıbaşındaki, Münif Sabri onayöneldi; güneş henüz çekilmediğinden, yırtıcı sarı-şınlığı ansızın tutuşuyor, sanki erimiş pirinç yalazı,bakabilirsen bak! Neveser dikkat etmiş, sağ bacağı-nı bükmesi gerekince zorlanıyor, belli etmemek içinher seferinde ortalığı lâfa boğar, yine öyle mi ya-pacbk? Öyle yaptı: efendim, öğle namazını 'müte-

akip Sultanahmet camiini görmeliymiş, Fatih, Aksa-ray, Zeyrek, Karagümrük, izmir şehitlerinin ruhunaokunacak Mevlîd-i şerife akmış; camiin methali,minberi, 'kâmilen' siyah mâtem bayraklarıyla kaplı;

102

Garbî Anadolu'da silah atılmış, kan dökülmüşt ür.Bakınız bu mühim

rareti': bakışları sert, hırsla bilenmiş, oysa sesi yu-muşadı alçaldı da; bilmeyen şaka ettiğini sanabilir

Page 53: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 53/192

Bakınız, bu mühim.Ya da, el yordamıyla sakıncalı konuya sokulu-

yor : — ...9. Ordu Müfettişliği'ni deruhte ederek,Mustafa Kemal Paşa Samsun'a gitti; Rauf bey'in,hani Hamidiye Kahramanı, hafiyyen Garbî Anadolu'-ya geçtiğini öğrendim; bunlar ne gösteriyor, işgâlemukavemet vâki olacaksa, merkez-i sıkletini, Ana-dolu teşkil eyleyecek. Acaba zevciniz beyefendinin,bu istikamette tasavvurları yok mudur?

Neveser utan dı: Selânik'te , Hamzabey Camiiçevresindeki konak yavrusu evde, Schvvester Mag-da onu eli reçel kavanozunda yakalamış sanki, hanthant azarlıyor. Altı yaşında filân mı? Damağındaincir reçelinin yemyeşil lezzeti, içinde ısırgan gibiheryerini dalayan suçluluk duygusu! Gereksiz yerekalktı, öbür koltuğun kaykılmış minderini düzeltti.Verdiği cevabı, başka, hiç tanımadığı bir kadının ağ-zından çıkıyormuşcasına, yabancılaşarak dinliyor:

— Malûmattar mıyım acaba? Siyasi tasavvur-larından hiç bahsetmez. Vaziyet tavazzuh edinceyekadar gizlenmekten, faide mülâhaza ediyor olmalı,aylardır yüzünü görmedim : ' harb mücri mi' telâkk i

edilerek tecziye olunacağı korkusundadır.Münif Sabri, çoğu erkeğin tersine, kibriti elindesallayarak değil, dudaklarına yaklaştırıp üfleyereksöndürüyor. Sesi acayip, titre şimlerin de algılananne, 'serzeniş mi, sitem mi, muaheze mi'?

— Pek taacc üp ettim, niye mücrim telâkki oluna-cakmış? Affınıza mağruren arzedeyim, hiçbir vakitön safta bir ittihatçı olmadı, ne mühim bir idarî me-suliyet mevkiinde bulunmuştur, ne de icraî bir vazi-fe almıştır; bu itibarla, endişesi mesnedsiz! Olsa ol-sa, Levazımat-ı Umumiye Komisyonu'yla alâkası ci-hetinden, bir tahkikat mevzuu olabilir ki...

— Münif, bilmem iktiza etmez mi; harbin ikisenesini. İsviçre'de geçirdim; bu müddet zarfında,

oğlumun sıhhatından dahi, haberdar edilmedim;nerde kaldı ki temas ettiğin bu alâkayı...

Münif Sabri gözlerini ona çeviriyor, Neveser'inyüzünde yeniden çok yaklaştırılmış bir 'meşale ha-

105 i 47

muşadı, alçaldı da; bilmeyen, şaka ettiğini sanabilir.— ...halk muazzam kıtlık çekti, süpürge tohu-

mundan ekmek yediler, Levazımat-ı Umumiyfe Ko-misyonu, fıkdanı çekilen mevadı güyâ hakkaniyetüzere tevzi ediyor, reisi 'Topal' İsmail Hakkı Paşa;zevciniz beyefendi, zannederim refik-i kadimi Kara-su efendi'yle Paşa'nın hususiyetine giriyor, kulağı-mıza ne dedikodular çalındı o sıra...

Neveser, hanidir sağlığından başka şey düşün-mediğini, yeni yeni mi kavrıyor? Harbmiş, darlıkmış,kıtlıkmış, farkında bile olmadı. Davos'a götürülüşü-nün, oradaki koşulların elverişliliğine bağlandığınıunutmadı elbet; koşullardan 'maksat' hekimlerin 'ha-zakati' mı, yooo, o nasıl olsa elde bir; 'tarafsız' İs-viçre'de, bakım ve beslenmenin 'mükemmel' olacağıhesaplanıyordu. Yanılmadıklarını, 'dibi yoktur' deni-len mürekkep siyahı Bodense Gölü'nü geçip, sistengözün gözü seçemediği Rorschach'a ayak basarbasmaz, anladılar. Demek Graudünden Sanatoryu-mu'nda, o yoğun sütler, dumanlı kakaolar içer, kanlımavi biftekleri gövdeye indirirken; Dersaadet, kıtlı-ğın ağırlığı altında bunalmaktaymış, fırsattan 'bilis-

tifade' Abdi bey de...Münif Sabri, onu karmakarışık eden başka bir

gerçeği daha açıkladı:— ...hem, Abdi bey hakkında, Divan-ı Harb-ı

Örfi'ce tevkif müzekkeresi kesilmedi ki! Şu veya buşekilde, arandığını da işitmedik. Vakıa listeler dola-şıyor, birinden birinde ismi mutlaka kayıtlıdır, lâkinne ifade eder? Yunus Nadi, Hüsnü Faik, daha nice-leri, Bekirağa Bölüğü'ne girip girip çıkıyorlar, faali-yetlerine mâni teşkil etmiyor, halbuki zevciniz bey-efendinin...

Neveser fena halde ürperdi: güneş çekildi, Üs-küdar'ı saran pus tozpembeden eflâtuna koyulaşı-yor, kuşlar kayboluverdiler, ondan mı; yoksa koca-

sının gizlenişinde çirkin nedenler olabileceğini 'feh-mettiğinden ' mi? Ya Rosa Mizrahi'yle ("Yarabbi,yine mi bu kadın?") gözlerden ırak, rahatça keyfe-debilsin diye bu bahaneyi kullanmış, ya da kocası

korkağın biri! İttihatçıların önde gelenleri 'derdestedilince' ödü patlamamış mıydı, kişiliğini dev ayna-

sallanıyor, va llahilazim : bu deyyuslarda hiç mi in-saf kalmamıştır?

Page 54: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 54/192

edilince ödü patlamamış mıydı, kişiliğini dev aynasında gördüğünden, başının belâya gireceğine hük-metmiş olabilir. Zaten durur durur, Tanin'deki, Şu-ra-yı Ümmet'deki 'makalelerinin' yanına kalmayaca-ğını söyler; asıl yanına kalmayacak olan, 'nüfuz ti-caretine' bulaşmasıymış! Abdi bey gözlerinin önünegeliyor: bakışları, kılıç gibi parıl parıl, siyah saçla-rını ortadan ayırıp briyantinle yapıştırarak sımsıkıarkaya taramış, tatlı birşey yermişcesine şak şakdamağını şaklatarak, ona diyor ki:

"— ...Neveser, bir müddet gaybubet etmeliyim,her ne kadar biz bu harba taraftar olmadıksa da,derdimizi anlatabilmemiz hayli müşkil, kazaya uğ-rayabiliriz..."

Peki, Münif Sabri intikam mı alıyordu? Neve-ser'i bu kuşkuya düşüren, takındığı 'resmî' tavrıngerekçesini sorunca, Münif'in verdiği cevap oldu.Bir ara dayanamayıp demişti ki :

— Münif, benimle ne kadar mesafeli konuşu-yorsun. adetâ resmî. Vaktiyle, gayet iyi hatırımdcı-dır, teklifsizce dertleşirdik. Hatta sen bîr kere...

Münif Sabri, Marmara'nın görünür bir hızla lâci-

verde dönüşünü seyrederek, sözünü kesti:— Böyle olmasını, siz arzu etmediniz mi? Ah o gün! ... Neveser'in 'müs tehz i' kahkahalar

savurup Feyziye'li genç bir öğrencinin gururuyla oy-nadığı, 'izzet-i nefsini hâk ile yeksân ettiği, meş'ûmgün'!... Bu haşinliğin altında yatan, o: hiç kuşku-suz. "Münif, Münif, muavenetine ne kadar muhta-cım, vicdan azabından nasıl perişanım, görmüyormusun? Bana kasdin nedir?"

 Ahme t Ziya, yanında kara biber bulu tu bir Dok-tor Melek'ie, nihayet gelip, havadaki gerginliği da-ğıtıyor. Terasa adımını atmasıyla, salkımsaçak ya-kınmaları başladı: yahu ölmüşler, yahu dolaşmak-tan ayaklarına kara sular inmiş, yahu ne rezeletmiş

bu böyle?— iki göz hâneye yirmibeş lira kira istediler,

harpten evvel olsa üç lira vermezsin, şimdi bileme-din altı lira olsun, kuruş fazla etmez, trabzanl arı

106

saf kalmamıştır?Münif Sabri, kadife yumuşağı bir ses bulmuş,

Mütareke'den bu yana 'aleddevam' yükselen fiyat-ların, İzmir'in işgali üzerine gemi azıya aldığını söy-lüyor, yalnız kira lar mı, herşey ateş pahası ; dahadüne kadar, ekmeklik unu bile Odesa'dan getirilen,payitahtı beslemek; oldum olası, bir sorundur; şimdişehir 'muhacirlerle' dolu, 'ithalat' yolları tıkalı, zeytin-

yağı piyasadan çekiliyor, sabun fırladı, bir sandıkkuru üzüm kaçadır biliyor musunuz?...Mutf akta ki hazırlığa 'nezaret etmek' özürüne

sığınarak, Neveser, bir süre kayboluyor, içinde o ür-perme, tutmasa dişleri birbirine vuracak, bir şal al-sa mı? Tevkif Müzekkeresi olmadığı halde, kocası-nın Mizrahi' lerin yalısında saklanması, yüreğineoturdu. Bu 'mertebe' korkak mıymış? 'Sefihliğini,dessaslığını, menfaatperestliğini' bilirdi, korkaklığınıkestiremeyişi neden, 'habbeyi kubbe yapmaya mü-temayil' şirretliğinden mi? Ya 'fahişeliği müsellem"Rosa Mizrahi'nin 'ağuşuna' sığındıysa? İlk defa 'va-ki olmuyor' ki, kırdıkları ceviz bini aştı, 'münasebet-lerinin evveliyatı' Selânik yıllarına uzanır. Peki ama,

Münif'in 'ifşaatına' ne anlam versin? Belki sadeceuyarıyor, niyeti 'hâlis', gözünü açmasına yardımcıolmak; belki Neveser'in ilk düşündüğü doğru, vak-tiyle küçük düşürülmüş olmasını 'hazmedememiş',öç alıyor. "Hırçın bir kederle, beni adeta hırpalamakarzusundaydı."

Omzunda şal terasa döndüğünde, akşam, morbir zambak gibi açılmıştı: ufuk, boydan boya, haş-haş pembelerinin, böğürtlen siyahlarına batıp bo-ğulduğu; sırmalı iâciverdlerin, ördekbaşı yeşillerekarıştığı bir renk panayırı. Boğaz'daki 'harp sefine-leri' birer ikişer ışıklarını yakıyor. Zaman zaman, ha-vai fişek gibi karanlıkta pırıl pırıl asılı kalan, vardiyaçanları. Ahmet Ziya, Doktor Melek ve Münif, ma-

salardan birinin üstüne idrak nüshalarını yaymış,şurasından burasından birkaç satır okuyup, tartışı-yorlar. Doktor Melek, yükseldikçe çatallaşan sesiy-le. diyor ki:

i 47

— ...tere ddüde mahal yok, adam sarahatenyazmış baksanıza : 'Şer'i mübin-i Ahmedî esasen

Page 55: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 55/192

yazmış, baksanıza : Şer i mübin i Ahmedî, esasenahkâm-ı münifesiyle bir sosyalist düsturudur'. Ne de-mek bu? 'Ahkâm-ı şer'iyye, beynelhak muta' kaldık-ça, 'bu millet refah içinde yaşamış' imiş! Ya bununmanası? İştira kçi Hilmi bey, sosyalizmi islâmiyetzannetmektedir, halbuki ilmî sosyalizmin zübdesi...

O gece Neveser, Münif'le konuştuklarını, 'HatıraDefteri'nde enine boyuna değerlendirdi. Ağlıyordu

da. Elinde olmayan birşey, gözyaşları iki sıralı ini-yor. Onu bu derece 'harab eden' yaptığı eski birhaksızlığı Münif'in 'el'ân' bağışlamadığının kesinleş-mesi mi, yoksa 'zevcinin' yeni bir haksızlığına 'ma-ruz' kalması mı? Yazdıkça, çok daha 'mühim, hattâhayatî bir keşifte bulunduğunu, hayretle farketti:yaşadığı son on yılın, 'mana ve mefhumunu' teme-linden değiştirebilecek, akla ziyan bir 'keşifti' bu!

"...mutahabı olduğum huşûnete müstahak mı-yım? Zannetmiyorum. Bana karşı izharda tereddütetmediği burûdet şayan-ı kabul müdür? Hayır, asla!Şu dakika bile her uzvum ayrı ayrı titriyor, feleğinbunca gadrine uğramış bir kadına, bu nasıl bir mu-ameledir? Ah ne kadar mükedderim, hicranımı ifa-

deye muktedir kelimeleri bulmaktan âciz, ye'si nâ -mütenahî! Keşki Graudünden'de ölüp kalsaymışım,keşki Münif'le tekrar görüşmemiz hiç nasib olma-saydı...

"...koltuğunun altında fersûde çantası, elindebastonuyla onu terasın kapısında gördüğüm lâhzoNevres bey'in bir in'ikâsıdır intibaına kapılmıştımmüşabehet o mertebe ileriydi. Bilâhare şahsına duy-duğum inhimâkin, onunla olan eski hukukumuzdanziyade, bu müşabehete istinat ettiğine kanaat ge-tirmiştim. Ne fahiş bir hatâ: Hakikat bunun tama-miyle zıddıdır. Bilhassa bu akşamki mübâhesemiz-den sonra, suret-i kafiyede eminim ki, Nevres bey'ekarşı, daha o tarih te hissetmiş olduğum gayr-i

kaabil-i izâh ruh aşinalığının sebeb-i aslisi, haddiza-tında, birçok hâl-ü-etvarıyla onun bana Münif'i tedaiettirmesiydi. Hakikat budur, hiçbir veçhile içtinapedemeyeceğim korkunç hakika t! Abdi bey için

308

Münif'i feda etmiş, izdivacım hüsranla neticeleninceNevres bey'i vicdan azabımın tesellisi, pişmanlığımınmükâfatı başka bir Münif addeylemiştim : vakûr, es-rarengiz, tecrübe li bir Münif. Böylece hatırımdakigenç ve tecrübesiz Münif'in nâkiseleri, indimde kâ-milen zail oluyordu.

"...bu kere Münif'in bana şiddetle Nevres bey'itedai ettirmesi, muharebenin tahribatıyla mı, tecrü-belerin terakümüyle mi artık bilemem, şahsiyetinincıynı vekar, esrar ve tecrübeyi iktisap etmiş olma-sından mütevellittir. Kabul ediyorum, onu hafife al-makla, senelerce evvel bir cürm-ü mânevi ikâ eyle-miş bulundum, bunu inkâra artık mecâlim kalma-mıştır, işte gözyaşlarımla itiraf etmekteyim. Yine deMünif'in, mâzide kalmış bir cürmü, bunca huşunet veburûdetle tecziyesi revâ-yı hak mıdır? Hayatı pa-muk ipliğine bağlı bir kadını, nâ-hak yere hırpalayıp,nevmidîye mahkûm etmiş olmuyor mu? Ondan bu-nu beklemezdim, o kadar beklemezdim ki, muhatapolduğum zulmün derunî bir zaafı setrettiğine kat'i-yetle kaniim. Ne var ki zaafının tezahür ü daimaböyle şedit, bu kadar mütearrız olursa, cürmümüaffettirmek bahsinde, bu benim herhangi bir teşeb-büse geçmeme mâni olacaktır, bundan her ikimizde ziyanlı çıkacağız.

"...vak'adan Ahmed'e bahsetmedim, icab edermiydi mütereddidim, doğrusu ya Doktor Melek'le alâ-kasının mahiyeti, ona sırlarımı tevdi etmekte benimüşkilpesent kılıyor, zira o ne derse desin, DoktorMelek'i bir türlü şayan-ı itimad bulamıyorum, acabagörümceliğe mi başladım, bilmem ki..."

İngilizler, yapacakları 'mel'âneti' meğer, o günyapmış. Onlar bunu, ertesi gün öğrendiler. Neveserçok geç uyumuş, karışık rüyalar görmüştü : iğdeka-

buğu bir aydınlığı dağıtan, çırılçıplak bir kadın, boy-lu boslu : Rosa Mizrahi mi? Abdi bey'in erkekliğiüzerine oturuyor, köşeli suratında 'behimî' bir zevk,gözleri yarı açık, ağzında cıgara. Fakat o ne, budensiz fahişenin kıçıyla erkekliğini yuttuğu Abdi beydeğil, ufacık bir oğlan çocuğu : Doğan olmasın, eveto, ta kendisi! "Kocamı mahvetti, şimdi sıra oğlumda

Page 56: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 56/192

mı?" Schvvester Magda yok kaşlarını gazapla çat-mış, havada sarkaç gibi salladığı işaret parmağı,başlıbaşına bir ceza. Yo hayır, parmağını sallayarakonu Schvvester Magda azarlamıyor, azarlayan Baş-hemşire Rotbein, 'istirahat kürlerine lâyıkıyla riayetetmediğine hiddetlenmiş de, ondan', domuz elleribeyaz hemşire gömleğinin ceblerinde kımıldanıyor,çenesinde atsineğini andıran o 'menhus' et beni!Demek Davos'taymış, sanatoryumun balkonundadinleniyor. Hareketli bir karanlık, derinliklerinde tü-fek sesleri, büyük yankılar. Karayel, ağaçlardaki ka-rı ince ince tozutuyor, tenine değdikçe binlerce iğnegibi batan buz tozu. Aaaa, bu hayalet kim, şezlon-gunun başucunda peydahlanıverdi? Yakası siyahkürklü paltosuna, dumanlı kar gözlüklerine aldanıpNevres bey sanıyor; ne Nevres bey'i, o ölmedi mi,öldü öldü; Münif bu, Münif ama bir tuhaf, ne olmuşona, sağ ayağı sanki taştan, ne kadar ceht etse bü-kemiyor, kan ter içinde kalmış zavallı!

'Muannit' bir iç sıkıntısıyla uyandı. Canı yatak-

tan çıkmak istemiyordu. Gün epeyce ilerlemiş olma-lı ki, yatak odasının kapısından, şakırtılı gülüşüyle Ahmet Ziya, başını uzatarak onu uyandı rmdya ge ld i:

— Hişt Neveser sultan, kalk, hadi kalk, bir oğ-lun oldu!

Babaları 'Alaman' Ziya bey, başları derde uğra-dı mı, anneleri Seher hanım'a böyle haber verirdi:"— Hanım, bir oğlun oldu!". Neveser, yüreği karan-lık önsezilerle güp güp, yatağında doğruluyor. Sağgözü, yine tatlı 'şehlâ':

— Sabah sabah, neymiş o? Hayırdır inşallah? Ahmet Ziya, yatağın kıyısına iliş ti, bir eliyle ab-

lasının omuzlarına dağılmış lâcivert pırıltılı saçlarınıokşuyor, öbüründe piposu :

— ...tel âkkiye bağlı : İngilizler, Bekirağa Bölü-ğü'nü basıp, İttihatçıların kısm-ı küllisini Malta'yasürmüş. Vallahilazim! Mıinif gazetadan telefon etti,tafsilâtını öğrendikçe peyderpey bildiriyor.

Münif Sabri, olayı iki yönden araşt ırıy ordu:Kısm-ı Siyasi 'taharrilerinden' Ahmet bey aracılığıy-la, bir; Süleymaniye Kışlası Nizamiye Bölüğü'ndeki

Başgedikli aracılığıyla, iki. Anlaşıldığına göre, dahaönceki gün bir İngiliz 'paşası' Harbiye Nezaret-i Ce-lilesi'ne gelerek, Nâzır Şevket Turgut Paşa'ya, Be-kirağa Bölüğü'ndeki 'mevkuflardan', yirmi kadarınıteslim alacağını haber vermiş. "Nâzır Paşa'nın ısra-rına rağmen, herif sebeb ve mucib dermeyan etme-mekte dayatıyor". 'Derakap' hükümet toplanıp, 'me-seleyi tezekkür ediyorsa da, netice yok,' Dün, 'ales-sabah', askerî kamyonlarla İngilizler Bekirağa Bö-lüğünü basmışlar, ellerinde götürülecek olan 'mev-kufların esamisi', devleti on yıl yönetmiş 'zevatı'hayvan yüklercesine kamyonlara doldurup, Tophanerıhtımına indiriyorlar; oradan, hepsi, kayık ve motor-larla açıkta demirlemiş bir sefineye sevkediliyor:"Prencess Ena".

 Ahmet Ziya, pipo tütünü ve tra ş sabunu koku -yordu. Berlin'den getirdiği sabun, pek 'rayihalı', in-sanın içini hoş ediyor. Neveser, camlardan boşalangüneş aydınlığında, elle tutulacak bir nesnellik ka-zanmış dumanlara dalmıştı. Kulağında, kardeşinin

söyledikleri:— ...iktidarda iken az adam sürmemişlerdi, İt-tihatçı ları onları n âhı tut tu : sürülen sâbık nâzırın,meb'usun haddi hesabı yok! Münif, listeyi ikmâleuğraşıyor; tesbit edebildikleri arasında, dur baka-yım, şey, Ağaoğlu Ahmet var meselâ, Hüseyin Cahit,sonra Şeyhülislâm Hayri Efendi, haaa, SadrazamPrens Sait Halim Paşa, Meclis-i Meb'usan Reisi Hacı

 Adil bey, Kâti b-i Umumi Mit hat Şük rü. .. daha, şey,neyse canım hepsini tütün paketinin ardına yazdım,kalkınca okursun.

Bir noktaya kafası takılmış, söylemeden ede-medi :

— ...başg ediklinin naklettiğ i hakikat sa, mev-

kufların kamyona bindirildiği esnada içlerinden biri-si : '— Yahu, bizi nereye götürüyorlar?' diye soracakolmuş, eski bir nâzır, zannederim Nafıa Nâzırı AliMünif bey, kalın kalın cevabı bastırıyor: '— Nereyeolacak mîrim, tantuna!'. Kamyon dolusu gülüyorlar.Şu İttihatçılar, komitacı adamlardır vesselâm!

Page 57: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 57/192

TÜRK MİLLETİNİN DE YAŞAMAYA

HAKKI VARDIR

Fransız Sosyalist Fırkası'nın nâşir-i efkârıl'Humanite gazetesi, Anadolu'da bir Türk/Rum Federasyonu kurulmasını teklif ediyor.

Paris (Havas)

Fransız Sosyalist Fırkası'nın nâşir-i efkârıl'Humanite gazetesi, neşrettiği bir makalede, mütte-fik devletlerin Türkiye'yi parçalamak arzularını ten-kid ederek «Türk milletine hür yaşamak hakkı veril-

melidir» demektedir.L'Humanite, Baikanlar'da Hıristiyan milletlerin deTürk'lere zulüm yapmış olduklarını hatırla tarak,şöyle yazmaktadır: «Fırkamızın kararma müsteniden,müttehiden ve bütün âlemdeki insanlar için düşünenve hareket eden bir sosyalist sıfatı ile milliyet mese-lesini ortaya atıyoruz. Bir Türk milleti vardır ki herzaman müteassıp değildir. Esasen bu milletin de, bü-tün noksanları ile beraber, yaşamaya hakkı vardır.»

L'Humanite, Avrupalıların Rumlara ve Ermenile-re karşı mezalimi bahane ederek, Türkiye'yi parça-lamak istediklerini tebarüz ettirip, şöyle devam et-mektedir :  «Şarkta sosyalist dostlarımız, bu meseleiçin en doğru ve en makûl bir hal şekli tavsiye edi-

yorlar. Balkanlar'daki Cumhuriyet Federasyonu ya-nında, Anadolu'da bir Türk/Rum Federasyonu teşki-lini teklif ediyorlar.»

113

Page 58: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 58/192

Page 59: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 59/192

Page 60: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 60/192

«...hareketin asıl beyinleri Yahudi, ya da Yahu-

di - Müslümanlardı. (Dönmeler). Selânik' in zengindönmelerinden ve Yahudilerinden, Viyana, Budapeş-te, Berlin ve hatta belki de Paris ve Londra'nın bey-nelmilel sermayedarlarından mali yardım görmekteidiler...»

R. W. Seton - Watson(The Rise of Nationality in

The Balkans, 1917)

«... Masonların, özellikle İtalyan Masonlarının bi-zi mâııen destekledikleri bir gerçektir. İki İtalyan loca-sının, 'Macedonia Risorta' ve 'Labor et Lux', büyükyardımları dokundu, bize içtima imkânı temin ettiler.

Localarda mason olarak içtima ettik; zaten aramızdahayli Mason vardı, ama hakikatte teşkilâtlanmak içintoplanıyorduk. Teşrik-i mesai edeceğimiz arkadaşla-rımızın ekseriyetini de bu localardan seçtik, ziranamzetler hakkındaki tahkikatlarında çok titiz dav-ranıyorlardı, eleme muamelesini hemen hemen ka-milen üstlerine almışlardı. İstanbul'un Selânik'te yü-rütülmekte olan gizli faaliyetlerden hiçbir malûmatıyoktu, hafiyelerin localara girme gayretleri beyhudekalıyordu. Üstelik bu localar İtalyan Maşrık-ı Aza-nıma müracaat ederek, icab-ı hâlinde İtalyan Sefa-retinin müdahale edeceğine dair söz almışlardı...»

Manyasizade Refik bey(Paris'te yayınlanan Le Tempsgazetesine demeci, 20.8.1908)

«...Mustafa Kemal 'Vedeta' Locası'na alınmıştı.Kendini hoşlanmadığı bir hava içinde buldu. Locabeynelmilel nihilist bir teşkilata merbuttu. Yahudile-

119

ı \re eziyet edilen Rusya'nın kötülüğünden, buna mu-

Page 61: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 61/192

kabil Yahudilere zengin olma imkânı tanman Viya-na'nın iyiliğinden bahseden, hiçbir millete mensupolmayan adamlar vardı etrafında. Bunlar kaypak,güvenilmez, renkle ri meçhul şahıslard ı. Mustaf aKemal beynelmilel finans ve yıkıcı yeraltı faaliyet-lerinde bulunan beynelmilel birtakım teşkilatlarınağma düştüğünün farkındaydı, ama bunların mahi-

yetini kat'i olarak bilmiyordu. Yahudilerin beynel-milel hedefleri, çektikleri sıkıntılar onu hiç alakadaretmiyordu. Mason âdetlerine de kulak astığı yoktu,gittikçe de bunlardan nefretle bahsediyordu...»

Harold Arnıstrong(Grey Wolf: Mustafa Kemal, an

Intimate Study ou a Dictator,1932)

121

'Efrencî' Nisan ayı boyunca 'cereyan eden'

olaylar, Armande'ın Dersaadet yolculuğundan 'sarf-rnazar etmesine müncer oldu'. Ne talihsizlik! Adana'-daki Ermeni isyanı, tuz biber ekiyor. Avrupa 'matbu-atına' Allah bilir nasıl yansımıştır? Oysa Abdi bey,Meclis-i Meb'usan toplantıları özürüne sığınarak Se-lanik'ten ayrılacak, ilkbaharı Boğaziçi'nde onunlabaşbaşa geçirecekti. Altı aydır, mektup mektup, ha-yalini kurmuyorlar mı? Telgrafı buruşturup, kâğıt se-petine attı. Fransızca sövdü :

— Merde! Merde! Merde!

Gece, Cafe Cristal'de 'mutaddan ziyadece' iç-miş : iki kaşının arasında 'tahamm ülfersa bir   mig-raine', ama nasıl, en ufak gürültü, hanın merdiven-

lerindeki patavatsız ayak sesi, komşu yazıhanedekiBulgar komisyoncunun iri kahkahası, dağlar tepe-sine yıkılmış 'intibaını' uyandırıyor. Hele tramvayçanları, maazallah! "Esasen, kafatasının içinde di-mağı, formol kavanozundaki cenin misali sallanmak-tadır". Bir sade kahve daha içse mi? Kapının ardın-da, masası düzenli, vazosu çiçekli, temiz tirendazMatmazel Rozet olmasa, Halim ağa'yı çağırıp belkisöyleyecek ama, ondan utanıyor: Selânik Meb'usuHalıcızade Abdi bey,  vulgaire*  bir tüccar gibi 'ak-şamdan kalır mı?', ne ayıp! Vodina'lı 'Çopur' Hayribey, gecikmese bâri! Onun bahanesiyle, belki...

 Arm and e'ı n 'me ş'û m' tel gra fın ı akş am almı ştı.Kısaca gelemeyeceğini bildiriyor. Keyfi kaçtı. 'Ah-

val-i fevkalâde' dolayısıyla Cemiyet'te işlerinin çok-luğunu ileri sürdü, yalıdan 'kirişi kırdı': iki tek atar-

* «Bayağı, adi».

i 47

sa zihnine 'küşâyiş' gelir, 'efkârı' dağılır. Neredennereye Cafe Cristal'de 'Pembe' Niko'ya rastlamasın

müş sıkma gözlükleriyle, ufaktefek bir kocakarıyıand rm or m ? Dişsi ağ n md kça tü sü çe

Page 62: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 62/192

nereye, Cafe Cristal'de 'Pembe' Niko'ya rastlamasınmı? 'Kâfir', edâlı edâlı uzaktan el etti: kâküllerinialnına düşürmüş, ağzı gül goncesi, yanakları al al,kıvırcık siyah kirpikleri, 'çalpâre çalıyor'. Bu 'alanyari'boşuna mı 'gülpembe' diye vasfedilm iştir? işvesicilvesi, değme 'patentalı' fahişede bulunmaz; hınzır,'zevk-u-safaya' olağanüstü elverişli 'müstesna bir

hilkat'!Dünya evine gireli, 'bâhusus' meb'us olalı, Abdibey 'vâkıa' uslu edepli davranmaya özel bir dikkatgösteriyor; Niko'yla 'ülfeti' yeni değil ki, taa Parisöncesi yıllarına uzanır; kuru bir selâmla 'oğlanı' na-sıl çiğneyip geçsin? Hani Bulgar komitacıları işi iyi-ce azıtmışlardı, 1317 filân mı? Makedonya dağların-da kan gövdeyi götürüyor, Selânik'in içinde suikast-lar. Yaz geceleri, mastika, midye dolması, ud, san-dal sefaları mı yapmamışlardı; punduna getirip, 'Ras-tıklı' Hrisulâ'nın namlı bahçesinde, çiçek kokulanhaydut gibi ortalığı haraca keserken, göz göze, du-dak dudağa, sabahları mı etmemişlerdi? "Heyhat,zamanlar değişti mon  cher,  o tarihte dünya bana

vız gelirdi; gâh Rosa'yla, gâh Niko'yla günümü günediyor, feleğe meydan okuyordum. Pederin, âli tah-sil için Paris'e göndermesinde, bunun az dahli ol-mamıştır yâni!"

Gece, eskisi kadar ileri gitmediyse de, 'Pembe'Niko'nun, 'terâvet ve zerâfetinden' birşey yitirme-miş olduğunu 'müşahedeye imkân buldu'. "Çapkınınöyle bir kalça teşekkülâtı vardır ki, emsâline endertesâdüf olunur: şeklen hafif yukarı doğru, cildi pü-rüzsüz, 'ismiyle müsemmâ' gül pembesi!". Sabah-tan beri çektiği  migraine,  geceki safanın 'ceremesi'midir? Ah bir sade kahve daha, bir şişe de Vichymağden suyu...

Sabah sabah, Peder'le atıştılar: neymiş efen-dim, Selânik'te bulunduğu sürece, 'müesseselerine'uğramıyormuş, 'gâvur malı' mıymış bunlar, ona kal-mayacak mıymış? Üstüne bol gelen pamuklu gece-liğin içinde, hop oturup hop kalkıyor. Yaşlandıkça,ne kadar ufaldı : Kâbe yeşili takkesi, burnuna düş-

123

andırmıyor mu? Dişsiz ağzını yumdukça, tüysüz çe-nesi sipsivri dikilen, şirret bir kocakarı. Bir zamanattı tuttu.

"— ...i'tiyarladım be çuçuk, amele kısmıynanbaşa çıkamam, bu ka dayandığım ne nimet! Bak-mayasın Alberto ırsızına, suret-i aktan gürünür ya,unları e! altından taarik eden udur..."

 Arka bah çeye bak an salon. Cam lar da, sakız bil-lûru bir güneş, ağdalanıyor. Demli çay ve kızarmışekmek kokusu. Büyük Valde, sim işlemeli 'istikân-ları' topluyor. Küçük Valde, tez canlıdır, kahvaltısı-nı çoktan etmiş, mutfakta aşçılara akıl veriyor ol-malı : Mer cimek N ine'yle konuşmadan edemez! Ne-veser, iki yanağında iki gamze, kayınpederinin şa-matacı öfkesini, kaygılı bir gülümsemeyle dinliyor-du : memesini emzirip, oğlanı az önce uyuttular,gürültüden uyanır mı?

"— ...başımıza bir ürriyettir çıkardınız, ne kaaürriyet, o kaa dert bre! Ayaklar baş oldu, beş pa-ralık erifler sarar paçamıza, tasma urayım isterim,takatim yetmez: sen immet edeceksin ki..."

 Abd i bey soy dan halıc ı, ail e bab ada n oğul a ha-lıcılıkla 'iştigâl ediyor'. Aşağı Şehir'de 'azametli' birimalâthane kurmuşlar, o kadar geniş ki halk 'Köse'İsmail bey'in 'fabrikası' diyor; mağazayla yazıha-neyse, Kapalıçarşı'da. Ticaretleri, şu yakınlara de-ğin, sadece Rumeli'ye 'inhisar ederdi'; Selânik, Ma-nastır, Kosova vilâyetleri; pek pek Karadağ, birazda Yunanistan. Leon Mizrahi, eksik olmasın, onları

 Avr upa 'ya yer leşmiş Musevi ve Ermeni halı cıl arla'temâsa geçirdi'; o gün bu gün, Fransa'ya, İngilte-re'ye 'mal' satıyorlar. Elbette, üretimin çapını artı-rıyor bu, önemini de: üstünde düşünülmeli, 'tezgâh-ların lâyıkı veçhiyle istismarını temin zımmında, te-dabir ittihaz edilmeli'; bu da genç, tuttuğunu koparır

birinin işidir: Abdi bey, biçilmiş kaftan! 'Köse' İs-mail bey, bu yüzden ısrar etmiyor mu?

Teşbihini parmaklarına dolamış, çarpına çarpı-na diyor ki:

"— ...a be çuçuk, siyasette ikbale inanmak

i 47

amaakattır, zât-ı şaanenin akıbetini gürmez misin?Daha dün erkes uzurunda titrer idi bugün ite köpe

Geçenlerde, Cemiyetin Selânik Kâtib-i Mes'ulüH Adil b 'l Y 'd t hb t di

Page 63: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 63/192

Daha dün erkes uzurunda titrer idi, bugün ite köpe-ğe muutaç bırakılmıştır. Sen sen ol, babanı dinle,bu tezgâhlar yedi ceddimizi iiyâ etmiştir yatı, senide eder, kerem eyle, alâkadar ol!"

 Abdi bey'in elinden ne gelir? On parçaya bölü-nemez ki! 'Evvelemirde', Cemiyetin yüklediği görev-leri başarmalı, siyasal geleceği buna bağlı; babası-

nın 'zannı hilâfına', büyük aşamalar yapacağınainanıyor. 'Umumî Heyet' toplantısı nda, 'Merkez-iUmumiye' giremediyse de, bütün üyeleriyle verimliilişkiler kurmadı mı? Bugüne bugün, Selânik Meb'u-sudur, Rumeli'deki 'amele hareketlerinin tahkikiyle'görevli, yarın bakarsın...

Kaldı ki ticaret alanında, halı tüccarlığından çokdaha kapsamlı işlere girişmiştir: Taşhan'daki şu ya-zıhane, önemli hissesine sahip 'bulunduğu' bir şir-ketin, Müdüriyet Yazıhanesi: Şark-ı Karip MaadinKumpanyası'nın. 'Beynelmilel' tescili, La CompagnieMiniere de Proche - Orient, merkezi Paris, şub eleri :Dersaadet, Beyrut, Kahire, Bağdat, Mekke-i Müker-reme, Basra ve Aden, ayrıca bellibaşlı şehirlerde

mümessillikler'. Bu yazıhane, Selânik temsilciliği:'mücâvir' mağden damarlarını işleterek, 'krom filizi'ihracını öngörüyorlar. 'Numuneler' alındı, Paris'tekilaboratuvarlara 'tahlile' gönderildi, 'netice müsbet'.

Kumpanya'nın kurulmasında başı çeken, ger-çekte 'ecnebi' bir banka, Londra ve Paris'teki 'kuv-vetli sermayedar guruplarının, imtiyazat-ı ecnebiyyemevzuatından bilistifade' kurdukları bir banka bu,meşhur Mema!ik-i Şarkiye Ticaret Bankası. 'Beynel-milel' tescili. La Banque Commercial e des paysd'Orient, merkezi Paris, başlıca şubeleri: Londra,Dersaadet, Selânik, İzmir, Beyrut, Kahire vs. Taşhanbu bankanın tapulu mülkü, zemin katını Selânik Şu-besi olarak döşeyip dayadılar, 'küşadında' Selânik

ileri gelenlerinin gözleri kamaşmıştı, o ne debdebe,o ne şaşaa : 'mef ruşat ' baştan aşağı Avrupa, şata-fatlı Bohemya avizeleri, maun yazıhaneler, Cenevizkadifesi koltuklar ki, 'emsalleri ancak zadegân sa-raylarında mevcuttur', hele perdelerin 'asâleti'...

125 i 47

Hacı Adil bey'le Yonyo'da oturmuş, sohbet ediyor-lar. İplik incesi bir yağmur, camları tel tel teyelli-yor. Aslında konu başka, Abdi bey'in sürdürdüğü'amele tahrikatıyla' ilgili araştırma, nasılsa yeri düş-tü, Hacı Adil bey dedi ki:

"— Bak, iki kiş inin hakkını ödeyemezsin : biri-si Karasu, öbürü Mizrahi! Karasu babanın davave-

kili olmasaydı, ne Cavit'le hukukun olurdu, ne Ta-lat'la, binnetice Cemiyette terakki edemezdin! Miz-rahi'ye gelince, müşahedem odur ki onunla âşina-lığın sana servet kapılarını ardına kadar açtı, buda Mişon 'Çelebi'yle yalı komşusu olmanız sayesin-de..."

Hacı Adil bey kibar adam, sözü Rosa'ya bulaş-tırmıyor : Leon Mizrahi'yle içlidışlı oluşu, gerçekteonun marifeti; allem etti, kallem etti, tanışmalarınısağl adı: bu daha Abdi bey Paris'tey ken oluyor,arada 'mütenekkiren' Selânik'e geliyordu ya, o geliş-lerinden birisinde Rosa'yla Leon hanidir evlenmiş-ler, Raşel doğmuş, şöyle bakarsan mutlu bir yuva!

 Abdi bey 'kül yutar mı'? Rosa'nın mekt upla rından

işin içyüzünü sezmiştir: ticaret alanında olağanüstübir yetenek sayılan bu yakışıklı genç, Londra, Paris,bitirmedik 'darülfünun' bırakmamış da olsa, RosaMizrahi'nin 'ivicaçlı' cinselliğini doyuramamış, evet!Çocuk yapmayı, karısından öğreniyor; fazlasını ge-

İreksinmediği, kesin! Hele evlilik öncesi ilişkilerin,Rosa'da alışkanlık haline getirdiği özel yaklaşımları,havsalası almıyor nasıl şeymiş o, olur muymuşcherîe, hem ayıptır hem günah! Rosa üstüne var-madı ama, Abdi bey'le dost olmalarına fırsat yarat-tı, eski ilişkinin gizlice sürmesini hazırladı. Gariptir,'aksata'da binbir çeşit 'desiseyi' ipe dizen Mizrahi,gönül alışverişinde bönlüğe yakın bir saflıktadı r.Rosa 'âlüftesi', sofrada bile Abdi bey'e kalçalarınıelletir de, farkında olmaz; 'müstakbel muvaffakiyet-lerinin şerefine' kadeh kaldırır: yooo hakçası, 'dâhi-yâne' işler öneriyor halı ihracatıyla 'Köse' İsmailbey'i fethetti; Şark-ı Karip Maadin Kumpanyası'naortak ederek, Abdi bey'i, Barzilay'ların 'mamelekine'

el koydu koyalı, durumları her geçen gün biraz dahadüzeliyor

Hacı Adil bey'e göre, 'damat' ona bağlananumutları boşa çıkarmamıştı Bir yandan Yonyo'nun

Page 64: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 64/192

düzeliyor.

Yonyo birden kararmıştı: koyu mor, yağmur ka-ranlığı. Havagazı lâmbaları yakılıyor nemli boşluk-ta, gizli sarı, açık mavi lâleler. Kapı açıldı, ıslakşemsiyelerini kapatarak , biri kadın üç kişi gir diler :Tramvay Şirketi 'enspektörl erinden' Mösyö Vitalideğil mi o? 'Haremi' de güzelmiş ha! Adil bey, hâlâ

Mizrahi'lerde, diyor ki:"— ...Cenab-ı Hak'kın bir lütfûdur, söylenenlere

kulak asayım deme, bak Mişon 'Çelebi'ye nüzül isa-bet edecekmiş, ne olacaktı peki? Leon işinin ehlidir,bihakkın çalışıyor".

Rosa'nın babası Mişon Barzilay, —boylu boslu,iri kemikli, hareketleri köşeli bir adamdır, kızı onaçekmiş— , Osmanlı Sarayı'nda saygın bir ailenin,talihsiz 'reisiydi'. Bunlar çuhacı, 'Memalik-i Osma-niye'nin dört bucağında 'revaç gören' Selânik çuha-sını dokuyorlar. Devlet-i Aliyye'nin eski bir 'teâmü-lü': Selânik Musevileri, Yeniçeri Ocağı'nın mavi çu-ha gereksinmesini karşılıyor; 'ihsân-ı hümâyûn' ola-

rak, 'tekâlif-i örfiye ve avârız-i divâniye' vergilerin-den 'muaf'. Selanik'teki çuhacı esnafının en güçlüsüBarzilay'lar: Yeniçeri Ocağı 'pây-dâr' oldukça, kese-lerine bereket!

Mişon 'Çelebi'nin talihsizliği, Mahmud-u Sâni'-nin Nizâm-ı Cedit askerini kurmasıyla başladı! Yeni-çeri Ocağı'nın lağvı, 'müemmen' satışı ortadan kal-dırıyor. Tanzimat-ı Hayriye'den sonra, Osmanlı pi-yasasını dolduran Manchester dokumaları, onlara'hakk-ı hayat' tanımıyor. Gerçi Serez Sancağı'ndabin bilmemkaç dönüm arazi satın almış, Selânik'iniçinde beş on parça 'gayr-ı menkul' edinmiş-lerdir, fakat servet başka şey, 'aksata' (ahz-ü-ita)başka şey; ikincisi işlemedi mi, ilki hiçbir derde deva

olamaz. Ne yapacağını şaşıran Mişon 'Çelebi', kur-tuluşu 'drahoması' kuvvetli kızına, varlıklı olduğukadar becerikli bir koca bulabilmekte görüyor: ounutulmaz Beyrut seyahatinde 'namzet' belli olmuş-tur : Leon Mizrahi.

126

umutları boşa çıkarmamıştı. Bir yandan, Yonyo nuncamekânlı bölmesine oturmuş bir subay topluluğu-nu, göz ucuyla izliyor; bir yandan diyor ki:

"— ...hiç yoktan, iki sene zarfında, iplik fabri-kasını var etti : şahsen takdire şâyân bulurum. Şe-hir Kulübü burnumuzun dibindedir, git hangi tüccaraistersen sor, Barzilay'dan alacaklı mı? Metelik bor-

cu kalmamış, göreceksin. Ecnebiye karşı neyin fık-danını çekiyoruz, bu kabil münevver ticaret erbabı-nın değil mi? Teşviki zarurettir."

Barzilay'lar, yeniden Selânik'in en varlıklı, enmuteber, en güzide ailelerinden sayılıyor. Barzilayyalısında, eskiden olduğu gibi, sabahlara kadar po-ker partileri çevrilip, bakara oynanmakta; dediko-dusu, kibar 'mehafilinde' haftalarca süren; çalgılı,danslı, 'mevsim sonu' baloları verilmektedir. Şehir-deki her toplantıya, özellikle çağrılıyorlar. Leon Miz-rahi, yalnız genç karısının  singuiiere  güzelliği, iş ala-nındaki üstün becerisiyle takdir toplamıyor, 'insan-lığı' ayrı bir övgü konusu : evlili ğinin 'sene-i devri-yesi' olmamıştı ki, kayınpederine bir nüzül; aman

 All ahım , 'Pa rk ins on İll eti ' diy or lar , evlere şen lik birhastalık! Mişon Çelebi'nin o kadar 'ifadeli çehresi'heykel suratına döndü, dondu kaldı, ellerinde süreklibir titreme, sanki görünmez sarı liraları saymakta-dır. Leon Mizrahi, hastalığın 'isabetli teşhis ve teda-visi' için, Dersaadet'ten en 'hazık' hekimleri getir-mekle yetinmedi; o titrek halinde, kayınpederiniFransa'lara, İsviçre'lere taşıyıp, 'şifasını' aradı. Buzamanda, kim yapar? Ondandır ki, KayınvalidesiGrasia Barzilay, —kaşlı gözlü, gerdanı kat kat, ta-kıp takıştırmayı sever, altındişi ve kahkahası bol birkadıncağız—, minnet ve şükran borcunu nasıl öde-yeceğini bilemiyor, damadına handiyse âşık!

O akşamüstü. Hacı Adil bey, yelek cebinden

saatini çıkarıp bir göz atmış; kehribar ağızlığındaufalıp gitmiş cıgarasını, kül tablasında ezerken du-man dumana demişti ki:

"— ...Abdi bey, saat bir, rahmet dindi, banamüsaade: çocuklar bekler! Tahkikatın neticesinden

i 47

beni de malûmattar ediniz, mezkûr faaliyetler, mes'-uliyet daireme giriyor. Kaldı ki. Şark Demiryolları  Arnavut aşçını n üstünde oda kiral anmış , idarehane

Page 65: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 65/192

y g y Ş ygrevinde, ameleyle Şirket arasında hakemlik ettim,işe epeyce bulaştım."

 Ayağa kalkı nca, Yonyo'nun camekânlı bölme-sindeki subay topluluğ unu süzmüş, başıyla Abdibey'e bakmasını işaret etmişti. O da baktı: arkasıonlara dönük, sarışın bir kolağası el kol işaretleriy-

le, birşeyler anlatıyor. Görebildiği sadece, omuzla-rından itibaren ensesi, başı, iki parmağı arasındacıgara, havadaki sağ eli. Kim bu? Hacı Adil bey:

"— Mustafa Kemal bey atıp tutuyor" demişti,"...Hareket Ordusu erkânıharpliğini son dakikadaEnver'e kaptırdı ya, hazmedemedi. Haksız demeye di-lim varmaz, Hareket Ordusu ismini dahi o bulmuş-tu..."

Neyse ki, Vodina'lı 'Çopur' Hayri bey, daha faz-la gecikmedi: karanfilli tütün kokusu, çiçek bozuğukaba suratıyla kapıdan sökün etti. Sayesinde Abdibey, Halim ağa'yı çağırıp, iki sâde kahve, bir Vichymağden suyu ısmarlayabiliyor. Daha şimdiden da-mağında suyun kekremsi tadı, pıt pıt patlayan hava

kabarcıkları. Cemiyet, 'amele muhitlerinde' geliştir-diği araştırmaya yardımcı olsun diye, 'Çopur' Hayribey'i yanına vermişti. 'Kavilleştikleri üzere', sabahtanMusevi amelenin 'kıpırdadığı' İgnatio Sokağı'na biruğramış, bir 'hafiyeyi' görecekti. Getirdiği haberler,kötü :

— ...Ha mdi'nin istihba ratı mühim Abdi bey!Kahveyi bildin mi, hani Mahkeme'nin karşısına dü-şer, orda içtima ederlermiş bre! Kâffesi Yahudi, kıs-men tütün amelesi, kısmen matbaacı, kısmen terzi...Elebaşları matbaacıdır, ismini şuracığa kaydetmiş-tim ,dur hele...

İç cebinden, ufacık bir defter çıkardı, sayfalan

çevirip aradığını buldu : — ...Benaroya, evet AvramBenaroya! Ayrıyeten tütüncülerden Sadi, terzilerdenHason diye birileri! Bir de, mağaza müstahdemi Al-bert Dassa deniyor, Orozdibak'ta çalışırmış! Musevi

 Amele Kulübü tesi s etmi şler , İgnat io Sokağı'ndaki

239

olacak...O söyledikçe Abdi bey, önündeki 'esericedit' kâ-

ğıdına, çabuk çabuk not alıyordu. Bir ara durdu, ba-şını kaldırdı: hayret, gözleri kalaylanmış gibi pcırıl-dıyor:

— Allah Allah, iş bu mertebe ciddiyet kesbet-

miş mi birader?— Müş'irler bunu gösterir, beyim! Mevcuda.Glavinof namındaki Bulgari da ilâve edeceğiz, ayrıbir teşkilât ın başındadır, hafî bir teşkil ât, ihtimalBulgaristan'daki sosyalist komitalarıyla irtibatlı. Ya-hudilerin niyeti, teşrik-i mesai etmek, yahut ben öy-le fehmettim.

Cavit bey, görevi ona verdiği gün, Abdi bey çoksevinmişti: Cemiyet'in 'şahsına atfettiği ehemmiye-tin, nişanesi ' diye aldı, ondan : Rumeli'de bunca'mutemet', bunca 'fedakâr' dururken, Merkez-i Umu-mi' onu yeğlemiş oluyor. 10 Temmuz'dan bu yana

I

grev üstüne grev tazeleyen işçileri, 'ariz âmik' ince-leyip, rapor edecek! Sevinci uzun sürmedi: ne çet-

refil, ne kadar 'muhâtarc'.i' görevmiş! Nereye el atsa,binbir 'mesele'yle karşılaşıyor, her fabrik a 'akrepyuvası', her işçi 'müstakbel bir komitacı'.

Önce 'amele makûlesinin' çokluğu gözünü kor-kuttu. 'Nefsî' Selânik'te, —sahilden yukarı kademekademe yükselen, sakız sarısı, cıva mavisi bir şehir-di bu—, yirmi bin küsur olduğunu hesaplıyorlar. Hermilletten kara bir kalabalık: hilekâr Rumlar, gevezeYahudiler, tahta sakallı Priştine Arnavutları, 'müte-hammil' Türkler, hoyrat Sırplar, az ama ele avucasığmaz Bulgar komitacıları. Arkasından, üç iş ko-lunda çalışanlar, özellikle dikkatini çekiyor. Sabahınköründe, kalın elleri, okkalı bıyıklarıyla, limandakidoklara, gardaki sundurmalara varıp, ter, makina,

gün ışığı ve kumaş boşaltan; yorgunluk, tütün, lodosve pamuk yükleyen, 'tahmil tahliyeciler, bir. Reji vetüccar depolarının, acı sarı tozunu ciğerlerine çekip,muşamba gibi kat kat içlerine döşeyen, tütün ame-lesi, iki. Şehirdeki Türkçe, Rumca, Yahudice, Fran-sızca bilmem kaç gazeteyi, uykusuz duraksız harf

129

r - -harf dizip, sayfa sayfa basan mürettipler, matbaa

l i ü A k d l ğ t âhtDurum Abdi bey'e 'câlib-i dikkat göründü. Ayağa

Page 66: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 66/192

amelesi, üç. Ayrıca, kunduracılar, mağaza tezgâhtar-ları, garson kısmı, arabacı esnafı, iğne dibi kakala-maktan parmak uçları delik deşik terzi çırakları, kal-falar vs...

 Abd i bey' i ürk üte n başk a bir şey de. Hü rr iy et -te, Selânik sokaklarını önde mızıka elde sancak do-laşıp, alkış kıyamet Jöntürkler'den yana çıkan işçi-

lerin, iki ay geçmeden işi greve dökmeleri. Ağustos'-ta başladılar, işi ilk bırakan tütün amelesi oldu, şi-mendifer, deri, tramvay, lokanta, gazino ve tuğla iş-çilerinin grevleri ardından zincirlenerek geliyor; taaTeşrin-i sâni or talarına kadar . Bulaşıcı da : Dersa-adet'e atladı, derken İzmir'e! "Biz kendimizi vatanıistihlâsa vakfettik mon cher, bunlarla mı uğraşaca-ğız?". Ülkede huzur kalmadı: kimi malından korkar,kimi canından. 'Keyfiyet' yeni yönetime güveni azal-tacağından, 'icabı düşünüldü'; cemiyet 'vaziyete efkoyup', her bölgede bir 'mutemedini' sorunu incele-mekle görevlendirdi. 31 Mart irticai patladığında,

 Abd i bey' in Der saa det 'te deği l, Sel âni k't e olm ası nınnedeni bu! Bu arada, sosyalist 'müşevviklerin'. Kol-

ağası Resne'li Niyazi bey'in komutasındaki gönüliümilis birliğine yazılıp, 'can-ü gönülden' Hareket Or-dusu'na katıldıklarını da gözüyle gördü, sözgelişi şuBenaroya...

Vodina'lı 'Çopur' Hayri bey'in kahve içişi, Abdibey'in safrasını kabartıyor: kallavi fincanını çalka-layıp çalkalayıp diker, dibinde hiç telve bırakmama-casına! Höpürtülü yudumları, birer ma tka p: sanki,şakağını oyuyorlar. Meğer en ilginç haberini, sonabırakmış, cıgara sarmaya 'fakfon' tabakasına dav-ranırken, diyor ki:

— ...'efrenc î' Mayıs'ın biri, beynelmilel amelebayramı oluyormuş, tes'id ihzarâtı içindedirler; an-

layışım, bilumum Selânik amelesinin iştirâkiyle nü-mayiş yapılacak, resm-i geçit vesaire! Hamdi ye-min billâh ediyor, vukuat çıkabilir miş, YahudilerRum Teâvün Sandığı'yla ihtilâfiı mıymışlar ne?

'Efrencî' bir Mayıs'a şurda kaç gün kaldı ki?

130

y g y ğkalkıyor:

— Hayri bey, kuzum sen şurdan bir araba çe-vir, ben Matmazel Rozet'e talimat vereyim, geliyo-rum : vaziy etten Vali beyi haberdar etmeliyiz. Bey-nelmilel amele bayramını tes'id edecekmişler, negünlere kaldık.

 Araba ya bine r binm ez, Pa ri s: beş yıl önce sin -den havı dökülmüş kadife, soğuk maroken, sinsibeygir kokusu. Atlar, çalışkan nal sesleriyle, GrandsBoulevards'da, soğuktan metro ıskaralarının dumanduman tüttüğü bir Kânun-u sâni gecesine uzaklaşı-yor. Noel Yortusu'nun yakın ertesi mi? Les FoiiesParisiennes'den çıkmışlar, Armande sahne makya-|im dahi silmemiş, o kadar acele. Sırtında, herminekürkü, başında tüilü şapkası. Havagazı lâmbaları-nın, camlardan çarpa çarpa geçen morg aydınlığın-da, 'hârikûlade' ellerinin 'sihirkâr' balesi, görünüyor,kayboluyor. Güneyli Fransızların çoğu gibi, Armandeda elleriyle konuşur: Etoile'de 'hatırlı' bir dostun'malikânesine' çağrılıymışlar da, epeyce gecikmişler,

gece sürprizlerle dolu olacakmış! 'Şurasını kat'iyetleifade edebilirim ki, Armande'la teşerrüf ettiğim sani-yeden itibaren, taaccüp, hayret, şaşkınlık kelimele-rini kâmustan defetmek icabetti; o derece istisnaîbir kadındır   mon cher,  mütehavvil,  imponderable,impıevisibie,   yâni, dakikası dakikasına uymaz, sefa-het denildi mi, efendime söyleyeyim, göze alamaya-cağı rezillik yoktur".

 Arm and e Biraud , 'ma aza llah' bir ka dınd ı: bur nu'mütehakkim', 'simâsı beyzî'; yağlı siyah kalemle,'münhani' kaşlar çizer, dudaklarını 'kelebek' boyar;iki memesi, 'zaptedilmesi gayr-i mümkîn iki köpek',vücudu, 'hafif rnülehham'. "Hülâsa, nev'i şahsınamünhasır bir courtisane ki, o senelerin Paris'inde,

La Belle Otero, Liane de Pougy, Cleo de Merode veMata - Hari'yle birli kte, salta nat sürüyor ". Bu 'müs-tesna' yaratıklar kadın mıdır, asla, kadın 'suretinde'birer ejderha ; kaşsız kirpiksiz, kerkenes çillisi İngi-liz lordlarını; tepeden tırnağa madalya ve nişan,torba sakallı Rus grandüklerini; Amerika'lı 'hayta'

131

Page 67: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 67/192

baktığı heryerde salyangoz izleri bırakan, zümrüt ye-şili iri gözler. Daha çok bir kadına yakışmaz mı? Yü-rüyüşü de tuhaf, ayakları yere basmıyor da, sankib l tt bi i ü tü d bi d i ' h f

leri kahkahadan kırılıyorlardı. Sonunda MadamNhung durumu aydınlattı:

-— Aziz Mösyö, bu masum desisemizi affede-

Page 68: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 68/192

buluttan bir zemin üstünde, zor bir dengeyi 'muhafa-za etmeye' çabalıyor. Herşey bu dengeye bağlı, bo-zulursa dermeçatma ayakta duran gövde, eklemle-rinden ayrılıp, o dakika darmadağın oluverecek! İkisözünün biri, mutlak a Ngay - Nay. Madam Nhung'uböyle çağırıyor, yörenin dilinde 'bugün' anlamına ge-lirmiş, ortaklaşa anısı olmalı ikisi için.

— Armande ma reine, Ngay-Nay'ın size olanhayranlığı, gün geçtikçe perestiş seviyesine yüksel-mektedir : geçen gece, tekrar seyre geldik, bilhassaüçüncü perde finalinde şahaneydiniz..."

Ya da : "— ...Ngay - Nay, refikiniz mösyöye, alâ-ka duyacağından emin oiduğu, bir şahsı takdim et-mekle mübahi olacaktır: ilk süprizimiz bu".

Tanıştırıldığ ı, 'ondü le' kıvırcığı 'gümrcıh' siyahsaçları, başının çevresinde 'a la Colette' abartılmış,gencecik bir kadın. Baştarı ayağa siyahlar giymiş,siyah ipekten 'dekolte' tuvalet, ince topuklu ruganiskarpinler, rugan çanta. Boyası yürek biçimi dudak-larından, gülümsedi mi, iki ön dişi pembe sedef pı-rıltılarıyla, hemen beliriyor. Limonküfü gözleri, içtenbuğulanmış; rimelin ağırlaştırdığı kirpikleri arasındangörülen, birer dilim gökyüzü mü, deniz ufku mu?

'Matmazel Julie' diye tanıttılar. Çevresine, mey-valı süt kokuları saçıyordu. Şöyle bakarsan öyle kuv-vetli bir 'câzibe-i cinsiyye' ile yüklü ki, etkisine dire-nilemez. Parmaklan teninize değmiyor, okşuyor; göz-leri, gözlerinize bakmıyor, 'cennetleri' vaadediyor.

 Akı l almaz soru lar ıyla, Abd i bey 'i 'mu has ara ya' alma-sın mı? Üstelik, sıradan bir Fransızın ha deyince bi-lemeyeceği, Osmanlı 'hususiyetine müteallik' sorularsordukları, epeyce kafa karıştırıcı: 'Tcılâk-ı Selâse'neye denirmiş, lütfen? 'Odalık' ile 'Cariye' arasındaki-

farkı anlatır mıymış? Paris'te, Fransızca çıkan Meş-veret gazetesini görmüş mü? Ahmet Rıza bey'i tanırmıymış? Ya Prens Sabahaddin bey'i?

 Abd i bey, şaş kın lık tan şaşkınl ığa düş tük çe, öbür-

130

Aziz Mösyö, bu masum desisemizi affedecek kadar âlicenap olduğunuzdan eminiz, lâtifeydi,Matmazel Julie Fransız olmadıktan başka, o da birOsmanlı..."

'Matmazel Julie', söze Türkçe devam et ti :"— ...ismim Gülistan, Gülistan Satvet, Osmanlı Se-faret Müsteşarı Refii Satvet bey'in kızıyım, inşallah

bana çok kızmadınız..." Abd i bey, idrak 'me lek ele rin i' Frans ızca bir

'mükâlemeye' nasıl bir şiddetle hazırlamış olmalı ki,söylenenlerin tek kelimesini anlamadı, anlayınca.güldü : sürpriz olmasına 'muazzam' bir sürprizdidoğrusu: Paris'in göbeğinde, Hindicinize.-.ğijfCKsür-müş eski bir tüccarın konağında, bir OsmanlAkızıy-la karşılaşmak! /, > / \ . . \

"— ...kızmak mı" dedi, "... o nasıl Sj$z? Tâse^rüf ettim, mahzuz oldum. Benim mevkiinde kitrelisa, aynı iltibasa düşe rdi fikrindeyit^' : Fraris ızcphjiı^mükemmeliyeti, her tür lü takdir in î^inded^fCfcl-den." *

"— Çocuk yaşımdan beri Paris'teyiz, tahsilimiFransız mekteplerinde ikmal ettim, o sebepten. İs-mimi telâffuz edemediklerinden, ötedenberi Juliediye çağırırlar. Dersaadet'ten yeni mi teşrif buyur-muştunuz? Daha evvel sizi gördüğümü hatırlamıyo-rum."

Hayır, efendim! Geleli bir hayli oldu, lâkinmuhit edinmek vakit alıyor; esasen Dersaadet'tendeğil, Selânik'ten gelmiş bulunuyorum. Ulûm-u Si-yasiye tahsiline."

'Nezaket icabı' Türkçeyi kısa kesmiş, söyleşiyiFransızcaya döndürmüşlerdi. Çok geçmeden, 'süper 1

sona eriyor. Yalnızca buna çağrıldığı anlaşılan mi-safirler, birer ikişer gidiyorlar. Koca salonda, kalan

beş kişi. İki büyük âvizenin boşalttığı ışık selleri al-tında, saçlarının tellerine varıncaya pırıl pırıl, birazda tedirgin. Madam Nhung, işte o zaman onları ge-cenin ikinci sürprizine çağırıyor. Salonu, ucundankıyısından ortalığı toplamaya koyulan uşağa bırakıp,

135

bitişik odaya geçiyorlar ki, o ne, 'bir hatvede' sankiiklimleri' aşmış, Saygon'daki bir afyon tekkesine 'da-

hil olmuşlardır'.

rat, sarı esmer saydam bir ten, minnacık bir burnunyukarısında, bıçağın ucuyla çizilivermişe benzer ikiçekik göz Bakışları sahiden kızılımtrak mı; fânus-

Page 69: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 69/192

şİçerisi adamakıllı loş, Abdi bey ilkin birşey gö-

remedi. İpeğe boğulmuş 'rengârenk ' loşluğu, sarıkedi dilleriyle yalayıp duran, afyon kandillerini zor-lukla seçebiliyor. İpek halıların üstünde, birbirineyakın ve 'muvazi' uzatılmış, rahat divanları. Divan-lara atılmış kadife yastıkları, daha sonra biraz da-

ha yaklaşınca farketti: tombul tombul, renk renk:turuncu, kırmızı, yeşil. Havada tatlımsı bir koku, ge-niş kanatlı görünmez bir kuş gibi süzülüyor. Nemlekarışık afyon kokusu mu? Madam Nhung'un giyi-minde Hindiçini'li bir kız, misafirleri karşıladı. 'Hiz-mete âmâdel' Üstlerini değişip, geniş, hayli bol 'maş-lahlar' giymelerine yardımcı oluyor. Usul böyleymiş.Mösy ö Sai nt - Deniş, sıkı lgan bir gül ümseme yle, di-yor ki:

"— ...her ferdin hayatına birşey hükmeder, ba-zımıza kudret, bazımıza servet hırsı, bazımıza ilimirfan! Bana, aziz mösyö, ölüm hükmediyor. Hâkim-imutlakın o olduğunu, şark-ı aksâda öğrenmiş bu-lundum. Her hâl-ükârda emrine gireceğimize göre,

acele etmekte faide görüyoru m : afyon işte bunayardımcı oluyor: her çubuk, ölümle bir irtibattır".

Divanlara uzandılar, Abdi bey'in solundd Gü-listan Satvet, sağında Armande, onun sağında Ma-dam Nhung. Mösyö Saint-Denis'nin yeri ayrı, dahayüksekçe, karşılarına düşüyor. Abdi bey, afyonunkeyfine varamadı. Gülistan Satvet'in çubuğun ucun-dan ayrılmak bilmeyen obur ağzına, üstüste çektiği'tiryaki' nefeslerine, kayıp kayıp giden gözlerine ir-kilerek bakıyordu. Mösyö Saint-Denis de, onun gi-bi, 'derakap dumana kalbolmuş', kayıplara karış-mıştı. Biryerlerde, ölümle kırıştırıyor olmalı. Fakathayır, asıl kırıştıranlar, Armande'la Madam Nhung.Çubuklarını ellerinden bırakmasalar da, bir sürediraralarında mırıl mırıl söyleşiyorlar. "Bu bir girizgâholmasın, mon cher?"

 Abd i bey, Arm and e'ı n omz u üzer ind en, Ma damNhung'un yüzünü görebiliyor: kaplan üçgeni bir su-

130

çekik göz. Bakışları sahiden kızılımtrak mı; fânustan, afyon kandilinin alevi yansıyor da, öyle mi gö-rünüyor? Sanki, kan sızıntısı. İnsanın aklına, isteristemez, pençelerini çıkarmış, önüne geleni tırma-lamaya hazır, bir Siyam kedisini getirmektedir. "Siziyeminle temin ederim ki,  mon cher,  eğer iblis kadınatebdil olsaydı, filhakika böyle bir simâya sahip olur-

du. Armande'la esrarengiz musafahaları,  alâ  vefk'ulmatlup*,  gecenin üçüncü sürprizini intaç edecektir' :üçlü bir sevişme!

 Abd i bey, bir ara 'da lga ya' mı düş mü ştü ? Ma-dam Nhung'u ayakta, 'anadan üryan' görüyor: ipekmaşlahı, sanki saydam bir zar, omuzlarından şıpdiye ayaklarının dibine akmış. Kara incir morluğun-daki uçlarıyla, sert ve dik memeleri, Armande'in öncemuhtelic' avuçlarına, sonra 'muhteris' dudaklarınasivriliyorlar. Abdi bey, heybetli bir dalgınlıkla pençe-leşiyor, 'hakikatla hayali tefrikten âciz, şuuru muh-teİ': bu iki kadın, 'vakıa' sevişiyorlar, 'lâkin' seviş-meleri ne kadar hırçın, olağanüstü bir uyumun şeh-vetle değerlendirilmesinden çok, acı bir uyumsuz-luğun cezalandır ılması: Madam Nhung'un esnek,sarı esmer vücudu, Armande'ın kolları arasında,büklüm büklüm bir yılan, ufacık dişlerini etine hergeçirişinde, kışkırtıcı bir ağu salıveriyor. Armandeonun üstüne abandı, göğüsleriyle göğüslerini arıyor,bızırıyla bızırını. Ağız ağıza, sımsıkı kilitlendiler. Vü-cutlarının gittikçe hızlanan çalkantısı, üstlerine yı-ğılmış kokulu loşluğu, karanlık bir su gibi dalgalan-dırıyor. Abdi bey, kandillerin turuncuya çalan ay-dınlığında, Armande'ın kasılıp gevşeyen dolgun kal-çalarını görünce, içindeki 'ifriti' daha fazla 'zapte-demeyeceğini' anladı. Maşlahından sıyrılıp, arkasın-dan yanaştı : çatır çatır çatırdayan erkekliğiyle, bal-

ta gibi içine dalıyor: sağ eliyle onun sol memesini,sol eliyle Madam Nhung'un sağ memesini kavramış-

* -is tend iği üzere».

137

tır, Armande'ın terli omzundan sarkıp ötekinin ba-harlı dudaklarını dişleriyle kıstırarak, ağzında hap-setmiş, gel gör ki diline 'hâkim olamıyor'.

A d ' öl i d Abdi b 'i P i 't ü

 Avrupa başkentl erinden birine ataşemi lite r olup git-mişti : Enver Berlin'e, Hafız Hakkı Viyana'ya, AliFethi'yse Paris'e! Abdi bey, Dersaadet'teki olaylarü ü d diğ iki i i ' l l l ' dö düğü ü i it

Page 70: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 70/192

 Armande'ın gölges inde, Abdi bey'in Pari s'te sür-düğü safa, yaşantısını öylesine biçimlendirmişti ki;Selânik'e döndükten sonra, anlamsız bir boşluğayuvarlandı. Neveser henüz çocuk, onyedisinde mionsekizinde mi ne, cinsellik dendi mi 'marazi' biralınganlığı var, hastalık derecesine varan bir çekin-

genliği : evlendik leri sıra, Abdi bey'in sözle bir ikidokundurmasını, gözyaşlarıyla karşılamasın mı? Ka-lıyor Rosa, gerçi o her zaman, her türlü cinsel çe-şitlemeye 'âmâde bulunmaktadır', ama Leon Mizrahiengelini nasıl aşmalı? Yalıların bitişik, ailelerin dostolması, birbirlerini görmelerini kolaylaştırdığı oran-da, buluşmalarını zorlaştırıyor: her dakika basılabi-lirler, rezalet olur! Hele Paris'te yaşadığı türden cin-sel serüvenler, 'zamana mütevakkıf', hareket ser-bestliğine, gönül rahatına! Onlar da, bıırda ne gezer!

Şehirde Niko'yla, 'Rastıklı' Hrisulâ'nın yosmala-rıyla ya da Rosa'yla gerçekleştirebileceği kaçamak-lara gelince, onu tam anlamıyla doyuramadı ktanbaşka, 'siyasi şöhreti'ni tehlikeye atmaktadır. Zaten

adı 'çapkın'a çıkmış, herkesin gözü üzerinde! Helebabası 'Köse' İsmail bey'in, ardına bir 'hafiye' tak-madığı kaldı: O kadar sinirleniyor. Onun içindir ki,'mebusluğu tahakkuk ettikten sonra', Abdi bey Pa-ris'e yazmış, Armande'ı Dersaadet'e çağırmıştı. Ge-lebilseydi eğer, neler yaşamayacaklardı ki! Kör ta-lih, Nisan 'iptidasında' irtica olayı patlak veriyor,'muazzam bir belâ', 'inkılabın muhafızları' diye, Taş-kışla'ya yerleştirdikleri Avcı Taburları, isyan ediyor-lar, 'şeriat isterlermiş'. ...Hareket Ordusunun 'ihzarıve tertibi', İstanbul üzerine yürümesi, Abdülhamid'intahtından indirilmesi derken... kızın gözü korkmuş,gelmeyecek, t elgrafı ortada : gelmez, gelmez, zor-layamazsın ki!

O öğle üzeri, Vilâyet Konağı'ndan çıkarken, Abdibey kime rastlasa, iy i: Kolağası Ali Fethi bey'e!Dehşetli şaşırdı: o da mı gelmiş, Allah Allah! Hür-riyet ten sonra, gözde ittihatçı subayların herbiri

130

yüzünden diğer ikisinin 'alelacele' döndüğünü işit-mişti ama, Ali Fethi bey'in döndüğünden haberi ol-mamıştı. Vilâyet Konağı'nın günlük dağdağası ara-sından, onu bir kenara çekip, ilk bunu soruyor:

— Hayrola Fethi bey? Sizi Paris'te biliyorduk.Kişiliğine fazla 'ehemmiyet atfettiği' durumlar-

da, sesini gereksiz yükseltir, ciddi ve oturaklı per-deler bulur ya, yine öyle yapmıştı. Fethi bey, yorgun,kötü mü traş olmuş, yoksa uykusuz mu : yüzü göl-gelerle dolu. Üniforması, kırış kırış. O, tam tersine,sesini alçaltıyor:

— Filvaki öyleydim : avdeti, v azife telâk ki ey-ledik.

Kısacık susup ekledi: —...mamafih, iyi etmişiz:hürriyet elden gidiyormuş...

 Alt tan alta , bir 'serzeniş' mi? Etrafla rında, giripçıkanlar: patır kütür Arnavutça konuşan, poturlubir köylü topluluğu. İki yanında, iki süngülü zaptiye,sakalı seyrek gözlüklü bir Bulgar. Kıpırtılı Yahudi es-nafı. Ali Fethi bey, 'macerasını' ayaküstü özetledi:

— ...hakân-ı mahlû için tedarik görüyoruz: ma-lüm-ıı âliniz, Selânik'e getirdik: Alatini Köşkündedir.— Yaaa öyle mi? Bu ne sür'at beyim? Köşkte

Robilani Paşa ikamet etmiyor muydu?— ...palas pandıras tahliye etti, lâkin herşeyi

almış götürmüş, trenden indik ki, ne görelim, kocaköşkte iki koltuk, bir masa, bir de sanki çok lâzım,kuyruklu piyano. Abdülhamid, ilk gece koltukta uyu-du.

 Abdi bey, dik di k: — Müst ahak tır ! dedi.— ...müst ehaktır , başka! İnsanlık dünyadan

kalktı mı? Otellerden yorgan vesaire teminine gay-ret sarfediyoruz, Grand Hotel'e sorduk, muavenetedecekler, oraya gidiyordum.

İşi, besbelli başından aşkındı. Abdi bey, onufaytona bindirirken, iki gün sonrası için yemeğe ça-ğırdı. Abdülhamid'in tahttan indirilişiyle ilgili ayrın-tıları merak ediyordu. Yalnız merak mı? Bu tür olay-

139

ların perde gerisini bilmek, bilene dolaylı bir önemkazandırır. Şehir Kulübii'nde, traş pudrası ve pomatkokan masonlarla, Kapcılıçarşı'da kalın ve kıllı par-makları arasında teşbih çeviren müslüman esnafla

..esi' buyurulmuş, o da buyruğa uymuş: Hakân-ıMahlû ve maiyeti efradı trenden iniyorlar ki efen

Page 71: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 71/192

makları arasında teşbih çeviren müslüman esnaflaçene çalarken, Hakân-ı Mahlûnun tahttan indirilişi-ne 'dair' bir iki küçük olay 'zikretmek', onun yöne-tici çevrelere gizli yakınlığını kanıtlamaz mı? Abdibey, ömrü boyunca bunu gereksinmiştir: tehlikeninmerkez inde, hatt a yakınında, asla olmadı ama, çev-~resine sürekli bu 'intibaı' vermeye 'azamı" özen gös-terdi.

 Ayaküst ü öğrendikl erini , daha o akşam, Halıcı-zade Yalısında babasına satıyor. Yemekten kalkıl-mış, kahveler içilecek. 'Köse' ismail bey'in adeti bu,deniz üstü salonda içer. Sofraya oturmadan soyun-muş dökünmüş, kâbe yeşili takkesini, üstüne bolgecelik entarisini giymiştir. Dişsiz çenesi geviş geti-riyormuş gibi oynar durur. Burnunun ucunda, 'beyzi'gözlükleri. Karpuzlu lâmbaların zamk şişesi aydın-lığını yansıta yansıta, kahveleri, gümüş tepside Ne-veser getiriyor. Saçiarını, yalancı bir topuzla şöyletutturuvermiş, yüzünde o çifte gamzeli ürkek gülüm-seme, sürekli özür dileme hali. Bilmeyen evin küçük

kızı sanır. Kayınpederi, büyük ve küçük kayınvalde-leri, hatta Mercimek Nine, Neveser'e toz kondur-mazlar, hepsi gözünün içine bakıyor: yalının 'tazegelini', öğlan torunun annesi, kimseye saygıda kusuretmez, 'melâike gibi kızcağız'.

 Abdi bey, karısının uzatt ığı teps iden fincanın ıalırken, parıltılı bakışlarıyla onu sanki kalayladı, tel-li kâğıda sardı. Bir yandan da babasına böbürle-niyordu :

— ...Abdülhamid'i bizim Fethi getirmiş, canımKolağası Fethi bey, hani Pirlepe'li, Paris'e ataşemi-liter olmuştu. Alatini Köşkü'ne yerleştiriyor, bugünuzunboylu sohbet ettik. Hâkan-ı Mahlû gece basitbir koltuk üstünde uyumuş...

 Ardından öğrendiği ay rıntı lar : köşkte 'eya let- iselâse'de jandarmaya 'ecnebi' denetimi uygulayan-lardan, Italya'lı jandarma Generali Robilani Paşaoturmuyor muydu, Dersaadet'ten 'âcilen tahliye et-

140

Mahlû ve maiyeti efradı trenden iniyorlar ki, efen-dim, iki koltuk, bir masa, bir de —çok lâzımmış gi-bi— kuyruklu piyano, koskoca köşkte 'sadre şifa'başka bir eşya hak getire...

'Köse' İsmail bey'in tepesi attı, verip veriştiriyor:— Sen büle ne sülersin o be Abdi? Üner mi sa-

nırsın bu yaptığınız, yoksa marifet mi? Ürriyet mür-riyet, geçtiniz reiskâra, iki ayda Girit'i aldılar eliniz-den, yalnız Girit'i mi, ne Bosna kaldı, ne Bolgarya!Kalkmış zât-ı şaaneylen uğraşırsınız, bu mıdır di-rayetiniz? Hayda be! Pirlepe'li Fethi biyciğim umur-udevletten ne anlar? Sen ne kaa anlarsın?

 Abdi bey'le Fethi bey, kara rlaş tırdık ları yemeğiBeyaz Kule'deki Olimpos Gazinosu'nda yedi ler:çipura tava, roka salatası, rakı. Ünlem uzunu Rumgarson, masanın önemini kavramıştı: çevrelerinderiort dönüy or, taşı madığı yok : dam ağa değer değ-mez dağılan fasulya pilâkileri, tam yağlı Rumeli pey-nirleri vs. Karşıda, cam mavisi deniz, uzaklaşan üçbacalı bir vapur hayaletiyle, yalnız. Limandan ara-

sıra, istimbot düdükleri sivriliyor, dalga dalga uğul-tular.

 Abdi bey, tekgözlüğünü çıka ra taka, bir zamanTanin'e gönderdiği 'makaleyi' anlattı. 'İrticai şiddetletel'in, Hareket Ordusu'nu heyecanla methetmi şti'. Asıl amacı, Fethi bey'i konuştu rmak ! Olayl ar patla kvereli, Cemiyet'in asker kesiminde, sivillere belirginbir hoşnutsuzluk hissediliyor. Henüz Manastır/Se-lânik ikiliği ortada dururken, şimdi asker/sivil ikiliğimi çıkacak? 'Bidayette', Selânik Merkezi, daha doğ-rusu Cavit ve arkadaşlarının çevresi ağır basıyor-du. Sokaklarda kalabalık, 'Hürriyet Kahramanı' diye,istediği kadar Enver'le Niyazi'yi alkışlasın, Cavit ve

çevresi 'Emniyet-i Umumiye'ye egemendiler: Kara-su, Nişim, Maitre Salem, Topa! Samuel vs. 31 Mart-tan önce, bu 'nüfuz', başlangıçtaki etkisini yitirmiş-ti. Olaylar, ordunun ağırlığını iyice çoğaltacak. Ço-ğaltacak lâf mı, çoğalttı bile : Mahmut Şevket Paşa,

141

şimdiden 1, 2, 3. Ordu Komutanlıklarını 'nefsinde'topladı. Yarın Sadrazam olursa, şaşılmaz.

ler': 'Kahrolsun Müstebid!' sedaları, savrulan küfür-ler, vagona atılan taşlar.

Page 72: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 72/192

p , ş ş Abdi bey, yönet imde aske rin ağırlığ ından hoş-

lanmıyor, bunun Al manların' dönüşü anlamına gele-ceğini kestiremez mi? Oysa Cavit'in 'tasavvuru', in-giliz ve Fransız'lardan 'anlayış' görebileceğimiz;böylece, Reval Mülâkatı'nın 'müfsid n'etâyicini, ber-tarafa imkân bulabileceğimiz' doğrultusundadır.

Fethi bey söylediklerini yoksa duymuyor mu?Gözlerini ufukta gittikçe küçülen vapura dikmiş, kaş-larının ortasında keskin bir çizgi, zihni dağınık. Ka-dehine henüz el sürmedi, balığı neredeyse bütünduruyor. Son bir hafta boyunca yaşadıklarından çar-pılmaması olası mı? Hiç hesapta yokken, Paris'ler-den kalk gei, milleti otuzüç yıl susta durduran 'müs-tebidi, âdeta mevcutlu olarak' Selânik'e taşı.

— ...önceki heyete mesele çıkarmamış, diyor.Takdir-i ilâhi deyip geçmiş, sizin Karasu'ya biraz hid-detleniyor, hepsi bu. Lâkin Selânik'e götürmeye gel-diğimizi tebliğ edince, bize ta'n etti: Hüsnü Paşa'yaçıkışıyor: 'Biradere, diğer lüzumlu eşhasa söyleyiniz,

bana Çerağan Sarayı'nı tahsis etsinler, bâki ömrü-müzü orada duayla geçirelim'. Halbuki emir kat'iydi,icab-ı halinde derdest edilip götürülecek!

Durdu, su bardağına uzanıp bir yudum su içti:— ... o lahza birden farkına vardım, müvesvis

bir zat değil midir, Saray'dan çıkarıp katledeceği-mizden korkuyor. Dedim ki, ordu hayatınızı tekef-fül etmiştir, size o bakacak, bizi cebir kullanmayamecbur etmeyiniz.

Hüsnü Paşa daha öteye gitmiş, arabaya bera-berce binilmesini öneriyor: Abdülhamid'in eline ta-banca verecekler, onlarda 'calib-i şüphe' bir kıpırtısezerse, vuracak. Kabul etmemiş, eliyor ki 'Paşa pa-

şa, ben sizi vurduğum takdirde, beni kim vuracak-tır?'. Sonunda boyun eğiyor, bir koşulla, ailesi efradıonunla gelecek. Gece, onu, dört haremini, üç kızını,iki oğlunu trene koyup, hareket ediyorlar. Hat 'gü-zergâhındaki' her istasyonda, 'mahallî İttihat ve Te-rakki komiteler inin' hazırladığı, 'aleyhte nümayiş-

142

 Ali Fethi bey, konuşm asının sonuna doğru, birayrıntının altını çizdi:

— ...treni Selânik istasyonundan uzakta tevak-kuf ettirdik, Hakan-ı Mahlü arabayla Alatini köşkü-ne götürülüyor, pencereden uzanıp refakatinde git-tiği süvari jandarma neferlerinden, cıgara istemesinmi? 'Hemşerim, cıgaran var mı?' diye. Bir güzel de,içmiş.

...Ertesi gün, 'efrenci' Mayıs'ın biri. Abdi bey'le,Vodina'lı 'Çopur' Hayri bey, işçilerin gösteri yürüyü-şünü, tanıdık bir yazıhanenin balkonundan izlediler.Şaşırdılar da. O güne değin kimsenin umursamadı-ğı 'amele makûlesi', önünde bando mızıka, ellerindekızıl bayraklar, bir 'cemm-i gafîr' halinde Selânik so-kaklarını kaplamıştı.

 Arala rında kimler yok tu ki! Abdülha mid' in 'devr -isaltana tında' bile, iş bırakmış olan Reji amelesi,kunduracı ve dokumacılar, Alatini Tuğla Fabrikası-nın 'gayyur' işçileri. Yahudi örgütlerinin yanısıra, şe-

hirdeki Bulgar işçilerinin önemli bir kısmı: matbaaişçileri, bakırcılar, terziler vb. Vodina'lı 'Çopur' Hay-ri bey, Hamdi efendi'den edindiği 'malumata' daya-narak, gösteriye katılmaya, Kavala, İskeçe ve Dra-ma'dan da 'külliyet li miktarda amele kafilesini n'geldiğini söylüyordu. Fakat en müthişi, kalıplı fesle-rinin altında, müslüman bıyıkları, mahcup gülümse-meleriyle, 'efendiden' birkaç Türk 'münevverini' gör-meleri oluyor. Türk işçileriyle yanyana yürüyorlar.Çevrelerinde, idadi talebesine benzer, birtakım genç-ler...

Başlarının üstünde traş köpüğü bulutlar, yıldı-rıcı beyazlıklarıyla, gürül gürül güneye akıyor; gü-neşi perdeledikleri dakikalarda, şehrin şurasına bu-rasına, geçici, durduğu yerde uzun süre duramayanbir gölge düşüyordu. Gerçekte baharın kıvılcımları,hafif marşlar çalan bandonun gürültülü neşesi, or-talıkta pır pır eden bayraklar, eğlenceli bir kermes

130 142

havası yaratmıştı ama, Abdi bey, şaşkınlığının de-rinliklerinde, 'şumûlünü katiyetle tesbitte müşkilât

Page 73: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 73/192

çektiği, derin bir endişenin mevcudiyetini hissetmek-te gecikmedi'.

Devlet-i Aliyye'nin tarihinde, böyle bir 'nümâyiş'ilk defa 'vâki oluyordu'.

1 11

«... evvelce Damat Mahmut Paşa'yı İstanbul'dan

kaçırmaya muvaffak olan Mösyö Charlier delaletiyleistikraz akdine teşebbüs etmiş ve bu maksatla bazısermayedarlarca bir sendika teşkil edilmiştir. Busendikayı, Paris'te Rue de Provence 31'de yazıhanesibulunan Mösyö Silvain ve yine Paris'te Boulevarddes Capucines 25'de oturan Mösyö Bousquet temsilediyordu. Sendika Paşa ve oğullarına ayda 1.000 liravermeyi kabul etmişti. Bu borç tabii yüksek bir faiz-le Paşa'nın İstanbul'daki emlâkinden ileride alına-cak irad ile ödenecekti. Bu suretle sendikanın mat-lubu, o tarihl erde, Paşa'ya ve oğulla rına verilen7.500 lira ile, 'Osmanlı' gazetesinin Londra'ya naklimünasebetiyle yapılan masraftan (1.500 lira) ve birde simsarlık olarak verilmesi lâzımgelen 2.000 lira-

dan ibarett i. Yuvar lak bir hesapla, borç mik,tarı10.000 lira kadardı...»

Ahmet Bedevi Kuran(İnkılâp Tarihimiz ve Jönlürkler,

1945)

her tonda liberal olan Jöntürkler, Almanya'-nın, Sultan Hamit rejiminin, coşkulu bir destekleyi-cisi olduğuna inanıyorlardı. Bu yüzden Alman nüfu-zunu yeni liberalizm için, bir tehlike olarak görüyor-lardı. Jöntürklerin liberalizmi, işin başından beriAnglomania (İngiliz taraftarlığı) belirtileri gösteri-yordu. Hürriyet, parlamento, halk hükümeti ve ülke-

si olarak İngiltere, gündelik gazetelerde, övülüyor-du...»

Edward Mead Earle(Bağdat Demiryolu Savaşı, 1923/

Dr. Rorhback'tan naklen.)

145

«...Jöntürkler acele etmemelidirler. Yoksa irticabaşgösterebilir. Şimdi esas mesele, hükümetin muk-tedir ve namuslu ellere geçmesidir Diğer işler bu-

Page 74: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 74/192

tedir ve namuslu ellere geçmesidir. Diğer işler bu-nun arkasından gelir. Artık sağlam Maliye esastır.Çünkü sağlam Maliye her işin temelidir. Jöntürkleriteşvik için elimizden geleni yapmalı ve birtakım ta-lepler ileriye sürerek, onlara güçlükler çıkarmama-lıyız. ingiliz sermayesine de, çalışmak için iyi fırsat-

lar verileceğini umarız. Meselâ kilometre garantisiistemeden, demiryolları imtiyazları gibi...»

İngiltere Hariciye NazırıE. Grey

(İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisinegizli talimatı, 1908.)

130

Halıcızade 'Köse' İsmail bey'in kafasını kızdır-

mışlar : mağaza komşusu, eş dost; nargile düşkünüsarraf Hamparsum efendi, kuyumcu Abravaya 'bira-derler', daha bir iki kişi. Kapalıçarşı'nın ikindi ustüserinliğinde, ağzı sırmalı kanela fincanını şıkır şıkırkarıştırarak, o da demiş ki:

"— ...benim uulan, yatsın kaksın Bolgarlaradoa etsin be! Gruyef'le Saravof'un kızancıkları,şeerin altını üstüne getirmeseydi, Paris'i epten rü-yasında görürdü o!»

Böylece, oğlu 'Bacaksız' Abdi'yi 'Avropa'ya gön-derişini, komitacı Bulgarların Makedonya'yı kanabulamış olmasına bağlıyor. Boris Saravof, Sofya'da-ki Bulgar Komitesi'nin başı, Damyan Gruyef ise Da-hili Makedonya Merkez Teşkilatı'nın. Meğer bunla-rın çabasıyla, 1317'de, Makedonya ihtilâlcileri, Se-lânik'te 'kongre' toplamışlar: 3 Kânun-u Sâni 1902-de, saat onbiri yirmi geçe, silahlı ayaklanma kararıalınıyor: önce 'fedailer', şiddetli tedhiş hareketle-riyle Makedonya halkını yıldıracaklar, 1903 senesiMukaddes İlya Yortusu'nıın kutlandığı gün, isyankoparılacak!

Çernopoyef ve Mitro Delçof çetelerinin, Müslü-man köylerine gece baskınları, bundan sonradır:nal şakırtıları, tüfek sesleri, köpek havlamaları ara-sında, karanlığın kuyularından çıkıp geliyor; harman-ları, ağılları, mandıraları ateşe veriyorlar. Acı turun-cu, limon sarısı, narçiçeği alev kalabalıkları, gölge-

lerini yıldızlara büyütürken, çat çat ateş edip, kapıeşiklerine, sokak içlerine, cami avlularına çiviledik-leri, başı örtülü genç kızlar, sakalı titrek ihtiyarlar.Köylerden dağlara vuran, yanmış ekin, barut ve iskokusu. Tedhişçilik yalnız kırsal kesimde mi? Hayır,

147

şehirler de nasibini alıyor bundan : çoğu Köprülü'lü,çoğu yirmi yaş dolaylarında, dudakları ve gözlerihenüz çocuk, yürekleri ve elleri erkek, Bulgar deli-kanlıları 'talimat' almış Selânik'te şiddet eylemleri

tırılıp, otuzbin Bulgar komitacısı, Boris Saravof yö-netiminde silâhlı isyana kalkışacaktır.

Abd i bey, Lloy d Tr ies tin o Kum pan yas ı'n ın Ve-

Page 75: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 75/192

kanlıları, talimat almış, Selânik te şiddet eylemleriyürütüyorlar: hayatları pahasına!

 Abd i bey' in, M. Gau ra ud Koleji 'nde , bak alo ryasınavlarına hazırlandığı, Mekteb-i Hukuk'ta okumakbahanesiyle, Dersaadet'te 'müstakbel sefahetler' ta-sarladığı günler! Felâket haberleri, birbirini izliyor:

Selânik/Üsküp demiryolu uçurulmuş! Selânik/Ma-nastır demiryoluna bomba koymuşlar! Selânik/Asi-tâne yolunda baltalama! 1319 Nisanı'nda mı ne, şe-hir şebekesini besleyen havagazı depoları ateşe ve-riliyor, 'muazzam' bir patlama, kara dumanları ho-murtulu bir yangın, Selânik günlerce karanlıkta!Grand Hotel'i, Tiyatro'yu bombaladılar. Yeni KonakGazinosu'na, Tophane'ye dinamit atıldı. Kulaktankulağa, kom itacı adları fısıldanıyordu : Kirkof, Bog-dan, Vlademir Petkof vb. Selâni klile r, en çok daMusevilerle Müslümanlar, tir tir titriyorlar. Tuna Vi-layeti'nin nasıl elden çıktığı unutuldu mu? Rumelibalkanlarında yine sert bir öfke rüzgârı esmekte;Selânik'in üzerinde ihtilâl, düştü düşecek bir bom-ba gibi sallanmaktadır.

Halıcızade 'Köse' İsmail bey'in, oğlunu Paris'e'ülûm-u Siyasiye' tahsiline gönderme kararı, görü-nüşte, Osmanlı Bankası'nın uçuruluşu ndan sonraalınmıştı: komitacı Bulgarlar bankaya bitişik dük-kânı kiralamış, sözde sütçü, 'esas' bankanın altınalağım açmakta kullanılıyor, çıkan toprağı eşekleriy-le tin tin şehrin dışına taşımışlar da, kimsenin ruhuduymamış. Bankanın havaya uçuruluşu, komitacıla-rın Slimovo Manastırı'nda son toplantılarını yapıp,ilyaden'de isyan kararını tazelemesinin haftasına,demek Nisan'ın nihayetine doğru. İş bununla da bit-miyor ki? Komitacı Satef, sefere çıkan Fransız ban-

dıralı Guadalquebir vapuruna yolcu diye binip, çe-şitli yerlere koyduğu bombalan 'infilâk ettirerek',gemiyi batırır, 'kendisi dahi telef olur'. 10 Temmuz1903'te, geceyarısı, dağlarda kocaman ateşler ya-kılacak, ihtilâlin işareti bu : köyden köye haber ulaş-

148

 Abd i bey, Lloy d Tr ies tin o Kum pan yas ı n ın Venezia vapuruyla, 'Marsilya'ya müteveccihen azimetettiğinde', 1903 sonbaharı bütün 'haşmetiyle' hükümsürüyordu: çocuk göğüs geçirişlerini andıran yu-muşacık yağmurlar, sabahlan bağları saran yaldızlıçiğ örtüsü, akşamları insanın içini ürperten ani se-

rinlikler, hatta ayaz. Osmanlı Ordusu, çizmeleri ça-mur, kolları dirseklerine kadar kan, yorgun ve 'mü-kedder' soluyor. Ayaklanma, kan ve ateşle bastırıl-mış; çeşitli isyan bölgelerinde, yirmibine yakın insanölmüştü. 'Düvel-i Muazzama', Makedonya'daki çal-kantıdan, bölgeyi denetimine almak yolunda yarar-landı : ingi ltere Kralı VII. Edvvard, Avustu rya /Mac a-ristan imparatoru Franz Joseph, Almanya Kaiser'iII. VVilhelm aralarında bir tasarı düzenled iler:Morzteg Tasarısı. Bâbıâli, kabul etmekten başka ça-re bulamıyo r: artık 'Vüâyet-i Selâse' (Selânik, Ma-nastır, Kosova) üzerinde de, ecnebi denetimi uygu-lanmasına geçilecekti.

Gerçi Hürriyet'ten sonra, Selânik'te Fransızca

çıkan Le Journal de Saionique'e verdiği 'beyanatta', Abdi bey, Pari s'e gid işi ni, 'Memali k- i Osm aniye'dehükümran istibdad-ı bî-aman, Balkanlar'da mevcutşerait-i hicâbâver muvacehesinde, menfadaki müca-hitlere iitihak' diye adlandıracak; bunun, tam birexile  volontaire* olduğunda direnecektir. Oysa git-meden, Jöntürklerin adını yarım yamalak duymuştu;Balkanlar'da olup bitenlerin, anlamını çıkaramaya-cak kadar, 'siyasetten' uzaktı, 'işrete, zevk-u-safaya,sefahate' ise yakın : Rosa'yla ilişkisi, birkaç düzey-de, gelişerek sürüyor. Üstüne, 'gülpembe' Niko'yla,'Rastıklı' Hrisulâ'nın yosmaları eklendi.

Babası 'Köse' İsmail bey'in 'nizaları' ünlüdür,hiç bitmez : müşterileriyle çıkmazsa, konusu komşu-suyla çıkar. Bulgar komitacılarının, havagazı depo-larını ateşe verdiği sıra, şehir yangın, havagazı ve

* Gönüllü sürgün.

239

duman kokuyor, o, bu 'nizalardan' birisini daha 'da-va ikame ederek' çözümlesin diye, kalkmış, avukatıEmanuel Karasu'nun yazıhanesine gelmiş. Oturduğu

dece iki çocuğun aşırı yakınlaşmasından, ismailbey'in de hoşnut olmayacağını, 'Müsü' Barzilay'ın'tahmin ettiğini' araya sokuşturdu. Hoşnut olmak

Page 76: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 76/192

Emanuel Karasu nun yazıhanesine gelmiş. Oturduğumaroken koltuğun yarısı güneş, elini kolunu oynat-tıkça, gümüş suyuna batırıp çıkarmış gibi oluyor.Kösteğinden, Karasu efendi'nin suratına, sarı lirayansımaları. Önce hoşbeş, sonra iş, sonunda Dava-vekili Karasu efendi, ailenin bunca yıllık 'vekili' ol-

masının verdiği rahatlıkla mı nedir, sözü 'mahdumbey'e getiriyor:

"— ...ya Abdi ne âlemdedir? Bu sene mezunzannederim. Çok âlâ! Biraz zahmetli olduysa da,haiz-i ehemmiyet değil. Hakikatte fevkalâde zeki,müstait bir genç, zihnini derslerine teksif etse, bü-yük muvaffakiyet kazanabilir..."

 Ark ası nda n fi kr in i aç ık lı yo r: "— ... âli tah si lin inerede ikmal edecek? Nâçizane fikrimi sorarsanız,Paris'i tavsiye ederim. Malûm-u âliniz, epeyce keyifehlidir, biraz da zendost, geçenlerde 'Müsü' Barzi-lay'la sohbet ediyorduk, sizin yalı komşusu, lâfınarasında dedi ki..."

Mişon Barzilay, kızı Rosa'yla Abdi arasında bir-

şeyler olduğ unu sezinlem iş. Daha doğrus u, karısıGrasia onu uyarıyor. Bunlar çocukluk arkadaşı, sıksık görüşüyorlar, yadırganacak ne olabilir ama, birkeresinde kadın, Rosa'yı Halıcızade yalısının arkabahçesindeki limonluktan çıkarken mi ne görüyor,alı al, moru mor. içine kurt düşmüş. Rosa, dengesizdavranışlarıyla, zaten Barzilay'ları ürkütmektedi r.Nötre Dame de Sion'da okutmakla, kötü mü ettileracaba? Osmanlı kızı olmaktan çıktı, fazla Fransız,'ziyadesiyle' serbest. Koca da beğendiremiyorlar, osünepe, bu çirkin, öteki  savoir vivre  cahili, berikimeteliksiz. Bu gidişle, evde kalacak.

Mişon 'Çelebi', iki elinin ayasını, dua eder gibihavaya açarak, ilâve etmişti:

"— ...ayrıyeten, Yalıiar'da herkesin 'Bacaksız'diye çağırdığı bu çocukta ne bulur, anlamaktan âci-zim : iki karış boy, aksi bir surat, velfecri okuy an

 All ah muh afa za göz ler !"Karasu efendi, bu söylediklerini aktarmadı, sa-

150

mı? Karasu'nun 'imâları', 'Köse' ismail bey'in küp-lere binmesine, fazlasıyla yetmişti:

"— vay kerâta vay! A be, ne çabuk cin oldu da,adam çarpar bu piçkurusu? Başka aapaplar da ikazettiler, şurda burda kayığa binip, alanyarilerle safayaparmış! Bu yaştan sonra düvemezsin ki teresi,traş olmasa bıyık kolverecek..."

Karasu efendi akıllı adamdır, 'beyhude lâf et-mez', söylediklerinin bir hikmeti olmalı, kulak versegünaha mı girerdi:

"— ...ehven-i şer, Paris'e göndermektir , hemtahsilini ikmal eder, hem kurtlarını döker: dedikodumevzuu edemezler, zira gözlerden ırak olacaktır.Kaldı ki, oradaki şayan-ı itimad dostlarımız vasıta-sıyla, hatt-ı hareketini murakabe altında bulundu-rabiliriz..."

Halıcızade 'Köse' İsmail bey, 'müddet-i ömrün-de harama uçkur çözmemiş, mazbut, dini bütün biradamdı', yüreğinin törpüsü, oğlunun bücürlüğüdür

sanırken, ortaya 'sefihliğinin' atılması, aklını başın-dan aldı. Hele, 'bitişikteki et fukarası' o yahudi kı-zıyla 'aşnafişnesini', hiç bağışlayamıyor. Mişon 'Çe-lebi'nin yüzüne nasıl bakacak? O hızla, Abdi'nin'karıştırdığı altları' daha bir yakından izleyeyim de-di. Keşki demez olsaymış!...

Öyle 'tumturaklı' bir rezillik 'keşfediyor' ki, 'oğ-lanı' palaspandıras 'Avropa'ya göndermesin de, neyapsın?

 Aşağ ı Şeh ir' dek i Halı İma lat han esi 'ni n, Kapalı -çarşı'daki mağazanın hesaplarını oldum bittim Ra-fael efendi tutardı. Kafası fena halde dazlak, suratıfena halde 'matruş' kıranta bir zat; fare grisi göz-lerini, nikel çerçeveli sıkma gözlüklerinde n dışarı

uğratıp, defter-i kebirin her sayfasına, 'bilumum' fa-tura ve makbuzlara soluk bir damga gibi basan,bekâr yaşar, 'muntazam', akşamcılığından başka'iptilâsı' görülmemiş, bir yahudi. Meğer Abdi 'kera-tası' adamın 'fikrine girmiş, suistimale teşvik ediyor':

151

besbelli işret meclislerine yetiştirebilmek için, 'ma-sarif gösterip, zimmetlerine külliyetli miktarda parageçirmişler'. 'Köse' İsmail bey'e sırasız görünen bir'tâmirat masrafı'nın dibini karıştırınca rezalet olan-

mişti okuduklarından. Kadın erkek ilişkilerindeki sa-yısız çeşitlemeyi, kadınlararası sevdaların 'mevcudi-yetini ve şümulünü' öğrenmişti. Öğrenmekle kalıyormu? "Derunundaki mel'ûn ihtiras bir kısmını ben

Page 77: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 77/192

tâmirat masrafı nın dibini karıştırınca, rezalet olan-ca çıplaklığıyla meydana çıktı. İhtiyar kahrından veöfkesinden, handiyse boğulacak! Sipsivri çenesi fit-reye titreye, öyle bir parlayış parladı ki, şirretliğin-den camlar zangırdıyor: Rafael efendi'ye derhal yolverilecektir. Abdi'yse, aklını başına devşirmeii,

'ulûm-u siyasiye' tahsiline, Paris'e gitmelidir. 'Etrafakarşı', elbette Makedonya'da, 'hassaten' Selânik'te,hüküm süren hercümerç yüzünden gittiği söylene-cek. Böyle patırtılı bir ortamda, 'zihnini' derslerineverebilirmiş mi ki?

Bir sonbahar öğlesi, Boulogne Korusıı'nda, Ar-mande'la ata biniyorlar. Yüksek ağaçların, yaprakycıprak dağılan güneşli kızıllığı, bütün görkemiylegöle vurmuş. Gölde kuğular, kuğu mu, yoğunlaşmışbuğu öbekl eri mi? Ağır bir ıslak beygir kokusu,üçüncü bir at gibi yaniarısıra geliyor. Abdi bey, Pa-ris'e yolculuğunu anlatırken diyecektir ki :

"— ...tahmin eder misiniz  ma chere  Armande,Paris bendenize biçilmiş bir cezad ır: evet, ceza!Türkçemizde bir söz mevcut, denir ki körün duasıbir tek gözeydi, Allah ona bir çift verdi. O hesap!En cüretkâr hayalim, Mekteb-i Hukuk bahanesiyle,Constantinople'da birkaç sene safa sürmekten  ilerigeçmiyordu. Paris? Bir hayal-i muhal! Bu itibarla,pederin tecziyesini beşaret müjdesi addettim, filha-kika Paris'in bir zevk-u-safa payitahtı olduğuna, te-tebbuatımla ıttıla kesbetmiştim."

Bu da yalan! Abdi bey, daha şehre ayak bas-madan, Paris'e ilişkin bazı şeyler biliyordu ama,'tet ebbu ati sayesinde değil, Rosa'dan. Çünkü o,Notre-Dame de Sion'dan arkadaşları ve FransızPostahanesi aracılığıyla, çeşit çeşit dergiler, kitap-

lar getirtiyor; geceleri, odasına kapanıp, idare lâm-basının titrek aydınlığında; Colette'in, Rachilde'in,Proust'un romanlarını; Baııdelaire'in, Rimbaud'nun,Renee Vivien'in şiirlerini, sabahlara kadar 'hatme-diyordu'. Yasak zevklerle dolu, garip bir evren çiz-

152

mu? Derunundaki mel ûn ihtiras, bir kısmını ben-denizle, diğer kısmını ise, yalıya evlâtlık diye alınanyahudi kızı Rebeka'yla, mevki-i tatbika koymasınasebeb oluyor".

(Mehtaplı bir geceyse, limonlukta, mavi kristal-den bir sürahi aydınlığına gömülürlerdi. İçersi daima

dışardan sıcak ve nemli, camları bu yüzden buğuluolur. Rosa 'pervasızlığı', kalın yün sabahlığına sarı-nıp, buluşmalara çıplak gelmeye kadar vardırmış,ilk fırsatta sabahlığından sıyrılır, körük gibi soluyankıpırtılı memelerini, birbiri ardınca onun ağzına tı-kar. Ona bakılırsa, Abdi de soyunmalıymış, 'marazı'bir inatla bunda diretiyor, nedeni belli: Rosa'mn ha-yatı vücudu, aşkı da. Bir erkeğin, bir kadının, gözükaşı, yüz güzelliği, 'ruh asaleti' onu ilgilendirmez;ilgisini çeken kalçaları, göğsü, cinsel organları. Helebunlara düşkünlüğü, tutku derecesine varıyor; Ab-di'nin ayaklanmış erkekliğini, dakikalarca seyreder,sanki dikilmiş Kobra seyrediyor: gözlerini bir türlüalamaz, uzun ve kemikli parmaklarını uzatıp uzatıp,

başını eller. Burun deliklerinde, garip titreşimlerle...Kadınlarla da böyle oluyormuş. Söyledikleri

doğruysa, yalının özel hamamına Riri'yle kapanıyor-lar, sözde 'küçü k hanım' yıkanıy or, evin evlâtlığ ıyardım edecek! Riri, adını beğenmeyip, Rebeka'yayakıştırdığı yeni ad. Giyimini kuşamını da değiştirdikızın, gardrobunda ne kaddr giymediği kılık varsa,artık Riri'nin sırtırıdadır, genç irisi olduğundan üs-tüne uyuyor, pek uymadı mı bir iki büzgü, şurasınaburasına bir iki makas, tamam. 'Hamam faslı', bil-mem hangi kitabı karıştırırken, Rosa'nın aklına gel-miş. Mermer duvarların, oymalı kurnanın aralıksızterlediği buharlı sıcağa dalar dalmaz, kapıyı arka-

sından sürgiileyip peştemalları atıyorlar, ikisi deanadan doğma : Riri'nin teni, buğular arasından,palûze beyazı ağar ıyor. Rosa, dalm ış gitm iş : kısıl-dıkça kısılan havagazı alevi gözlerini, kızın yaşınagöre fazla büyük, aklığı damar damar mavi göğüs-

130 152

lerinden ayıramaz; zaman zaman, irileşmiş ve mo-rarmış uçlarını; kalın, yassı ve keskin dişleri arası-na alıp, usulca ısırır. Arkasından, kendi göğüsleriniova ova sabunlatıp yıkatır onun ağzına doldurur-

Nedense yapacağı şeyin Türkçesini söylemek-ten utanır, en duyarlı noktada sözü Fransızcaya dö-kerdi ama, bu o dakika harekete geçmesini engel-

Page 78: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 78/192

ova ova sabunlatıp yıkatır, onun ağzına doldururmuş, yesin diye!

Limonluk'ta sevişirken, turunçgillerin baygın ko-kusu, soludukları havaya, baharlı bir meyva 'usa-resi' yoğunluğu verirdi. Yüreklerinde par par birkorku : Büyük Valde çıkagelir mi? Li monluk, onun.

Hemen hergün, bir kaç saatini orada geçiren, o.Çocuğu olmayınca, soyunu sürdürebilmesi için, is-mail bey'e elceğiziyle Abdi'nin annesini buldu, 'şe-riat üzere' evlenmesini sağladı. O gün bugün, ağır-başlı bir sessizliğe kilitlenmiş; şehrin dağdağasın-dan da, evin gürültüsünden de, elini eteğini çek-miştir. Neredeyse, turunçgilleri yetiştirmeye meraksarıyor.- yalının geniş arka bahçesine bu serayı yap-tırdılar, limon, portakal, turunç, her türünü yetiştir-di. Vaktinin büyük kısmı, onların, ya diplerini çapa-lar, ya ilaçlar; ya da kenardaki divana oturup, yor-gun bir çocuğu severcesine, cilâlı nefti yapraklarını,kokulu tomurcuklarını, uzaktan gözleriyle okşar. Ab-di'ni n Büyük Valde'd en ödü patlıyo r. Yalnızlığını,

belki de hicranını yaşadığı bu 'kutsal' yerde; Rosa'y-la onu, 'böyle envai rezillik icra ederken' yakalarsa,füc'eten' gider, Abdi'nin anasından emdiği süt bur-

nundan gelir. Sık sık kaygısını Rosa'ya duyuruyor,onun umurunda mı, omuz silkiyor; ya da, arzudantitreyen dudaklarıyla ağzına eğilip, der ki:

"— Gece geldiği vâki mi? Saatini dikkatle tes-bit ettim :  dejeuner 'yi müteakip geliyor, gurub vak-tine kadar kalıyor. Nâdiren de, sabahları. Endişe et-men, bence absürde!"

 Ard ısır a, bilmem hang i eser de oku duğ u sevi şmebiçimini tanımlamaya koyulur, uygulamasına geç-meden 'inzal hazlarıyla, râşeler geçirirdi':

"— ...ağzın  erotique fonction'u öpüşmeye  inhi-sar etmiyor, bâhusus dudaklar çok daha faal vemüessir olabilir, şimdi bak,  si je te suçe le penis,oh lâ lâ,  ça te  procureıa un piaisir immense*,  bittabibana da!"

154

lemezdi hiç. Çokluk, 'nihai' birleşmeye geçmeden,böyle 'fantazilerl e' oyalanıyorlar. Rosa korkunçobur, ağzıyla erkekliğini bir kavradı mı, yalnız cinseliştahını, 'behimi' arzularını ve hayallerini değil; ağırağır, sanki bütün ruhunu, içinden süzüp alıyor. Göz-lerini görmeli o zaman, havagazı alevi mavilerineçingene pembeleri mi karışmaz, ebrûli menekşe mor-larına mı dönmez, diplerinde biryerlerinde kükürtsarısı şimşekler mi parıldamaz? Aklı fikri bunda,hayal gücü tamamiyle bunlara çalışıyor. Bir gecesevişiyorlar, telâşlı bir yağmur limonluk'un camla-rında tüterken, Abdi'nin erkekliği üzerine oturmuş;bir yandan soluk soluğa, yakalayıp elinin birini göğ-süne, ötekini apışarasına çekiyor; bir yandan fısıldı-yor :

"— ... bir keresinde Riri'yi getireyim mi? Ha?Üç kişi sevişmek, kimbilir ne müthiş olur?..."

Böyle bir olasılığı tasarlam ak Abdi'yi çılgınaçevirdi ama, korkudan mı, kıskançlıktan mı, toyluk-

tan mı nedense, şiddetle karşı çıktı. Yağmur camlarışakır şakır yıkıyor; limonluğun kadife karanlığında,turunç, portakal, limon ağaçları usul usul kımıldı-yordu : sanki 'esrarengiz, kablettar ih hayvanlar!'.Rosa vücudunun çalkantılı ağırlığıyla, Abdi'nin bal-dırlarını güzelce ezerek, orgazma varmıştı. Herza-man nasıl atıyorsa, öyle, inlemeye hıçkırmaya ben-zer kısa bir çığlık attı. Sonra hiç durmadan, sonraki'inzal' için çalkalanmasını sürdürdü.)

 Abd i bey Pari s'e geldiği nde, ilk 'Muh al if in Kong-rası'nın çalkantıları, hâlâ dinmemişti. Herkes birşeysöylüyor, birinin söylediği öbürünün dediğini tutmu-yor. O sıralar sorunla ilgilenmez, ilgilendiği dahaçok, 'şaşaası ve debdebesiyle' onu büyüleyen Paris;

'ziyâdâr' bir atlıkarınca gibi, Montmartre ve Montpar-

* «...şeyin i ağzıma alırsam, aman Allah, bu sanamuazzam zevk verir,»

239

nasse yöresinde pırıl pırıl dönen, gece yaşantısı; neyapıp yapıp, bu yaşantıya katılabilmek! Birinci Jön-türk Kongresi'nin 'teferrüatını' çok sonraları, GülistanSatvet'ten öğrenecektir "Maşallah Jönti'ırk mehafi-

Paşa, Hoca Kadri ve Hüseyin Siyret beyler 'hakkın-da, cani ve fesat erbabı oldukları' iddiasıyla, 'ahz-ü-girift müzekkeresi' kestiğinden, kongreyi Paris'tedahi 'alenen' toplayamıyorlar. Fransız Ayan Meclisi

Page 79: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 79/192

Satvet ten öğrenecektir. Maşallah, Jönti ırk mehafi-line taallûk eden her hususta, fevkalâde vâsi malûmatsahibi; pederi, ne de olsa Sefaret Müsteşarı, onun ol-mayacak da benim mi malûmatım olacak a canım?"

O gece, Madam Nhung'un evinde tanışalı, Gülis-tanla 'ekseriya' buluşuyor, gezip tozuyorlar. Anlaşıl-maz bir kız : rimel den ağırlaşm ış kalın kirpik leri, içibuğulu limonküfü gözleriyle şu an baygın baygın kol-larına düşmek üzeredir; şu an hiç yokmuşçasına onuunutup, randevularına gelmez, Abdi bey'i Closeriedes Lilas'da, miskin bir aperatif kadehi ve illustra-tions dergisiyle başbaşa bırakır. 'Fütursuzluğu' ev-lere şenlik! Bir akşam buluşmaya, başka erkeklerinotomobiliyle geldi; bir gün Auteuil'e at yarışlarınagitmişlerdi, orada rastladığı yüksek şapkalı, eldi-venli birtakım ingilizlere takılarak, vedaya bile lü-zum görmeden onu, dımdızlak ortada bıraktı, çektigitti.

Peki, Gülistan'ı bu kadar vazgeçilmez kılan ne?

Kışkırtıcı bir sesle, dolu dolu gülüşü mü? Kızıla bo-yanmış yürek biçimi dudaklarının boşluğundan, se-def pembesi görünen, iki ön dişi mi? Yoksa, ötekikadınları irkilten ve ürküten ne varsa, gözünü bilekırpmadan üzerine gidişi mi? Abdi bey'in atlatılsada, küçük de düşürülse, onunla 'rabıtasını' kopara-mayışı, belki bu yüzden. Yeni bir randevu alır almaz,elinde çiçek, gözünde yeni yeni heveslendiği tek-gözlüğü, buluşma 'mahallindedir'. Gülistan Satvet,gönlü olur da gelirse, en pahalısından bir içki söy-letir; kibritin alevini masmavi ciğerlerine çekerek,bir ingiliz cıgarası yakar, sonra da sözgelişi ilk'Muhalifin Kongrası'nı anlatır.

Kongrenin toplanmasına Prens Sabahaddin bey

öncülük etmiş, amacı yurt dışında dağınık sürdürü-len 'hürriyet mücadelesinin' birleştirilmesi, bu 'itibar-la' Ahmet Rıza bey ve çevresine olduğu kadar, Er-meni ve Rum örgütlerine de çağrı çıkarıyor. Gelgör ki İstanbul istinâf Mahkemesi, Damat Mahmut

156

p y y yüyelerinden Mösyö Lefevre Corıtalis'in 'lütfuyla'onun 'malikânesinde' yapılabiliyor: 'özel toplantı'olarak : tari h, 4 Şubcıt 1902. Ermeni lerden S isli yanefendi, Rumla rdan Posta Telgr af Nazır-ı esbakıMuziris efendi katılmış; Türklerden ise, Ahmet Rıza

bey, Damat Mahmut Paşcı, Kanun-u Esasi gazetesisahiplerinden Hoca Kadri, Halil Ganem, Esbak An-kara Meb'usu Mahir Said, istanbul Meb'usu Yusuf

 Akç ora , Bab anzade Hikmet, Dok tor Nazım, Dok torRefik Nevzat, ibrahim Temo vs...

Gülistan Satvet'in pırlanta tektaşlı dolgunca el-lerinde, Calvados kadehi yükseliyor. Champs Elysee'-nin gözde bir lokantasında, yemek yemişler. Gör-kemli Çigan çalgıcıları, macun gibi iç bayıltan duy-gusal kemanlarıyla köşeleri tutmuş. Abdi bey, Gü-listan Satvet'in açık bir küçümsemeyle, dudaklarınıbüze büze anlattıklarını dinliyor. Onun için yeni şey-ler bunlar, önemli şeyler:

"— ...bu zevatın muhalefeti,  chose curieuse,*Yıldız'dan ziyade, yekdiğerinedir: suret-i mutlakadageçinemiyorlar, par exemple, kongrelerinde ittihatarar iken, ihtilâfa düştüler. Hangisiyle temas etse-niz, ötekisinin kuyusunu kazar. Prens Sabahaddinbey hâriç, quel charmant type, je 1'adore..."**

"— İhtilâfın sebebi, ma chere, onu rica etsem?""— ...zevahirde siyaset, haki katte şa hsiy ât:

 Ahm et Rıza bey, hodb in, mağ rur , riy ase t iddi asındabir zattır, Sabahaddin bey'in Hanedana mensubiye-tinden ziyadesiyle rahatsız, kongrede bu rahatsızlı-ğını müdahale mevzuundaki muhalefetiyle izhar et-ti, şüphesiz ekaliyyette kaldı..."

 Abdi bey, sorula rı birbir i ard ınca sır ala yad ur-

sun, bir yandan hayal k uruyordu : Güiistan'ın etek-

* «Garip şey.»** «Ne sevimli adam, ona bayılıyorum.»

157

Page 80: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 80/192

r

"— ...gayretleriniz beyhude azizim, o kızı fet-hedemezsiniz, allumeuse'ün biridir, zevahirde kolayhakikat te zor bir kadın : böyleleı i alelıt lak frigid eolurlar, cinsî zevklerden kâmilen mahrum!"

kut-u hayale uğramış bulunmaktadır', hürriyet müca-delesini örgütleyip sürdüren kişileri çok daha başkatürlü tasarlamıştı : çıka çıka karşısına, iri yahudi bur-nu şaraptan mosmor, pis kokulu cıgarası 'gagasın-

Page 81: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 81/192

,Gülistan Satvet'in uçarı kişiliğinden, baştan çı-

karıcı davranışlarından öylesine etkilenmiş ti ki, Abdi bey, Armande'ın sözler ine inanmadı , kıskanç-lığına verdi. Fırsat buldukça, genç kızla buluşmayısürd ürüy or: bazan Closerie des Lilas'da, bazan

Montparnasse'daki Cafe des Artistes'de buluşuyor-lar, ya tiyatroya gidiliyor, ya operaya, sonra sabah-lara kadar o gazino senin, bu müzikhol benim. Gülis-tan Satvet 'siyasete' düşkün, Abdi bey'e göre 'alâ-kası, hadd-i makûl çerçevesini tecavüz etmektedir',nedenini açıklayamıyor, üstelik ucundan kıyısındano da bulaşıyor: istese de, istemese de! Değil mi kiaynı çevrelerde dolaşıyor, aynı kişilerle dostiuk edi-yorlar.

Bunlardan birisi, Şef kati bey'di : içkiye zaafı'ayyaşlık' mertebesinde, sözde Paris Üniversitesi'n-de Tıp eğitimi gören, gerçekte düpedüz aylak, Selâ-nikli bir 'dönme': Abdi bey onu Garaııd Koleji'nden

hatırlıyor: üç sınıf mı ne öndeydi, 'parlak' bir öğ-renci, sınıflarını daima 'aliyülâlâ' geçer; hekimliği ozamandan kafasına koymuş, tatillerde Baron HirschHastahanesi'nde Doktor Hayim Gabay'a çıraklıkediyor. Mezun olduktan sonra Selânik'ten gitmişti.Paris'e gelmiş demek; bir yanıyla gırtlağına kadariçkiye, öteki yanıyla jöntürkler'e bulaşmış; vaktiniöğrenci kahvelerinde siyaset tartışmaları yapmak,'yolunun üstündeki her bistro'da en az bir tek at-makla' geçiriyor: ilginç adam.

Tanıştıkları sabah, Abdi bey'i kahvenin en kuy-tu köşesine çekmiş, görünmez hafiyelerle sarılmışgibi, sağına soluna kuşkuyla bakarak, sırrını açığavurmuştu :

"— Karasu bana yazdı, hassaten meşgul olma-mı tavsiye ediyor, jöntürk davasının genç münev-verlere ihtiyacı ziyadedir, şimdilik benimle temasımuhafaza et, bilâhare Cemiyet'e kaydını yaparız".

 Abdi bey, 'it iraf etmel i ki, o sabah, derin bir su-

130

ş p , p g g gdan' düşmez, bir 'sarhoş' çıkıyor. Vah vah vah! Giyi-mi hayli şık, gözlükleri altın çerçeveli, alnı epeyceaçılmış filân ya, Şefkati bey'de, sürekli sarhoşlu-ğundan mı, bacaklarının bedenine oranla kısalığından mı ileri geldiği anlaşılmayan bir hal vardı ki,

onu 'şayan-ı itimad' olmaktan uzaklaştırıyordu. Abdi bey, Gülis tan Satvet' ten 'Damat' Mahmut

Paşa'nın 'dehâletini' öğrenince, yemeyip içmeyip yi-ne de ona yetiştiriyor. Amacı, doğru olup olmadığınıöğrenebilmek! Şefkati bey, şarap bardağına gözle-rini kısarak bakıyordu; ancak okyanus ufkunaböyle bakılır. Haberi yarı yarıya doğruladı:

"— ...vakıa rivâyet mevcut! Buradaki Sefaret'in,hafiyeleri vasıtasıyla, kasden yaydığını tahmin edi-yoruz. Mamafih, Prens Sabahaddin bey Brüksel'e,pederi nezdinde hareket etmiştir. Sen, o âlüfteyleseyran sekeceğine, Meşvereti oku, havadisin ensıhhatlisini orada bulacaksın..."

Şarap içişi, ömür: ağzına birkaç yudum alıp,gözlerini yumuyor. İçkinin sesini dinliyor sanki. Yut-tuktan sonra, gözlerini açarak diyor ki:

"— ...hem ikaz etmiş olayım, Gülistan Satvetde Sefaretin hafiyesi meyanındadır, pederi hesabı-na istihbarat yapar! Hamsalaklığın âlemi yok, ted-birli buiıın!"

 Abdi bey'i n beti benzi uçtu : "— Münasebatıderhal keserim".

Şefkati bey fikrini paylaşmıyor, önerdiği başkabirşey: "— ...yooo acûl olmayalım, bilâkis münase-batın inkişafında faide görmekteyim, hâtûn vasıta-sıyla Sefaret'te olup bitenleri istihbar edebiliriz. Ce-miyetle alâkanı katiyyen bilmemeli, seni aklı fikri

işrette bir paşazade zannetsin, mirasyedi felân..." Abdi bey rolünü seviyor. Benimsiyor da : Ar-mande'la düşüp kalksa, Gülistanla seyran seksede, Paris'tek i yaşantısını,' artık başka tür lü yorum-lar : toplum sal ülküler, bireysel 'ih mailer' için, 'mu-

161

teber' gerekçeler oluşturmaz mı? 'Ulûm-u Siyasiye'öğrenimini 'zevk-u-safa' uğruna gevşetirse ayıptırda, 'hürriyet davası' uğruna boşlarsa, vicdanınakarşı aklanır. Yalnız vicdanına karşı mı? 1903'den

duyuruyorlar; Hindiçini'de Budha tapınaklarınıngongları, kauçuk şirketlerine ilişkin hisse senetleri-nin, kâr payını. Saygon'da, Dakar'da, Merakeş'te,Yabancılar Lejyonu'nun ağır ayaklı, vahşi suratlı

Page 82: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 82/192

ş şbaşlayarak, Abdi bey böyle böyle jöntürkler'e katı-lacak; 'indinde' Paris, 'sefahet' başkenti özellikleriniyitirmese de, fazladan siyasal sürgün yeri niteliğikazanacaktır.

Bu elbet, şehirle ilişkisinin içeriğini değiştiri-yor : önceleri çevresine bakınca gördüğü nelerdi,dudakları tutuşmuş yosmalar, şakır şakır ışıkla yı-kanan eğlence yerleri, biçimli kıçları yaldızlı oğ-lanlar mı? Şimdi 'bizatihi' Paris'e, Paris'in sorunla-rına eğiliyor.

Gülistan Satvet'in bildiklerinden çok yararlandı :"— ...ah  mon cher,  3. Napoleon'un devr-i saltanatı-na kadar, Paris bir çöplük imiş, şehre bu ihtişamıveren Baron Haussmann: Luxembourg, Monceau,Montsouris parklarını yaptıran, merkezden muhitebu canım bulvarları açtıran, hep o! Haa, Boulogneve Vincennes korularını da, ona medyunuz. EskiLutece Paris olalı, böyle vali görmemiş derler.

İkiye bölünmüş bir şehir, Paris: bir bölümün-de aşırı servet ve refaha ulaşmış ticaret ve sanayiburjuvazisi oturuyor, tepeden tırnağa lüks, sofrasın-da kuş südünden başka ne ararsan bulunur; bir bö-lümünde, sanayileşmenin toprağından söküp fabrikatezgâhlarına attığı, eski köylüler yeni işçiler Ara-larında çekişme eksik olmuyor: Paris Komünü unu-tulmamış, sık sık General Boulanger'nin adını anı-yorlar; 'Dreyfus Olayı', bulvar kahvelerinden 'Mec-lis-i Millî' salonlarına kadar, heryerde tartışma ko-nusu : cumhuriyetçiler, radikaller, sosyalistler, Drey-fus'ün 'masumiyetini' savunuyor; Action Françaiseyandaşları, Barres, Derouldde, Coppee, 'yahudi yüz-başının' suçluluğunu!

Üçüncü Cumhuriyet, yüzyılın başlarında, en gör-kemli çağını yaşamaktadır: Sömürgelere, Afrika'da,

 Asya' da yeni yeni söm ürg ele r katı lmış . Kon go'datamtamlar cöngül karanlıklarına, hant hant, ParisMenkul Kıymetler Borsası'ndaki değer değişmelerini

162

jy ğ y , şaskerleriyle birlikte, elleri çantalı, başları  coionialşapkalı Fransız tüccarları peydahlanıyor. Oysa ül-kenin içine, Marsilya, Bordeaux, Brest ve Cherbourglimanlarından, derileri siyah, dişleri beyaz, kokularıbaharlı sömürge işçileri duman duman akmaktadır.

Üçüncü Cumhuriyet'in siyasal gerilimi, sömür-gecilik politikasındaki karşıtlıklardan mı kaynakla-nıyordu? Hayır! Sosyalistler bile sömürgeciliğe de-ğil, uygulanmasındaki kaba kuvvete karşıydılar. Asılgerginlik Dreyfus Olayı'ndan, ülkeyi bir boydan birboya kaplamış laiklik savaşımından kaynaklanıyor:iktidardak i VValdeck - Roıısseaıı, sosyalist Millerand'ıbu nedenden kabinesine almış, ilericiler aynı cep-hede buluşmuşlar: Jean Jaures 'namında' sosyalistbir 'hatip' var ki, 'hitabeleriyle' olduğu kadar, PetitRepublicain gazetesindeki 'makaleleriyle' de, 'ha-sımlarına' kök söktürmektedir.

 Abd i bey, anla sın anla mas ın, Fransı z siyasa l

yaşantısındaki dalgalanmaları izliyor. Birkaç gazetealmaya başladı. Jöntürk yayınlarını, hele Meşveret'i,kaçırmıyor hiç. 'Damat' Mahmut Paşa'nın, oğluPrens Sabahaddin bey 'delaletiyle' yayınladığı deme-ce, böyle 'muttali' olmadı mı? Aşk olsun! Paris'tekiOsmanlı 'sefir-i kebiri' Münir bey'in ortalığa yaydığısöylentiler, en 'selâhiyetli bir ağızdan' bu kadar ya-lanlanabilir. 'Damat' Mahmut Paşa, demiş ki:

"— ...bu devr-i istibdat ve zulüm devam ettiğimüddetçe, vatanımdan, ailemden uzak olarak öl-meyi; memlekette, refah ve saadet içinde yaşamayatercihte, firâş-ı ihtizarda bile, tereddüt etmem".

Ne 'asil' bir jest! Abdi bey en çok, 'firâş-ı ihti-zarda bile' deyiminden etkilenmişti. Yoksa gümbür-

deyecek mi adamcağız? Şefkati bey, bir akşam, yi-ne boşalmış bardağına kederle bakıp, 'mumaileyhinelli yaşlarında kadar göründüğünü' söyledi. O gör-müş, 'ihtimal' görüşmüş de : "Mu hali fin Kongrası'naPaşa 'riyaset' etmiyor muydu  mon cher?".

130 162

Ouartier Latinde, havagazı lâmbaları pır pıreden, cıgara dumanından göz gözü görmez, bir öğ-renci kahvesindeler. Meleklere sırıtan kör akordeon-cu, birbiri ardınca java'lar çalıyor. Dışarda, kar.

riyetnakşın karşısında kemal-i huzur ve ihtiramlasaf bağlayacağımız, hatırımıza gelmezdi".

 Abdi bey, Pari s'e alı ştı kça , ku rn az la şı yo rd u:derslerini sermekte, 'hürriyet davasını', nasıl gerek-

Page 83: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 83/192

 Ahm et Rıza' yla Prens Sab aha ddi n'i , 'ih til âfa düşü -ren' konular nelerdir? Abdi bey, fırsat bu fırsat öğ-renme yi denedi. Ş efka ti bey, neler söyl üyor öyle ;'ziyadesiyle ilmî', ürkütücü lâf lar : efendim, biri

 Aug ust e Com te'un 'ti im iz iym iş' de bunl arın , öbür üLe Play 'mektebine mensubiyetiyle iftihar edermiş'.Uyuşmazlığın 'şümulünü' rnü kavramak istiyor, haaa,öyleyse Elisee Reclus'ü, Edmond Demolins'i okuya-cak. Co mte'un ki tapları, elinden düşmemeli : 'mer-keziyet, adem-i merkeziyet' kavramlarını  'min el ev-ve l-îiââhirihi*' incelemesi: 'bilhassa Teşkilât-ı Esasi-ye'yi, ayrıntılarıyla bilmesi gerekiyor.

"— ...ne buyrıılur beyim, birer tek daha atarmıyız? Garson, iki şarap s'îl vous plait!** Müdahalemevzuunda çare-i hal bulunamıyor, lâkin bununkünhüne ancak Şark Meselesi denilen belâ-yı azîmöğrenilmekle varılabilir. Esasen, tıb tahsilimizi ihmaleyledik, niye, en hâzık hekimin kudreti, etse etse,

fertieri tek tek tedaviye kifayet ediyor; halbuki Os-manlı münevverine terettüp eden vazife, bir devleti,hatta bir cemiyeti tedavi eylemektir, binaenaleyh..."

'Damat' Mahmut Paşa, demecinden iki haftasonra, Brüksel'de öldü. Cenazesi Paris'e getiriliyor.İnanılmaz soğuk. Sokaklarda kar çiçekleri, saçaklar-da buzdan sakallar. Abdi bey, aldığı 'talimat' uya-rınca gömme törenine gitmemiş ti. Nasıl olduğunuŞefkati bey'den dinledi : 'Paşa'nın ölümü, geçici deolsa, jöntürkler arasında birliği sağlamış. PederLachaise Mezarlığının 'müslümanlara mahsus kısmı',o gün hayli kalabalık. Ahmet Rıza bey de orada.Ölünün başında konuşmuş, demiş ki:

"— ...memleketimizde birleşmeyi ümid ederken,

bir gün kabristanda toplanacağımız, bu nâ'ş-ı hür-

* «öncesinden sonrası na değin ...»** «lütfen»

130

çe diye kullandıysa; jöntürklüğe gereğinden fazlabulaşmamak için, 'fakültedek i meşguliyetini ' öylekullandı. Dünya bu, ne olur ne olmaz! Aradan aylargeçtiği halde, Şefkati bey'in onu Place Monge'dakiMeşveret İdarehanesi'ne götürmek ısrarları, hâlâ

ders bahaneleriyle sav uşturuluyo rdu : tüh tüh tü h,o gece, işe bak, arkadaşlarla sınava çalışılacaktır;ya da, 'âriyeten' eline geçirebildiği 'tarih-i siyasi'notlarını sabaha kadar mutlaka 'istinsah etmesi'lâzım!

Oysa, Armande'ın kıçına takılıp, Madam Nhung'-un gizemli evine değilse, yeni tanışılmış birtakım'taşralı' hovardaların davetine gidiyor; ya da Gülis-tan Satvet'le gazino gazino geziyor. Para bol. HeleRosa Barzilay evlenip, kocası Leon Mizrahi 'Köse'İsmail bey'i Paris'teki Yahudi halıcılarla 'irtibata'geçireli, 'tedariki' büsbütün kolaylaştı: "İhtiyaç hâ-sıl olur olmaz, Bouievard Haussmann'daki 'Benyasef

ve Mahdumu' mağazasını teşrifimiz kâfi ve vâfidir,mon cher!", istediği 'miktarda' alıyor. Arada sırada,önemli sayılabilecek 'meblâğları', Şefkati bey aracı-lığıyla, Terakki ve İttihat Cemiyeti'ne bağışladığın-dan, ayağını atmamış olsa da, Place Monge'da 'iti-barı' yerinde! Vefik Âli takma adıyla anıyorlar, 'mün-hasıran' Ahmet Rıza bey'in öngöreceği 'son derecehafi ve ehemmiyetli' courrier'lik görevlerine çağrılı-yor : 'faraza', İsviçre'deki 'teşki lâtla' bağlantıyı yeni-lemek, Almanya'd aki 'teşkilât a' para gönderilmekgerekince...

'Bacaksız' Abdi bey, İttihat ve Terakki listesin-den Selânik Meb'usu seçilmesini, kuşkusuz, Şefkatibey'in 'rahle-i tedrisinde' geçirdiği bu çıraklık döne-

minden çok; sonraları, çok sonraları, Paris'teki; ""şver et Gurııbu'yla, Selânik't eki Osmanlı HürriyetCemiyeti'nin, önce 'temasa geçmesi', sonra 'birleş-mesi' yolundaki 'hizmetlerine' borçludur.

Çünkü, yurt içinde de bazı 'fedakâran', özgürlük

165

savaşını sürdürmekte ymiş : 'V ilâyet-i Selâse'de, ya-bancı subaylarına denetim yetkisi veren MorztegProjesi'nin uygulamaya geçirilmesi, Üçüncü Ordu'-nun 'genç zabitlerini' çileden çıkarıyor: Dersaadet'te,'M k b i T bbi H bi 'd f li i '

Girit'li ismet bey namındaki muhasebecisi idi. 1322de, Arnavut Cercis çetesi hakkında malûmat topla-mak için, Delvina'dan, işkodra ve Drac'a kadar olanhavaliyi gezdim. Eski Cemiyet arkadaşlarımdan Re-fik Toptani'den Ahmet Rıza bey'in Paris'teki adre

Page 84: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 84/192

'Mekteb -i Tıbbiye ve Harbiye'de faaliyete geçip',-- Yıldız'ın dağıttığı ittihat ve Terakki Komitesi'nin, yer

yer, Rumeli'de şubelerini kuruyorlar. Paris'te, Bona-parte Sokağı 25 numarada 'kâin' Terakki ve ittihatörgütünü n (Comite Ottoman d'Union et Progres)

'umur-u dahiliye' müdürü Doktor Bahaddin Şakironlardan, 'Selânik'li Doktor Nâzım 'hâkeza', içerde-ki 'kardaşlarla' bağlantılarını eksik etmemişler. Abdibey durumu, iki yıl sonra mı ne, yaz tatiline Selâ-nik'e dönünce kavrayabildi: o da, şöyle üstünkörü,ayrıntısına yeterince inmeksizin.

"Hakikati itiraf etmek icabederse, bütün vüs'a-tıyla meseleye ıttıla kesbedişimiz, Balkan Harbi'nimüteakip, Birlik Sermuharriri Hüsnü Faik bey saye-sinde olmuştur: mumaileyh o tarihte henüz müptedibir gazetacıydı, Tanin heyet-i tahririyesinde zanne-derim, Cemiyet'in tarz-ı teşekkülünü, hürriyet müca-delesinin tarz-ı cereyanını, gazetasında tefrika ede-

cekti, bu münasebetle, hadiseye bidayetten berimethaldar şahıslarla mülâkatlar yapıyor, bunlardanbirisinde hasbelkader hazır bulunduk...".

O akşam, Tokatlıyan Oteli'nin Cadde-i Kebir'ebakan camlı salonunda buluşmuşlardı: Kâzım Nâmi,Hüsnü Faik ve o. Çirkin bir akşam! Yenilgi utancın-dan, herkesin eli yüzü kirli, yapış yapış. Dersaadet,kaldırımlara taşan Rumeli 'muhacirlerinin' ağırlığıaltında çatırdıyor. Hüsnü Faik, kaşları alnında yük-selip gitmiş, Kâzım Nâmi'nin anlattıklarını, kabatashih kâğıtlarına not etmektedir: zira, Kâzım Nâmi,Selânik'teki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ni nasıl kur-duklarını anlatıyor: 'zabit' çıkınca, ilkin Tiran'a, Re-dif Taburu'na atanmış, orada Talât bey'e Edirne'den

'âşinâ' bir subayla tanışıyor, Fransızca öğretmeni,'hürriyetperveran'dan, daha sonra :"— ...işkodra'da, ittihat ve Terakki Cemiyeti'nin

3. Şubesi'ne, 31. aza olarak kaydolundum. Buna delâ-let eden, Ordu Kumandanı Müşir Şakir Paşa'nın,

130

fik Toptani'den, Ahmet Rıza bey'in Paris'teki adre-sini edindim. Selânik'e avdet edince, Fransız Pos-tahanesi vasıtasıyla evrak-ı muzırre celbine başla-dım. Bunlar benim hürriyet maksadına hizmet etme-mi temin etti."

"— ...evvelâ mektep arkadaşım ismail Canbıı-lat'a açıldım. Sonra, galiba 1322 Temmuz'unun birCuma günü, Canbulat'ın Selânik'te, Yalılar'da, Ba-ron Hirsch Hastahanesi civarındaki evinde, on ar-kadaş toplandık. Bunlardan ikisi hocam, dördü as-ker, üçü de tanıdığım sivil arkadaşlardı: Kimler mi?

 Arzedey im. Selânik Askerî Rüştiyesi Müdürü, Bur-sa'lı Tahir bey; Selânik Askerî Riiştiye'sinde, Fran-sızca Muallimi Yüzbaşı Nâki bey; Posta TelgrafTahrirat Kalemi Başkâtibi Talât bey; Selânik MaarifMüdüriüğü'nde Muhasebeci Mithat Şükrü bey; Mü-lâzim İsmail Canbulat, bir de Müşiriyet Yaveri beri-deniz..."

"— ...bu ev, Canbulad'ın pederinin ve kardeş-lerinin üzerimize gelmesi ihtimaline binaen, bırakıl-dı. Bilâhare Mithat Şükrü'nün, gene Yalılar'da, Def-terdar semtindeki evinin selâmlık kısmında, güna-şırı toplanmaya başladık. Konuşa konuşa, OsmanlıHürriyet Cemiyeti'ni tesis etmeye muvaffak olduk.Muhtemelen Eylül'de. Fakat on kişinin aynı yerdeiçtimai tehlikeli addedildiğinden, Talât, Canbulatve Rahmi beyleri, bir hey'et-i âliye olarak intihapettik. Zamanla hey'etin adı, Merkez-i Umumi'ye tah-vil edildi..."

'Efrenci' 1907 Mart'ının ilk haftalarında, Selâ-nik'teki örgütün iki militanı, palas pandıras Paris'ekaçmak zoruna düşmüştü: Ömer Naci'yle Hüsrev

Sami! Kaçmasalar, tutuklanacaklar: Posta TelgrafBaşkâtibi Talât bey, şifreli tutuklama telgrafını za-manında farkedip, bunları uyarmış. Abdi bey, Selâ-nik yolculuklarının birinde, Talât bey'e, Karasu'nunyazıhanesinde rastlamış, tanışmıştı: geniş alnı, akıllı

167

• ^

gözlerinin yaldızlı kadifesiyle insanı etkisine alan'müdebbir bir zat': Edirne'de hapis yatmış, Selânik'-te sürgün, Avukat Karasu'yla aralarından su sızmı-yor. Hüsrev Sami'yle Ömer Naci, dediklerine bakı-lırsa 'firarlarından' yalnızca Talât bey'i 'haberdar'

aydınlık gece kulübünde, tekgözlüğünü yerine yer-leştirip, sesini bileyerek:

"— Bir müddet gaybubet zarureti hâsıl oldu,ma chere" diyecektir, "...vakıa mahrumiyetiniz, be-nim için gayr ı kaabil i teselli bir hicran; lâkin bu

Page 85: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 85/192

lırsa, firarlarından yalnızca Talât bey i haberdaretmişler; ondan, Paris'teki jöntürk 'mehafilini' iyiceelekten geçirmek, 'hiziplerden' hangisinin OsmanlıHürriyet Cemiyeti'nin 'fikriyatına' yakın olduğunusaptayıp, bildirmek 'talimatını' almışlar. Meşveret'-

çilerle işbirliğini seçtiler: imzasız mimzasız, yazılarıŞura-yı Ümmet'te çıkıyor; üstelik iki örgütün 'tevhidiistikametinde, sarf-ı mesai' etmektedirler.

 Abd i bey işi, neden son ra, ucu ona dok unu ncaanladı. Meğerse, Paris örgütü, birleşmeyi görüşmekamacıyla, Selânik'e 'murahhas' gönderilmesini kara-ra bağlamış, 'murahhaslığa' Doktor Nâzım bey'i 'mu-vafık' görmüştü. Önceden, Saray hafiyelerinin dik-katini çekmeyecek bir 'fedakârın' Selânik'te zorunlu'temasları' yapması, 'zemini' yoklaması gerekiyor.

 Abd i bey'den elveri şli si akla g'elir mi? 'Mü ten ekk irenseyahat edecek', buluşmanın tarihini, yerini, birleş-me gündeminin taslağını, oradakilerle başbaşa, ha-zırlayacaktı. Şefkati bey ne yapacağını ona, neden-

se abartarak anlatmayı yeğliyor, iri Yahudi burnun-da, eflâtun iğnebaşı bencikler; dudağından düşmezagoras ının dumanı, sağ gözünü yarı kör etmiş;önündeki şarab bardağı,  'inevitablement'*  boş, diyorki:

"— ...böyle mühim bir vazife her kula, —me-selâ bana—, müyesser olmaz ki beyim,  c'est unemission historique;**  Nah şuraya yazıyorum, Meşru-tiy eti n ilânı mukadderse, bunda Vefik Âli bey'indahlini, kimse inkâra cür'et edemiyecektir..."

 Abd i bey şiş ini yor , övün mezse ça tl ay ab il ir : GLi-listan'a olmaz, tehlikeli; akla yakını, Armande. Oyun-dan sonra gidecekleri, kemanların şurup gibi aktıği,

rom kâselerinin alev alev masaları dolaştığı, yarı

* 'kaçınılmaz bir biçimde'* 'Tarihse l bir görevdir, bul'

130 168

nim için gayr-ı kaabil-i teselli bir hicran; lâkin bugaybubet, Memalik-i Osmaniye'de bir ihtilâle mün-cer olursa, katiyyen taaccüp etmeyiniz!"

 Arman de Bira ud, ded ikl eri ni önem ser mi, kuş-kulu': 'La Brioche'la sızıltısız süregiden ilişkilerine,

son aylarda gölge düştü; kimin aklına gelir, Alsacekökenli bir sanayici, silâh fabrikatörü mü ne, kadı-nın ardını bırakmıyor, soyluluğa düşkünmüş; işinkötüsü, La Brioche'un 'herifi' silkip atamayışı, bu-luşmalarını gizliyor ondan, sevişmelerinde eski ateşkalmadı; iyi ama, Armande bu 'cüce Şarklının' sınırlıharcama yeteneğiyle yetinemez ki, Madam Nhungelerseniz, Mösyö Saint-Denis öleli ondan hayır yok,eli bir sıkı, bir sıkı, metelik koklatmaz.

O yaz PLM Ekspr esi'ni n pencer esinde , LyonGarı'ndan Marsilya'ya uzaklaşan Abdi bey, Selânik'-te onu nelerin beklediğini bilemezdi elbet. Paris'evuran eğri güneş, çabuk ve saydam Haziran yağ-murunu, cam ipliklerinden dokunmuşcasına, ışılda-

tıyordu. Tekgözlüğünün aynasında, sırtı sıra geçenağaçlar. Makasçıları, salkım saçak bıyıklarıyla se-lâm durmuş, banliyö istasyonları. Kompartımanındayalnızdı. Bir süre gazeteleri gözden geçirerek oya-lanıyor, geceden uykusuz ya, içi geçivermiş. Ne rü-yalar, ne rüyalar! Dersaadet'e ayak basar basmaz,'kanun neferleri' onu tuttukl arı gibi götürüyorl ar,'isticvap edilecekmiş': Taşkışla'da, yosunlu duvar-ları su terleyen bir hücre, bun karanlığı, kedi iriliğin-de fareler, Tıbbiye öğrencileri gibi 'bir çuvala dol-durulup, Sarayburnu'ndan denize atılmak' olasılık-ları...

Yoo hayır, bunların hiçbiri olmadı; tam tersine,

iki örgüt arasındaki görüşmeleri başarıyla sonucagötürdü; öyle ki, yaz nihayetinde Paris örgütününMerkez Heyet i'nden Doktor Nâzım bey, sırtındacübbe başında sarık, Hoca Mehmet efendi kimliğiy-le, anlaşmayı müzakereye ve imzaya geliyor. İmza-

Page 86: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 86/192

ğı, genelkurmay başkanlığı, muhafız komutanlığı gibimevkilere ve diğer önemli komutanlıklara getirilenMahmut Şevket Paşa, Enver bey türünden kişilerdi.Prusya kafasıyla yetiştirilmiş bu kişiler, devrimci an-tiemperyalist bir halk hareketinin başında, egemen-

Page 87: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 87/192

p y ş , glik haklarına sahip, sömürge bağlarından kurtulmuşbir Türk devleti uğruna verilecek kavgayı yönetecekyerde, ülkelerini yeniden Alman emperyalizmine ba-ğımlı kıldılar...»

Lothar Rathmann(Alman Emperyalizminin Türkiye'ye

Girişi, 1076)

«...Yalnız kalmamalı, tersine Türkleri askeri, po-litik ve ekonomik bakımdan, bizim yanımıza çekmeli,kazanmalı ve bize bağlamalıyız...»

Şansölye Bülow(Türkiye'de görevlendirilen General

Von der Goltz'a direktif, 1909)

130

Selânik Merkez Komutanı Miralay Nâzım bey'invurulduğu gün, Schvvester Magda'yla Neveser, (hal-

kın Orozdibak dediği) Oradze et Back Mağazasınaalışverişe çıkmışlardı. Aylardan, Haziran.

Düğün telâşı sürüyor, göz kararı sekiz arşınkestirdikleri Crepe de Chine yetmedi işte, üç arşındaha alacaklar; bir de, geçen geiişierinde, Neveser-in başından kopamadığı o fânuslu saati. Ne 'cici'şeydi-: menevişli Osmanlı rakamlarını içeren kadra-nını, yaldızlı dört melek kanatlarıyla tutuyor; akrepleyelkovan öylesine narin ve zarif ki, dikkatsiz birgöz, ta'lik lâmeliften ayırdedemez; tabanında, ça-lıştığını belli eden bir disk, ağır ağır bir sağa dönü-yor, bir sola. Neyse, satılmamış.

Schvvester Magda, 'hazır çarşıy a çıkmış ken',

yeni örece ği bluza fl oş aldı : filizî, yer yer kanar yasarısı, yanardöner birşey; dahası, 'korselere bakalım,gözlüğümün de camı değişecekti' diyor: insanı öl-dürür. Alışverişe birlikte çıktılar mı, hava uygunsaBeyaz Kule'ye uzanır, gazinolardan birisinde (Olimpos'ta mı?) biraz 'hava' alırlar: Schvvester Magda,ne olsa Alman, biraya düşkündür; Neveser dondur-ma seviyor, hele yeşil fıstıklısını...

Paketleri sonradan aldıracaklardı, tam arabayabiniyorlar, aaa, mağazanın önü birden karışmasınmı? Birbiri ardınca, ünlemler: neymiş, n'olmuş, kimkimi vurm uş? Seyrek sakallı, solgu n bir Yahudi,soran eden clmadığı halde, siyah melon şapkasınıelinde evire çevire, açıklama yapıyor: ya ya, Selâ-

nik Merkez Kumandam'nı vurmuşlar, al sana siyasibir suikast daha, 'elbetta' komitacıların işidir, yok,şükürler olsun ölmedi, sağ, yarası hafif! Söyledikle-rini Schvvester Magda anlamadı, Neveser önemse-medi : günlerdir, yerde mi yaşıyor gökte mi, belirsiz :

173

kolay mı canım, iki hafta sonra duııya evine gire-cek, hem de Halıcızade'lerin 'yegâne' oğluyla : Abdibey, beş senedir Paris'te 'âli tahsilini ikmal etmekteidi, henüz avdet etmiş, izdivacı mevzubahs olunca'Neveser akla geliyor, şu işe bakın!

pelte pelte sokaklara dökülüyor; bir de soğuk, aman Allah, ayazın elinde mahar etli bir ustur a, her esi-şinde kafasının derisini bir daha yüzüp, alıveriyoradamın. Kuşluk vakti, bir ara, mali sene bilâncolarıiçin Istasyon'a, Fransız İşletme Müdürü Mösyö

Page 88: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 88/192

Neveser akla geliyor, şu işe bakın!Herşey ne kadar ani oldu? Zaman zaman, ha-

yal kurduğunu sanıyor. Çocukluğundan beri, yap-maz mı? Uzun yaz ikindileri, cırcırböcekleri kızgınbir gümüş aydınlığında erirken, en üst kattaki oda-

sına çekilir; elinde bazan bir roman, bazan bjr şiirkitabı, boyluboyunca yatağına uzanıp hayallere da-lardı. Neler neler. Odasını aramayacak mı? Onbeşgün sonra, havai maviden koyu laciverde bütünmavi perdelerinin kaynaştığı, bu 'semavî bahçeyi',ilelebet terkediyor. Aıtık ne porselen lâmbanın titrekturuncu ışığında Almanca ders kitaplarına eğilmek,ne Halit Ziya bey'in romanlarını okurken çektiği'helecan', ne çoğu sayfalarını 'ezberine aldığı' yıp-ranmış Servet-i Fünun cildlerinin tozlu kokusu! On-lar gibi, uzun yaz ikindilerinin , uykuyla uyanıklıkarası o genç kız dalgınlıkları da birer tatlı 'hatıra'olacak : kulaklarında su çeken rüzgâr değirmenininharıltısı, halıda kafesten sızan güneş benekleri, ka-fasında 'hayatî' sorular:

"— Kiminle evleneceğim? Ne zaman? Nerede?"Neveser, 'kader' sorularının açık cevaplarını,

kısa sürede buldu; bunda, kardeşi Ahmed'in 'dahli'olduğunu bilir mi? Nereden bilecek, babası 'Alaman'Ziya bey söylemiyor ki! Karısına bile açmadı : 'hânehalkını nâhak yere endişeye sevketmenin ne lüzumuvar'mış, başlangıç ürkütücü olsa da, sonu tatlıyabağlanmış ya!

"— ...anhası minhası, Neveser 'sultanı', Halıcı-zadeler'in mahdumu Abdi bey'le evlendiriyoruz. Mü-him olan budur."

'Rumî Martın üç dokuzunu halk kötü bellemiş-

tir: dokuzu, ondokuzu, yirmidokuzu; o günler, yafırtına bekler, ya soğuk; bu yıl 9'u nasıl geçmiştihatırlamıyor ama, 19'unun 'her cihetten' kötü başla-dığını, Ziya bey ölse de unutamaz : daha sabah ka-ranlığı, sulu bir kar; çamur bulaşığı bulutlar, sanki

130

için Istasyon a, Fransız İşletme Müdürü MösyöPerdrier'yi görmeye gitmişti; o yokken, Feyziye ida-disi Müdürü Cavit bey'in, bir 'pusulasını' getirmişler:'mahdum beyle alâkalı mühim bir hususu tezekküretmek üzere' onu okula çağırıyor. 'Hayırdır inşallah!'

 Ahmet , (okulda, '317 Ahmet efend i'), mazbutçocuktur, evde olmadık haşarılıklarıyla herkesi ca-nından bezdirmiş olsa da, okuldaki 'hatt-ı hareke-tine' söz söylenemez : ne 'ikmal' kaldı, ne 'ipka', ço-ğu derslerinden 'üç yıldızlı 10'iar' alıp, sınıflarını'âliyülâlâ', geçiyor. Mehmet Cavit bey gibi 'ciddiye-tiyle mâruf bir müdürün', babasını çağırması ger-çekten 'mühim bir sebebe mebni olmalı'. Öğledensonra, gittikçe hızını artıran sulu sepkenin altında,bir arabaya atlayıp, idadi'ye gidince, 'Alman' Ziyabey 'tevahhuşla' öğrendi ki sebep adamakıllı önem-lidir.

Cavit bey'le azçok 'aşinalığı' olmuştu : okuldasöyleşirler, Şehir Kulübü'nde rastlaştıkça selâmla-şırlar. Ünlü bir kişi, Selânik'in 'medar-ı iftiharı'. Fey-ziye idadisi'ndeki müdürlüğünün dışında, yeni açılanMekteb-i Hukuk'ta 'İlm-i Servet' okutuyor, 'takrirle-rini' öve öve bitiremezler. Dahası 'muharrir', dört.ciltlik koskoca 'İlm-i İktisat'ın 'müellifi'. Biraz 'hot-pesent' deniyor, çevresindekilere yukardan bakar,böbürlenmeyi severmiş. Olabilir. Ziya bey'e o gün,böyle davranmadı: kapıdan girdiğini görür görmez,elini sıkmayı 'şitap ediyor', ince yüzüne bol gelenbıyıkların altından nezaketle gülümseyerek, 'zahmetverdiğinden dolayı' özürler diliyor. Önce 'istifsar-/hatır', cıgara ikramı, arkadan birer orta şekerli kah-ve. Camlarda kar değdiği her yeri çamura bulaya-dursun, içerde canayakın çini soba sıcaklığı, hafifbir ısınmış maroken kokusu, koridorlardan 'tenef-füsün' bittiğini duyuran ziller.

Cavit bey soruna sakınarak yaklaşmıştı. Bir za-man Ahmed'i göklere çıkardı: çalışkanlığını, zekâ-

175

sini, 'sür'at-i intikalini'. Az sonra 'refiki, 413 Münifefendiye' geçiyor: yaşına göre 'mütekâmil' çocuk,'münhasıran dersleriyle iktifa etmez', gözü dünyayaaçık, 'Memalik-i M ahruse-i Şahane'nin hâl-i pür -melâli bağrını hûn ediyor', iki ahbap çavuş, bunları

karışmasıyla önlenmiştir, iki! Gerçekten, başta Mek-teb-i Hukuk Müdürü Azmi bey, Müderris Manyasi-zade Refik bey, Müderris Gümrük Müdürü Hacı Adilbey, ayrıca hem Feyziye idadisi Müdürü, hem deilm-i Servet Müderrisi olarak o, gerekli her girişimi

Page 89: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 89/192

aralarında söyleşmekle yetinseler sorun morun çık-mayacak, gel gör ki, Mekteb-i Hukıık'taki ağabey-lerinin 'güyâ teşkil eylemiş olduğu bir cemiyet-i ha-fiye intisabı düşünmüşler, vaziyet burada vehamet

kesbetmektedir'.Ziya bey, o dakika 'füc'eten' ölebilirdi, nasıl öl-

medi, hâlâ şaşar. Esmer suratı büsbütün karardı,şakaklarında o 'muannit' zonklama, alnında beliri-veren mavi damar, tıp tıp atıyor. Son yıllarda, Ab-dülhamid-i Sani'ye karşı birtakım gizli örgütierin ku-rulmuş olduğu, onun da kulağına gelmişti; 'ecnebi'memleketlerde 'jöntürklerin' tek durmadıklarını, o dabiliyor; zaman zaman, onun postasından da, gaze-te, dergi, bildiri, çıkmıştır ama, bunları bilmek baş-ka, 'idadi talebesi' oğlunun böyle bir belâya bulaş-tığını duymak başka!

Hem de kimin ağzından duyuyor, 'bizzat' İdadiMüdürü'nün :

"— ...efendim vak'a Manastır'a irsal olunan birmektup üzerine, evvelâ polis Müdüriyeti'ne, bilâhareCihet-i Askeriye'ye intikal etmiş! Bir hukuk talebesi,Manastır'daki akrabasına, bir cemiyet-i hafiye azaolacağını yazıyor. Ne gaflet Yarabbi! Akrabası olanzat —ki Adliye'de memur imiş—, keyfiyeti derakapmakam-ı aidine ihbar etmiş. Mabadını tahmin eder-siniz : tahkik at, tah kikat ... Neticede Mekteb-i Hu-kuk'tan on, onbeş kadar efendi, 13. Kolordu zabita-nından, yüzbaşı mülâzım seviyesinde bir o kcıdarzabit, taht-ı nezarete alındılar. Tahkikat seyrinde,Hukuk talebelerinden birisi, güya bizim idadiden ikiefendiyle rabıtalı olduğunu itiraf etmiş, 413 Münif'le317 Ahmet! Ben vaziyete bu mertebede müdahaleettim..."

Cavit bey, açık açık söylemese de, iki şeyi us-talıkla belli ediyor; 'kalben' çocuklardan yanadır,bir; çok ' ciddi bir felâket, hocaların zamanında işe

130 176

yapmayı görev bilmişler. Olay örtbas edilmiş, öğ-renciler serbest, Münif'l e Ahmed 'istin taka dahi'çağrılmadılar. Merkez Komutanı Miralay Nâzım bey,bazı subayları gözaltında tutmaktaymış ama, bir za-

rar gelmesi 'melhuz değilmiş'. Ziya bey, bilgi edin-mesi için çağrılmış oluyor, bir de Ahmed'in deneti-minde daha 'müteyakkız' davransın diye! Bir dahakisefer, kimin eline düşeceği belli mi, maazallah ço-cuk da 'perişan olur', ailesi de...

Sözün ucu aileye dokununca, bilinmez hangiçağrışım, Cavit bey'i belli belirsiz gülümsetmişt i :görünmesiyle kaybolması bir olan, sevinçten çokkonunun değişeceğine, daha rahat, daha hafif bir konuya geçileceğine işaret soylu bir gülüm-semeydi bu. Düşündüğünü, bekletmeden söze döktü :

"— ...efendim nerden nereye, ihtimal 'aile' ke-limesi tedai ettiriyor: aileniz, Selânik'in güzide aile-leri meyanındadır, geniş muhitiniz olmak iktiza eder,

acaba yakinen tanıdığınız asri terbiye görmüş, elfazıdüzgün bir hanım kız mevcut mu? Malûm-u âliniz,Halıcızadeler'in mahdumu yakınlarda Paris'ten av-det etmişti, teehhülü mevzubahis imiş, eşdost ara-sında bana da söylediler, lâkin Dersaadet'te geçir-diğim seneler, beni Selânik'e adeta yabancı eylemiş,kimseyi bulamıyorum, bu itibarla himmetinize sığın-mayı muvafık gördüm, tavassutunuzu rica edebilirmiyim?"

Tanrı biliyor: sözün döküldüğü 'mecra'dan' Ziyabey hayrete düştüyse de, kızına ilişkin bir sorunolabileceğini aklına getirmemişti. Çıkardığı ilk anlam,söyleşinin sona erdiğini, Cavit bey'in 'kendisinemahsus nezaketiyle' ima ettiği oldu. Bu yüzden, ge-lişigüzel vaadlerle İdadi'den ayrılıyor. Konunun dal-lanıp budaklanması, çeşitli doğrultularda ilginç ge-lişmeler göstermesi, daha sonradır: iyice alçalmışbulutların içinde sanki yüzerek, arabayla Şirket'e dö-

nerken başlayıp; kademe kademe, 'vuzuha' kavu-şuncaya dek sürer gider.

Cavit bey, 'izdivaç tavassutu nda' bulunacakadam olmadığını, kestiremez mi? Kestiremez olurmu, kestirir elbet. Üstelik, onun kişiliği de bu türaracılıklara elverişli sayılamaz Öyleyse sözü bura

Page 90: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 90/192

aracılıklara elverişli sayılamaz. Öyleyse sözü bura-ya getirmesinin bir 'evveliyatı' olmalı: Ziya bey'inaranılan 'evsafta' asrî terbiye görmüş, elfazı düzgünbir kızı olduğu nu, dünya âlem biliyo r. Halıcızade

'Köse' İsmail bey, haydi haydi bilir. İster misin bun-lar, Cavit bey'i araya koyarak, 'zemini' yoklamış ol-sunlar? Çünkü Cavit bey, Avukat Karasu efendi'nin,yakın dostudur; Avukat Emanuel Karasu ise, yıllar-dır 'Köse' İsmail bey'in vekili. Allah Allah! Neveser'-in başına talih kuşu mu konuyor? Ziya bey, kızınınHalıcızadeler'e gelin gitmesini, ister istemez talihi-nin açık olmasına bağlayacaktır. Onun gibi, 'bulun-duğu mevkie binbir müşkilâtla pençeleşerek ulaş-mış bir kasaba çocuğunun gözünde', Halıcızadeler'e'dünür olmak' ne demek? Hayalini bile kuramazdıböyle bir şeyin, başkaları hatırlamasa da, 'Köse' İs-mail bey, onun Baron Hirsch'in el ulağı Serfice'li Ziyaolduğunu hatırlamaz mı?

Ziya bey'in kaderi, tuhaf ama, Rumeli şimendi-ferlerinin kaderine, koşut: Avusturya'nın,  Doğuyaaçıiış/Drang nach osten  politikasını benimsediğigünler! Balkanlar'a Rusya'dan önce dalmak istiyor;bu amaçla bölgeyi, demiryolu döşeyerek, Viyana'yabağlamayı öngörmüşler. Baron Hirsch, salkım salkımkır favorileriyle, tam o sırada ortaya çıkıp, Saray'-dan hattın imtiyazını koparır. Hem de ne kilometregüvenceleri, ne ödeme kolaylıkları, ne elverişli ko-şullarla! Serfice'li Ziya o tarihte, eli ayağı buz kes-miş, parmak uçlarına hohlaya hohlaya, geceleri Ara-bacılar Kâhyası'nın yanında çalışıp; gündüzleri oku-la giderek, Selânik İdadisi'ni bitirmeye çabalıyordu.Babası '93 Harbi' şehitlerinden. Annesine kalan ara-zi, geçimlerine yetmez; 'çocuk' gelmiş, Selânik'te'istikbal' arıyor. Baron Hirsch'in Rumeli DemiryollarıKumpanyası'na, bu yüzden mi gözü kapalı girmişti :

 Alman lar a, 'ade ta fıt rat en' kanı nın kay nam ası nda n

178

mişler. Olur a, Dersaadet'e Alman askeri heyetleri-nin biri gidiyor, biri geliyor: Zât-ı Şâhâne, 'Fransız-ları düçar ettikleri o kahhar mağlubiyeti müteakip',Kaiser'den, 'orduyu ıslah ve tensik etmek üzere',yetenekli komutanlar göndermesini istemiş : önce

deygin söylevler çekiyor. Yanılıp yakılıp Almancası-nırı 'mükemmel iyetini' övmesinler, ikinci, üçüncüdubleler, ufukta hazır.

Selânik'e dönünce, Kumpanya onu MuhasebeMüdiiriyeti'nde 'muavinliğe' atadı; git git, 'müsellem'

Page 91: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 91/192

y g şVon Kaehler'i göndermişler, arkasından BinbaşıColmar von der Goitz'u; bu ikisi, daha evvel Os-manlı Ordusunda eğitmenlik etmiş, Helmuth vonMoltke'nin attığı temeller üstüne, yepyeni bir Prusya

düzeni kuruyorlar! Osmanlı subayları, bu düzeni yü-rütmeyi öğrensinler diye Berlin'e çağrılmış. Az buzda değiller hani, Ziya bey birkaçıyla canciğer arka-daş olmuştu, 'bilâhare yüksek mevkilerde bulundu-lar', birisi, o zamanki Binbaşı Settar Manastır, 'el-yevm Erkân-ı Harbiye-i Umumiye'de istihbarat Daire-sinaedir...'

Ya Ruhr Havzası'na yaptığı 'seyahat', onu unu-tabilir mi? 'İklim râtıp', kömür kokan ağır sis, fab-rika bacalarının 'muazzam' ormanını gözden siliyor,böyle bir manzaranın etkisinde kalmamak olası mı?Merak bu ya, bölgedeki ünlü Krupp 'sanayi-i haıbi-ye' fabrikalarının, Devlet-i Aliyye'ye beşyüzü 'müte-

câviz' ağır top 'imal ettiğini' öğrendi, buna 'ilâveten'beşyüz kadar sahra topu, elli 'adet' havan. Bu ka-dar mı, hayır: Elbing'te 'kâin' Schichau Tersâneleri'-ne, sayısı belirsiz torpido; Mauser und Loevve silâhfirmasına da, yarım milyon tüfek ve ellibin karabinasipariş edilmiş, öyle ki, Devlet-i Aliyye bir yılda han-diyse iki buçuk milyar marklık 'esliha ve teçhizat'satın almış oluyor.

Neyi kanıtlar bu? Elbette, 'Padişahımız efendi-mizin' Almanya'ya güvenini! Ziya bey, sararmış yap-rakları soğuk 'Teşrin' rüzgârlarıyla savrulan ıhlamur-ların, ulu karaağaçların altında, 'münzevi münzevi',dolaşırken; Zât-ı Şâhâne'yle aynı güveni taşıdığın-dan 'sürür' duyuyordu. Hele Kaiser II. Wilhelm ve

'maiyeti erkânının' Dersaadet'i 'teşrif buyurdukları-nı' gazetede okuduğu gün, 'fart-ı saadetten' ölecek-ti. Her rastladığı Alman'a, önüne gelen ilk birahane-de köpüklü dubleler ısmarlıyor; Mancini piiroları su-nup, memleketinde Almanların ne kadar sevildiğine

130

dürüstlüğü ve 'malûm' çalışkanlığıyla 'temayüz' ede-cek, hatta 'enspektörlüğe' kadar yükselecektir. Hat-tı Fransızlar işletiyor ya, müfettiş yerine 'enspektör'demeyi benimsemişler: enspektör aşağı, enspektör

yukarı! Yapılan işin niteliği aynı da olsa, Fransızcasöylenişi daha etkileyicidir, bunu 'tecrübesiyle' bi-liyor :

"— ...meşguliyet rnevzııunuzu kerem buyursay-dınız, mîrim?"

"— Bendenizin mi efendim? Estağfirullah! De-miryolu Kumpanyası'nda enspektörüm."

"— Demiryolu Kumpanyası'nda enspektör ha?Fevkalâde, fevkalâde! Allah daha büyük muvaffaki-yetler ihsan etsin!..."

Kelime sanki sihirli, yeni tanıştıklarının davra-nışı duyar duymaz değişir, 'nazarlarında şahsiyeti-nin bambaşka bir ehemmiyet iktisap ettiği' besbelliolur. Kolay mı canım, ömürlerinde ilk defa bir ens-pektör görüyorlar. Ne saklamalı, Ziya bey içisııabundan memnundu. Hayatından da! Maaşı dolgun,saygınlığı yerinde, 'istikbali müemmen', şu bekârlı-ğın sefaletinden de yakayı bir sıyırabilse!...

Hayır hasenat sahibi dostlar araya girip, o müş-külü de çözüverdiler: Azrail de yardım etti : 'sâbık'Gümülcine Kadısı Drama'lı Agâh bey, ansızın sizlereömür: mübarek adam, sabah karanlığında namazakalkmış, abdestini alacak, gusülhaneye yığılıveriyor.'Sekte-i kalp' imiş! 'Ecel gelmiş cihane, baş ağrısıbahane!' Allah rahmet eylesin, 'nekre' bir zattı, 'me-lâmî' denilmiştir. Namazında niyazında, nur yüzlübir dul bırakıyor, 'namusu mücessem' gelinlik bir

kız, epeyce mal mülk! Başka çözüm aranır mı? Akılie:n 'tarik' bir: 'helâl süt emmiş bir bey, kerimesiSeher hanımla başgöz edilip, içgüveysi alınacak'.Ziya bey bir sabah uyanıyor ki, o ne, 'sâbık' Gümül-cine kadısı Agâh bey'in konak yavrusunda, yan ge-

181

r

lip yatmış; Seher hanım'ın 'helâli', sonradan kızıninda oğlunun da 'Haminne' diye yere göğe koyama-yacağı Zerefşan hanım'ın damadı ve 'vekil-i umu-misidir'.

Selânik Arabacıiar Kahyası'nın 'gelberisi' Ser-ficeli Ziya, uykusuz geceyarıları, sıcak sıcak fışkı

Kıyorsun Anadolu Demiryolları Şirketi kurulmuş!Saray'dan 'imtiyazı' alır almaz, döşedikleri raylarla Alman lar, Dersaade t'i Anado lu bozkırının taa içle-rine bağlıyorlar: İzmit, Adapazarı kapı komşusu olu-veriyor, Eskişehir'se yakında bir şehir. 'Himmetleri

Page 92: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 92/192

y , y g y , şve saman kokan 'beylik' ahırlarında, soğuktan du-manı tüten beygirlerin koşumlarını indirirken, ne ha-yaller kurmuş, ne 'emeller' beslemişse, gerçekleş-mişti : Selânik'in 'marûf simâlarından, 'Alaman' Ziyabey, Rumeli Demiryolu Kumpanyası'nda enspektör.Şehir Kulübü azası'; ailesine düşkünlüğü dillere des-tan, yazları çoluk çocuk Dersaadet gezmesine gi-derler, evlerinden misafir eksik olmaz, daha iyisican sağlığı! Neveser'in iki yaşına bastığı yıl mı ne,Münich'lerden Schvvester Magda getirilmiş; onıın,ondan sonra dünyaya gelecek Ahmed'in, hem sağ-lığı, hem 'tahsil ve terbiyesi'; lâhana kalçalı, lâhanabeyazı bu 'tendürüst' kadına, emanet edilmişti, ikiçocuk da, ana dilleriyle birlikte, çatır çatır Almancaöğrendiler. Mahalle komşularına bakılırsa, evin içi,zaten 'Almanya': elmalı Alman çörekleri, Bavyeraşaraplarr, cilt cilt kitaplar vs. Bunlara Ziya bey'in,

elinde olmaksızın 'muhaverelerine' kattığı, Almanyaanıları eklenirse; Selâniklilerin ona, 'Alaman' Ziyabey adını takması, yadırganır mı?

"— ...efendime arzedeyim, Alamanya'da zapt-ü-rapt esastır, herşey onunla kaim, mülkün servet vekudreti zapt-ü-rapt üstüne müesses, binaenaleyhbendenizin o gece Berlin'de tesadüfen şahit oldu-ğum vaka..."

Ya da, daha ciddi ve kararlı: "— ...koca ReşitPaşa merhum, Devlet-i Aliyye'nin kaderini, İngilteredevlet-i fehimesinin avuçlarına terkeylemiştir; hal-buki devletin bekâsı, muhkem bir Almanya ittifakiy-le teminat altına alınabilir, gerek İngiltere'ye, gerek-se Rusya'ya karşı..."

Bunları söylerken, sanki Abdülhamid-i Sâni'nin'hislerine tercüman oluyor': Devlet-i Aliyye, Kaiser'in

 Almanyasıy la, her gün biraz daha, içiçe girme kte-dir: Rumeli Demiryolları'nın ardından, aa, bir de ba-

239

y , ş y şvar olsun!' Derken, Düvel-i Muazzama'yı birbirinekatan, o 'devâsâ' Bağdcıd Demiryolu Projesi! "Hari-kulade bir tasavvur! Ordu-yu Hümâyûn, Dersaadet-ten şimendifere bindi mi, o cehennem sıcağı Ara-bistan çöllerinde kırılmadan, icab-ı hâlinde, şehr-idil ârâ-yı Bağdad'a vasıl olabilecek".

Bu arada Ziya bey'in bir 'temennisi' gerçekleş-miş, Deutsche Bank'ın 'ağabeylik ettiği' bir Almanbankaları gurubu, yüzbin hissesinden seksensekizbinini Baron Hirsch'ten satın alarak, Rumeli Demir-yolu Kumpanyası'nı Alman denetimine geçirmişti.Bu kadarla kalsa, iyi, 'bu Alamanlar öyle gayyûr birkavimdir ki, suret-i mutlakada tuttuğunu koparır'.Deutsche Bank, perde arkasında Krupp Konzern,

 Alman metal endüs tris i mamul lerin i, Osmanlı paza-rına sürebilsinler diye, sırtı sıra şirket örgütlüyor.Gün geçmiyor ki bunlardan birinin 'yazıhanesi', cam-

larında gotik yazıları, masalarında kuzey sarışınıkâtipleriyle', Osmanlı limanlarının dağdağalı rıhtım-larında, 'arz-ı endam' etmesin! En önemlisi, Ittihad-ıİhracat Şirketi, 'beynelmilel tescili' Export - Verband,merkezi Hamburg, şubeleri İzmir, Mersin, Halep,Beyrut, şam vs. Ayrıca Âsitâne'de sürekli bir sanayisergisi var, koca koca da depolan. Bir başkası,Memalik-i Şarkıyye Alaman İhracat Şirketi oluyor,'beynelmilel t escili' Deutsch - Orientalis che Export-geselschaft, merkezi Berlin, başlıca şubeleri, Asitâ-ne, İzmir ve Kahire...

Otedenberi, Osmanlı ülkesinde İngiliz, Belçikaya da Fransız malı makina ve 'makina aksamı' kul-lanılırken, sağlamlıklarıyla kısa sürede ün yapan

'Alaman' makinaları 'piyasada' üstünlük sağlıyorlar.Nasıl sağlamaz, 'bilumum' Ege ve Doğu Akdenizlimanlarında, yeni kurulmuş, gittikçe büyüyen Al-man deniz taşımacılığı şirketinin şilepleri, ha bre malboşaltıyor: daha ucuz, daha dayanıklı. Taşıma nav-

183

lunu da Almanya'ya kalsın diye örgütlenmiş olanbu şirket, Alaman Seyrisefain İdaresi'dir, 'beynelmi-lel tescili' Deutsche Levant Linie, merkezi Hamburg,şubeleri Âsitâne, Selânik, izmir, Mersin, Beyrut, vb...

Zamanla Selânik'te bir Alman çevresi oluşmuş-tu : konsolosluk 'mensubîni' Baron Hirsch okulu ve

layamaz ki! Onun ilgi alanına henüz, saçiarı mısırpüskülü Bavyera bez bebeklerinden, şapkaları tüylüTyroll çobanı biblolarından, 'Hamınne'sinin doksan-dokuzluk teşbihinden başka birşey girmiyor. Ha birde kedisi, annesinin Zerişte adını taktığı kınalı sar-ınan : bütü n gün çini soban ın yamacın da uyur çok

Page 93: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 93/192

tu : konsolosluk mensubîni , Baron Hirsch okulu vehastahanesinin öğretmen ve hekimleri çekirdeği ol-du bu çevrenin; Alman bankaları, demir ve deniz-yolları kuruldukça çekirdek kök sürdü, filizlendi,

enikonu dallanıp budaklandı. Neveser'le Ahmed'inçocukları; 'beyzî' gözlüklü, saçak favorili 'unkel'-ler; korselerine sığamayan, tombul, eteklikleri hışır-tılı 'tante'ler arasında geçmemiş midir? Ziya beysağ olsun, şehirdeki olanca Almanı sık sık Selâm-lık'ta toplar, 'medeniyet öğrenirler' diye, karısını veçocuklarını, bu toplantılar da bulunmaya zorlardı.Doğru dürüst dil bilmeseler de, 'ecnebiler' arasındabunalsalar da! 'Ev sahibeliği', ister istemez, Schvves-ter Magda'ya düşüyor; o da —'Hamınne'nin deyi-miyle— kıl pranga kızıl çengi ortalarda salınıp, doğ-rusu bu rolü fazlaca benimsiyordu :

"— ...herr doktor Braun, bir parça strudel dahacılır mıydınız?"

"— ...Schubert, ah Schubert! Onu hiç kimse sizinkcıdar anlayarak çalamaz Frau Schlosser, her nota-sının hakkını veriyorsunuz..."

"— ...Neves er mein liefoer,* Tant e Ulrik e'yeguten morgenv* desene!"

Kaba lodos, cihannüma'da açık unutulmuş pan-curları çat çat çarpar, su değirmeninin fırıldağınıçılgına çevirirdi. Selâmlık'ın camlarında, bir tüılüboşanamayan bereketli sağanağın ilk damlaları.İçerde yoğun pipo dumanı, demli çay ve Schubert.Neveser, Tante Ulrike'nin toz pudra kokulu kalınkucağında, biri şehlâ çocuk gözlerini dört açar; ba-basının, 'unkel' VVilIy'yle, Tınkel' Leo'yla böyle niyeöfkeli öfkeli söyleştiğini kestirmeye çabalardı. An-

* "Sevgilim"** "Günaydın"

130

ınan : bütü n gün çini soban ın yamacın da uyur, çoktembel, hiç fare tutmuyor.

Oysa 'Alaman' Ziya bey, 'hassaten şehrin muse-vî mehafilinde' etkisini duyuran, 'farmasonluk'tan

tedirgindi. Tedirginliği kuruntudan doğmuyor, çokşükür ne 'evhamlıdır', ne de 'müvesvis', kanıtlarıysasağlam : 'hafiyyen' kurulan Mason locaları, 'alelek-ser' İtalyan ya da Fransız 'nüfuzu' altındadır; aynızamanda, Zât-ı Şahane'ye 'müteveccih bazı fesathareketlerine', (tövbe, tövbe!) yataklık ediyorlar; budemektir ki, fesat 'maazallah muvaff ak olursa',Deviet-i Aliyye Almanya'dan uzaklaşıp, Fransa, in-giltere, İtalya 'müsellesinin' yörüngesine girecektir.

Bazı akşamlar herkes gider. Konsolos Yardım-cısı Dr. Schlosser yemeğe kalırdı. Ziya bey'le söyle-şileri hiç bitmez. Ne kadar çok bira içiyor. Beyazporselenden, üstünde çivit mavisi gotik harflerle'prosit' yazılı Alman dublesini diktikçe, sarkık sarı

bıyıklarına köpükler bulaşır; yayvan, pancur kırmı-zısı kılcal damarlarla örülü suratında, cin mavisiminnacık gözleri, ışığa tutulmuş cam bilyalar gibiparıldar. Kaiser'in, gizli haber alma örgütünden ol-duğu, boşuna fısıldanmıyor; onun saptamaları dailginç : Selân ik't e iki loca, Türk ve Musevi ileri ge-lenlerini 'sinesinde' toplamaktaymış; birisi Mace-donia Risorta locası bunların, italyan 'obediyansın-dan', üyeleri arasında Mithat Şükrü, ManyasizadeRefik, Kâzım Nâmi ve Ferit Aseo beylerin bulunma-sı, 'kuvvetle muhtemel'; ikincisi, 'Fransız obediyan-sından' Veritas locası, ki Maşrık-ı Azamı DavavekiliKarasu'ymuş, Posta Telgraf Başkâtibi Talât, ismailCanbulat, Mustafa Necip, Cemal beylerle, Hoca Feh-

mi efendiyse, üyeleri. Bu 'zevâtın', Memcılik-i Şahcı-ne'nin gerek içindeki, gerek dışındaki, jöntürk çev-releriyle ilişkisi göz önünde tutulursa; mason loca-larının da, jöntürklerin de, hem Zât-ı Şahane'ye, hem

185

Page 94: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 94/192

kalabalık yankılarını ıç mahallelerden paldır küldürbahçeye yığarken, o, genç kızlık odasında, Hamın-nesi'nin Teravih'ten uzayıp gelen dualarıyla Sahur'ubeklerdi. Söylese de, söylemese de, içindeki müslü-manlıkla dışındaki frenkliği n tedirginliğini yaşıyor.Hamınnesi'ni n. günah saydığı ne varsa, Schvvester

bir kalem efendisi ağırbaşlılığı sindi. Acaba 'üstle-rine' demek doğru mu? Çünkü başı ağırlaşan, Ah-med'den ziyade Münif'tir; Ahmed fırsat buldu mu,yine evin 'nazenin' kedisi Zerişte'yi, değirmenin te-pesinde kovalar; Hamınne'nin teşbihini, havanın içi-ne saklayıp aratır; daha akla hayale gelmedik, türlü

Page 95: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 95/192

Magda, 'kibar yetiştirilmiş hanımların görgüsü gere-ği olduğunu' söylemiyor mu?_Schwester Magda'nınyap dedikleriyse Hamınnesi'nin, omuzlarına bembe-yaz dökülen bürümcük tülbentini uçura uçura, ayıp-ladığı şeyler.

 Aklı erip, içinde çırpındı ğı huzursuzluğa anne-sinden çare sorunca, Seher hanım, renksiz yüzündebüsbütün belirsizleşen ince sarı kaşlarını hafifçe ça-tarak demiştir ki:

"— ...Haminnene hörmette kusur etme, Sch-vvester Magda'nın dediklerini yap! Haminnen mazi-dir, Schvvester Magda, âti: yoksa baban Selâmlık-taki nâmahrem sohbetlere iştirakimizi o kadar arzueder miydi?"

Seher hanım onu fazladan, düzenle izlediği Ser-vetifünun dergilerini okumaya alıştırmıştı. Cenab'ınve Fikret'in şiirlerini; Halit Ziya'nın romanlarını. Öy-le ki, daha on onbir yaşlarında Neveser, annesininHarem'deki misafirlerine, Rübab ı Şikeste'den, Ya-kazat-ı Leyliye'den şiirler okurdu. Böylece Hamınne-si'nden edindiği rüyalara, annesinden edindikleri ek-leniyor: 'hazan yapraklarının' uçuştuğu, 'mütever-rim' sevdalıların hıçkırdığı, karanlıkta 'hicranlı' piya-noların —ki 'bî-şüphe onu bir kadın çalıyor'— beliripkaybolduğu bir 'edebiyat-ı cedide' rüyası, yazılma-mış "bir roman!

 Ahmed'i n 'ip tida i'den beri sıra arkadaşı Münifde günün birinde, şiire merakı yüzünden Neveser'inilgisini çekecektir. Gerçi bu hardal sarısı oğlanıepeydir tanıyor, Ahmed'le sıkıfıkıdırlar, yazları çar-

dağın altından iri lâkırdıları eksik olmaz, kışları Se-lâmlık'ta beraber ders çalışırlar; ilk yıllar boyuncasapanla kuş, kira sandalıyla balık avına çıkarlardı, 1

git git, Feyziye öğrenciliğinden midir nedir, üstlerine

130 188

y p ; y g ,'paskallık' yapar. Münif öyle mi? Hanidir koltuğununaltında kitapsız dolaşmıyor. Dengini düşürdü mü,lâfı döndürüp dolaştırıp son okuduğu şaire getire-

cektir: ya ezberden bir iki mısraı akıllıca araya so-kuşturacak, ya da Neveser'e hoşgörülü bir dalgın-lıkla bakıp, istiyorsa kitabı ona verebileceğini söy-lemeyi unutmaksızın. Neveser'in 'Hatıra Defteri'naeMünif'in adıncı, iik defa o tarihte rastlanır. Birazhayret, epeyce şefkat, daha çok 'istihzayla' sözünüediyor: daha dün Ahmed'le koşmaca oynayan ço-cuk, bugün Cenab'ın şiirlerinin nasıl tadına varabi-lirmiş diye. Tuhaf! Mehtaplı Haziran geceleri, ayışığıbahçede masmavi bir çanı gibi^ çmlar^^orunmezkuşlar, şamatalSriylâ tedirgin, kıpır kıpır ağaçlardakıpırdarken,, .saoki o da onlcırld birl ikte saklambaçoynamamış!

Yaşça büyük olması 'ablalık' taslamasına yeti-

yordu. Münif'in katlanamadığı, mutlaka bu. Durupdururken bir 'resmiyet' çıkardı, cırtık 'siz' aşağı, 'sız'yukarı : Sizce bir mahzur mevcut değilse, o şiiritebyiz edebilir miyim? Sizin şiir telâkkiniz nedir?Sizce hayatta muvaffakiyet neye vâbestedir? Siz.Siz. Siz... Neveser kızsın mı, gülsün mü kestiremi-yor. Bu iki 'çocukla' ilişkisi, 'yeknesak' hayatındaeğlenceli tek oyun; Münif'in ansızın 'münevver' cid-diliğine bürünmesi oyunu bozmuyor ama, ne de ol-sa şey...

Bir akşam üstü, yaz, çardağın altında çay iç-mişler. Uzun uzun edebiyat söyleşilmiş. Münif, Ab-dülhak Hamid'in Tarık bin Zeyad'ından ünlü tiradı,bir solukta ezbere okuyor: "— Endülüs hükümda-rânının hazineleri içindesin Tarık!..." Sesinde garipbir vekar, çehresinde yakıcı sarı bir ışık ; sanki pi-rince güneş vurmuş. Neveser o gittikten sonra kar-deşine, tavrını yadırgadığını söyleyecek oldu, niye

Page 96: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 96/192

rı. Asılsız astarsız kara çalmalar. Neveser hele da-mat 'namzedini' gözleriyle görsün, böyle olduğunuşıp diye anlayacak...

Bu amaçla, bir tesadüf 'ihdas' ediliyor, ittihatve Terakki Komitasfnın, bölgedeki yabancı konso-losluklara gizlice bildiri dağıttığı günler mi, onun

dedenin pederi, Şeyh Nureddin Receb efendi haz-retleri, —nur içinde yatsın—, Drama Mevlevihane-si'nde postnişin imiş! Davul bile dengi dengine vu-ruyor, birbirinizin küvfü değilsiniz..."

Damadı da gözü tutmuyor; "— ...bu Abdi bey'i,Kadı deden bab adam saymazdı. Allâk, işret düşkü-

Page 97: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 97/192

hemen ertesi mi ne, nemli bir öğle sonu, 'Apotiker'Petridis'in Sabribey caddesindeki eczanesinde 'rast-laşmış' oluyorlar. Hamınne'nin romatizmalarına

Sloan's yağı (halkın çoğunluğu gibi Zerefşan hanım'Palabıyık yağı' demiyor da, nedense 'islivan yağı'diyor buna) alacaklarmış, Schvvester Magda'ya daCordial. Bahane bu. İçeriye bir giriyorlar, Allah mu-hafaza bir ecza kokusu sağı solu kuşatmış, yağmuryüklü bulutların dehşetinden camlar silme buğu.Yaşlı yahudi kalfa Yasef efendi 'tembihli' olmalı, iyi-ce ağırdan alıyor; 'matruş' suratında 'manidar birtebessüm', çevresinde dalgalana n yoğun teintured'iode kokusu. Neveser, o aralıkta Abdi bey'i yarımyamalak görebildi : Petridis'in yanıbaşında, kısaboylu bir 'bey'. Katran siyahı saçları, parıl parıl ar-kaya taranmış. Kalıplı fesi, tekgözlüğü, alafrangabıyıkları, ilk bakışta dikkati çekiyor. Hele giyimi, ku-

sursuz : tam 'Paris şıklığı'. İki erke k, araları nda ko-nuşuyorlar ; Petridis, telkadayıf bıyıklarının altından,kocaman kocaman gülümsüyor. Abdi bey'in sesiyüksek, asidli, Fransızcası havalı, bcıkışlarıysa 'fe-lâket'.

 Akş am, dua lar ın gizeml i yaşa ntı lar ını fısır fısırsürdürdükleri cihannümada, 'intibalarıni' Hamınne-si'ne anlatırken Neveser diyor ki :

"— ...göz göze geldiğimiz lâhza, ziyadar biraynaya bakmış gibi oldum : gözlerim kamaştı, etrafıgörmek imkânsız!..."

Haminne sorunu, hiç ummadığı bir yanından cil-di; sedef teşbihini, uzun parmaklarından su gibi akı-

tarak, dedi ki :"— ...bir kere Halıcızadeler'in zadegânlığı lâf-

ta, bunların yedi sülâlesi halıcıdır, yâni esnaf! Sen,bugüne bugün, kişizadesin, soyyerden : deden kadı,

130

nü diye vasfettiğini hatırlarım. Hem dinimizde,   'kuüîkassîr-ün fitne' denilmişt ir ki, kısaların fesadındanhazer et manasınadır".

Neveser, Petridis'in eczanesiyle ev arasında,nemli ve kaba rüzgârı, tenindeki gözeneklerden, da-marlarına mı almıştı? Vücudunun derinliklerinde, gizligizli vınıldadığını duyumsuyor; bundan mıdır nedir,gittik çe hafiflediği, insanların günlük kaygılarından,yersiz kuruntularından sıyrılıp, tüy gibi havalandığı"zehabına' kapılıyordu.

Hamınnesi'ne, baştan savma bir cevap verdi:"— ...boyca kısadır filhakika, lakin etvarındaki

vekâr, sesinin mehâbeti, bunu ziyadesiyle telâfi edi-yor".

Bir an durumu annesine açmayı düşündü, dahaönce konuştukları aklına gelince, vazgeçti. Ne demiş-ti ona, Seher hanım : "— ...hamınne'ne hürmette ku-sur etme, Schvvester Magda'nın dediğini yap : hamin-nen mâzidir, Schvvester Magda âti.. .". Babası da,geleceğini güvenceye almak amacıyla, 'alelacele' sözkesmedi mi? Bir telâş, düğün hazırlıklarına başladı-lar. Memleketin ne olacağı 'meçhul'. Makedonya kay-nıyor. Neler işitiyorlar, neler: Jöntürkler'in İttihat veTerakki Cemiyeti, Selânik merkezinden başka, Ma-nastır, İşkodra ve Yanya'da 'alenen' faaliyete geçmiş.Üyelerinin 'kısm-ı küllisi' Üçüncü Ordunun genç su-bayları. Bulgar komitacıları da onları destekliyormuş.Daha kimler canım, mason locaları, 'amele makulesi',ecnebiler!

Halıcızade Abdi bey, 'cemiyet'in yoğunlaşan iş-

leriyle öylesine 'mahmul', çevre il ve ilçelerde öyle-sine mekik dokuyor ki, doğru dürüst bir araya ge-lemiyorlar. Yerine, armağanları geliyor. Akıl almazşeyler! Nohut iriliğinde incilerden, üç dizi gerdanlık

193

mı? Ortalığı 'alâim-i semâ' renklerine boğan, iri tek-taş pırlanta yüzük mü? Neveser'i asıl, Abdi bey'inParis'te kullandığı Fransızca kartvizitler le gelen,'muazzam' gül buketleri fethediyor: koyu al, canfesmi demeli, elini sürsen, boyayacak; ya da, damardamar turuncuya çalan, çarpılmış yumurta sarısı.F öğ diği l d h fl ! Eld

rının haftası mıydı ne; ikindi üstü, yalının haremin-de söyleşi iyice koyulaşmış, halayıklar harıl harılmisafirlere. Mercimek Nine'nin mürdüm eriği 'mu-rabbasını' ikram ediyorlar. Pek ünlüdür! Küçük Val-de, gümüş zarflı yeni fincan takımlarını göstermekbahanesiyle, Neveser'i dışarıya çağırdı. Elinden tut-tuğu gibi doğru denizüstü odaya Heyecandan öle-

Page 98: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 98/192

Fransızc a öğrenm ediği ne nasıl da hayıflanı yor! Eldelügat, Schvvester Magda'yla, kartvizitin arkasına çi-ziktiri lmiş mısraları, zarzor çözüyorlar. Alfred deMusset'nin galiba.

Birbirlerini hiç mi görmüyor lar? Görmemelerilâzım. 'Köse' İsmail bey, nikâhtan önce görüşmele-rini istemedi, uğursuz sayarmış! 'İtikat işte'. Neve-ser'in babası, ileri fikirli filan ya, ses çıkarmıyor:hele bir evlensinler, görüşecek dünya kadar vakit-leri olacakmış! Yalnız, 'söz kesildikten' sonra, 'dü-nürlerin' 'günübirlik' ziyaretleri başladı. Haremdenhareme ziyaretler. Bir sefer, Büyük ve Küçük Valde-ler, yalının saltanatlı 'landosuyia' Neveser'lere ge-lirse ; öbür sefer, aynı debdebe yle Seher hanım,Schvvester Magda ve Neveser, Halıcızade yalısınagidiyorlar. Aman ne büyük yalı. Neveser görür gör-mez Hamınnesi'nin Halıcızadeler'e 'asalet' taslama-

sında ki yakışıksızlığı, daha iyi anlıyor . Belleğind ekadıncağızın hayali ufaldı sanki, rengi soldu, geri-lere biryerlere kaydı. Küçük Valde, 'gelinine' yalıyı'bizzat' gezdirecektir: limonluk'tan, taa deniz ban-yosuna! Haziran 'iptidası', camlarda sakız pırıltılıgüneş, pencerelerde sim işlemeli perdeler, koridor-lar halayıktan geçilmiyor. Neveser bu evde mi yaşa-yacak? Herkesin yüzünde 'hayırhah' bir gülümseme,'gelini' pek beğendikleri belli: tu tu tu kırkbir keremaşallah, Allah nazardan saklasın! Elemtere fiş,kem gözlere şiş! Hele mutfakta, gözleri iğne topuzuufak tefek Mercimek Nine, işi 'tütsülemeye' kadarvardırmasın mı? Vallahi zor önlediler.

Bu ziyaretleri n birinde, Neveser, 'müstakbel

zevciyle' görüşüyor: 'mahfice' bir görüşme bu. Her-şeyi Küçük Valide hazırladı, ne de olsa asıl kayın-valde o, oğlunun ısrarlarına dayanamamış! SelânikMerkez 'Kumandanı' Miralay Nâzım bey'i, vurdukla-

130 194

tuğu gibi, doğru denizüstü odaya. Heyecandan ölecek. Hem gülümsüyor, hem işaret parmağı duda-ğında, 'sus' diyor, 'sus'. Küçük Valde, sevimli sakar-lıkları, uçmasın diye tülbendini ısırışı, her işe koşu-

şuyla, Serfice'li Haia'ya benzemiyor mu? Bak, sen!Nereden nereye! Neveser birşeyler sezmedi değil,bir ara Abdi bey'le buluşma olasılığı da aklındanşöyle geçti ama, emin olabilir mi? Merakından çat-layacak. Küçük Valde'nin dili, kapıyı açarken çö-züldü :

"— ...Abdi'ciğime seni öyie medhüsenâ ettik kikızım, dayanamadı çocucak, içerde görmeyi bekler.Vakit azdır, sakın lâfı uzatmayasınız, ben kapıdaduracağım..."

Neveser, yoğun bir sırça aydınlığına dalmıştı:kıpır kıpır denizin, açık pencerelerden yansıttığı gü-neş, odayı ışık sellerine boğmuş. İlk bakışta hiçbirşeyi ayrımsayamadı. Hantal, kadife yumuşağı bir'esans' kokusu, görünmez bir duman gibi, ağır ağırortalıkta dolaşıyordu. Nereden işitmişse, Ahmed,'Damat beyin' pudra ve esans sürdüğünü yetiştir-memiş miydi, doğruymuş! Abdi bey, kokunun için-den şaşırtıcı bir çabukluk, tuhaf bir kılıkla belirdi:sırtında avcı ceketi, kıçında külot pantolon, ayak-larında getrler. Odadaki ışık cümbüşü, bakışlarınıderinlemesine kalaylamış: iki 'ziyâdâr ayna', göz-leri kamaştırıyor.

Söze özür dileyerek girdi:  "— ...kıyafetimdendolayı beyân-ı  itizar   ederim. Fevkalâde günler are-fesindeyiz, mühimce bir vazife deruhte ettim,  unemission  secrete*, az sonra Serez'e hareketimiz mu-

karrerdir..."

* "Gizli bir görev"

Yüksek sesle konuşuyordu. Yalnız yüksek mi,epeyce 'tannan', biraz asabi. Sanki, orada bulun-mayan birisiyle hesaplaşıyor. Hafifçe eğilerek, pen-cereye yakın büyük koltukta, yer gösterdi:

"— Bir lahza buyurmaz mısınız? İhya ederdiniz!''

Neveser, daha içeriye adımını atarken, o fikresaplanmıştı: " Schvvester Magda'nın ikazını niye

kedonya'da hakiki ıslahatın, ancak teşkilât-ı esasi-ye'nin mevki-i tatbike konulmasıyla tahakkuk ede-bileceğine işaret ettik. Abdülhamid'e karşı, bize arkaçıksınlar diye..."

Getrlerin daha da çelimsizleştirdiği, sıska ba-caklarının üzerinde yaylanarak, gidip geliyordu. Dur-

Page 99: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 99/192

saplanmıştı: — Schvvester Magda nın ikazını niyeciddiye almadım? Mavi ipeklimi giymeliydim. Üşen-meyip, muhkem bir topuz yapmalıydım. Düştü dü-şecek, mühmel topuzumla kimbilir ne kadar rükü-şüm? ". Eli ayağı dol aşarak otur uyor. Bir eli topu-zunda, camlarda yüzünü görmeye savaştı, bu güneş-te olası mı? Gördüğü: ışık zenginliğinden, telkârigümüş bir Rum yelkenli; kıyıda, şarkı söyleyerekbalık tutan, hasır şapkalı yahudi:

"Ande... Ande...Namus parakl..."

 Abdi bey, kaş la göz ara sın da ceb ind en alt ın birtabaka çıkarmış, cıgara tutuyordu, "Aman Allahım!Böyle bir şeye, Paris'te senelerce safa sürmüş, Abdibey'den başka kim cür'et edebilir?". Yalnız bu dav-ranışı bile, Neveser'e, ne 'asri' bir hayat vaadettiği-

nin elle tutulur kanıtı."— Kullanmıyorum, efendim!"

O, cıgarasını yakarken diyor ki : "— ...Avropa'-da ziyadesiyle revaç bulmaktadır. Paris'te mukîmOsmanlı hanımları, hayli rağbet ediyorlar".

Eliyle yelpazeleyip, dumanları Neveser'den uzak-laştırdı :

"— ...benim içmemde beis yok ya?"

"— Rica ederim."

Nedense, yapacağı yolculuğun sebebini, açıkla-maya özen gösteriyor:

"— ...malûmunuz Morzteg Projesi, vilâyât-ı se-

lâse'de ecnebi murakabesini ihdas etmişti. Neticealamadılar. Vaziyet eskisinden çok daha vahim. 'Ce-miyet", bu münasebetle, düvel-i muazzama konso-losluklarına, bir lâyiha tevdi etmiş bulunuyor. Ma-

196•

caklarının üzerinde yaylanarak, gidip geliyordu. Durdu, cıgarasının külünü havaya silkeledi.

"— ...keyfiyeti Serez'deki fedakârların ıttılaınaarzetmek iktiza etmez mi? Hey'et-i Merkeziye bu

işle beni tavzif etti..."Dişlerinin arasından Fransızca ekliyor:"— ...c'est un faveur quartd meme!"*Neveser adeta büyülenmişti. Abdi bey gözünde

büyüdükçe büyüyordu. Şimdiden, devletin kaderiyleuğraşan böyle bir adamın hayatında, nasıl yer tu-tabileceğini n derdine düştü, Morzteg Projesi mi?Sahi, bir gece Selâmlık'ta uzun uzun tartışılmıştı.Babasının dediklerini cankulağıyla dinleseymiş, şudakika  dut  yemiş bülbül gibi susmaz, yerini düşürüpiki çift lâf edebilirmiş! Ağzını açamıyor ki! Ya önem-li bir pot kırarsa?...

Başını eğmişti, esans kokusu sihirli bir ağ gibi

çevresini sarınca, kaldırdı. Aaa, Abdi bey elini uzat-mıyor mu? Niyeti nedir demeye kalmadı, o, iki par-mağının sırtıyla çenesini usulca okşayıp, yumuşakve içten olmasına çabaladığı bir sesle :

"— ...birlikte, dedi, osmanlı taşrasının taham-mülfersa hayatını yaşamayacağız. Bunu, bilhassatebarüz ettirmek arzusundayım. Vaziyet tavazzuhetsin, ağleb-i ihtimal Paris'e yerleşiriz, hiç olmazsaDersaadet'e..."

Gülümsedi, tekgözlüğü olanca güneşi toplamış-tı :

"— ...her veçhile asri bir kadın olmanız, şâyân-rtemennidir".

Dişlerinin orasından Fransızca tekrarlıyor:

* "Ne de olsa, bir lütûftur bu"

197

"— ...une femme tout â fait moderne!"*Neveser derhal cevap verdi ama, sesi kulağına

yabancı:"— Gayret ederim efendim"."— Muvaf fak olacağınızdan eminim. Esasen,

Avropaî bir ter biy e almadın ız mı? Ziya bey' in bu hu-

"— Beklesinler efendim! Patlamadılar ya!..."Öfkelenince sesi, yırtılmış metal keskinliğini ka-

zanıyor; değiverse, insanın elini yüzünü doğrar, kaniçinde bırakır. Göz açıp kapayasıya pencereden ko-pup, bir iskemlenin arkalığına ağaçkakan gibi tüne-mişti. Durumu kavrayınca, mahcup ve şaşkın, so-

Page 100: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 100/192

 Avropaî bir ter biy e almadın ız mı? Ziya bey in bu husustaki dikkati, her türlü takdirin fevkindedir".

Tekrar, belirsiz bir hırçınlıkla, politikaya döndü.Kafasını kurcalayan, herhalde o. Ya da siyasal'meşguliyetlerinin', Neveser'in 'indinde' önemini ar-tıracağını kurnazca hesaplamış. Olamaz mı?

"— Rusiya, Balkanlar'da İslav Konfederasyonufikrini telkin ettikçe, bizim için sulh ve selâmet ha-yal-i muhal! Bu itibarla, lâyıhâmızı Rus Konsolosha-nesine tevdi etmedik. Haksız mıyız? Aldığımız istih-barat hakikatsa, Çar'la İngiliz Kralı fevkalâde aley-himize bazı teşebbüsat-ı siyasiye içindeler, bununâmili Yıldız'ın müfrit Alaman siyasetidir, zannetmemki.. ."

Cümlesini askıda bırakıp sustu. Pencereden dı-şarıya baktı. Neveser de bakıyor. Telkâri gümüşRum yelkenlisi kaybolmuş. Bahçe kapısının önünde,

atları huysuzlanan bir fayton. Kıyıdaki balıkçı, in-sanı rahatsız eden kof sesiyle, acayip şarkısını sür-dürüyor :

"Vardar kapısındaben gördüm onimavidir şalvarıkırmızı donidavi davinamus paraki..."

O sırada Küçük Valde kapıyı önce tıkla tmış ,sonra aralamıştı. Başını uzatıp, oğluna sesleniyor:"— ...Abdi, Abdi bak, Hayri bey'le Kâmil efendi gel-mişler. Faytonları kapıda, Karasu'nun yazıhanesine

gidecekmişsin..." Abd i bey, küs tah ve şir ret , bir den pa rl ad ı:

* "Tamamiyle modern bir kadın"

130 198

ruyor :"— ...Serez'e gitmiyor muyduk? Nereden icap

etmiş, acaba?..."

Küçük Valde, tülbendinin ucunu dişleriyle tut-tuğundan, söylediklerini zor anlıyorlar: "— ...bilirmiyim evlâdım? Kâmil efendi burada, o anlatsın!..."

Bu defa, kapının ardından, Kâmil efendi'nin tah-ta gibi sesi:

"— ...a be beyzadem, epsi urdadır, bütün bey-ler : Cavit bey, Tâlat bey. Acı Adil bey! Epsi zâtınızıbekler. Ayri beylen beni gönderdiler, tez alıp gelesindiyerek! pindik paytona, bi koşu geldik."

 Abd i bey Neve ser' e dön dü. Kaşl arı çat ılı nca ,simsiyah düz bir çizgi.

"— Bir fevkalâdelik olmalı! Ruhsat rica etsem..."Neveser ayağa kalkmıştı: zihninde o saplantı,

("Ah ah, mavi ipeklimi giymeliydim"); bir eli, dağıl-

dı dağılacak topuzunda, Abdi bey'e doğru iki adımatıp, ışık çemberine giriyor: sanki o an gümüşsu-yuna batırılmıştır: pencereden boşalan ışık, çiko-lata teli gibi her tarafını kaplayıverdi. Abdi bey deaşağı kalmıyor, adeta tenekeden oyulmuş bir insan'sureti', öyle parıl parıl. Kibarca eğilip, eline uzana-cak oldu. Eyvah! 'Frenk usulü' öpecek. Vermemekolmaz. Dudakları bu kadar ince miymiş? Hayret!Nasıl kıpkırmızı. Islak da.

"— ...bana dünyaları bahşetmiş oldunuz. Vakıasohbetimizi ikmal edemedik, size hissiyatımdan bah-sedemedim, olsun, mevcudiyetiniz kâfi!  Votre beautefragile m'a fascine!...*  Tekrar görüşebilmek ümidve temennisiyle, şimdilik  au revolr".**

* "în ce güzelliğiniz beni büyüledi ."** "Hoşçakalın."

Neveser, ellerinin titrediğini, o gittikten sonrafarket ti. Hayalleri gerçek mi oluyor? Böyle ciddîböyle vakûr bir koca. Osmanlı taşrasının katlanılmazhayatını bırakıp, Paris'e yerleşmek. Onun, her veç-hile asrî bir kadın hüviyeti kazanması. Neveser ka-natlanmış, bulutlarda uçuyordu. Nasıl uçmasın?Onsekiz yaşına Hıdrellez'de bastı henüz bir ay olu-

Page 101: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 101/192

Onsekiz yaşına Hıdrellez de bastı, henüz bir ay oluyor.

Münif'le o 'talihsiz' konuşmayı, işte o günlerde

yaptılar.

r / j

«...bi zi bu lâyihay ı takdime sevkeden, evvelâüzerinde bulunduğumuz toprağımıza olan aşkımız

ve onun saadetine hizmet kaygımızdır. Sonra, da için-de bulunulan hakikî hastalığı göstererek, buna çarearayanlara yardım etmektir.

Avrupa'nın, Makedonya 'daki son dört senehkıslahat tecrübeleri, hiçbir müsbet netice vermemiş-tir. Bunu büyük devletler dahi itiraf etmektedirler.Lâkin, yine faidesiz kala cağı na kaani olduğumuzyeni tedbirler peşinde koşuyorlar.

Cemiyetimiz ise, faidesinden ziyade zamrı doku-nacak olan müdahalelerle değil, İslâm ve Hıristiyanbütün tebaanın elbirliğiyle, ve bunların, kendi va-tanlarını ecnebi müdahalelerinden muhafaza ederek,hepsinin siyasî ve şahsi hürriyetini, hâl-i hazır ida-renin isti bdadından, zulmünden ku rtar mak davas m.

dadır. Bunun için tesis olunmuştur. Bu beyanlarımız-da ne dinî taassup vardır, ne de milli taassup!Avrupa, muhtar veya müstakil bir Makedonya

yaratmak arzusundadır. Halbuki Makedonya Osman-lı Devleti'nden ayrılamaz. Avrupa'nın Makedonyadiye ayır mak istediği üç vilâye tin talihi, devletindiğer 27 vilâyetinin talihinden ayrı olamaz. Makedon,ya'ya ait olmak üzere alınan tedbirlerin hepsi, ölüdoğmuş birer çocuk gibidir.

...Avrupa devletleri, Makedonya'ya müdahale iş.lerinden vaz geçmelidirler. Avrupalılar, Makedonya-lıları tahrikten vazgeçerlerse, Makedonya halklarıkendi aralarında daha iyi anlaşarak, kendi işlerinielbirliğiyle kendilerini ıslah edebileceklerdir. Yani her-

şeyden evvel, millet ve ırk far kı gözetilmeksi zin,hepsini ezen Abdülhamid istibdadını elbirliğiyle yı-lı a,cakl ardır. Sonra memlekete daha âdil bir hayat ni_zammı, kendileri getireceklerdir. Hülâsa, gerek Ma-

201

Page 102: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 102/192

 Abdi bey, çiçeği burnunda Selânik meb'usu , ka-labalığı gözleriyle tarayıp, Meclis-i Meb'usan Reisi'-ni buldu : Ahıned Rıza bey, —kabineye Adliye Nâzırıolarak girdiğinden mi acaba—, ziyafete siyah redin-gotla gelen, Manyasizade Refik bey'le 'hasbıhal'ediyor. İyice dalmışlar. Kır düşmüş düzgün sakalın-da ışık kırıntıları Bakışlarında gururlu bir yorgun

bir rapor. Abdi bey, Rumeli taşrasını sevmez. İste-diği kadar mevsim yaz, gök elma yeşili, kasabalarbağlık bahçelik olsun; o, köhne Bulgar hanlarındanbozma meyhaneleri yine 'mağmum', yakası karan-filli Rum 'palikaryaları'nın işlettiği otelleri 'mülevves',askerî 'mahfelle ri'yse 'perişa n' bulacaktı r. Hangipencereden eğilse, ne göreceğini ezbere bili yor :

ğ l d ü kü tül ü i f l i k

Page 103: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 103/192

da, ışık kırıntıları. Bakışlarında, gururlu bir yorgun-luk. Boyluboslu olduğundan, bilmeyen, Nâzır'ın saç-larında ak tel aradığını sanır. Cavit bey, yanların-

daymış. Çok geçmeden, Tanin Başmuharriri HüseyinCahid bey de, 'iltihak' etti. "Ne mes'ut bir tesadüf!Hürriyet'in ilânına tekaddüm eden günleri konuşu-yorlar. Böyle bir fırsatı bir daha ele geçiremem". Abdi bey, kafas ını hanid ir kurcalayan soruyu, birdengine getirip sordu.

 Ahmet Rıza bey gülümsüyor . Gülümsemesi, 'va-kûr ve mütekebbir', gurbette çekilmiş mihnetlerin,kısa özeti. Hepsinin yüzüne ayrı ayrı bakıp, diyorki:

"— ...bu husus benim de merakımı mucib ol-muştur. Mülâkatın akabinde, Paris merkezimize, he-pinizin bildiği metni ihtiva eden mektup vürud etti.İtiraf etmeliyim ki, hayrete düçar oldum. Alelacele

Londra'yı, Brüksel'i, Roma'yı haberdar eyledik. Aynımetin, onlara da gönderilmemiş mi? Bizim gönder-diğimizi zannetmişler..."

Cavit bey, araya girip : "— ...biz de öyle zannet-miştik!" diyor.

"— ...evet! Hakikat şu ki, intibaha davet edi-liyorduk. Tehlikenin mahiyetini şümuluyla izah ede-rek, harekete geçmemiz isteniyordu. Bunun üzerine,Seiânik'e, Manastıra, İşkodra'ya, Yanya'ya yazdık.Meğer, aynı meçhul dostlar, aynı şekilde, onları daikaz etmiş! Meçhul dostlar, ama kimler? Bir hayligayret sarfettikse de, bunu öğrenmek mümkün ola-madı...")

 Abdi bey, Reval Mülâkat ı'n ın tepkile ri üzerine,Hey'et-i Merkeziye'ye 'mufassal' bir rapor düzenle-mişti : yalnızca Kılkış, Serez ve Drama gözlemleriy-le yetinmeyen, daha sonraki Cumayıbâlâ ve Köprülüizlenimlerini de içeren, 'efradını câmi, ağyarını mâni'

204

ağaçlardan püskürtülmüşcesine fırlayıp,_çami k e -belerini simsiy ah sar an ^kargalar; erkek g ibi adaleli,mavi tüylü Bulgar kızları; Hükümet Konağı'nın avlu-

sunda bekleşen, poturlu, kırmızı kuşaklı köylüler;bilmem hangi çetenin, kimbilir hangi köyü, ateşeverdiğini işitir işitmez karışan çarşı: Rum berber,Yahudi manifaturacı, Bulgar sütçü, Arnavut köfteci!

Tartıştığı 'Cemiyet' üyeleri, Reval Mülâkatı'nı,aşağı yukarı aynı yorumluyorlardı: İngiltere'yle Rus-ya, Makedonya'yı paylaşacak! Düne kadar Balkan-lar'da, Yakın ve Uzakdoğu'da birbirinin ayağını çe-len bu iki dev, Abdülhamid Osmanlı Mülküne Kay-zer'i buyur edince, elele veriyor. Serez'de, adı 'sar-hoş' bir Tabib Binbaşı, iki günlük sakalını hart hartkaşıyıp, inanılmaz kalınlıkta agoralar sararken, negüzel anlattı bunu:

"— Balkanlar'ın çivisi doksanüç harbında çıktı,kardaşım. Bunda şek şüphe yok! İngiltere, Ayaste-fanos Muahedesi'ni, Berlin'de tâdile tevessül eder-ken zannediyordu ki, slavlar'ın Akdeniz'e inmesinemâni olmuştu r. Halbuki meydana gelen boşluğu,Bismarck doldurdu. Demek ki İngiliz Krah'yla Çar,

 Alaman tehl ikes ine karşı sarf -ı gayr et etmekted ir.Ben işin sonunda harb görüyorum".

Bir ara susup, cıgara kâğıtlarını yalıyor: dili,eflâtuna çalar koyu pembe, yassı ve şiş. Islattığıkâğıtları, sonra, aşırı bir dikkat ve özenle yapıştırdı.

"— ...ismimiz, dedi, şiârımız olmalıdır. Evvele-mirde, Bcılkanlar'daki. bütün unsurlar ın itti hadı; bi-lâhare, bu ittihadın medeniyet vaadinde süratle te-rakkisi! Başka çare-i hâl göremiyorum. Bu da ancakKanun-u Esasi'nin tekrar mevki-i tatbike konulma-sıyla mümkîndir: müslim, gayr-ı müslim, bilumum

239

 jn as ır -ı muh tel ife , müs ava t dai res ind e hür riy ete ka-vuşursa..."

Yine sustu, gittikçe yakınlaşan bir uğultuya ku-lak kabarttı. Hükümet Konağı'nın karşısına düşen,Merkez Kumandanlığının Kalemi'nde konuşuyorlar,içerde keskin bir palaska, kurumuş mürekkep vesoğuk cıgara kokusu. Dışarda, düzenli ayak sesleri;

Tabib Binbaşı bir süre ezanı dinledi, tekrar ikigünlük sakalını hart hart kaşıyarak, dedi ki:

'— ...esasen, hangi Bulgar köyüne adım atsa-nız, çoluk çocuk malûm türküyü çağırmaktadır. Hiçişitmediniz mi, ç ok taacc üp ettim : 'ncş, naş, ça-rigrad naş!' İstanbul bizim olacak manasına! Bu iti-barla, muhtelif anasırı ittihad fikrine imâle ettik,

Page 104: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 104/192

ğ g ş , y ;akşam sakinliğinde, yorgun, epeyce umutsuz bir ya-kınma gibi uzayan, bildik marş :

"Ordumuz etti yemintitredi arş-ü-zemîn..."

'Sarhoş' Binbaşı, sardığı cıgaralardan birini ya-kıyor. O kadar bol, o kadar yoğun bir dumanla ku-şatılıyor ki, omuzlarının üzerinde başı kayboldu.Pencerede uzaklaşan askerleri, eliyle işaret ederek :

"— ...aksi takdirde, diyor, bu çeteci takiblerirûz-u mahşere kadar devam edecektir. KolağasıÖmer bey'in bölüğü dün avdet etmişti, Yüzbaşı Lütribey bu akşam gidiyor. Bulgarların hedef-i aslisi, siz-ce nedir? Bence, Ayastefanos Muahedesi'nin derpişettiği, Büyük Bulgaristan! Civardaki Bulgar köyleri-nin birinde, Daskal'ın biri, yüzüme karşı ne dedi bi-

lir misiniz? Bulgaristan, Tuna'dan Korent'e, Draç'tanÇarigrad'a uzanan bir devlet imiş! Evet, hilâfım var-sa gözüm çıksın, aynen böyle dedi. Nazar-ı dikka-tinizi celbederim, Bulgar muallimin Çarigrad tesmiyeettiği şehir, İstanbul'dan başka bir şehir değildir,yâni bizim payitaht!".

Dışarı bir çıkıyorlar, Serez'de akşam. Batınınyangın kızıllığına, Gazi Evrenos Cami-i Şerifi, bulutmoru çizilmiş. Kırlangıçlar, vızır vızır. Cumbalı evler-den birinde, kederli bir ud sesi. Komşu avluda, ıs-rarla havlayan köpek. Akşam ezanı, o sırada işitil-di. ilkin Sultan Camiinden, sonra Gazi Evrenos, Ha-lil Paşa ve öbür camilerden. Sanki her minarede

ayrı bir müezzin ezan okumuyor, okuyan tek bir şe-refede inanılmayacak kadar güçlü tek bir müezzin,ulu sesi dalga dalga devrilip, şahlanarak, öbürlerin-den yankılanıyor.

130 206

ettik; edemezsek, hâlimize köpekler güler..."Düzgün ve beyaz, genç kız dişlerini gösterip,

ekliyor:"— ...vakt-i kerahet geldi, iki kadeh birşev

içer miydik?..."Cumayıbâlâ'da, 'Yahudi'nin 'Kızlı Kahve'sinde

söyleştiği Muallim Rıdvan bey, soruna başka türlüyanaşmıştı. Veremli yüzü solgun; sakalı kuru üzümrengi, seyrek ama kıvırcık; 'beyzî' gözlüklerinin ar-kasında, çakır gözleri ateş saçan bir 'münevverdi'bu. iki eliyle, dizlerinin arasına sıkıştırdığı bastonun,fildişi topuzunu avuçlamış, 'mütehevvir' bakışlarınaiyice ters düşen tatlı bir sesle :

"— ...hani Morzteg Projesi'nin tatbikatı, sulh-u-sükûnu temin edecekti?" diyordu, "...malûm a, Ma-kedonya lebâlep 'siyasî komiser' dolu : Avusturya'lısı

var, Rus'u var, ingiliz'i var, İtalyan'ı var. Dört ecnebidevletin jandarması hükümfermâ. Buna rağmen, can,mal ve ırz emniyeti tesis edilememiştir, italyan jan-darma paşası di Robilani bile, geçen gün, bin küsursiyasî cinayet işlendiğini itiraf mecburiyetinde kal-madı mı? Ekseriyetinin faili meçhul..."

Geç vakit, Abdi bey'i kahvenin yakınındaki ote-line bırakırken, elini, ateş gibi yanan avuçlarındabir süre tutuyor. Fısıltıya yakın bir sesle diyor ki:

"— ...ne mi yapmalı? Arzedeyim : İdare'de, ec-nebi teveffukuna nihayet vermek, şart-ı evvel! Pa-dişah'ın maiyetinde Alaman Erkânıharpleri, Mabeyn'-de İtalyan yâverler; en ücra kasabalarımızda, düvel-imuazzama'nın zabitânı. Yakında muttali oldum, Se-

lânik'teki Polis Mekteb-i Alisi dahi, bir Alaman bin-başısının taht-ı idaresindeymiş! Artık bu kadarı faz-la. Bu vaziyette, Rum'u, Bulgar'ı, Sırb'ı, Arnavut'u,zapt-ü-rapta almak, tasavvur edilemez. Herbiri,

düvel-i muazzama'dan birini istinatgâh edinecek,imtiyaz iddiasında bulunacaktır..."

 Abd i bey, ne de olsa All ia nce isr ael ite Üniver-se[le'den_jyetişme, M. Garaud'nun kolejinde öğren-ciyken" Josef Nehama'nın yazılarını okumuş; belkibundan, belki Paris yıllarının aşıladığı alışkanlıklar-dan, daha  'cosmopoiite',  daha 'insaniyetçi' düşünü-

lli R d b 'i ' kt i ' d

Şehir saati, ağır ağır 'alaturka' ikiyi çalıyordu.Sustu. Her vuruşta, sanki saatin çanı, yaldızlı zer-reler halinde, geceye dağılıyor. Ses kesilince, belir-gin bir hınçla ekledi;

"— ...ya onlar bizi imha edecekler, ya biz on-ları. Gerisi lâf-u-güzaftır beyim!"

Abd i b ki l l d b l b l t t ğ

Page 105: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 105/192

yor : m uallim Rıdvan bey'in 'nokta-i nazarını' yadır-gadıysa da, belli etmedi; fakat iki gün sonra mı ne,Köprülü'de konuştuğu 'erkânıharp' subayıyla, han-

diyse atıştılar: ne  chauvin  bir subaydı a, neredenbellemişse, bir 'Türklük'tür bellemiş, iki lâfının biribu : "— Türk, Türk lüğüne sarılm alı". 'Jön türkler e'böyle medeniyet düşmanı tavırlar yakışır mı? "Ma-azallah  mon cher,  herifin elinde selâhiyet olsa, gayr-ımüslim ahaliyi, kıtır kıtır kesecek!".

Yüzbaşı Mahir Receb, iğde çekirdeğine benzer,kuru, omzu kalçası daracık, genç bir subay. Tozlusarı kirpiklerini, sık sık kırpıştırıyor. Dudaklarını ısı-rıp durmasından, 'fevkalâde asabi' olduğu belli.Burnu hürmetlice, iki yanı bütün kerkenez çili. Solkolu, sargıyla boynun a asılmış : Rum çeteci si Mav-ros Kaptan'la, Tikveş dolaylarında fena çatışmışlar:yağmur bardaktan boşanırcasına, çamur dizboyu,herifler kalabalık; 'iki şehid, yedi mecruh' diyor, 'ta-burcu' edileli bir hafta kadar oluyormuş. Rumeli bal-kanlarını avucunun içi gibi biliyor, yıllardır gönüllüolarak çeteci izlermiş. Abdi bey'in, biraz da 'münev-verce' tartışmaya heveslendiği, Reval Mülâkatı'nınolası sonuçlarını, Kanun-u Esasi'nin 'behemehal'uygulanması gereğini, ciddiye almayışı galiba bun-dan. Durup durup, sağlam elinin sıkılı yumruğunuçenesi hizasına kaldırarak, diyor ki:

"— ...bunların hepsi nazariyat beyim. Bendenizamelî bir adamım, neticeye bakarım. Kanaat-ı âcizu-nem odur ki, Makedonya ahalisinden müttehit birOsmanlı milleti çıkarmak, abesle iştigaldir. O kadar.

Bulgar nasıl domuz gibi Bulgarlığını, Rum nasıl do-muz gibi Rumluğunu biliyor, 'milliyeti ne' dört ellesarılıyorsa, Türk de öyle Türklüğünü bilmeli, Türk-lüğüne dört elle sarılmalı!..."

239

 Abd i bey, so nra ki yıl lar da bol bol tar tış aca ğı'Türkçü' fikirlerle, ilk defa karşılaşıyor, bayağı ir-kildi. İstasyorı'daki kahvede, birlikte şarab içmişler-di : koyu fesrengi, bıçakla kesilebilecek y oğunluk-ta, bir Trakya şarabı: 'kafaları biraz yüksek'. Var-dar boyunca, yürüye yürüye, otele dönüyorlar. Meh-taplı bir gece. Kocaman bir ay, dövülmüş bakırdan'devâsâ' bir gong gibi ufka asılmış. Nehir, öfkeiibir harıltıyla akıyor. Rüzgâr estikçe, Bulgar mahal-lelerinden kadın kahkahaları, gayda ve armonik ses-leri : düğün filan olmalı, belki de 'yortu'larıdır.

 Abd i bey, 'Ce miyet 'in gerçek Köp rülü 'me sulüy-le' görüşemediğine, için için hayıflanıyordu: Bin-başı Refik bey'le Seiânik'ten tanışırlar: "ehl-i keyif,son derece mâkûl bir zattır". Yeni ordu komutanıçağırtmış, gitmese olmaz, yerine 'vekil' bu genç er-kânıharbi bırakıyor, 'mecburen'. 'Kumandan Paşa'değişti: Yıldız, Makedonya'daki subayların 'tek dur-madığını' bilmez mi; kaynaşmayı hoşgörüyle karşı-ladığını sezince, komutanları bir dakika tutmuyor,derhal 'bendegândan' bir komutanla değiş tiri yor:Esad Paşa, 3. Ordu Komutanlığ ından bu amaç laalındı; İbrahim Paşa, aynı komutanlığa bu amaçlaatandı. Fakat, Selânik'te Abdi bey'in kulağına çalı-nanlar doğruysa, İbrahim Paşa, Makedonya UmumiMüfettişi Hüseyin Hilmi Paşa üzerinde 'gayet müs-bet bir intiba' bırakmış; eh, Hüseyin Hilmi Paşa 'hür-riyet davasına mütemayil' olduğuna göre, denebilirki...

Yüzbaşı Mahir Receb birden durdu. Kemikli yü-

zü, ayışığında pas rengini almıştı. Bağırmamak içinkendini zor zaptederek, dedi ki:"— ...beyim, Selânik'de, Manastır'da, siz münev-

verler lâklâkıyatla vakit zâyi ediyorsunuz. Hakikat ,budur, kusura bakmayın. Biz aramızda teemmül

209

ettik, kat'i netice istihsali için askeri alıp dağa çı-kacağız : evet, çeteyse çete, isyunsa isyan! Hey'et-iMerkeziye'ye bunu tarafımdan böylece ifade edi-niz..."

Yüzbaşı Mahir Receb'in önerdiği çözüm, Köp-rülü'de o akşam, Abdi bey'e 'muhatcralı bir sergü-zeşt' gibi görünüyor: biraz şarabın daha ;ok deli

yı aklına getirmiyor, getirmiyor ya; Talât bey'le ve-dalaşıp, Karasu' nun duman mavisi yazıhanesiniterkederken, için için, geri dönemeyecek kadar ilerigitmiş olduğunu da kabul ediyor. Bu yüzden mi ne,üzerine sinsi bir karamsarlık, korkunun taşıdığı biryabancılık çök tü : Selânik s anki hiç bilmediği birşehir çok yakında 'muazzam bir felâkete düçar

Page 106: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 106/192

zeşt gibi görünüyor: biraz şarabın, daha ;ok deli-kanlılık coşkusunun akla düşürdüğü, tutkusal biröneri. Oysa Selânik'e dönüp, 'mufassal' raporunu

Talât bey'e verdiği gün, neyi öğrenecektir: BinbaşıEnver bey'in, Yüzbaşı Mahir'in tasarısını gerçekleş-tirdiğini!

Talât bey'le Karasu'nun yazıhanesinde görüşü-yorlar. Hey'et-i Merkeziye 'içti mai' az önce sonaermiş. Yoğun cıgara dumanı, içerdeki dağınıklığabir rüya belirsizliği katıyor. Tıknaz maroken koltuk-lar, tıkabasa dolu kültablaları, Talât beyin iri kesta-ne rengi gözleri, sanki havai mavi bir tülün arka-sındadır. Talât bey, ağır ağır raporu gözden geçiri-yor, bir yandan da diyor ki:

"— ...hâdisatın fikriyâta tekaddümü, Abdi bey-ciğim, mühim bir işarettir: beşâret işareti! Enver osabah Hafız Hakkı'yla bu!uşmuş, bilâhare MüfettişPaşa'ya uğrayıp vedalaşıyor. Akşam Olimpos'ta AliFethi bey'leydi, sonra bana mülâki oldu : Cerrıiyet'ınkasasından, çıkarıp on lira verdim. Geceyi bir 'feda-kâr'ın evinde geçirecek, sabaha karşı Vardar Kapı-sı'ndan şehri terkedecekti. Hâlen, zannımca, Yenicehavalisindedir: ahaliyi meşrutiyet mevzuunda ten-vir, telgraf vesaireyle Yıldız'a müracaata teşvik edi-yor..."

 Abdi bey, korktu mu? Kanı, parmak uçla rındançekiliyor: tırnakları açık mor, soğuk beyaz. Paris'-ten bu yana, başını pek derde sokmadan, epeycebulaştığı 'jöntürklük', tehlikeli bir 'mecraya' girmek-tedir : asker in, padişaha karşı dağa çıkması ha?

 Abdü lhamid bağışla r mı bunu? Bağış lamayacağını ,otuz yıldır yaptıkları yeterince gösterir: Mithat Pa-şa'nın boğdurulmasından, 'Tıbbıye-i Şâhâne' öğ-rencilerinin sürülmesine kadar! Abdi bey, hele 'dün-ya evine gireceği şu sıra, hayatıyla kumar oynama-

130 210

şehir, çok yakında, muazzam bir felâkete düçarolacak', ne zaman?, kimse bilmiyor, herkes önse-zisiyle canını kurtara bilmek için çırp ınıy or: oysa

son tren kalkmış, son vapur gitmiş, telgraf hatlarıkesik! Böyle kederli dakikaları nda, çareyi daima'kafayı çekmekte' bulmuştur.

"— ...Beyaz Kule'ye uzanıp, biraz efkâr dağıt-sam!..."

Şurup kırmızısı batı, Selânik'in sakızlı parıltısı-na yangın alevleri yansıtmıştı: camlar, birer kan_damlası; minareler, kıpkızıl birer ünlem! Taşlıklarıhenüz sulanmış gazinolarda, kocaman kıçlarını kol-tuklara sığdıramayan, siyahlar giyinmiş, kır saçlıRum 'madamlar'; Paris şıklıkları, güvercin kanadıyelpazeleri ve öldürücü Fransızcalarıyla dikkati çe-ken yahudi 'matmazeller', yaz akşamının tadını çıka-rıyor : önlerinde sinalko şişeleri, çay fincanları, limo-natalar; masalarının üzerinde, Le Journal de Salo-nique. Garsonlar, el kol hareketleriyl e kovsa da,beyaz önlüklü taze bağdemciler, 'limonlu' turşucular,'iki yumurta, bir tuzlu' satan yahudi ayak satıcıları,sık sık müşterilerin başına üşüşüyorlar. Nereden ge-liyorsa, bir lâterna sesi. Arasıra denizden, belli be-lirsiz sıcak zift, vapur dumanı, kızarmış balık ko-kusu.

Tüccar Kulübü'nden, inen bir gurup, Cafe Cris-tal'e dağıldı. Başlarındaki zatı, Abdi bey'in gözü ısı-rıyor. 'Müstakbel kayınpederi' değil mi o, 'Alaman'Ziya bey? Evet evet, ta kendisi. Hepi topu üç keregörüştüklerinden, birden çıkaramadı. Yanındakiler,

Rumeli Demiryolları Şirketi'nin ileri gelenleri olacak.Hararetli hararetli birşey konuşuyorlar. Tartışıyorlarda denebilir, hani. Bunun ne olduğunu Abdi bey,Kayınpederi onu farkedip, kollarını açarak masasınagelince, öğrenecektir:

"— ...ah damat bey, damat bey, bir oğlumuzoldu; ya, ya, hiç sormayın! Resne'de asker, Zât-ıŞâhâne'ye isyan etmiş! Başlarında bir Kolağası,dağa çıkmışlar! Evet, demiryolu telgrafından istihbarettik, Müdür-ü Umumi makine başında tafsilat istedi,suret-i hususiyede arz-ı malûmat ettiler: ikiyüz ka-darmış deniyor şehirde cemaat Cuma Namazı'nı

Tabii, Abdi bey'le karşılaşınca, yakınlık 'izharından'geri durmaz.

Bu defa da öyle yapmadı mı? 'Damadın' ona'arz-ı tâzimât' etmesi gerektiği halde, kalkıp, o Ab-di bey'in 'ayağına' gitti. Masasına, 'muzaffer* birgülümsemeyle dönüyor ama : şi rket' teki dos tlarınaulaştıracağı haberin, 'damadını' (elbet onu da)önemseteceği gün gibi ortada ;

Page 107: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 107/192

darmış deniyor, şehirde cemaat Cuma Namazı nıedâ ederken, bunlar Resne Kışlası'ndan hareketle,dağlara çekilmişler! Başlarındaki, Kolağası Niyazi

bey adında biri, Resne'iiymiş! Lâkin, hâlimiz ne ola-cak Yarabbi?"

Selânik'ten Binbaşı Enver bey, Resne'den Kol-ağası Niyazi bey!... Besbelli arkası gelecek bunun,Köprülü'de konuştuğu iğde çekirdeği çipil Yüzbaşı,haklıymış : Abdi bey, zayıf pas rengi yüzünü, ayışı-ğında görür gibi oldu : kanı, parmak uçlarından yineçekiliyor. Binbaşı Enver bey'in, Selânik't en dağaçıktığını, Kayınpederi'ne söylese mi? "Cemiy et'insırrını fâş etmiş olmayalım?". Dilini tutamadı, söy-ledi; söyler söylemez pişman oldu. 'Alaman' Ziyabey durumu öğrenince, esmer yüzü büsbütün karar-dı, bir an sessiz duruyor; ufaimış agorasını, sonrakül tablasında ezip, karanlık bir sesle :

"— ...bu takdirde" aiyor, "...vaziyet, tahminettiğimizden de ciddi! Hemen Allah, encamımızı hay-ra tebdil etsin!"

 Abdi bey 'kay ınpederin i' sevemedi git ti. "Heri f,bir nevi Alman,  mon  cher! Alman ırkının türlü ma-zarratını nefsinde cemetmiş!" Peki, Almanları nedensevimsiz buluyor? İlkokuldan beri Fransız eğitimigörmesinden mi; yoksa, Alman dendi mi, Armande'ıno güzel yüzünü buruşturup, sövüp saymasından mı?Belki Saray'dan orduya, oradan heryere yayılmış'Alman hayranlığına' bir tepki bu! Ne olursa olsun,

 Alma nlar a 'hus umet i', bir anlamda 'Alaman ' Ziyabey'e yöneliyor. 'Söz kesileli', ya iki kere konuştu-

lar, ya üç. Ziyaret ine filân gitt iği yok. Ziya bey,'damadın' soğukluğunu umursamaz görünüyor, iliş-kisi daha çok Halıcızade 'Köse' İsmail bey'le, Kapa-lıçarşı'daki dükkânın yazıhanesinde başbaşa verip,'çocukların istikbâlini' onunla kararlaştırmaktadır.

212

"— ...beyler, bir oğlumuz daha oldu, tebşir ede-rim ; Selânik'ten de bir Erkânıharp binbaşısı dağla-

rın yolunu tutmuş, Enver bey mi ne..."Mütercim Vartan Kavafyan, heyecanla soruyor:"— ...yok canım? nereden istihbar ettiniz?...""— Bizim güneyden: malûm-u âliniz, jöntürk

mehafiline yakındır, aşinalığı Paris ikametinden!"

Kahve, cıgara, gazoz, daha bir süre tartışıp, du-rumu değerlendirdiler: Mühendis Aristidi efendi, ağ-dalı Osmanlıcasıyla, Kanun-u Esasi'nin Rumeli'ndekigerilimi yumuşatacağını savunuyordu; Kavafyan dao fikirde ama, silahlı isyanın birkaç yıl öncekinebenzer kanlı bir baskıya yol açmasından korkuyor:"Avropa'da, Abdülhamid'e boşuna 'Kızıl Sultan' de-nilmemiştir?". Etrafları, çepçevre akşam müşterileri;inanılmaz çabuklukla kabak çekirdeği atıştıran, çilliyahudi bir 'kokona'; çoluk çomak bir Rum 'familya-sı'; İtalyan'a benzer, şapkalı dört 'ecnebi'; her geçe-ne 'Dobra Veçer/İyi Akşamlar' diye sırıtan yanaklarıelma şekeri bir Bulgar; mutlaka Kemeraltı'ndakimuhallebicinin hısımı, benzemek bu kadar olur.

O akşam Ziya bey, eve 'mutaddan' geç döndü,Beyaz Kule'den ayrılırken, vişneçürüğüne çalar birkaranlık, denizin yüzüne ürpertilerl e dağılıyordu.Ufukta, damak pembesinden incir moruna, katmerlibulutlar. Karaburun deniz feneri, sihirli duyargasıy-la, usu! usul enginleri yokluyor. Yo! boyunca Ziyabey, doluya koydu almadı, boşa koydu dolmadı: neolacak bu işin sonu? Reva! Mülâkatı'ndan, subay-

ların silâhlı isyanına ulaşan olaylar dizisini, nasıl bir'zapt-ü -rapt' altına almalı da, gerçek anlamlarınıbulmalı? Safra yeşili bir kuşku, zehirli bir böcek,

239

içisıra büyüyor; geleceğe olan güvenini, ürkütücübir hızla kemirip, toz ediyordu :

"— Bosna ve Tuna vilâyetlerini kaybettik, Ma-kedonya'yı kurtarm ak için sarfedilen mezbûhânegayretler, vilâyât-ı selâse'nin elimizde kalmasınakifayet edecek mi? Tam aksi bir neticeye vasılolursa, maazallah ne yaparız?"

Şehirdeki Alman çevresi, Reval Mülâkatı 'nı'jö tü kl 'd d ği ik l t K l Y

Boncuk mavisi gözleri, sanki içinden aydınlatılmış,öyle hınzır pırıltılarla dolu ki, ciddi midir, alay mıediyor, belirleyebilmek 'mesele'.

"— ...kat'i olarak hiçbir şey bilmemekteyiz. Ma-mafih, makûlât dairesinde fikir serdetmemize, bubir mâni teşkil etmez. Fikrimce, bazı Osmanlı ara-zisinin, beynelmilel bir idareye tevdii hususunda mu-tabık kalmış olabilirler..."

Ç d ğ l f i i d ğ d

Page 108: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 108/192

'jöntürkler'den değişik yorumlamıştı. Konsolos Yar-dımcısı Doktor Schlosser, porselen piposuyla bir lo-

komotif gibi ortalığı dumana boğarak, diyordu ki:"— ...Avrupa'da iki kavmin mevcudiyetine ta-hammül edemiyorlar, hiç değilse hâkimiyetine: Al-manların ve Türklerin! Slavlar Balkanlar'a sarkıyordiye dehşete kapılan ingiltere, Türklerle Almanlar'ınittifakını görünce, Çar'a el uzatmaktan içtinap et-medi : M amafih, bu, Asya'da ki siyaseti n bir deva-mıdır : Japon lara kar şı teşri k-i mesaide bulunmuş-lardı, Hindistan'da ve iran'da nüfuz mıntıkası muahe-deleri imzaladılar..."

Doktor Schlosser ve karısı, o gece yemeğe kal-mışlardır. Yemekten sonra, bahçeye çıkıldı. Çarda-ğın altında, hasır koltuklara oturup, geç vakitlerekadar söyleşiyorlar. Başlarının üzerinde uyumuş kuş

yüklü gece ağaçlan, rüzgâr estikçe üflenmiş gibiparıltısı artan yıldızlar, kadife lâciverdi gök. Masanınüstündeki 'kayık' tabakta, çardağa asılı feneri yan-sıtan iri kirazlar, cilâlı gibi parıldıyor. SchvvesterMagda, Neveser ve 'Tante' Ulrike, bir köşede giyimkuşam lâfına dalmış, mırıl mırıl, Neveser'in giyeceğigelinliği tartışıyorlar. Dr. Schlosser, yayvan yüzünde,patlıcan moru kılcal damarları ince kurtçuklar gibikıpır kıpır, etkileyici sarı bıyıklarının altından, RevalMülâkatı 'nın Padişahı da kaygılandırdığını, Ziyobey'e haber veriyor:

"— ...akabinde Sadrazam Paşa'yı bizim Sefa-ret'e gönderip, malûmat talebinde bulunmuşlardır."

Ya da, tırnak uçları yukarı yukarı, kalın ve küt

parmaklarıyla, tarazlanmış, favorilerini tarayarak.Reval'de alınmış karar lan şavullamaya çalışıyor.

130

Çardağa asılı fenerin çevresinde, ışığın saydamkanatlarını gümüşlediği pervaneler, görünmez bir

ağ dokuyor, iri bir kelebek belirdi: tozlu kahverengi,kanatlarının pırpırı dikkatlerini dağıtan.

"— ...ingiltere, Bağdat Vilâyeti'nden vazgeçebi-lir mi? Hayır! Ruslar Çanakkale ve İstanbul berzah-larına, bâhusus istanbul'a göz koymuşlardır. Bu damalûm. Çok mümkîndir ki, mütekabil ta'vizlerle.."

Susup, kirazlara uzandı. Kadınların mırıltısı, bir-den önem kazanıyor. Uzak gece sesleri, gizemli var-lıklarını belli ediyorlar: Aşağı Şehir'den aağınık kö-pek havlamaları, istasyon'dan bir yük treninin acıçığlığı.

"— ...ayrıyeten, gayr-ı müslîm Osmanlı ahalisi-nin muhtariyeti derpiş edilmiştir kanaatındayım. Zi-

ra..."Söylediklerinin Ziya bey'i dehşete düşürdüğünügörünce, piposundan kalın duman ağaçları ürete-rek, ekledi:

"— ...endişe etmeyiniz azizim, endişe etmeyi-niz! Kaiser, böyle bir haksızlığa müsaade etmeye-cektir. Asla! Asla! Hem kulağımıza gelen rivayetlerhakikati ifade etmekteyse, biliyoruz ki, Reval Mülâ-katı'nın sadece vukuu bile Kaiser'in tehevvüre ka-pılmasına kâfi gelmiştir."

Doktor Schlosser neleri bilmiyor ki? Sadrazam'Avlonyalı' Ferid Paşa, şehir halkının 'galeyan ha-linde' olduğunu bildiren Manastır Valisine, şifre telg-rafıyla diyesiymiş ki, 'ahalinin siyasî mütalebat ta

bulunması gayr-ı mümkîndir, siz müşevvikleri tesbitesarf-ı gayret ediniz', izmir'den ilginç bir haber: 'bin

108

ikiyüz mevcutlu' bir Avcı Taburu, Selânik'e 'müte-veccihen' yola çıkarılıyor, görevi Makedonya'd ekikargaşalığın üstesinden gelmek, siyasal cinayetle-rin önüne geçmek! Baksanıza, Priştine'de, Saray'ın'hafiyesi' olduğundan kuşkulanılan bir Bölük Emini'-ni Kışla'nın kapısında vurmuşlar, bu kaçıncısı...

Neveser, Schwester Magda'yla 'Tante' Ulrike'-nin, boğuk boğuk, Almanca geliştirdikleri evlenmededikoduları ndan, fırsat buldukça kopup, Doktor

yor. Hele Ahmed, 'ihtiyar yahudi'yi, yere göğe koya-maz : nasıl ' âlim', ne kadar 'fâzıl' b ir adammış da,yalnızca 'Memâlik-i Şâhâne'de değil, nasıl 'yedi dü-velde'ki hürriyet kavgasının yılmaz savaşçısıymış!"Valla hilazim !", Bohor Almeleh dediler mi, oradadur: kamburumsu, dazlak kafasında dua takkesiyledolaşır, seyrek keçi sakalı her an avcunda, bir 'pır-ifâni': Selanik'teki otuzu aşkın musevi okulunun ya-rısında ders okutuyor, gençliğinde gezmedik yer bı-

Page 109: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 109/192

dedikoduları ndan, fırsat buldukça kopup, DoktorSchlosser'in söylediklerine kulak kabartıyordu. Yü-zünün yarısı karanlıkta, gülümsemesi yarım, 'gam-

zesi' tek. Halıcızade Yalısı'nda Abdi bey'le görüşeli,o da olayların anaforuna kapıldı: Cemiyetin herşeyiile yakından ilgileniyor. Sanki Resne'de, Tikveşli'dedağda gezen Abdi bey'in ta kendisidir, çevredekiköy ve kasabaları tek tek dolaşıp halkı kıyama oçağırıyor, daha dün Priştine'de Bölük Emini'ni ovurdu. Neveser'in imgelemi akla ziyan,.babasından,olmadı mı Ahmed ya da Münif'den işittiklerini mer-ceğinden geçiriveriyor, al sana insanın yüreğini he-yecandan çatlatabilecek serüvenler: Abdi bey'le o,elde siiâh, Timyanik Köyü'ndeymişler, ılık yaz ka-ranlığı iki yanlarından gürü! gürül akıyor, beyazpoturlu, kırmızı kuşaklı bir çoban peydahlandı, min-tanının üstüne fesrengi fermele giymiş, Bulgar ço-

banlarına benziyor ama değil, Erkânıharp BinbaşısıEnver böy'dir, onları 'istikbâle' gelmiş, yanıbaşındaMülâzim Mustafa Necip, Mülâzim Halil...

 Ahmed 'le Mün if' den öğrendik leri , babas ındanöğrendiklerinden hiç aşağı kalmaz: gün boyuncaçekmedikleri kapı, bulaşmadıkları 'muhit' bırakmıyor-lar! Bir kere, başlarını az kalsın derde sokacak iliş-kileri kesmemişler. Mektebi Hukuk'tan bazı 'refikle-riyle' gizli 'temasları' sürüyor, bu 'efendiler' Cemi-yet'in üyesi. Miinif, her yaz olduğu gibi, yine bir ba-sımevinde çalışmaya başladı, anlattıklarına bakılırsamatbaacı Bohor Almaleh, yaşlı maşlı ama çetin bir"hürriyet mücahidi', karanlık bir kuyuya iner gibi

daracık bir merdivenle inilen bodrum katındaki köh-ne matbaasında, 'cemiyet'in beyannamelerini bası-

130

rakmamış : Odesa'da mı, Sivastopol'da mı nerde, üçyıl hapisliği, Trablusgarp'ta iki yıl kalebentliği var;

hapseden Ruslar, sürgüne gönderen Abdülhamid,ikisinin de nedeni aynı: 'hürriyetperverlik'.

Münif'le o 'hicabâver' konuşmayı yaptığı akşam-üstü, iki arkadaş, yine matbaacı Almaleh'ten kap-tıkları irkiltici bir haberle gelmişlerdi : 'Zat-ı Şâhâne',Rumeli yakasında 'asayişi' sağlamakla, asık 'bende-gânından' Şemsi Paşa'yı görevlendirmiş: ters, ce-berrut bir Arnavut paşası bu, Metroviça 'Fırkası' ko-mutanı, I. Ferik. Oysa Neveser arabadan ineli yarımsaat oldıı olmadı, üzerinde 'el'ân' Halıcızade Yalısı'-nın izlenimleri, çocukların heyecanına tam katılamı-yor, aklı başka yerde. Nasıl olmasın?

Bugün, Küçük Valde onu, kiminle tanıştırsa iyi?

 Abdi bey'i n çocuklu k arkadaşı Rosa Mlzr ahi' yie (do-ğuşu Barzilay), bitişik yalının biricik evlâdı, birliktebüyümüşler. Neveser'den uzun, hareketle ri köşeli,biraz da haşin bir kız; kirpiklerinin arasından, hava-gazı mavisi bir duman sızdırıyor; sahtiyan siyahısaçlarını toplayıp, başının üzerinde 'muazzam' birtopuz yapmış, elmas kakmalı fildişi tarağı ışıl ışıl!Neveser'i candan karşıladı, bilmeyen ötedenberi ta-nıştıklarını sanır, elini avcundan bırakmıyor, ikidebirsaçlarını okşaması, eğilip eğilip kulağına 'Abdi'ninçocukluk sırlarını fısıldaması bir tuhaf: gülüşü ele,yassı ve kalın dişleriyle havada birşeyi ısırmaya sa-vaşıyor da, sanki başaramıyor. Beyrut eşrafından,zengin bir tüccarla evli, iki kız doğurmuş, Raşel ve

Rosa. Neveser'le komşu oturaca klarına ne kadarsevindiğini anlata anlata bitiremedi: birlikte gezer

109

tozarlarmış canım, 'Abdi'ye güveni sonsuz, elbette'eomme  il îaut'*  bir koca olacaktır, açık fikirli, 'asri'-.Yazlık Tiyatroda temsiller vermeye İtalyan OperaHeyeti geliyor, 'maaile' gidebilirler miymiş cıcaba?

Neveser, 'müstakbel zevcinin' huyunu suyunuöğrenebileceği bir 'sırdaş' edinmekten ne kadar se-vinçliyse, Rosa Mizrahi'nin bakışlarındaki zehirli du-mandan, lâübâli bir tavırla 'sözlüsüne' kısaca 'Abdi"demesinden o kadar tedirgin. Hem evlilikten lâf açıl-

rup durup afacan bir hızla yaprakları dolaşıyor.Kuşlar, gittikçe kararan gökyüzüne top gibi fırlayıpdağılıyorlar, bir süre sağa sola uçuştuktan sonra,bir de bakıyorsun başka bir ağacın başına üşüşmüş-ler. Uzaktan gökgürültüieri: ağır, ilk anda anlaşılmaztehditlerle yüklü, kibirli. Birbiri ardınca, bir iki şim-şek.

Neveser, sağ gözü şehlâ, gökyüzüne bak tı:"— ...öyle bir bastıracak kil ..." dedi, "... sabah ki

Page 110: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 110/192

dı mı, her cümlesini niye dolambaçlı 'yatak' imâla-rıyla bitiriyor bu kız? Neveser ne de olsa tecrübe-

siz, hayat hakkında bilgisi kıt, 'cahii' bile sayılır:Rosa Mizrahi'nin, gerçekte, aile saadetinin 'sebeb-iinhidamı' olduğunu nereden kestirecek?

Metroviça 'Fırkası' komutanı Şemsi Paşa'nıngelişini, bu yüzden mi, doğru değerlendirememişti;yoksa, Münif'in kemküm ederek uzattığı 'mütevazı'nergis demeti 'nagihan' aklını karıştırdığı için mi?Münif, ince fikirli çocuk, nergis kokusuna düşkün-lüğünü bilir; gittikçe seyrekleşen ziyaretlerine hiçboş gelmez zaten, ya koltuğunun altında yeni çık-mış bir şiir kitabı, ya elinde bir demet nergis. Ciddimi ciddi, 'ağabeylik' taslıyor, evlilik hazırlıkları iler-ledikçe, davranışlarındaki 'resmiyet' yoğunlaştı. Ya-kışıklı da! O vahşi sarışınlığı yok mu, adeta saldırı-yor; hele gün ışığında, güneşte kalmış pirinç mangalyalazı saçıyor ki, gözlerini kısmadan yüzüne baka-mazsın!

Neveser, nergis demetini 'insiyaki bir hareketle"burnuna götürürken, kırıkdökük teşekkür etti:

"— Ne düşüncelisin Münif, çiçeklere —hassatennergislere— zaafımı, senden başka ciddiye alan çık-mıyor, ziyadesiyle teşekkür ederim".

O arada Ahmet sırra kadem basmış, farkına var-madı, neden sonra anlıyor: akşam kuşlarının ağaç-larda kıyameti kopardıkları bir yağmur hazırlığı or-tasında yapayalnızlar, o ve Münif: bahçede, çar-dağın altında. Sağanak öncesi haşarı bir rüzgâr, du-

* 'gerektiği gibi'

130

ybunaltıcı sıcak, bunaymış! Pek sâikalı bir hava, ne-reye kayboldu bu çocuk, bilmem ki?..."

Münif gülümsüyor ; gülümsemesinde, zaptedil-miş bir öfke, askıda bir 'feveran'; yoksa, Neveser'emi öyle geldi?

"—- ...haddizatında sırrını fâş edeceğim, lâkinicabettiği kanaatındayım : Melissa'yla buluş acaklar-dı!"

"— Melissa'yla mı? O da kim? Rum ismi değilmi bu? Ahmed'in dili durmaz, sır mır sakîayamaz!Böyle bir şey olsa, mutlaka söylerdi."

Nemli yağmur karanlığı bahçeye çöktü. Durduğuyerde duramayan, telâşlı, telâşları kaba ve küstahbulutlar, homurdanarak etrafı sarıyor. Münif, hasıriskemlelerden birisinin arkalığını, gerisinden, iki eliy-le kavramıştı. Sırtını, çardağın dış direklerinden sağ-dakine vermiş; yaldızlı sarı kaşları, 'kamilen' gözleri-nin üzerine yıkık.

"— ...Petridis'in Eczanesi, malûm: şu DrahorKıraathanesi'nin bitişiğindeki, evet! Melissa, EczacıPetridis'in küçük kızı; müstesna güzel bir kız, vas-fetmesi müşkîl, esâtirî bir güzellik! Ahmet'le bir se-neyi mütecaviz hâl-i münasebettedir, muntazammektuplaşıyor, fırsat zuhur ettikç e buluş uyorl ar:ikisi de, delice âşık!..."

Neveser isteyerek mi öyle 'müstehzi' gülmüştü,elinde olmayarak mı? Bunu sonradan yıllarca düşü-necektir. Büyüklük tasladığı pek belirgin, açıkçaaçağılayıcı, —garip ama, nedense biraz da şûh—,

bir kahkaha :"— İlâhi Münif, Ahmed büyüdü de âşık mı oldu?""— İstihzanızı celbeden nedir, anlayamamakta

110

mâzûrum : siz evleniyorsunuz, Ahmed âşık olamazmı?"

"— ...canım, o çocuk!""— ...çocuk mu? Affınıza mağruren ifade ede-

yim, yaş farkınız bir seneden ibarettir, sadece birsene, oniki ay..."

Neveser şaşır mıştı : öyle ya, Ahmed'le, (tabiiMünif'le de), aralarındaki fark bir yaş, gerçek bu;oysa ne zamandır o, nasıl da yaşlandığı izlenimine

lerine bir gökgürültüsü boşandı: ilkin, kulakları sa-ğır edici bir çatlama, arkasından yuvarlak, birbirinezincirlenen irili ufaklı gümbürtüler. Şimşek de çak-mış olmalı ya, farkına varmadılar. Münif, diyordu ki:

"— ...aylardır bu saati, bu dakikayı intizar et-tim, size namütenahi hürmetime rağmen, susmaya-cağım Neveser. Vakıa vaziyet aleyhimedir: Halıcıza-d ti i â â i i P i 't h d t â

Page 111: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 111/192

kapılmıştı. Hele Abdi bey'le buluşalı, yanılsamasıdaha da koyulaşıyor: nasıl olduysa, görünmez yıl-

lar araya sığışıp, 'çocuklardan' onu ayıran 'mesa-feyi' sanki açtılar: Neveser gelinlik koskoca bir kız,oysa onlar, kira sandalıyla hâlâ sıcak öğle sonlanbalığa çıkan, akşam üstleri, sokak aralarında Rum'kopilleriyle' kııka oynayan, tatilde iki 'idadi talebesi'.

 Ansızın, Harem 'den piyano : Schvvester Magda'-nın Beethovven çalacağı tuttu. Arasıra hasreti dep-reşir. ilk notalardan, Sonate Pathetique'i çıkarmayaçalıştığı anlaşılıyor. Tam da sırası ya! Münif, Neve-ser'in o ana kadar üstünde bile durmadığı, derin,kalın titreşimli, düpedüz erkek bir ses bulmuş, sözü-nü sürdürüyordu :

"— ...bana da aynı sebepten haksızlık etmedi-niz mi? Hissiyatıma, en ufak ehemmiyet atfetmedi-niz! Kalbimi, ayaklar altına aldınız! Halbuki, asgarisizin kadar, ben de ihtirasla sevmeye, binnetice ıs-tırap çekmeye muktedirim. Ahmet de muktedir..."

Konuşurken, iskemlenin arkalığını 'feci şekilde'sıktığı, bilek damarlarının masmavi kabarmasındanseziliyor. Kaşları çatık. Ateş sarısı perçemleri akıllıalnına düşmüş. Gözlerini, aralıksız ondan kaçırıyor.Neveser, Münif'in 'bu minval üzerine' konuşmasınaizin verebilir mi? Hayır, asla! Sesine, yaşını aşanbir heybet katarak, dedi ki:

"— ...seni, böyle konuşmaktan menederim, Mü-nif!"

Cevap, asabi bir kahkaha: "— ...hah hah hah,

menedermiş! Hayatta..." Arka sı anlaşı lamadı , git git ağaçl arın ucunadeğecek kadar alçalmış yağmur bulutlarından, üst-

239

de servetinin yegâne vârisi, Paris'ten şehadetnâ-meli Abdi bey kim; bendeniz, fukara idadi talebesi

413 Münif kim? Halıcızade'nin indinde, esamim oku-nur mu? Elbette, hayır! Hayır ama ısrar ediyorum,okunmalı; zira, vaziyet-i içtimâiyesi ne olursa olsun,cümle Selânik şahittir ki, Abdi bey denilen adam,şehvet düşkünü bir erzel, aklı fikri kumar ve işretteolan müptezel bir sefihtir: ağaçlar dile gelse de,'Rastıklı' Hrisûla'nın bahçesinde yediği haltları söy-lese, böyle birinin..."

— Kâfi! Kâfi Münif, kâfi rica ederim..."Neveser bayağı bağırmıştı, Münif onu dinliyor

mu? Şimşek çaktıkça vahşi sarışınlığı elektrikli biryeşile, şurasında burasında leylâk morlarının, sar-dunya pembelerinin tel tel açıldığı, çığlık çığlığa birsarıya dönüşüyor. İskemlenin arkalığını bırakmış,

iki eli iki yanına açık, bakışlarında, yaşıyla 'nâmüte-nasip' bir vekar; incinmiş izzetinefs inin abarttığı,gururlu bir ıstırap! Birden, tozlara pat pat birkaçyağmur damlası düştü : iri ve ılık. Havada, nereden-se, bir yanmış kükürt kokusu.

"— ...hayır, kâfi değil! Vahim bir hata işlemek-tesin! Birisi seni mutlaka ikaz etmeli. Kimsenin bu-na cesaret edemediğini, haşyetle görmekteyim. Aş-kımı feda etmek pahasına, ben teşebbüs ediyorum :O zatı sevmiyorsun, ilelebet sevemeyeceksin! Suret-ikafiyede eminim ki, o, hissiyattan kâmilen mahrumbir zendost, pederinin servetiyle hovardalığı mari-fet addetmiş, alelâde bir şehvetperesttir..."

Bir solukta, bağıra çağıra konuşmuştu; sustu,bir çocuk gibi göğüs geçirerek, çok başka bir sesleilâve etti:

"— ...nâdim olacaksın Neveser, ziyadesiyle nâ-dim olacaksın!"

 Acele bir yere yetişmesi mi gerek iyor? Nevese r'i,içisıra, nefes nefese koşturan nedir? Bulut kalaba-lığı, şimşek cümbüşü, gökgürültüsü mü? 'Hamınne-si'nin, ya da annesi Seher hanım'ın bahçeye çıkı-vermesi, çardağın altında onu Münif'le 'başbaşa'buluvermesi korkusu mu? Ola ki Münif'in, ne diye-cekse bir çırpıda diyebilmek telâşı, ona da bulaştı.

yorsunuz. Beni de tezlil ettiğinizin acaba farkındamısınız?"

Dut silkilmesini andırır bir patırtı, bir uçtan biruca, bahçeyi sarıverdi: iri, dolgun, şaşılacak dere-cede ılık yağmur damlaları, patır kütür serpiliyor.Bir dakika sürdü mü? Hepsi o kadar. Gökgürültü-leri, dargın dargın, Yalılara doğru uzaklaşıyor bile.Geride sadece o yanmış kükürt bir de nemli toprak

112

Page 112: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 112/192

Belli etmese de, eli ayağı tir tir titriyor. Ağzında tu-runcu andıran bir tad, acımsı mayhoş. Söze,

"— ...ikaz vazifesi size düşmezdi Münif bey!"diye dalıyor, "...size gelinceye kadar, bu vazifeyibihakkın deruhte edebilecek kimler yoktu ki! Eğerlüzumlu addetmedilerse, bir sebeb-i hikmeti oldu-ğundandır..."

Sen demeyi bıraktı, o da siz diyor. Münif'in ter-sine, onu bakışlarının arasına kıstırıp, tutsak etmiş.Yüksek sesle konuşmuyor, hayır; sâkin, soğukça,iyice 'müstehzi' o ilk sesini yeniden yakaladı; yeryer patlayıveren, ufacık, çok aşağılayıcı, —gariptir,biraz da şûh—, gülüşlerle pekiştiriyor. Böyle dahaetkili olduğu kanısındadır:

"— ...farkında mısınız, izdivacımı herkes tas-

vip ediyor, münasip görmeyene rastlamadım. Siz,müstesna! Bilemem ihtirasınızın mı zebûnusunuz,kıskançlık mı gözünüzü kör etti; bedihî bir hakikatiinkârdan gelmektesiniz. Hayır Münif bey, hayır! Bu-na asla müsaade edemem, zira hatt-ı hareketiniz,açıkça emniyet-i suistimâldir, daha kaba söyleye-yim : haddini tecavüzdür..."

Münif put kesilmişti. Dudaklarında 'müphem'bir gülümseme. Gülümseme mi? Cehresindeki derinacıyı, büsbütün dışarıya vuran bir gerilim bu. Sankidudakları, az sonra, bir ustura yarası gibi açılıvere-cek, 'dehşetengiz' bir kanama başlayacak.

"— ...müstakbel zevcime, siz dünkü çocuk, ne

hakla hakaret edersiniz? Bu ne cür'ettir, ne küstah-lıktır? O, şu anda, mukaddes bir mücadele içinde-dir, vatan uğrunda sarf-ı hamiyet ediyor; halbukisiz, matbaacı Bohor'un çıraklığından artakalan vak-tinizi, bir hürriyet mücahidini tezlil için istimal edi-

130

Geride sadece o yanmış kükürt, bir de nemli toprakkokusu.

Neveser sözlerini akıl almaz bir yere bağladı :"— infialinizi müsamahayla karşılamak, fevKa-

lâde müşkil olmakla beraber, belki mümkîndir; lâkinanlayabilmek, hele tasvip edebilmek, imkân harici!Ben, ablanız sayılırım, müsamahaya gayret edece-ğim : geçirdiğiniz bu fecî ânı, bir cinnet-i muvakkataânı telâkki eyleyelim, olur mu? Haydi elimi öpüp,bana tarziye veriniz; bir daha da, çok rica ederim,semtime uğramayınızl..."

Münif nasıl davranacaktı, ne cevap verecekti?Hiçbir zaman öğrenilemeyecek : Neveser sözünü bi-tirmişti ki, nasıl kaybolduysa öyle ansızın, Ahmedmeydana çıkıyor: üstübaşı enikonu ıslak, fesindeyağmur damlaları, yüzünde 'müteheyyiç' bir gülüm-

seme. Damdan diişercesine, diyor ki:"— ...amma iş yahu! Yüksekkahve'deydim, millet

sırsıklam oldu; bizim buraya geldim ki, şöyle biryalamış geçmiş!"

Sonra, ikisinin yüzüne ayrı ayrı bakıp, çıngırak-lı bir sesle müjdeledi: "— ...haberiniz olmadı mı?Manastır'da, Telgrafhane'den çıkarken, Şemsi Paşa'-yı vurmuşlar. Hani şu Metroviça Fırkası Kumanda-nı..."

Neveser, ikisini 'suikastın' sonuçlarını tartışmayabırakıp, içeriye kaçıyor. Yağmur karanlığı, hareminmerdivenlerini eflatun gölgelerle doldurmuş, teniniürperten incecik bir nem, yanlış bir sonbahar hüznü.

 Asıl hüzün, (hüzün mü? yüreğ ini mengene gibi sıkış-tıran, dayanılmaz bir keder,) onun içindedir: yeterin-den fazla sabrettiği, yeterinden az söylediği için! Bel-ki bu yüzden, dudaklarını ısırıp duruyor, salıverse,hüngür hüngür ağlayacak. "Bu densiz oğlanı, hiç ko-

nuşturmamak icabederdi. Hele şuna, cürmüne bak-madan, ne lâflar eder?". Odasına canını dar attı, ya-tağının üzerine kapandı, içisıra, Münif'e söylenmeyi,harıl harıl sürdürüyor. Onu nasıl azarlıyor, şiddetliithamlarla nasıl bunaltıyor, görmeli. Bunları defterinegeçirse mi? Niye geçirmeyecekmiş? Çardağın altındayaşadığı 'sahne', hayatının bir parçasını oluşturmu-yor mu? Kalktı Gözyaşlarını kuruladı Masasının ba

Bulgar, sayısız konuk kaynaşmaktadır. Ön ve arkabahçede kurulu, bilinmez kac masa. Splendite Pa-lace'ın Macar Çigan Orkestrası. Havai fişeklerin dal-galı aydınlığında, su gibi akan kemanlar. Ne de çok'şeref misafiri' çağrıldı : başta tombul ve mahcupyüzü, dik bıyıklarıyla 'kahraman-ı hürriyet' BinbaşıEnver bey; sonra Talât, Cavit ve Hacı Adil beyleı,Davavekili Karasu efendi; nihayet sarı kaytan bıyık-l ğ iki bi i i d h fif k Mü

Page 113: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 113/192

yor mu? Kalktı. Gözyaşlarını kuruladı. Masasının ba-şına oturdu. Defterin kilidini açtı, önüne çekti. Yaz-

dığını göremeyeceği bir karanlık, çevresini kaplayın-caya kadar, yazabildiğini yazdı.

O akşam, 'Alaman' Ziya bey'in sofrasında, nekonuşulur? Kuşkusuz, 'Şemsi Paşa'nın Katli' yorum-lanıyor. Bir kere, Ahmed'in duyup getirdiği haber nok-sanmış. Ziya bey 'teferrüatım' öğrenmiş olarak gele-cektir : demiryolu telgr afı aracılığıyla, Manas tır'da nhayli 'malûmat' sızdırmışlar. Evet, 'suikastın 'Kuman-dan Paşa'nın Telgrafhane'den çıktığı esnada vuku-bulduğu' doğru : orada ne arıyormuş denilirse, cevabıilginç : sabahtan beri, 'makine başında' Yıldız'la mu-habere etmekte imiş! Ziya bey, su bardağına uzanır-ken, boğukça sesiyle diyor ki:

"— ...efendim, Makedonya ahvaline dair arz-ımalûmat ediyor. Alatu rka sekiz sularında, hareketimukarrer. Fayton tam saatinde telgrafhaneye yanaş-mış; mumaileyh görünür görünmez, kalabalığın ara-sından üç el ateş ediliyor, o dakika..."

Bardağını dudaklarına götürdü, iki yudum içti;'kim ateş etmiş' diye sormuşlar gibi, kaşlarını çata-rak :

"— ...iddia hakikatsa," dedi, "...ateş eden. Ce-miyetin fedailerinden Mülâzım Atıf beydir, gencecikbir zabit..."

(... birkaç hafta sonra, Neveser, Metroviça 'Fır-kası' Komutanı Şemsi Paşa'nın nasıl öldürüldüğünü,'bizzat' Mülâzim Atıf bey'in ağzından dinlemeyecek

midir? Düğün gecesi. Tuzlu, yapışkan bir sıcak, ma-cun gibi Selânik'in üzerine sıvanmış. Halıcızade Yalı-sı, ışıkla yıkanıyor. Hürriyet'in ilânıyla patlak verenkardeşlik havası, düğün evini de sarmış. Hem de nesarış! Harem'de, Selâmlık'ta, Türk, Yahudi, Rum ve

ları, ağzının iki bitiminden hafifçe sarkan, o genç Mü-lâzim, Mülâzım Atıf bey. Gecenin bir saati, kalabalı-

ğın biraz aralandığı gelin odasında, Ziya bey'le Ne-veser'e anlatıyor:

"— ...meğer o gece, fırkasından eliyle seçtiği za-bitler kumandasındaki üç tabur askerle ve hususi birtrenle, Şemsi Paşa Manastır'a gelmiş. Sabahleyin,hiçbir şeyden malûmatım yok. Gün 24 Haziran, salı.Saat üçte, Mülâzim Mehmet Ali eferıdi, Paşanın mu-vasalatını haber verdi: cebel toplarıyla, Resne vecivar müslüman köyleri üzerine yürümek niyetindeolduğunu, Cemiyetin paşayı vurmak için fedai bula-madığını söyledi. Para mukabilinde bu işi yapabile-cek başıbozuk fedai aramak zoruna düşmüşler..."

Neveser, beyaz gelinlik tüllerinin altında, sahi-

den var mı; yoksa insanın aklına işitilmemiş mutlu-luklar getiren, zarif ve nahif bir çağrışım mı? Solgunyüzünde gamzeleri, sağ gözü hafif şehlâ, anlatılan-ları dinliyor. Harem'de el çırpıp şarkı söylüyorlar,Ohri'li Naciye'nin çengi kolu ortalığı kırıp geçiriyorolmalı. Camlarda çarkıfelekleri n arkası kesilmeyen'rengârenk' dönüşü ; acı mor, cart sarı, çığlık yeşilivs...

"— ...kati kararı derhal verip, Mehmet Ali'yesöyledim. Hiçbir hazırlıksız, kimseye birşey yaz-mayarak, -hatta kuşluk yemeğini bile yukarda ye-meksizin Drahor boyuna indim, bir aşçı dükkânınagirip karnımı doyurdum. Bilâhare, Cemiyet azasın-dan bir arkadaşa kahvenin birinde tesadüfle, ikirevolver istedim. Acele bir nagant buldu..."

 Abdi bey, sözün tam burasında gelip, Neve-ser'i götürmüştür: 'Hürriyet Kahramanı' Enver bey

239

ve 'diğer Cemiyet rüesası' ile tanıştıracak, aynalısaionda bekliyorlarmış! Terden parıldıyan ablakyüzlerin, sarhoş sarhoş sırıttığı, koridorlardan ge-çiyorlar. Açık bir kapıdan, gök mavisi tuvaletiylebeliren Rosa Mizrahi, elindeki şampanya bardağınıkaldırıp, Neveser'e çapkınca göz kırpıyor. AcabaNeveser'e mi?)

Şemsi Paşa'nın öldürülmesi, olayların akışımöylesine hızlandırmıştı ki Neveser Münif'le arala

raflar. Bu arada, bir alay müftüsü öldürüldü. SadıkPaşa da! Sidon vapuruna biniyormuş, Dersaadet'egidecek, vuruyorlar: güvertenin ziftli tahtalarında,gelincik kırmızısı taze kan fıkır fıkır; paşanın fesi,küpeşteye kadar yuvarlanmış; havada, sinsi birbarut kokusu.

 Ahmet ablasına küs, bir tuha f küslük oııunk i-si: konuşmasına konuşuyor, ufaktefek alışverişine

Page 114: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 114/192

öylesine hızlandırmıştı ki, Neveser, Münif'le arala-rında geçen üzücü konuşmaya, bir daha döneme-

di. İşlerin sarpa sarabileceği kaygısına düşen 'Kö-se' İsmail bey acele ediyor, düğün hazırlıkları biran önce bitirilmeli diye tutturmuş! Uymayıp da neyapacaksın? Tam üç gün iistüste, konak yavrusu-nun hareminde, gündelikçi Rum terzi Katına vekalfası, kesti, biçti, dikti: Neveser'in, her dakikaellerinin altı nda olması, zorunlu : ya ölçüsünü alı-yorlar, ya prova yapıyorlar. Schvvester Magda, irilahana kalçaları, tir tir titreyen palûze gerdanıyla,fil gibi ortalarda dolaşıyor: yarım Türkçesiyle, her-şeye burnunu sokmasa olmaz : o etek darmış, şubluzun yakası pot duruyor, bu geceliğin kenarla-rını iyi bastıramamışlar. Atıp tutan o, terzi Katina'-nın yanında eksiklenen Seher hanım, ellerini oğuş-tura oğuştura özürler diliyor: acaba ne dese de,'kızın' gönlünü alsa?

Yorgun argın düştükleri her akşam sofrasında,Ziya bey'in, ya da Ahmed'in taşıdığı, önemli birhaber: Dersaadet korkuya kapılmış, Şemsi Paşa'-nın yerine, 'alelacele' Müşir Osman Paşa'yı gön-deriyor. Nasıl göndermesin ki? izmir'den kargaşa-lığı bastırmak amacıyla getirilen Avcı taburları,Selânik rıhtımında, 'Padişahım çok yaşa' diye ba-ğıracağına, 'yaşasın hürriyet' diye bağırıp, gösteriyapmışlar: kimin işi olacak, 'zabitlerin'. Frizovik'te,yüzlerce Arnavut, Kanun-u Esasi uygulanıncayakadar mücadele edeceklerine and içiyor. Arnavut

'besa'sı bu! Manastır ve çevresinde clağa çıkmışsubayların silahlı eylemi, yayılarak sürm ekte dir:hergün bir köyde, bir kasaba meydanında, ahali-ye söylev; arkasından, Saray'a ve Babıâli'ye telg-

239

filan koşturuyor ya, bakışları kırgın, hareketlerin-

de bir isteksizlik! Belli kı Münif olup bitenleri an-latmış, Ahmet ondan yana, 'hal-ü-etvarıyla' bunuhissettirmektedir. Neveser, bir iki kere hatırlayıp,ona 'Apotiker' Petridis'in kızı Melissa'yla ilişkisinin'mahiyetini' soracak oldu, soramadı, her seferindearaya beklenmedik engeller giriyor: ya annesi veSchvvester Magda'yla çarşılara 'taşını yorlar'; ya'dünürlerin' ziyarete geleceği tutuyor; ya da bakı-yorsun, Hürriyet ilân olunuvermiş, her tarafta top-lar atılmaktadır, şehrin üzerinde ürkmüş kargalar,çığlık çığlık!

Tesadüf, nikâhı 10 Temmuz'a düşünmüşlerdi;Seher hanım'ın yetişilemez korkusuyla on gün er-telediler, ne kadar isabet olmuş! O gün, ayrıca,

İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 'kongrası' yapıla-cak : o da yapılamıyor. Sabah sabah, telgraf telleri,Makedonya içlerinden Selânik'e inanılmaz haber-ler taşıdı çünkü : Binbaşı Enver bey, Köprülü'deHürriyeti ilân eylemiş! Sabah, alaturka saat üçte,o, Köprülü Kaymakamı Münif bey, Mevki ve Süva-ri Livası Komutanı Salih Paşa, Hükümet Konağı'-nın kapısına iniyorlar. Ahali toplanmış, aralarındasubaylar. Söylevler veriliyor, toplar atılıyor, alkışkıyamet! Manastır, Köprülü'den geri kalır mı? Ora-daki daha görkemli bir tören, ne de olsa Ordu Ka-rargâhı'dır, bando mızıka, tören kıtası vs, tamam!Cemiyet'in Manastır Şubesi adına. Binbaşı Vehbibey, 60 numaralı top arabasına çıkarak, 'beyanna-

meyi kıraat ediyor' : ortalık bir anda, ana babagünü, marşlar, top atışları, silah sesleri. Mızıka'nınüflemeli çalgılarına güneş vurmuş, altın yeşili yan-sımaları nasıl da göz kamaştırıyor?

Demiryolu telgrafından olayı önce istasyon ha-ber aldı, 'derakap' Şirket'e ulaştırıyorlar; Ziya beyorada 'muttali oldu', yüreği pır pır etti : beklemedi-ği bir şey mi, hayır ama olsun, hürriyetin ilânı bu,şaka mı? Zihninde bir 'istif ham' kıvrılıyor: "Buemr-i vakiye, Zât-ı Şâhâne'nin aks-ül-ameli acabane olacaktır?". Neveser, ne olduğunu, HalıcızadeYalısı'nda işitiyor. O gün sabahtan gitmişti, birlik-

"Mukaddes vatandaşlar, muazzez kardeşler!

'Lâtectemeiu ümmeti âleddalâie' hadis i şeri

Page 115: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 115/192

te yiyip içtiler, Mercimek Nine kayısı 'murabbası'yapmış, erimiş kehribar rengi, sanki cam, tadındanyenmiyor! Limonluğa bakan arkadaki büyük oda-da, Küçük Valde'yle oturmuş, Abdi bey'in Paris al-bümünü gözden geçir iyor lar: Eiffel Kulesi'ninönünde 'Panama' şapkalı fotoğrafı, gözleri dışarıuğramış, elinde baston. Pencereler açık, dışarıdaSelânik uğulduyor. Tak tak, kümesin kapısını ona-ran Kâmil efendi'nin, çekiç sesleri. O ara, Rosa Miz-rahi bir koşu geldi, 'muazzam' topuzundaki tarak-lardan çevresine ışık saçarak, 'Padişah'ın Kanun-uEsasi'yi mer'iyete koyduğunu' müjdeledi. Bayramettiler.

Yalnız o gece geç vakit, odalarına yatmayackarken, merdivenlerde Ahmet, kötümser bir cid-

dilik le ablasına diyor ki ;"— ...sen inkisi bir suizan, tehlikeli ve vahim :

bir 'kahraman-ı hürriyet' ile evlendiğini vehmedi-yorsun; halbuki vardığın, ahlâk düşkünü bir BebeRuhi'dir..."

Münif mi? Düğünden önce de, sonra da, birdaha Neveser'in 'semtine uğramadı' ki!...

228

... 'Lâtectemeiu ümmeti âleddalâie' hadis-i şeri-fi, rehber-i kavimizdir. Adalet, müsavat, hürriyet,

uhuvvet, meslek-i esasimizdir. Cenab-i HakkatıajTid-ü-sena-yı lâtuhsi olsun ki insan gibi yaşa-mak; Allah'ın emri, Peygamberin kavli ile âmil ol-mak zamanın ı idrâk eyledik. Artık cennet mekânKanûnî Sultan Süleyman zamanından beri, Padişahile millet arasına çekilen kafesi kıracağız. Padişa-hımızın etrafını alan, hain, rezil, bedtıynet, sefil,denî herifler kahrolsun! Sahih-ül-nesepten neşetetmiş, pak süt ile büyümüş, mekârim-i ahlâk vemehâsin-i sıfât ile teselli eylemiş zevatı isteriz. Açve bi-iiâç  oiarak,  San'a zindanlarında, Diyar-ı Bekir,Erzurum, Akkâ karalarında, Fızan'da, sefil ve ser-gerdan olan ahrâr-ı ümmedin, saaidet, hürriyet ve

ikbâlini dileriz. Vatanımızı bârıgirân-ı itLsâftan kurta-racak, yetimlerimizin gözyaşlarını dindirecek ve kim-senin hakkını kimseye kaptırmayacak, bizi insangibi yaşatacak usul-ü meşrua-yı meşverettir ki, is-tediklerimizi n cümlesini temîn eyleyen Kanun- uEsasidir.

Ey vatandaşlar!Ya Kanun-u Esasi, ya ölüm!Bir vatanın menabi-i umumiyesinclen müstefit

olup, bir havayı teneffüs eden ve Osmanlı bayrağıaltında ittihat eyleyen ecnas-ı muhtelife, bilâ tef-rik-i cins-ü-mezhep birbirinin ruhu, nûr-u hadeka-iiftiharı dır. Birbir inin mal ını, canını, ırzını, aynı• Vklet ve asabiyetle müdafaa ve muhaf aza ederek

İr, günden itibaren hırz-i can bilir.Evlerini, çoluk çocuklarını, rahat ve refahını bı-

rakarak, vatan uğruna mahrumiyet-i mutlakaya kat-

239

r . :  T 1

lanmak suretiyle, dağlara çakan arkadaşlarımız varolsun!

Ey Ohri kahramanları! Ey Resne aslanları! EyManastır yiğitleri!

Dünyada misline tesadüf edilmeyen bir asalet venecâbetle, vazife-i milliyenizi ifâ ettiniz, Sizi bağrı-mıza basar, zevâl-i nâpezir teşekkürlerimizin kabu-lünü reca eyleriz. Cenâb-i Hâk sizi darında rnes utbuyursun! Siz bütün millet-i Osmaniye ve ümmet-i

Rosa Mizrahi'nin 'hayır' işlediği nerede görül-müş!

Page 116: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 116/192

y ymerhumeyi sevindirdiniz, Cenâb-i Hâk sizi de bahti-

yar eylesin!Yaşasın Manastır kahramanları ! Yaşasın Ohri

fedaileri! Yaşasın İzmir Fırkası aslanları! Yaşasınvatan! Yaşasın millet!"

Manastır Mekteb-i HarbiyesiMüdürü Binbaşı Vehbi

(10 Temmuz 1324/1908 Perşembe günü, Manas-tırda, 'hürriyeti ilân eden 'nutuk'tan.)

220

müş!

Matmazel Rozeti, Şark-ı Karip Maadin Kum-parıyası'na 'kâtibe' alsınlar diye, başlarının etini ye-mişti ya, işin içinde meğerse iş varmış. Leon Miz-rahi olsun, Halıcızade Abdi bey olsun, ricayı fazlaca'asrî' bulduklarından, bir zaman durakladılarsa da;Rosa'nın sürekli ısrarına direnemeyip, sonunda bo-yun eğdiler: Barzilay'ların yoksul kanadından, 'evdekalmış' drahomasız bir kızla, gözlerine 'perde in-mekte' olan 'bîçâre' valdesine yardım gerekmez mi?"İnsaniyet dünyadan kalkmadı, mon cher!"

Matmazel Rozet, çalışmaya başlar başlamaz,dürüstlüğü ve ciddiliğiyle, Leon Mizrahi'nin gözünegirdi; 'hatırnâzlığıyla' kendisini herkese sevdirdi. Al-lah içi n söylemel i ; zamanında gelir, zam anında gi-

der; masasından çiçek demetleri eksik olmaz, derli-toplu bir kızcağız. "Herhangi bir lâübâliliği görülme-miştir". Abdi bey, Rosa'nın hınzırlığını neden sonrabulup çıkarıyor: 'maksad-ı aslisi', korkusuzca bu-luşabilecekleri bir 'melce' sağlamak! Öyle ya, Mat-mazel Rozet ve 'bîçâre' annesi, minnetlerini, onlarıevlerinde buiuşturmakla, ödemeyecekler midir?

Yukarı Şehir'in eteklerinde, 'sakız biçimi' bir evbu, Türk mahallelerine iki adımlık yer: altlı üstlüiki kapı; birkaç ayak merdiven, üst kapıdan girince,yüksek tavanlı salon, karşısında yatak odası: pan-curların aralığından, arkadaki avlunun güneşi ilik-lerine kadar emmiş malta taşları görünür: çatlak,sıtma sarısı! Bitişik bahçeden, öksürüklü bir tulum-ba sesi işitiliyor: suyu kaçmış da, getirmeye mi ça-lışıyorlar? Abdi bey'in burnunda, çocukluğunun Ya-hudi evlerinden yanık bir zeytinyağı kokusu kalmış,

239

burası öyle kokmuyor. Eşyaları eski püskü, çoğueprimiş, ama 'şahane' şeylermiş belli. Tertibi düzeniyerinde, her tarafı tertemiz bir ev, mumla araşanzırnık toz bulamazsın! Yatak odasındaki, yüksek pi-rinç karyolanın iri topuzları, sarı sarı parlar; örtü-lerinde, mis gibi lâvanta çiçeği; bir de somyası gı-cırdamasa!

Leon Mizrahi'nin yolculuktan baş alamadığını,bütün Selanik bilmez mi? Kumpanya'nın 'mııfettiş-i

inandın mı, yalnızlık ne demek? Lâfı mı olur? Aşa-ğıdaki odada Mezmur okuyarak vakit geçiriyor;arada ufaktefek ev işleri, üstesinden gelebildiği ka-dar, yemek bulaşık. Mahalleden yoklayanı olursa,ne mutlu : artık dünyalar onun!

Rosa Mizrahi bu, acımasız bencil, kadın gitsindiye gözünün içine bakıyor, arada lâf sokuşturma-lar filân :

"— ...aşağıda işiniz vardıysa, bizim yüzümüz-

Page 117: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 117/192

umumisi' sıfatını taşıyor, şube şube gezecek, işi bıı :

bakarsın çıkmış, Dersaadet, İzmir, Mersin, Beyrut,derken, haftal arca kayıp; hele 'ahvâl-i fevkalâdevukuunda' dönmek bilmez. 31 Mart 'irticai' patlakverdiği zaman, öyle olmadı mı? Dersaadet'e bir git-ti, o gidiş! O vakit Rosa, ne yapıp yapıp, buluşma-ları ayarlıyor. Evin 'hâkim-i mutlakı' o, annesi varmı yok mu belirsiz, işi gücü yesin içsin, bezik oy-nasın; babası Parkinson illetine tutsak, koltuğundankımıldayamaz; hizmetçiler, Rosa'nın 'bendeleri', ençok da Riri : elinde 'hanum'unun verdiği kâğıt, hop,Matmazel Rozet'e koşuyor; fıs fıs konuşuyorlar, ara-da kikirdeyerek! Abdi bey yazıhanesine geliyor ki,ne görsün, sumenin üzerinde Rosa'nın pusulası, bu-

luş aca kla rı saati yazmış, imza rujlu dudaklarının

yağlı izi. O dakika erkekliğine özsuyu yürür, avuçla-rında 'gayr-ı tabii bir hareket', buharlı bir ter. Bağ-lasalar durabilir mi?

Matmazel Rozet'in annesi, güngörmüş kadın :salona buyur edip, onlara ikramda bulunmadı mı,açıkça tedirgin oluyor. El yordamıyla, yarı görür ya-rı görmez, kahveler pişirir; dal dal gül işlemeli tepsiörtülerinde, billur kâselere koyup, şekerlenmiş turunçreçeli çıkarır. Rozet'çik elceğiziyle yaparmış, ne hü-nerli kız! isteseler istemeseler, bir cıgara içimi söy-leşiliyor : tabii Fransızca : havadan sudan, kızınınözverili bağlılığından, kocası 'Müs ii' Barzilay sağiken ("Toprağı bol olsun!") Alliance Kulübü'nde eşedostcı verdikleri ziyafetlerden! Hiç şaşmaz, nedensesiyahlar giyer hep, kır saçları sımsıkı topuz, davra-nışlarında daha şimdiden görmezlerin kaygılı 'tered-düdü'. Yalnız başına evde ne mi yapıyormuş? Allah'a

130 232

den bırcıkmcısaydınız!"

O kalkıp merdivene yöneldi mi, yerinden kop-tuğu gibi, taraklarını ışıldata ışıldata, doğru Abdibey'in kucağına. Hayvansal bir oburlukla, dakikalar-ca öpüşürler. Tam erkekliğinin üzerine oturmuştur,şöyle eteklerini kaldırıp, ata binercesine : ayağındadon olmadığından, altının ıslaklığı bacaklarına sı-vaşmış, kalçalarını hafif hafif çalkalıyor.

Neresi, Abdi bey'in neresine değse, işte orasın-da, ta içine işleyen, kaşla göz arasında aleve dönü-şüp, damarlarında 'cevelân'a başlayan 'meçhul' birateş! Soluklanmak için dudaklarını dişlerinden kur-tardığı an, ağzına, birbiri ardınca göğüsleri doluşu-yor : iri, k aradut uçlarından, sıcak, dumanlı sıvılarsalıveren memeler bunlar! Abdi bey, Chypre 'esan-

sıyla' karışık esmer ten, tuzlu ter kokusuyla, zamaniçinde kayıp gitmemiş mi? Sanki Matmazel Rozet'in'Sakız biçimi' evinde değiller, o henüz Garaud Ko-leji'nde okuyor; mevsim yaz. Barzilay'larm 'hususi'deniz banyosunda kaçamak sevişiyorlar. Ne kaygı-sız günlerdi onlar! Ne kadar heyecanlı!

Sonra, yatak faslı. Loş, yarı karanlık bir oda,yutak örtülerinden mi sızıyor ne, havada lâvantaçiçeği; duvarlar, pancur aralıklarından sıçramış kı-rılma ve yansımalarla, yol yol ışık; komşunun bah-çesinden, öksürüklü tulumbanın sesi. Pirinç karyo-lanın iri topuzlarında, ikisinin hayalleri, cilâlı sarıüstüne siyah, eğrilip bükülüyorlar. Sevişmeleri hızlıve yoğurı, ama duygusu kıt, şefkatin 'katresi' bulun-

maz; ne karşılıklı ve sürekli özdeşleşmeler, ne içlive içten özveriler; içi dışı şehvet! Daha fazla hazduyabilmek için, birbirlerini kullanıyorlar; Rosa, Abdi

r

boy' in; Abdi bey, Roso'nın 'zevk âleti'. Ar alarındak iilişki, yıllarca önce nasıl başladıysa, öyle gidiyor.

Rosa'nın saplantısı, cinsel çeşitleme! Kafasıyalnız buna mı çalışır, hayret! imgelemi kural tanı- .mıyor, sınır da! Neler icad eder: ne değişik sevişmeyolları, ne akla sığmaz doyum biçimleri! Tırnağındankulak memesine, koltuka ltları ndan apış arasına,vücudunun her köşesinin hakkını arayıp, veriyor.

 Ama vazgeçemediği, dönüp dolaşıp inatla istediği,l d i b d k l H l d Y l '

"— ...bu kız ruhen fahişe, mon cher, sizi teminederim ki, böyle : serçe parmağınızla temas etseniz,vücudu şehevî râşeler geçiriyor. Başka erkek olsa,evinin içindeki böyle bir aşifteyi rahat bırakır mı? Asla! Lâkin, Le Grand Sot, Riri' nin mevcudiyet indenbi-haber, evet..."

Ne şu, ne bu, Rosa Mizrahi'nin yatak söyleşi-lerinde asıl çekiştirmekten hoşlandığı, kocası LeonMizrahi ile Abdi bey'in karısı Neveser. Dudağını bü-kerek kocasına 'istihfafla' Le Grand Sot/Koca Ap

Page 118: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 118/192

yazları deniz banyosunda, kışları Halıcızade Yalısı'-

nın limonluğunda, tekrarlamaktan usanmadıkları:ilkin çırılçıplak soyunacaklar, sonra iki kalçası, kuy-ruk sokumu ayrımından iki elle avuçlanıp, ağır ağırerkekliğin üzerine oturtulacak! 'Dühul vâki olduktan'sonra, elleri baldırlarını seve seve ön tarafa kaydı-rıp, apış arasını okşamak gerekiyor: yavaş yavaş,ısrarla! Aklını başından alır bu, artık ne çığlık atma-lar, ne inlemeler, ne solumalar! Bazan iki elden bi-rinin göğüslerini yuğurması, öbürünün 'bızırıyla' oy-namasını ister; cinselliği öyle bereketli ki, birine ulaşırulaşmaz öbürüne başlayıp, sırtısıra, bilinmez kaçkere 'inzal' oluyor. Akıllara ziyan bir şey!

Yorgun argın, terli vücutlarından gizli bir dumantüte tüte, sonra gelsin yatak 'muhabbetleri'. Günlük

yaşantılarında, maske gibi taşıdıkları 'resmî kibar-lığın' eriyip aktığı, senli benli, açıksaçık söyleşilerbunlar. Herşey adlı adınca anılıyor. Ayıp mayıp yok.

Roza Mizrahi, abanoz siyahı saçlarını yastıklarayaymış, kemikli uzun parmakları yla uzanır, Abdibey'in biftek kırmızısı dudaklarından cıgarasını çalar;düğüm düğüm duman üreterek, bilinmez kaçıncı de-fa Paris 'çılgınlıklarını' dinlemek ister. 'Tahrik' mioluyor, acaba? Romancı Madam Colette, o 'erkekkıyafetinde' yaşayan Markiz'e nasıl kaçmış? Lianede Peguy, gerçekten 'vasfedildiği' kadar güzel mi?Pigalle'deki 'erkek kerhâneleri'ne gitmiş mi hiç?Bazan gevezeliği tutuyor, yalının hamamında Riri'ylegeliştirdikleri yeni sevişme biçimlerini 'tasvir' ediyor.

 Ama nasıl, hep öyle katı katı gülüp, havagazı ma-vilerinde zakkum pembeleri çakıp sönen zehirli göz-lerini, 'esrarengiz' kirpikleri yle gölgeleyerek :

234

kerek, kocasına istihfafla Le Grand Sot/Koca Ap-tal diyor, Neveser'e ise, La Petite Sott e/Kü çük Bu-dala! Abdi bey, metresinin saldırgan zekâsına hay-ran, yargıları ister acımasız, isterse haksız olsun,gönülden katılır: Yalan mı canım, 'melûl' bakışları,'mahzun' bıyıklarıyla, Leon basbayağı bön bir erkek;Neveser ise, dünyadan habersiz, daha doğrusu dün-yayı şiirlerden ve romanlardan, ya da şiirlerle ro-manlardaki sevdalardan ibaret zanneden 'safdil' birkızcağız. Beraber bulundukları anlarda, ona, 'küçükhemşire muamelesi' etseler de, sevişme sonraların-da söylemedikleri kalmıyor: Abdi bey, cinsel çeşit-lemelerden ilk defa söz açınca, nasıl iki gözü ikiçeşme ağlamaya koyulmuş; bir yıllık evi olduğu hal-de, nasıl kocasının belden aşağısını henüz çıplakgörmemiş; nasıl geçenlerde gerçek aşkın 'ruhî birimtizaç' gerektirdiğini kanıtlamak için, saatlerce ne-fes tüketmiş!

 Abdi bey, bir yandan giyi niyo rdu : kol düğme-lerini takıversin diye, kollarını Rosa'ya uzattı; altın-dan, lâtin harfleriyle H ve A 'inisyalleri' kazıtılmış,son derece gösterişli düğmeler; Paris'te iken, Ruede Rivoli'deki bir kuyumcudan, Gülistan Satvet'lealmışlardı. Tek başına takmasını beceremiyor, yayere düşürür, ya iliği yırtar; sabahları da karısındanrica etmiyor mu?

Güldü : — ...ruhî imtizaç mı? dedi. ilâhî Neve-ser, hâlâ çocuk! Keyfiyet münhasıran ruha taâllûketseydi, ikimizin bu yatakta işi ne?

Yeleğini giyerken, cep saatına göz atıp, telâşla-nıyor :

— ...eyvah, saat on olmuş, acele etme liyim ;

239

den kime tanıştırdıysa, ona hayran ; Cavit bey ycıogöge koyamaz, şaka maka 'prens muamelesi'eder. Davavekili Karasu, 'mütebessim vakarını' övü-yor, en çapraşık sorunları bir çırpıda kavrayan 'ça-lâk' zekâsını, insanı hoşnut eden küçük dikkatlerini.O kadar ki, bir dâvet gecesi, gökte cam yeşili birhilâl ince bir kaş gibi çizilmiş, Talât bey arabasınabiniyor, yarı şaka yarı ciddi demiştir ki:

Page 119: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 119/192

"— ...Abdi bey, talihli adamsındır vesselâm :

zevcen eşi menendi cız bulunur bir kızcağız; artıkona lâyık olmaya gayret, sana terettüp eder. Göre-yim seni, Cavit bey'i mahcup etmeyesin!"

Yalnız onlar mı hem? Rosa MizrahLJştediği ka-dar 'La petıte sott e/Kü çük Budalcr et-sin. Neveser daha ilk günden tae'o.İ'^jk^CH^p'He-ler'in başına kondu. Yalıda bir ^aŞpni iki etrfyVPiylar: en başta Küçük Vaide ile ifllrpimek^iıne! Vİflahalayıklar, yoluna kurban! O yilzşa hiç gtBmr.z, /ğhıfrevi iç meşguliyetleriyle' sürekli Bü yü ky pd şbile, 'gelinin elinden' kahve içme^^Ms^ûç^H'şye-ser daha kapının eşiğinde gö rü nu te şf du-daklarında duru bir ermiş gülümsemesi, ve büsbü-tün dua boyutları kazanan sözcükler:

"— ...berhudar ol kızım, berhudar o! evlâdım!"Ya 'Köse' ismail bey'in, 'burnundan kıl aldırma-

yan o aksi ihtiyarın', Neveser'e düşkünlüğü? Tozkondurmuyor. Başında takkesi, içinde kaybolduğugecelik entarisiyle, denizüstü odada köşesine ku-ruldu mu; 'beyzi', gözlüklerinin üzerinden ters tersbakıp, halayıkları azarlayarak, Neveser'i istiyor, il-le gelip ona 'cerideleri' okumalıymış : Selânik'te ya-yınlananları, Dersaadet'ten gelenleri, hatta DieVVelt'i.

"— ...a be kızım, üürenelim Alaman keferesine sıiler aavâlimize, ha, oncaaza da bir göz atma-sak ıılmaz!"

Neveser, iki yanağında iki 'gamzesi', 'munis' gü-lümser ;

"— Siz nasıl aızu ederseniz, beybacığım..."

Ya da, sağ sözü hafif şehlâ: "— ...başüstüne,efendim1"

2IÎ7

r

Orıu nasıl benimsemiş olmalı ki; bir akşam, ga-zeteleri okumuş bitirmişler, Neveser 'kızlara' sesle-nip 'beybasının' gece sütünü getirmelerini söyleye-cek; Halıcızaa'e 'Köse' ismail bey ömründe yapma-dığı birşeyi yapıyor: eliyle omzunu kavradıktan son-ra, gelinine eğilip, bir suçortağı fısıltısıyla diyor ki ;

"— ...süleyesin beybana kızım, Abdi aylâzınınmuamelesi nedir? Var mıdır sana erhangi bir kusu-ru? Süleyesin ki kırayım bacağını!..."

bakıma savurganlık içindeler. Yenilenin içilenin he-sabı tutulmaz. Küçük Valdo'nin 'boğazına' aşırı düş-künlüğünden midir, nedir, yalının mutfağı saray mut-fağından farksız: Mercimek Nine, 'hârikalar' yara-tıyor, hamur işlerinde bir tqne : açtığı cıgara kâğıdıinceliğindeki yufkalardan, öyle adı duyulmamış bö-rekler yapıyor ki, şaşmamak elde değil! Ya tatlıları?Sarığıburma, Dilberdudağı, Bülbülyuvası, vb! Neve-ser, Kurban Bayramı'nda, arka bahçede kesilen koç-lardan pişirdiği 'gerdan tatlısı'nın bir benzerini daha

Page 120: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 120/192

Doğcın'ın doğumundan bir hafta sonra mı ne,

ya loğusa yatağının başucunda, çipil gözleri yaşlı,çenesi titreye tıtreye söyledikleri:  1

"— ...Cenab-ı Ak büledir çoçuyum, ne kaa azdilersen, o kaa çok bağışlar. Olsun derdim bi torun-caazım, kız mız kabülüm; ikmetinden sual olmaz,bak, uulan mürüvveti gösteıdi. Ayırlısıynan. bir deKâbe'ye gitmeyi nasip ederse, üüüüüü, dokunmaya-sın keyfime!"

Neveser'in 'Hatıra Defteri'nde, evliliğinin o ilkyılına deygin bölümler, belki saf, hayli çocukça, fa-kat sahici bir mutluluğun izlenimleriyle doludur. Yıl-lar geçtikten sonra da, o günleri, (Hürriyet'in İlânınımüteakip Selânik!), 'ebediyyen' yitirilmiş bir 'devr-isaadet' olarak hatırlayacak! Neden acaba? Haiıcı-zadeler'in debdebeli yalısında, baba evindekine oran-la, çok daha elüstü gülüştü tutuluyor, çok daha şı-martılıyor, ondan mı? Neden olmasın? Burası daha'alaturka', daha oturmuş bir 'osmanlı' ailesi; Neve-ser'in alışkanlıklarına ters gelebiiecek, türlü göre-neği geleneği var ama, nedense koymuyor ona.Sözgelişi, Kaçgöçe daha çok 'riayet' ediyorlar: karıkısmı öyle vırt zırt Selâmlık tarafına geçemez, er-keklerin Harem'e geçmeleri bin türlü şarta bağlan-mış! Yaşama tutumları da, kapalı: 'ecnebi misafiri'hoş görmezler, sokak gezmesi sevilmez: neymiş o,'oğul uşak, it yavşak' sokaklara dökülüp, geceleri,elde fener, mahalle aralarında 'seyran sekmek?' Adam olan, evinin saltanat ını sürer.

Doğrusu, sürüyorlardı. Neveser'i mutlu eden de,bu! Kendini büyümüş, büyüklerin dünyasına iyicekarışmış, hissediyor: İnanılmayacak bir bolluk, bir

238

lardan pişirdiği 'gerdan tatlısı'nın, bir benzerini daha

yediğini hatırlamıyor. Küçük Valde, —tuzuna bak-mak bahanesiyle—, yemeklerin 'üstünden' atıştırma-yı huy edinmiş : tülben dinin ucu, uçmasın diye diş-lerinin arasında; sevimli sakarlığıylcı yağ şişelerinidevirip, sahanları ayağına giyerek, Mercimek Nine'-nin başında, dört döner. Neveser'in 'boğazsızlığı',kadıncağıza dert oldu : hamileliği boyunca, elindeküçük kayık tabaklarda, ya keşkül, ya tavukgöğsü,'gelinin' ardında dolandı durdu :

"— ...iki canlısın be çocucak, sen yemeyesinde kimler yesin?"

Yalının iç yaşantısı da, eğlenceli : canları çek-tiği vakit, şehirde 'tenezzüh' için çift koşulu 'lüks'lando, 'deniz safasf için, Barzilay'ların banyosuna

bağlı iki çifte kayık, 'emirlerine âmâde!'. Harem'in,kışın büyük salonuna, yazın bahçesine, Ohri'li Naci-ye'nin çengi kolunu çağırırlar; 'kakûle' li kahveleriçilir, vişne şerbetleri dağıtılır; çalgıcılar 'RumeliKarşılaması'nı çalmaya durdu mu çıngıraklı kahka-haiar, zillerin şamatası taa Depo'nun oradan işitilir.

Evlenmekle, Neveser'in eli genişliyor ki, bu dabambaşka bir keyif, ihtiyacı olmadığını, istediği ka-dar tekrarlasın, kocası ayrı, Büyük ve Küçük Valde-ler ayrı, 'Köse' İsmail bey ayrı, 'harçlık ' bağladı.Genç kızlığında, aklından geçirip de alamadığı nevarsa, evliliğinin ikinci ayı dolmadan almış, dolabı-na yerleştirmiştir. Yeni evlilere, Harem'in ikinci ka-tındaki, denize bakan balkonlu odayı 'tahsis' etti-ler. Yatakodası takımları, Sabribey Caddesi'ndekiItaiyan Mobilyacı Pertini'den, hâlis ceviz, muhteşemşeyler. Geceleri, çardaklı karyolanın cibinliği, kar

239

beyazı bir sis gibi iniyor. Sabahları, ya martı çığlık-larıyla uyanıyorlar; ya ığrıp çeviren balıkçıların, güpgüp yankılanan tokmaklarıyla! Perdelerden içeriye,Selânik'in sakız parıltılı aydınlığı sızmaktadır. Tavan-da, cıva mavisi yansımalar.

Bunlara, Hürriyet'in ilanıyla birlikte, HalıcızadeYalısı'nın, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 'gayr-ı res-mi hey'et-i merkeziyesi' haline gelmiş olmasını kat-mamalı mı? Yakıştırmayı, hafif çakırkeyif olduğu birakşam İsmail Canbulat yaptı pek beğendiler Her

Geç vakitlere kadar, yenildi içildi, konuşuldu. Neve-ser de, bu vesileyle iniyor.

Hanidir böyle 'nezih' bir toplantıda bulunma-mıştı. Loğusa yatağından kalkalı, birkaç gün olduki? Doğum onu sarstı, inceldikçe inceliyor. Solgun-luğu nasıl da yoğunlaştı, teni sanki süt mavisi say-dam bir zar, gözleri dalgın, sofradaki hareketli kala-balığa değil, yalnızca onun görebildiği bir "âlem-imeçhule' bakıyor. Ne iyi etmiş de Küçük Valde'ninö ü ü di l i l k k ikl i bi f t ll k

Page 121: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 121/192

akşam, İsmail Canbulat yaptı, pek beğendiler. Her

yemekte hatırlanıyor, her toplantının vazgeçilmezşakası. Düğün gecesinden beri, Neveser, 'ihtilâlin'çekirdek kadrosundaki -'mühim şahsiyetleri', birerikişer tanımadı mı? Kocası, onlardan biri : "jöntürk-lüğü', taa Paris yıllarına uzanır. Tanin'de, Şura-yıUmmet'de 'makaleleri' yayınlanıyor, ilk 'intihabattaSelanik'ten 'meb'us' çıktı. Nice Cemiyet 'sırları' ev-lerinde konuşulur. Az şey mi bunlar? Henüz yirmi-sine basacak, 'hassas' bir genç kadını etkilemezmi? Neveser de, bireysel sorunlarını bir kenara bırakmış, ülkenin sorunlarıyla avunuyor. Mu?

(... 31 Mart 'irticainin', Dersaadet'i toza duma-na boğduğu günlerdi. Canlarını Güçbelâ Odesa'yaatmış Cavit ve Hüseyin Cahit beyler, Peşte üzerin-den Viyana treniyle Seiânik'e geldi. Abdi bey onları,(hiç olmazsa gazetesinde yazı yayınladığı HüseyinCahit bey'ij, yalıda misafir etmeyi düşünüyor ama,'Köse' İsmail bey'in adamı tutmadığı malûm, öfke-sinden çekindi. Kanunî Hafız efendi, elini ondan ça-buk tutmuş, orada kaldılar. Halıcızade Yalısında, galiba ikinci gün, onurlarına bir akşam yemeği veril-mekle 'iktifa edildi'. Mercimek Nine'nin olanca hü-nerini sergilediği, 'mükellef' bir ziyafet oldu bu, (me-nü'de : köfteli eflâk çorbası, çevirme kuzu, mayo-nezli levrek, türkistan pilâvı, kalburabast i; ayrıca,çerkes tavuğu'ndan fava'ya kadar, 'envai' çeşit me-ze!); Cahit ve Cavit beylerden bcışka, Cemi yet'i nSelânik'teki ileri gelenleri, 'tesettüre' pek kulak as-mayan bazı Vilâyet 'erkânı', birkaç 'zabit', birkaçyahudi tüccar, —bu arada Mizrahi'ler— katılmıştı.

24ü

sözünü dinleyip, elmacık kemiklerine birer fırt allık

sürmüş, iyiden iyiye hasta sanacaklarmış onu. Yinede, 'endişeyi mucip derecede' süzülmüş olduğunu,söyleyenler çıktı. En başta, Rosa Mizrahi: abanozsiyahı 'abidevi' topuzunu, simitçi tablası gibi başın-da gezdirerek, herkese elini uzatıp parmak uçlarınıöptürüyor. Elmas taraklarının ışıltısı yetişmemiş,elinde altın sa plı bir de gözlük : gözleri ger çekt enseçemiyor mu, yeni bir Paris modası mı?

"— ...Abdi, bizi şeref misafirlerine prezante et-meyecek misiniz, rnon bey, Cavit bey'le âşinalığımızmevcutsa da..."

Hüseyin Cahit bey diye, otuzbe ş yaşlar ında,yorgunca bakışlı, çokluk susan bir 'zat'la tanıştırılın-ca, Neveser çok şaşırmıştı: Tanin'deki yazılarının

'mütecaviz' üslûbundan, demek onu cerbezeli, epey-ce yaşlı biri sanırmış. Cavit bey'se, aksine, gözüneolduğundan daha ihtiyar görünüyor: neden acaba,yol yorgunluğundan mı, görmeyeli saçlarının 'ziya-dece' dökülmüş olmasından mı? Halindeki 'perişan-lığa' rağmen, iyimserli ğinden hiçbir şey yitir memiş :gözlerinin içi gülüyor. Bütün gece susmadı: ya 31Mart günü Dersaadet'te yaşadıkları 'fecaati' anlatı-yor, ya olayda kimlerin parmağı olabileceğini tartı-şıyor :

"— ...o sabah intişar eden muhalif gazetalarabir atf-ı nazar ettiniz mi? Serbestî'de, Mîzan'da, sa-nlı imâlar nazar-ı dikkati ceibetmektedir: muhalefet

keyfiyetten malûmattardı : Serbestî'de Mevlânzade'bizi bizden ziyade düşünen ingilizlerin tavsiyelerinedehaletimizi' taleb ediyor, Mîzan'da Murat bey ise,'ulemânın sükûtu' serlevhalı fevkalâde manidar bir

241

makale neşretmiş! Kanaat-ı acizanem, perdenin ar-kasında Ahrar'cıların, hatta Sabahaddin bey'in bu-lunduğu merkezindedir. Hüseyin Hilmi Paşa hükü-metini, kâfi derece İngiliz taraftarı bulmuyorlardı..."

Neveser kocasından, o gün 'âsiler'in Tanin'iyağma ettiklerini, öldürmek amacıyla köşe bucakİstanbul'da Hüseyin Cahit bey'i aradıklarını öğren-mişti. Odur zannıyla, Lazkıye Meb'usu Mehmet As-lan bey'in canına kıymışlar. Konuyu açacak oldu.Hüseyin Cahit bey yabancı bir sesle isteksiz istek

 Ara ya Abdi bey'l e, tanı mad ığı başka bir ile ri gir -di, Selânik'te Tanin'in bir 'hatıra nüshası' yayımla-ması fikrini ortaya atarak, konuyu değiştirdiler. Niyeolmasınmış efendim?  'C'est bien possible, memeııecessaire mon cher maitre!".*  İşte Sermuharrir Hü-seyin Cahit, muharrir Babanzade İsmail hakkı (o,Volos 'tarikiyle' gelmiş.) ve Halıcızade Abdi beylerburada, Selânik'te matbaa kıtlığına kıran mı girmiş?Yarın olsun hayır olsun, kolları sıvar, 'irticaın' Ta-nin'i susturamadığını susturamayacağını 'yâr ü

Page 122: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 122/192

Hüseyin Cahit bey, yabancı bir sesle, isteksiz istek-

siz anlatıyor:"— ...ben Madran'lar ın evinde gizlenmiştim.

Bunlar, aslen Suriyeli'dir, Cadde-i Kebîr'de, Saint Ant oin e Kil ise 'si nin önü nde ki apa rtm and a, ika metederler. Merhumla sabahtan beraberdik, itirazlarımı-za ehemmiyet vermedi, İstanbul tarafına gitti. Çayvakti oldu, çay içiyoruz, kapı! La Turguie gazetesin-de Gusta ve Seon, son aldığı havadisi bir kâğıdayazmış, sabahki vaadi üzerine bana gönderiyor.Matmazel Madran, telâş ve heyecanla kâğıdı kaptı,yüksek sesle okumaya başladı: 'Lâzkiye Meb'usuMehmet Aslan bey, Ayasofya Meydanı'nda, HüseyinCahit bey zannıyla katledilmiştir'."

Hüseyin Cahit bey sustu. Neveser'in gözleriniarayarak, ekledi:

"— ...madam Madran portakal soyuyordu. Elin-deki bıçak sofranın üzerine düştü. Ortalık, buz gibibir sükûn içinde, dilsiz kesildi..."

Neveser, altını 'hassaten' çizerek eklediği ay-rıntıdan, Hüseyin Cahit bey'in edebiyatçı kişiliğinihatırlamaz mı? Genç kızlık odasında, soğuk kış gü-neşinin camlardan bir görünüp bir kaybolduğu, 'mağ-mum' öğle sonları, eski Servetifünun ciltlerinde bu-lup okuduğu yazılar. Bir an, edebiyct-ı cedide şairve ediplerinin, o kadar merak ettiği 'hususiyetlerini'sormak aklından geçiyor: Fikret, Tanin'den niye ay-rıldı? Söylenildiği kadar, geçimsiz midir? Hafit Ziyabey, nasıl yazıyor? Ahmet İhsan bey'in eli çok sıkı-dır diyorlar, doğru mu? O bilmeyecek de, kim bile-cek?

130 242

nin i susturamadığını, susturamayacağını yâr-ü-

ağyara gösterirler. Abdi bey'in asidli, değdiği yericıs diye yakan sesi, öbürlerini bastırıyor. Bakışlarınasıl da kalaylanmış, göz çukurlarına sanki aynakırığı doldurmuşlar. Allem etti, kallem etti, sonundaSelânik'te çıkarılacak tek nüsha Tanin'in örgütlen-mesini üstlendi.

Sofra, Selâmlık'ın aynalı salonunda kurulmuştu.Kristal boy aynaları, havagazı lâmbalarının 'hülyalı'aydınlığını, karşılıklı yansıtarak 'namütenahi' çoğal-lıyor. Tavanlar silme nakış, az bulunur bir hünerlebirbirine zincirlenmiş, kanarya sarısı ve meneKşemoru, imgelem çiçekleri. Aynaların arasında, HattutFiiibe'li Cemâl'in, biri kûfî, biri sülüs-ü celi, iki göı-kemli 'besmele'si. Pencereler ardına kadar açık, g»ce serinliği dışardan içeriye kokular kaçırıyor: Borzilay'ların önbahçesindeki mor salkımların baygınkokusu mu, yoksa sabahki çalkantıdan kıyıya vurmuş jelâtin yeşili yosunlarınki mi?

Neveser, dağılmaya yüztutmuş sofrayı, salonunşurasında burasında öbek öbek toplanmış, araların-da söyleşen misafirleri seyre dalmıştı. Kulağına, de-ğişik sözler çalınıyor:

"— ...arzedeyiın efendim, arzedeyim : cemiyet,siyasi iktidarını fiilen teşkil etmedikçe, muvaffak ola-mayacaktır, dinim kadar eminim : esasen Kâmil Pa-şa tecrübesi bunu bütün şümuluyla isbat etmedi mi?Istibdad ricali..."

* «Aziz üstadım, mümkindir bu, mümkin olduğukadar zaruridir de!».

İçinden pazarlıklı, gizlice kindar bir ses, ötedendiyor ki:

"— ...hayretten hayrete düçar olduğumu itirafamecburum beyzadem, dünkü komitacı bulgarlar Res-ne'li Niyazi beyin kumandasında, Hareket Ordusu'nailtihak etmişler, tasavvur buyurur musunuz, ayağıpoturlu, beli kuşaklı Sandanskiy'ler, Oernopeyef'ler,Panitza'lar..."

Vesveseli bir ses, meraklı ve kızgın, soruyor:"— Cemiyet'i kurtarmak onlara mı kalmış?"

yumsadığı, ama kaynağını asla kestiremediği 'müs-tehcenliğin' nereden doğduğunu düşünüyor: parlak,katran siyahı saçlarıyla çelişen zehirli mavi bakış-larından mı, iri kemikli gövdesinin köşeli sertliğindenmi? Her gülümsemesiyle, açılan kan kırmızı dudak-larının meydana çıkardığı, iri, yassı ve kalın dişle-rinden de olabilir, için için, kocasının bazı önerile-riyle, Rosa Mizrahi'nin bazı imâları arasındaki ya-kınlık, Neveser'i tedirgin etmektedir.

Derken kulağının dibinde aylardır duymadığı o

Page 123: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 123/192

...Cemiyet i kurtarmak, onlara mı kalmış?

Başka bir köşede, iğde çekirdeği gibi kuru, kal-çası omzu daracık, genç bir 'zabit', tozlu sarı kirpik-lerini kırpıştıra kırpıştıra, adeta söylev çekiyordu :

"— ...Makedonya ahalisinden müttehit bir Os-manlı milleti çıkarmak, abesle iştigaldir. O kadar.Cemiyet, bu mevzudaki siyasetini, behemehal tadiletmek mecburiyetinde bulunuyor. Ancak Türk un-sur-u aslisine müstenit bir siyaset-i milliye sayesin-dedir ki..."

Çevresindekiler, 'Türkçü' Yüzbaşı Mahir Receb'eitiraz ediyorlar:

"— ...hadi yahu, delirdin mi sen, şiarımız itti-hattır, ittihat, anasır-ı muhtelifenin ittihadı, terak-kisi..."

"— ...Makedonya kan deryasına döner!""— ...düvel-i muazzama'yı hesaba katmıyorsu-

nuz? Bakalım, bırakırlar mı?"Titrek, genizden ve yorgun bir ses, başka bir

köşede f ısıldıyor:"— ...zât- ı âlinizin malûmatı oldu mu acaba?

Cavit beyefendi, hazır Selânik'e gelmiş iken, HüseyinCahit bey'i alelacele götürüp. Mason Locasına kay-dını yaptırmış! Evet, evet, fevkalâde emin bir yerdensöylediler..."

Rosa Mizrahi'nin katı, yusyuvarlak kahkahaları,atılmış kasnaklar gibi, kalabalığın üzerinden dönedöne geçiyorlar. 'Bermutad' kocası Leon Mizrahi'kumral bıyıklarının altından mahçup mahçup gü-lümseyip, susmakta; o, ucu kesinlikle cinselliğe do-kunan uçarı 'esprileriyle', çevresindekileri kırıp ge-çirmektedir. Neveser, bu kadında her zaman du-

130 244

Derken kulağının dibinde, aylardır duymadığı, o

bildik ses, sıcak ve son derece ciddi :"— ...Neveser hanım, sizin mevcudiyetiniz, dün-

yevî olmaktan ziyade semavî olmak icab eder, ade-ta şeffaf bir mevcudiyet, neye temas etseniz kamerîbir şuayla aydınlanıyor."

Neveser sevinçle döndü : "— ...Nevres bey!Fakat ben sizi istanbul'da biliyordum, Darü lfünu nagittiğinizi söylemişlerdi..."

"— ...filhakika oradaydım! Tatilden bilistifadegeldim, size arz-ı hürmet etmemek olamazdı."

"— ...estağfirullah, beni mesrur ettiniz! Dahageçen akşam Abdi bey'e sormuştum, nerelere kay-boldu diye?"

Osman Nevres'i geçen yaz, 10 Temmuz şenlik-lerinin 'hây-u-hûyu' arasında tanımıştı. HalıcızadeYalısı'na, Cavit bey'le gelip gittiler . Aşırı iyimser,gerçekleşemez tasarılarla yüklü o 'meserret' günle-rinde, bu 'müstait' genç, Feyziye'yi henüz bitirmişti;gizemli ağırbaşlılığı, yakışıklı suskuniuğuyla dikkat-leri çekiyor. Neveser, 'mahiyetini' yıllarca sonra, Mü-tareke'nin en umutsuz günlerinde, Münif'le karşıla-şınca çözebileceği bir yakınlık duydu ona: sankibaşka, önceki bir yaşantıda uzun süre beraber ol-muşlar, büyük acılar, küçük sevinçler paylaşılmış;hiçbir şeyi yabancı gelmiyor. O da Neveser'e, ola-ğanüstü duyarlı, dokunsan kırılacak 'nadide' bir çeş-mibülbüle nasıl yaklaşılırsa, öyle 'ihtimam, hayran-

lıkla müterafık derin bir hürmetle' yaklaştı. Sakın bukarşılıklı yakınlaşmanın altında, Abdi bey'in 'zifcr'gecesi'nden başlayıp, karısıyla ilişkilerini, her tür!.

duygusallığın dışında, karmaşık cinsel bir düzeydeçeşitlendirmek isteyişi olmasın?

"Olur, olur!"Daha çok Neveser'in toyluğundan ileri gelen o

ilk yıl mutluluğu, iki nedenden gölgeleniyordu: bi-rincisi, kocasının olağana sığdıramadığı cinsel çe-şitleme 'iptilâsı'; ikincisi, ailesi, —'bilhassa' karde-şi— yüzünden, 'muhatabı olduğu' takılmalar, iğne-lemeler, eleştiriler.

Yatak odasında kocasıyla başbaşa kalmak, Ne-

bilumum hepsini, cımant'larının emrine tahsis etmek-le kalmayıp, kıh kıh kıh, —belki ihtimal veremeye-ceksiniz ama—, aşk sanatında hünerbaz bazı ma-damlarla, sevişmekte de beis görmezler!..."

Bazan, daha ağır bir sesle, Osmanli-geçmişin-den örnekler arar:

"— ...haddizatında, galiba ondördüncü asır şu-erasından Geiibolu'lu Yazıcızade Ahmet Bîcan, sa-rahaten tebarüz ettirmiştir ki, kıh kıh kıh, aynen zik-rediyorum ma chere, 'göbekten yukarısı güzel oğlan,

Page 124: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 124/192

y ş ş

veser'in başlıca 'kâbusu': genç kızlığı arıtılmış duy-gu zenginlikleri, anlamlı içlenmeler, ince 'istiğnalar-la' geçmiş! Schvvester Magda, kadın erkek ilişkile-rinin gerçek niteliğini ona anlatmayı, istediği kadar'mürebbiyelik' görevlerinden saysın; o, aşkı hep, 'iş-tiyakla' birbirini arayan iki 'ruhun', yıldırıcı engelleribirer birer aşarak, 'manevî bir saadet ikliminde' ni-hayet birbirine kavuşması diye almış! Bu yüzdendirki, 'damatlık' ipek geceliğinden, Abdi bey, kısa, fenahalde kıllı ve esmer sıyrılıv erince, kork unun ağırbastığı bir umutsuzluğa, hele pis pis tütün ve 'esans'kokan parmakları orasını burasını kurcaladı mı, ke-derli bir acizliğe düşüyor.

 Abd i bey giy im liy ken , bir de lâf ediyor sa, 'nef -

sinde cemettiği' bütün seçkin Osmanlı aydını özel-liklerini, soyunur soyunmaz, toptan yitirmekte; ecişbücüş, omuzlarına kadar tüylü, maymuna yakın biryaratığa dönmektedir. Neveser'in, daha iki gece,ışıktan gocunması bundan! Karanlıkta hiç değilsegörmüyor. Ya anlattıkları? Bir de onlardan kıırtula-bilse!... Hiç susmaz ki canım, lâf, lâf, lâf: söyledik-leriyle karısının acemiliğinden sandığı soğukluğunugidereceğini umuyor 'zahir', aklını yatırarak onu is-tediği cinsel doğrultuda eğitecek: cümleleri, meh-tabın odaya boşalttığı gümüşlü mavi aydınlıkta, ar-kalarında sümüklüböcekler gibi yaldızlı izler bıraka-rak uzuyorlar. Sesinde yine o ıslak sırnaşıklık belir-di. Ağzında akide şekeri eritiyormuşcasına, damağışak şak ötüyor:

"— ...ya  ma chere,  şehr-i dilârâ-yı Paris'te, şûhmatmazeller, vücutlarındaki bilumum 'delikleri', evet,

130

rediyorum  ma chere,  göbekten yukarısı güzel oğlan,

aşağısı bakire avrat olan hurilerden alınan lezzetineşi ve de menendi yoktur', Envar-ül âşıkîn'de aynenböyle yazılıdır..."

Bir gece, salyalı, bonbon pembesi dilini, Neve-ser'in çıplak butlarında gezdire gezdire, demiştir ki:

"— Mercimek Ahmed'in Kâbusnâme tercemesi-ne bir atf-ı nazar eylediniz mi? Ne buyurmuş? 'Yazoiıcak avratlara meylet ve kışın oğlanlara, ta ki ten-dürüst olasın, zira ki oğlan teni ıssıdır, yazın iki ıssıbir araya gelünce tenii azdurur, ve avret teni sovuk-tur, kışın iki sovuk bir araya gelince, teni kuruturvesselâm', Merc imek Ahmet fehv asınc a; kıh kıh kıh,kış için oğlan tedariki icabediyor, ma chere!"

Ya da, tekrar Fransa'ya, oradaki 'tecrübelerine'dönüyor:

"— ...Fransız Meşahir-i edebiyyesinden ReneeVivien vardır, Lesbos culte'ünden bir şaire, fevkalâ-de kalem sahibi, münhasıran kadın aşklarını teren-nüm ediyor, Paris ikametim esnasında bir Amerikalıkadınla hâl-i münasebetteydi, muazzam bir   scan-dale!..."

Paris dilinden düşmüyor hiç, Küçük Valde'ninarasıra eksiklenerek söylediği gibi, sanki doğup bü-yüdüğü şehir Selanik değil Paris, Selânik gurbet, oda 'daüssıla' çeken bir 'ecnebi', gönlünü anılarlaavutuyor:

— ...bir noel gecesi, şedit kış, Les Folies Pari-

siennes revüsünün 'prima'sı Matmazel ArmandeBiraud'yla, dostumuz Mösyö St-Denis'in malikâne-sine davetliyiz, aaa, bir de ne görelim, mumaileyh

247

Page 125: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 125/192

Nahum, kırıla döküle 'cam' değiştirerek, bir sürü'poz' çekti. İçlerinden en iyisini, 'büyütecek'. Doğru-su Neveser, daha çok nasıl 'çıktığını' merak ediyor-du. Bu onun, ilk fotoğrafı da! 'Unkel' Leo meraklısı-dır, daha önce birkaç kere çekeriz filan demişti, birtürlü olmadı. Fena çıkmış sayılmaz, gözlerini fazla-ca mı açmış, şaşkınca görünüyor, ne olduğunu an-layamadığı şeyler görmüş de, sanki 'hayretlere gar-kolmuş!'.

O gün, mutluluğunu saçlarının ucuna kadar du-

rurunıı okşuyor: niye yalıya sık sık uğrayıp, 'yeğe-nini' görmüyormuş bakalım? Sonra sakınarak, ko-casının yakındığı konuya sok uldu : sağda solda,'sosyalistlerle' düşüp kalktığı söyleniyormuş, acaba'hakikat' mı? 'Hakikat'sa, yaptığını beğeniyor mu?

Neveser sözünü bitirmemişti ki, Melissa, çocuk-ca bir telâşla atıldı:

— ...ah ah ah, kaç kere söylemişim, Ahmeddinlemiyor, koydu kafasına bir kere, ille o matbaadagidezek...

Page 126: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 126/192

yumsadığı, 'ferah' günlerinden biriydi, içinde, güne-şe karşı pırıl pırıl, fıskiyeli havuzlar; mahçup koku-larıyla, sıkılgan yaseminler. Yüzünde, iki yanağınıçukurlaştırıveren ince gülümsemesi. Arabanın yoluüzerindeki herkesin, ona ilgiyle baktığını görmek,gönlünü bir hoş ediyor. Leon Mizrahi'nin son yolcu-luğunda, Beyrut'tan getirdiği kavuniçi maşlahı giy-miş, halis Şam ipeklisinden gösterişli bir giysi bu,kol yenleri, cepleri, bütün nakış, Arabistan işi. Ke-meraltı' ndan geçiyorlar. Gözüne bir molla takıldı,âbâni sarıklı, sakalı yerlere sarkmış, 'rnüheykel' birihtiyar; cübbesinin eteklerini savurta savurta, 'fütur-suz' yürüyor. Hemen arkasında, yakışıklı bir delikan-lı, 'başı açık' güzel bir kız : bak, tesadüf dediğin bu

kadar olur, Ahmet işte, kız da Melissa olmalı! Arabayı durdu rdu. Önce binmek ist eme dil er: Ahmet , yarundcıkinden çekiniyo rdu, yanındaki Neve-ser'den! O kadar yürekten üsteledi ki, dayanamayıpsonunda bindiler. Tahmininde yanılmamış, kız Ecza-cı Petridis'in kızı Meiissa, Ahmed'in oynaşı: hâreiinefti gözleri, çekme burnu, gökkuşağı yansımalı diş-leriyle, pek de alımlı! Üst dudağında, gülüşüne işvekatan, usturuplu bir ben. Boynunda, ince altın zincir,zincirin ucunda ufacık 'istavroz'. Işıltılı zeytin siyahı'gümrah' saçları, paldır küldür omuzlarına dökülü-yor. 'Apotiker' Petridis, 'asrî' geçinir, 'mezhebi ge-niş' bir zattır, Halıcızadeler'in eczacısı sayılmıyormu, beraberliklerini işitirse, yadırgamaz. Hem yadır-

ganacak ne var ki canım?Önce, havadan sudan, hoşbeş ettiler. Neveser,

henüz aldığı resimleri gösterdi. Ahmed'in 'dayılık' gu-

250 248

Çoğu Rum kızları öyle yapmaz mı, Türkçeyi di-linin ucuyla konuşuyor, hafif peltek, son derece se-vimli. Neveser asıl, Ahmed'e şimdiden 'sahip çıkma-sını' beğendi. Demek aralarında konuşulmuş bu so-run, belki tartışmışlar, Melissa engel olmaya çaba-lamış, becerememiş! Ahmed'in kaşları simsiyah ça-tılmıştı. Bir yılda ne kadar büyüdü bu oğlan? Bakış-larında suçlayıcı bir 'serkeşlik', çizgilerinde 'azimkar'bir 'ifade'! Sakalı bıyığı iyice belirginleşti, ondan ol-masın!

Yine de aşağıdan alıyor, şaka yollu diyor ki:"— ...müdahale kimin fikri abla, senin mi, eniş-

te beyin mi? Eminim onun fikridir. Lütfen beni rahatbırakır mısınız? Fail-i muhtarım artık, hatt-ı hareketi-

mi tayine muktedirim,Kendini tutamayıp, sesini yükselterek ekledi:"— ...sosyalistler, elde silâh, Hareket Ordusu'-

na iltihak ettikler inden mi, kötü addolunuyor lar?Onun için mi, aleyhlerinde kanun ihzar edildi? Nü-mayişlerine izin verilmiyor?"

Neveser, Ahmed'in inatçılığını bilmez mi? HeleMelissa'nın yanında, onu caydırmanın yolunu bula-mayacak. Başka bir uyarı deniyor :

"— ...fikriyatına hürmet ederim, Ahmed! İkazım,münhasıran sevgimdendir: ailecek üzerine titreriz,sana fenalık gelsin istemem. Matbaacı Bohor efendihakkında, iyi şeyler söylemiyorlar, halbuki sen..."

 Ahmed ablasının sözünü kabaca kesti, dişle ri-

nin arasından handiyse ıslık çalarak, öfkeyle karşılıkverdi:

"— Bohor efencli'yi rahat bırak" dedi, "...sen

derdine yan : kocan hakkında, daha iyi mi konuştuk-ları zehabındasın?"

 Ahmed, Bohor Almaleh'e söz söyletmez. Yıllarsonra, Berlin'de Sparta kist'l erin arasındayken de,söyletmeyecektir. Onu, hayatına yeni ufuklar açanönemli bir adam sayıyor. Cemiyet'teki 'rehberlerin',Mekteb-i Hukıık't aki 'hürriyet perveran'ı n çok 'fev-kinde, içtimaiy atı kül halinde kavramış', sosyalistbir ermiş! O yıl, Ahmet ve Münif, boş saatlerini, Bo-hor efendi'nin 'rahle-i tedrisinde' geçirdiler. Ahmed'ingözünde herşeyin anlamı değişti adına hayat deni

mokratların en bi-aman rakipleridir, hususiyle taş-rada. Narodniçestvo'nun dini imanı mujik'tir, yaniRus köylüsü oluyor; münevverân ne iktisap ederseköylüden iktisap edecek, Rusun hası köylü! Tevek-keli narodnikleri, slavcılık töhmeti altında tutmuş-lardır!..."

Ya da, kirpiksiz, soluk mavi gözlerini kırpıştıra-rak, Makedonya'deki amele hareketleriyle, Rusya'-dakiler arasında bağlantılar kuruyor:

"— ...marangoz Glavinof'un 'dar' sosyalistleri,

Page 127: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 127/192

gözünde herşeyin anlamı değişti, adına hayat deni-len 'serencam', uğrunda savaşılacak bir 'muhteva'kazandı. 'Mücerret' özgürlükle, hiçbir sorunun çö-zümlenemeyeceğini biliyor artık. Abdi bey türünden'tufeylilerin', herkesi mutlu edecek çözümler yerine,yeni, daha da katmerli sorunlar getireceğini!...

Bohor Almaleh, çevresini nasıl bu derece etkile-yebiliyor? Ladino bir yana, Rusça, Bulgarca, Fran-sızca ve Osmanlıca'yı, çatır çatır okuyup yazmasıy-la mı? 'Beynelmilel Amele Hareketini', 'amelî sahada'olduğu kadar, 'nazarî sahada' da izlemesiyle mi?Bak, bu olabilir: sosyalizmi Joseph Nehama'nın ya-zılarından kapmış çoğu Selanik sosyalisti, Jean Jau-res'ten başka bııyük tanımaz : varsa yoksa Jean

Jaures! Oysa Bohor Almaleh, bodrum matbaasınınnemli kâğıt, mürekkep ve kurşun tozu yüklü karan-lığını, cılız mumlarla aydınlatıp, eline rastgele bir ki-tap alır; Plekhanov'u Rıısçasından okuyup, yumuşa-cık, hafif titrek sesiyle, o dakika 'fasih' bir Osmanlı-caya çevirir. Bir zaman, Kari Marx ve Friedrich En-gels diye iki Almandan sözetti, daha sonra KailKautski'den. Anlasalar da, anlamasalar da, ağızlarıaçık dinliyorlar. Rusya'daki, —Odesa'da mı, Sivas-topol' dü mı, ne?— hapisliğinde, beraber 'yattığı'devrimcilerden, çok şey öğrenmiş; bazı akşam üst-leri, Münif' le Ahmed'e bunları akt arı r: kollarındasiyah iş kollukları gözünde bakır çerçeveli yuvarlakgözlüğü, seyrek keçi sakalını avuçiaya avuçlaya!

"— ...ben Rusiya'deyken Narodnaya Volya'nıntakat i kesilmişti. Generalof'la Ulyanof'u o esnadasalbettiler. Mamafih narodnikler, el'an, sosyal de-

253 248

...marangoz Glavinof un dar sosyalistleri,

zannımca, Rus sosyal demokratlarının taht-ı tesirin-dedir, ayan beyan görülüyor, lâkin Bulgar milliyet-çiliği de güdüyorlar, Bulgar chauvin'üği desek hatcıetmiş olmayız. Esasen Federasyon'la ihtilâflarınınmenşei budur: malûm ya, Benaroya Osmanlılık ta-raftarı, nazariyatı itibariyle annrcho - sendikalistleredaha yakın..."

Federasyon dediği ne, Selânik Sosyalist AmeleHey'et-i Müttehidesi! Ahmed'in çıkarabildiği kada-rıyla, amele üstündeki baskıyı artıran 'iktidar'a kar-şı, Abraam Benaroya ve Terzi Hcıson'un, Osmanlıişçilerini tek örgütte toplamak girişimini, Bohor Al-maley onaylıyor. Glavinof'la müzakereleri onun yü-

rüttüğünü işittiler. Diyesiymiş ki, gösterileri sınırla-yan yasa Meclis-i Meb'usan'dan çıktı, grevi kısıtla-yacak yasanın eli kulağındadır, Makedonya'daki Os-manlı sosyalistleri şimdi eylem birliği yapmayacakda, ne vakit yapacak?

 Ahmed, bir akşamüstü , konuyu açtı. İtt ihat veTerakki'yle sosyalistlerin ilişkisi kafasını kurcalıyor-du. Durgun bir akşamüstü, bunaltıcı sıcak. Görün-mez karasineklerin, 'müz'iç' vızıltıları. Cıgara duma-nı içinde yüzüyorlar: Ahmet, Münif, Reji İdaresi'ndenbir memur, iri kıyım iki 'tahmil-tahliye'ci, ne olduğubelirsiz ufaktefek bir Yahudi : olduğu yerde kıpır kı-pır! Bodrumun ıskaralarından çapraz bir güneş ışığı,yazıhane niyetine kullanılan bir ayağı topal masayı

cıydınlatmış: eski gazete yığınlarının üstünde birçay fincanı, kıpkızıl tütüyor. Bohor Almaleh, cevapvermeden, ihtiyarlık lekeleriyle benekli iskelet elini

uzatıp, çayını aldı: içmeden, avuçlarında bir süreüfleyerek soğutacak. Adeti bu.

"— ...ittihatçılar, Federasyon'a her hâlükârdaarka çıkmak mecburiyetindedir, Heyet-i Merkeziye-deki ahbaplara müteaddit defa söyledim, ikazda bu-lundum, Aksi takdirde Rus, Bulgar, Yahudi teşkilât-larında, amelelik ruhu değil, milliyetçi seciye ağırbasacaktır ki, bu, sosyalistlik âdâbına olduğu kadar,Cemiyetin umdelerine de muhaliftir. Devlet-i Aliyye'-nin menafiine de..."

onları bekliyordu. Gün doğarken, karıncalar gibi,işçi semtlerine yayılıyorlar.

 Ahm ed' in de, bil dir i dağ ıta nla r ara sın da bulu n-duğunu, Abdi bey çabucak öğrenmişti. Öğleyin, tek-gözlüğünü parıldata parıldata, Neveser'e yetiştiriyor.Sesi, kezzap yakıcılığı nda, gereğ inden yükse k :

— ...sabah Vilâyete uğramıştım, fevkalâde ted-bir alınıyor, süvari alayı nümayiş mıntıkasını muha-sarayla tavzif edilmiş, kuş uçurtmayacaklar! Bu ço-cuğun akıbetinden cidden endişeliyim,  ma chere, le

Page 128: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 128/192

Çayını yudumladı, tekrar yerine, eski Le Progıede Salonique yığınının üzerine bıraktı. Yorgun veumutsuz, ilâve etti :

"— ...lâf anlayan beri gelsin! Nümayiş arzuha-lini, ceffelkalem reddetmişler: irtica payitahtta hü-kümferma iken, ameleye harb ilânının esbab-ı mu-cibesi nedir? Benaroya'yla tekrar Vali'ye başvura-cağız, iznin istihsal edileceğini ümid ediyorum..."

Selânik Vilâyeti'nden, sonunda izin çıktı:  'et-

rencî takvimle', Haziran'ın 19'una 'müsadif' Cumar-tesi günü, saat 'alaturka' dokuzda, Gümrük Meyda-nı'nda toplanılacak! Selimiye Caddesi üzerinde, ye-ni inşa olunan apartmanlar var ya, orası. Pek deküçük sayılmaz.

Gece gündüz, iki gün bildiri basıyorlar. Hey'et-iMüttehide 'nin hazırladığı, beş dilden bir bildiri bu :Fransızca, Ladinoca, Bulgarca, Rumca, Osmanlıca!Milliyet ayırmaksızın işçileri o gün, amele aleyhindeçıkarılmak istenen yasaları protesto amacıyla, ora-da bulunmaya çağırıyor:  "Arkadaşlar! Geliniz,isbat-ı vücut ediniz ki, Kanun-u Esasi'nin kabul vetalep, ihtilâlin temin eylediği hukukumuzu muhafazasadedinde, cümlemizin, bütün mevcudiyetimizle ha-zır olduğumuzu isbat ediniz!...".  Almaleh Basımevi'-nin köhne pedalı aralıksız işlemeye dayanır mı, ikikere mi ne, tutukluk yaptı. Gecenin bir vaktind egetirilen, tepeden tırnağa ayışığı, çenebaz yahudiustalar, haldır haldır çalışıp, onarmayı başardılar.Dağıtıcı takımı geldiğinde, —elleri boylarından bü-yük marangozhane çırakları, hırpanî dokumacılar,birkaç 'idadi' öğrencisi —, üç bin bildiri basılmış,

254

ğ ş y , ,

sens  de responsabilite, il en manque terriblement,*korkarım bizi de felâkete düçar edecektir...

Ertesi gün, gökyüzü cıva mavisi, yaprak kımıl-damıyor. Kaymak köpüğünü andırır bulutlar, YukarıŞehir'e bembeyaz sarkmış. Camdan cama, sakızbillûru çakıntıları. Denizin yüzünde, sıcağın buğusu.Gümrük Meydanı, sabahın erken saatlerinden, gös-teriye hazırlanıyor: Osmanlı, Yunan, Bulgar, her ta-raf bayrak. Gümrük karşısındaki iki büyük binanınbalkonlarına, 'Amele Beynelmileli'nin kızıl bayrakla-rını asmışlar. Yukarda, kalın çığlıklarıyla martılar.

 Alcını atl ar çe vi rd i: nall arı, kal dır ıml ard a tak ır tu-kur, solukları ürkütücü. Kaba çizmelerinin üstünde

yorgun neferler, avuçlarına gizlemiş cıgara içiyor.Halleri umursamaz, bakışları 'lâkayf. Şehrin ayaksatıcıları, meydana üşüşmüşler: kar beyazı önliik-leriyle limonlu turşular, 'iki yumurta, bir tuzlu' yahu-dileri, kader kısmet çektirenler, haydi çekirdek, no-hut, eğlencelik!

Kürsü henüz boş. Ameleler, sokak aralarındandamla damla süzülüp, meydanda birikiyor: işkoluve örgüt düzeni tutulmuş, her birinin yeri belli. Rağ-bet çok. Meydan hıncahınç dolu, iğne atsan yeredüşmez. Süvariler, çemberi genişletmek zorunda ka-lıyorlar. (Abdi bey, Hey'et-i Merkeziye'ye 'kalabalığıbeşbin kişi civarında' tahmin ettiğini, 'bera-yı malû-mat' arzedecektir. Abraam Benaroya'nın Enternas-

«hiçbir mes'uliyet duygusu yok...»

248

yonal'a 'resmî' raporunda, '23 örgütten, altıbin kişi-nin' katıldığı yazılacak).

Vodina'lı 'Çopur' Hayri bey beceriklidir, Rıhtımapartmanlarının birinde, yine bir balkon ayarlamış:'amele gürûhunu' Abdi bey'le epeyce yukardan,'kuşbakışı' seyrediyorlar. Evin sahibi, cıgara kâğıdıfabrikasının ortaklarından 'mutabasbıs' bir 'dönme',Paris 'jöntürklerinden' Şefkati bey'in yakını olurmuş,("— ...kemaffisabık oradalar beyfendi, avdete râzıedemedik!"), elinde bir kutu, üstüste lokum tutup,

ca, kürsüde bir hareket görüldü. Önce ne dediği an-laşılamayan, sırf saç ve sakal, bir Ermeni çıkıyor:'muharri r' imiş. Dersaadet'ten gelmiş. Arkasından'malûm' Türk 'muallimlerinden' birisi, elleriyle asıpkeserek, b ağırdı çağırd ı : sesi boğuk bir herif, sıksık da öksürüyor. Onu bir demiryolu 'amelesi' izledi,Sırp olmalı. Sonra Bulgarların 'mümessili' Tomof.Nihayet Abraam Benaroya. Abdi bey, adını epeydirişittiği bu 'müşevvik'i, ilk defa görüyordu. Meğerzihninde ne kadar büyütmüş? Kısa boylu bir Yahudi,mitingin heybetinden daha da kısalmış, üflesen uça-

Page 129: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 129/192

harıl harıl 'iltimas' arıyor: 'Alber Moreno ve Şüre-kası' inkıiâbı başından beri desteklemiş, oysa MaliyeNezaret-i Celilesi'nde onu kovmaktan beter etmiş-ler, ("— ...istirham ederim, reva-yı hak mıdır?"),eğer Selânik'in 'gayyur' milletvekili Halıcızade Abdibey 'kerem edip' iki satırlık bir 'tavsiye' yazsaymış...

Gözünün biri kan çanağı, fena halde 'sabit'. Yü-zünde insanı iğrendiren, ihanete hazır bir yılışma.Rüşvet veriyormuşcasına, lokum kutusunu Abdibey'in burnun a burnun a uzatıp, diyo r ki :

— ...şunlard an buyursaydmız beyfendiciğim,şunlardan : âcizâne tavsi ye ederim : ceviz-i bevâlı-ciır, rendelenip serpilmiş, ayrıyeten içinde yeşil Şam-fıstığı! Refikam câriyeniz lokuma bayılır, hazır İs-

tanbul'a gitmiş iken, bittabi Hacı Bekir'e uğrayıp... Abd i bey gi tti kçe sin ir len iyo r. Güneş fesi ni kız-

dırdı, alnı boncuk boncuk ter. Dumanları savurduk-ça, Vodina'lı 'Çopur' Hayri bey'in karanfilli tütün ko-kusu, genzini tıkıyor. Ya adamın ısrarına ne deme-li? Bu sıcakta lokum mu yenirmiş? Kalabalıkta biruğultu, öbek öbek, marş söylemeyi deniyorlar. Dik-kat edince. Abdi bey, Paris'te çok kereler dinlemişolduğu Enternasyonal Marşı'nı tanıdı :

"Debout les damnes de la terre,debout les forças de la faim..."

Bu 'asabiyetini' artırıyor: yelek cebinden, vırtzırt saatini çıkarıp, bakmasından belli. 'Dokuz de-memişler miydi? Niye başlamaz bu teresler?"

Katolik Kilisesi'nin saati, 'alafranga' üçü vurun-

256

mitingin heybetinden daha da kısalmış, üflesen uçacak. "Es asen sesi ni işitmek de, bir 'mes'el e!" : Ko-yulaşan öğle sıcağından mı, söylevlerin heyecanın-dan mı nede nse, işçi ler kabına sığamaz oldu : ba-ğırıp çağırıyorlar:

— Yaşasın Sây-ü-amel!— .. .viva lavrador!— ...d a jivee truda!

 Alk ışla rını , güverc in sürüle ri gibi , aşağ ıda n yu-karıya patır patır uçuruyorlar. Alınan izin, konuşma-lardan sonra mitingin dağılmasını gerektiriyor amadağılan kim? Yasak olduğunu bile bile, bayraklar,bandroller, yaşasın çığlıkları arasında, rıhhm boyun-ca yürüyüşe geçiliyor: Rumların 'Siyasi Merkezi'ne

uğradıktan sonra, Selânik Sosyalist Amele Hey'et-iMüttehidesi'nin, 'Merkez-i Umumisi'ne gidilecekmiş!

 Abdi bey, önde ki gen çle rde n bir isi ni Ahmed'ebenzetti. Acaba o mudur? Gözlerine inanamıyor."Boyu bosıı etvarı aynı, lâkin cür'eti bu mertebeyenasıl çıkarır bu kerâta?". Yağız, göğsü bağrı açık,fesi kaykılmış bir delikanlı, gözlerini uzak geleceğedikmiş, var gücüyle yükseğe kaldırarak, örgütün'timsalini' taşıyordu : hani ressam Rasim Haşmetçizmişti ya, kocaman bir çekiç, nasırlı bir amele eli!

248

Page 130: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 130/192

SELANİKAMELE CEMİYETİ

Amele BeynelmileliHey'et-i Merkeziyesi RiyasetineBrüksel/Belçika

Yoldaşlar,Zir'deki mektubumuzla, Osmanlı Meclis-i Meb'u-

sanfnda sendika teşekkülü ve Tatil-i eşgal hakkındahalen devam etmekte olan müzakeratı gözden geçir-

Dün akşam Meclis-i Meb'usan Riyasetine telgrafkeşide ettirdik, bu akşam da sendika temsilcilerininimzaladığı mukar rera tı irsal ediyoruz. (Mecîis-iMeb'usan'a gönderilen mukarrerat, suretinin neşre-dildiği gazete nüshası leffen takdim olunmuştur),

Elde ettiğimiz bu memnuniyeti mucip netayiciarzederken, şehrimizdeki Bulgar sosyalist grubu ilebirlikte, cemiyetimizin Türkiye'nin siyasi amele fır-kası (Beynelmilelin Osmanlı Şubesi) haine inkılapedeceğini ıttılaınıza arzederiz.

Page 131: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 131/192

...yakında cevabınızı almak temennisiyle, hür-metlerimizin kabulünü rica ederiz. 20.6.1909

Komisyon namınaReis Kâtip

Abraarn Bera roya Alber Hason

Adres: Amele KulübüMerkez Kahvesi KarşısındaNo : 19 Kal : 1Selânik/A vrupa Türkiye'si

260

1919/1920

Page 132: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 132/192

aralık/ocak

Page 133: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 133/192

DERSAADET AMELESİ, İLK BÜYÜK

MİTİNGİNİ YAPTI

İki bin murahhasın iştirak ettiği içtimada tekdereceli intihap usulüne geçilmesi talep edildi.Hatipler, amele hukukunu vikaye etmeyen

meb'usları protesto ettiler.

Dersaadet (Hususi)Şehzadebaşı Ferah Tiyatrosu'nda büyük bir ame-

le mitingi yapılmış, meb'usanın amele hukukunu vi.kaye etmedikleri tebarüz ettirilerek, amele meb'usainah ld dd d l l k d l

Tophane Fabrikası ustabaşılarmdan Süleymanefendi, sözlerine devamla demiştir ki "— ...arkadaş -lar, sekiz on seneden beri, Mcclis-i Meb'usanda mü-zakerelerle meşgul olan Osmanlı .meb'usanı, amelehukuku hakkında tek kelime sarf etmediler. Belki bumeseleyi müzakereye lüzum dahi görmediler. Bunlaramele için sarf-ı gayret ederlerse, zarara düçar ola-caklarını zannetmektedirler, çünkü onları oraya biz.ler, biz ameleler göndermedik. Kimler gönderdilerse,onlar için sarf-ı gayret etmeleri tabiidir. Mağdem kiintihabatta mevcudiyetimizin kaale alınmadığını ,mü-

h d d b d M l M b' 'd b

rahatı sana çok görürler. İttihat ve Terakki zalimidi. Memleketi yaktı yıktı ve gitti. İtilâf? O da öyle!Öteki de öyle! Çehrelerindeki maskeyi kaldırınca,altından hırs çıkar. Sen Hürriyet ve İtilâ fa, MilliAlırar'a rey verirsen, sana hakk-ı hayat yoktur".

Daha sonra Türkiye Amele ve Çiftçi Fırkası'ndan,Almanya'da tahsil görmüş Sadık usta söz almış, onuBerlin Darülfünunu talebesinden İhsan Raif bey ta-kip etmişti r. Nihayet mitinge Dersaa det amelesinil.cmsilen iştirak eden 2.000 murah hasın itti fakıy la/ildeki mukarrerat ittihaz edilmiştir.

Page 134: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 134/192

şahade ediyoruz, biz de Meclis-i Meb'usan'da bizimhukukumuzu müdafaa edecek eşhasın bulunmasına,çalışacağız".

'İki asırdan beri..."

Bilâhare, Ahırkapı Fabrikası'ndan Osman ustakürsüye gelmiş ve ezcümle demiştir ki: "— Arkadaş-lar, ben de sizler gibi çalışıp evine bir okka ekmekgötürenlerdenim. İki asırdan beri bir hareket var:Amele zorbaların, zadegânm esiri olmadığını söylü-yor ve kazanıyor. Siz, Osmanlı'nın zavallı amelesi,şimdiye kadar kimsesiz kaldınız, sizi koruyacak kim-se çıkmadı. Halbuki memleketleri biz inşa ederiz, bi-zim hukukumuzu gaspederler. Ey Ameleler, bu dün-yada eğer insanca yaşamak arzusu,ndaysamz, birle-şiniz! Herkesin dini ne olursa olsun, Allahı ile kendiarasında biı meseledir. Görülmemiş bir harpten çık-tık, milyonlarca insan cephelerde öldü, semıayedarkısmı rahat evlerinde oturdular. Harp galibiyetle bit-seydi, sen ey amele ne kazanacaktın? Onların ceple-ri dolacaktı. Ben Garp'ta, harp imtidadmca amelehayatın ı gördüm, yaşadım. Memur, küçük rütbelizabit, onlar da senin gibidir. Onlar da zavallıdır. İn-tihap mücadelesinde, senin hayat ve mematın mev-zuubalıis olacaktır. Eğer hukukunu vikaye eden çı-karsa, bu meb'uslar sana bir dilim ekmek verecek,oğluna da mektep açacaktır. Senin oğluna mektebiçok görenlerin, oğluna birkaç muallim birden tayinoluyor. Eğer hukukunu bihakkın müdafaa edecekmeb'usları intihap etmezsen, yarın dört saatlik isti-

266

Takarrür eden hususlar...

1/Sahib-i makam ve sermaye olanların, menfa-ut-ı hususiyelerinden gayrı birşey düşünmeyerek ka-bul etmiş oldukları iki dereceli intihabat usulü pro-testo edilip, tek dereceli ve nisbî temsil usulünü ka-bul eden kavaninin derhal çıkarılması talep olunmuş-tur.

2/Fabrika ve atölyelerde, intih abat şubeleri nintesisi ve rey sandıklarının va'zı zaruridir.

3/İçtimada hazır bulunan amele Hasan, Vehbi, Al i,  Sadık, Ethem, Doktor Şefik, Süleyman, Cevdet; Al i,  Şaban, Faik, Osman ve Agâh efendi arkadaşlar-dım ve her fabrika ve amele gurubuna mensup birermurahhastan bir heyet intihap edilmiştir.

Bu heyetin vazifeleri şunlardır: a/İntihapta ame,le hukukunun muhafaza ve müdafaası sadedinde te-'.übbüsat-ı lâzımede bulunmak! b/Dersaadet'te ame-lenin asgari üç meb'us çıkarmasını temine çalışmak!

4/Burjuva fırkaları meb'us çıkarma imkânını yoke llikleri t akdirde, amele gurup ları, çi ğnenen amel ehukukunu temsil ettirmek maksadına matuf olarak,l>!irekat-ı zaruriyeyi ifa edecektir.

5/'Amele ittihadının ilk adımını teşkil eden bu•>uıazzam hareketin hususi bir gün olarak her senelus id, temenni edilmiştir.

248

Page 135: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 135/192

Bcıhrıye'den kovulma 'Arap' Hulusi bey'in, Bey-oçjlu'nun namlı 'sergerdesi', 'Kör' Emin bey'i üç kur-cunla yere serdiği gece, tesadüf, Halıcızade Abdibey de Anadolu Kulübü'ndeydi: Alemdar'cılar işlet-miyor mu, onu, bir de Karasu'yu çağırmışlar. Çağı-ran, 'bizzat' Rcfii Cevat bey, şaka yollu takılıyor:

"— ...bizim Karasu, çare'-i hâlâsı italyan teba-

asına geçmekte buldu, bademâ, zât-ı devletlerineSignor Emmanuel Carasso denilecektir".

Müsamere mi veriyorlarmış ne? Aşağı salonda,obek öbek, misafirler: zamk kıvamında, yapışkanbir ışık, gülümsemeleri yağlı, sakal traşları mor Er-

i fl k t li l i i ld l M

kömür kokusu, is vo kurum, Le Journal d'Oıientmuhabiri, Prens'e vapurda 'mülâki' olmayı başar-mış. Bir zaman, Refii Cevad bey'in ondan derlediğihaberleri dinlediler: Prens'in, Ali Rıza Paşa Kabine-si'nde yer alıp almayacağı 'meçhul'! Eski fikirlerin-de, ısrarlı görünmekteymiş! Anadolu'daki hareketleilgili olarak demiş ki, 'vatanı müdafaa etmek birhaktır'. Karaya çıkar çıkmaz, ilk işi Yıldız'a gidip,Zât-ı Şahane'yi ziyaret! 'Bilâhare', Kuruçeşme'dekisaray yavrusunda, 'istirahata' çekilmiş. Gazetecilertekrar uğruyorlar, 'kerimesi' Prenses Fethiye Hanım,

'pederinin' bir hafta kadar 'vaziyeti tetkik ettikten'

Onun canını asıl sıkan, o gece kaybettiği ikihırı lirayı, geri alabilecek bir poker fırsatını 'ihdas''idemeyişi: olaydan sonra, Polis Müdürü Nııreddinhey 'faaliyete' geçti, işgal polisiyle işbirliği yapıyor:kumarhaneleri birer ikişer kapatıyorlar. 'Hususi' birparti de, denk düşmedi ki! Noel haftasına dibi de!ikkeseyle mi girecek? Sabah sabah, Şark-ı Karip Ma-ddin Kumpanyası'nm Ga!ata'daki yazıhanesine damlaması, bu nedenden. Hani Cellatyan Ham'nda, Sey-ıı:;efain idaresi'nin bitişiğindedir. 'Hissesine mahsu-ben, bir miktar avans çekecek, gelgelelim 'Müdür-ü

Mes'ul' Servet Yesaıi bey derdine derman olamıyor

Page 136: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 136/192

pederinin bir hafta kadar vaziyeti tetkik ettiktensonra, 'matbuata malumat vereceğini' bildiriyor.

Refii Cevad bey, gülümseyerek ekledi : — ...yaDahiliye Nazırı, 'Damat' Şerif Paşa'nın telâşına, nemana vermeli? Alelacele bir beyanatta bulunup, de-miş ki: 'Prens Sabahattin bey'in ismi mevzubahisedilerek, hükümet buhranı şayiaları çıkarılmıştır.Hükümet istifa etmedi, etmesine de sebep yoktur."

Sonra pokere oturuldu. Yukarı salonların birin-de, nemli palto, ağır tütün, hafif anason kokan birloşluğu, omuzlarına almış oynuyorlar. Sinsi soğuk,sanki görünmez bir kedi, ayaklarının arasında do-laşıyor. Abdi bey, ilk elde iki bin lirayı 'mütecaviz'

para kaybedecektir: 'Zihni meşgul', o sırada gravgrav grav, aşağıdan üç el tabanca : n'oldu, n'oluyordemeye kalmadan, Havva Sokağı'ndaki rakip kulü-bü işleten 'Arap' Hulusi beyin 'Kör' Emin bey'i vur-duğu öğreniliyor: biri alnından, biri şakağından, birikarnından, üç kurşun! 'Mecruh', bir araba 'tedari-kiyle', palas pandıras İngiliz Hastahanesi'ne yetişti-rilmek isteniyorsa da, olası mı, yolda sizlere ömür!"Nasıl derler   mon cher,  su testisi su yolunda kırılır!"

Bu 'şerir', Refii Cevat bey'in Anadolu Kulübü'n-de ortağı olduğundan, Alemdar ertesi gün, olaya si-yasal renk vermeye kalk ışmış tı : 'Kör ' Emin bey it-tihatçı düşmanıymış da, ittihatçılar ın gizli fedaisi'Arap' Hulusi onu bu sebepten vurasıymış! "Zırva

te'vil götürmez". Anadolu Kulübü'nde ittihatçılık iti-lâfçılık güdülse, Carasso'yla 'Bacaksız' Abdi bey'inorada isleri ne? Efendim?

270

Mes ul Servet Yesaıi bey, derdine derman olamıyor.Olmuyor mu, olamıyor mu, anlayamadı pek, 'kasasıııumüsait' imiş, 'hissesine mahsuben çektiği miktar,mübalağalı rakamlara baliğ olmuş, binaenaleyh...'.

Servet Yesari bey, kırpık 'İngiliz' bıyıklı, kılığınakıyafetine düşkün, Zografyon Rum idadisi'nde in-gilizce okutur, yüksek mason bir zat: Muhibban-ıHürriye t Locası 'ndan, 23. derecede , Chevali er dusorpent d'airain. Leon Mizrahi, böylelerini neredenbulur? Düyunu Umumiye'de müdür müymüş neymiş,rolasyonları şirkete nâfidir' diye işinden alıyor, bun-ların başına sarıyor: herif 'tab'an nekes', kimseyemetelik koklatmaz : bırak Abdi bey'i, Rosa Mizrahi '-yc bile eziyet ediyor: 'zevcinin' yokluğunda, yalıyıçevirmekte 'müşkülâta' uğradığından, yakınmadı mıkadıncağız? 'Müsü' Mizrahi'nin 'gaybubeti' uzadıkçauzadı : seki z ay mı oluyo r, doku z ay mı? Eskiden•sıkça gönderdiği çeklerin arkası kesilmiş! Acaba ni-ye? Abdi bey'in düşüncesi, Şirket'ten yüklüce bir'meblâğ' çekip, hiç olmazsa 'nısfını' Rosa'ya ulaş-tırmaktı : yılbaşı gecesi 'tumtur aklı' bir balon ver-meyecek mi, ihtiyacı olacaktır. Servet Yesari bey'inmırın kırın ettiğini görünce, yazdı bir pusula, Kâmilefendi'yle Kapalıçarşı'ya gönderdi : 'm ağaza'dan al-,ın getirsin! Daha Balkan savaşı patlamadan, Selâ-

nık'teki mağazanın bir eşini, İstanbul Kapalıçarşf-Hinda açmakla ne iyi etmişler?

Rosa Mizrahi'nin 'imdadına koşmak', neredenııklma geldi? Minnet borcu mudur, vicdan azabı mı?Holki, ikisi de: Abdi bey, aylarca onu yalısında sa'><-

248

ladığından, Rosa Mizrahi'ye minnet duygularıyla nekadar 'meşbû ise; kızı Raşel'le aralarında oluşuve-ren garip ilişkiden, vicdanı o kadar 'muazzep'. "Per-şembenin gelişi, Çarşambadan belliydi  mon cher!".Bu 'iblis ruhlu' kızın, gittikçe daha 'âşikâr avansla-rını', gerçi uzun süre görmezlikten gelmeyi becer-miş; bazan 'pederâne' bir vurdumduymazlığın arka-sına saklanarak, bazan işi şakaya boğarak, 'vazi-yeti' kurtarmıştı ama, nihayet o da bir erkekti, üste-lik cinsel çeşitlemelere aşırı düşkün, 'uçkuruna sonderece gevşek' bir erkek! Yine de Temmuz başla-

rında cehennemi bir gece o sahneye tanık olma-

lılor. Le Temps, Mustafa Kemal Paşa'nın Kafkasya'-ya gittiğini yazıyor, Enver Paşa'yla bııluşasıymış..."C'est pas possible, c'est pas possible!"*

Bir ayak sesi mi? Durdu. Kulak kabarttı. Yo ha-yır, yanılmış. Sadece denizin uğultusu. O kadar,lam yürüyecek, bir ayak sesi daha. Yanısıra anla-şılmaz fısıltılar. Taş kesildi. Sesin yönünü belirleme-ye çalışıyor. Dikkatinin yoğunlaşması, gözlerini iyicekolaylaştırmıştı: kafatasının içinde sanki bin mum-luk bir ampul yanıyor, şavkı gözlerinden dışaııya

vurmuş Seslerin Mavi Oda'dan geldiğini çıkarmak-

Page 137: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 137/192

rında cehennemi bir gece, o sahneye tanık olma-saydı, 'hâlen' geçirmekte oiduğu 'bııhran'ı hiç ge-çirmeyecek; Raşel'in hınzırca niyetleri de, onun al-çakça zaafı da, 'kuvveden fiile' asla çıkamayacaktı.Fakat, o gece...

(...uğuldaya uğuldaya akan deniz, fırın sıcağıbuğular salıveriyor, yeri göğü kurutuyordu : ağaçlardalgın, çiçekler baygın düşmüş, ahşap yalılar çatırçatır kavruluyor. Kapalı yaşayanları, sıralı sırasızkestirdiklerinden midir, gece uyku tutmaz; Abdi beyde, gönüllü hapisliğinin sonlarına doğru, bir türlüuyuyamaz oldu. Geceyarısına kadar (Rosa'yla çene,Matmazel Hortense'la prafa) iyi kötü vakit geçirsede; geceyar ısında n sonra, işler kötü : ya balkon dakukumav gibi tekbaşına oturup, yıldızların ağırlığın-dan ağaçlara sarkmış gökyüzünü seyredecektir; yada odasına çekilip, çat çat çatlayan mobilyalar ara-sında, bilinmez kaçıncı defa gazetelerini gözden ge-çirecek!

O gece odasındaydı, fazla cıgara içmekten ağzıkurumuş, sonuncusunu kül tablasına bastırıp, kori-dora çıkıyor; amacı mutfağa uğramak, karpuz filanbulabilirse, yer, orası daha da serincedir. Bir yan-dan, Le Temps'da okuduğu habere, anlam vermeyeuğraşıyor: 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa,Dersaadet'e dönmeyi reddetmiş! Oysa HiiKümet,dönmesini istiyordu. Hem de derhal. Bunun, açıkla-

nan Divan-ı Harb-ı Örfi kararlarıyla, bir 'irtibatı' ola-bilir mi? Talât, Enver ve Cemai Paşaları, ('Fırka'nın'demir müsellesi') 'gıyaplarında' idama mahkûm et-

272

vurmuş. Seslerin Mavi Oda dan geldiğini, çıkarmak-ta gecikmedi. "Ve minel garaip! Bu oda alelekserboş olur, gecenin bir vaktinde kim ola ki?". Usulcasokulup, içeriye kulak veriyor: çabuk çabuk, birazıslak, solumalar; kesik kesik, 'muhteris', bir fısıltı!Dediğini anlayabilmek, ne mümkün? Denizin, bura-da daha belirgin, uğultusu engel oluyor; hem galiba,Ladinoca' fışıldaşıyorlar. Dikkatli bakınca, kapının

aralık unutulmuş olduğunu gördü, yavaş yavaş itti :önce  fougere  esansıyla karışık bir kadın ko-kusu, esmer, hafif terli; arkasından, büyük pen-cereler in yıldız alacasın da, hayal me yal o sahne :dudak dudağa iki kadın, sarmaşdolaş! O dakika Ro-sa'nın günahına giriyor: Selânik'ten beri Riri'yle kı-rıştırmaz mı, herhald e sıcak tan 'azdı', Abdi bey'iuyandıracağına, gidip Riri'yi kaldırmış, nisbeten sa-pa bu odada...

Onları ne uyarıyor? Salondaki 'tumturaklı' sa-atin, ağır gong titreşimleriyle, yalının boşluklarınadağılması mı? Abdi bey'in gittikçe 'kesafet peyda!ıeden' soluması mı? Birden döndüler. Birisi gerçek-ten Riri'ydi ama, öbürü Raşel Mizrahi: yarı çıplakvücudu yıldız tozlcırıyia pırıl pırıl, incir göğiisierifırlak, gözlerinin havagazı alevi köpek gibi hırlıyor.Riri arsızın tekidir, hiç utanma bilmez, divana atıl-mış sabahlığını kaptığı gibi fıngirdeyerek kaçtı: ba-lon memelerini avuçlarında saklamış, çıplak ayak-

ları, koridorun mermerlerinde şap şap! Baskını kiminyaptığını anlayınca, Raşel kesinlikle telâşlanmıyor.

* "imkânsız bu, imkânsız.

Sol kaşını yükseltmiş, bakışlarının mavi pırıltısınıbiraz kısarak, salına salına Abdi bey'e yaklaştı. Üze-rinde, 'işlemiş oturmuş' bir hal, yassı ve enli dişle-rini meydana çıkaran, kışkırtıcı gülümsemesiyle di-yor ki:

"— ...şahidi olduğunuz sahne, artık 'çocuk' ol-madığıma, sizi ikna etti mi acab a? Je I'esperebien..."*

 Abdi bey 'in gözü nde, ürke k bir ti k bel irmiş ti;erkekliği, salyalı bir küstahlıkla, ayağa kalkmış; bu-harlı sımsıcak bir ter boynundan sırtına boşanıyor

gördüm diyormuş, Raşel de görmüş; banyodan ban-yoya, bu ikisi zaten tek durmaz, oynaşırlarmış; Abdibey, onu çocuk 'telâkki ederek', ilgi göstermek te-nezzülünde bulunmadığından', ne yapsın, o da Riri'-yi ciddiye almış, taştan mıymış yâni?

O geceden sonra, Abdi bey beklenen ilgiyi gös-termekte, 'elhak' kusur etmiyor. Yalnız şu acayipyanılsamadan, ne yapsa da kurtulsa? Her defasın-da, sanki Yeniköy'de Mizrahi'lerin yalısında degıi,Selânik'te Barzilay'ların 'hususi' deniz banyosunda-

dır; kucağında çalkalana çaikalana 'inzalden inza-l ' i i l 'k lt k' i R l Mi hi d ğil

Page 138: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 138/192

harlı, sımsıcak bir ter, boynundan sırtına boşanıyor.Nedense kulağında, bir süre önce Rosa Mizrahi'nin,kızına deygin sözleri;

"— ...sizi evvelce de ikaz etmiştim, lütfen on-dan uzak durunuz  mon  bey, yegâne emelim, kızımınbir hanımefendi olarak yetişmesidir".

Hanımefendi mi, ne de hanımefendi ya! "Liber-tinage  vâdisinde, keyfiyet Raşel'in, şimdiden valde-sini, fersah fersah geride bıraktığını göstermekte-dir". Yine de iki kalçasını, kuyruk sokumu ayırımın-dan, iki eliyle avuçlayıp, kızı, artık açıkça ortalığatüküren erkekliği üzerine oturtmadan, karanlıkta mı-rıl mırıl söyleştiler. Yaz gecesi tel tel dağılmaya yüz

tuttuğu halde, sıcağın şiddeti azalmamıştı. Kalın ka-lın terliyorlar. Karşı sırtlardan, ufak yıldızları acıma-sızca silerek, bakır kızılr yamrı yumru bir ay doğdu.'Semavî' yalazında, iki bacalı bir 'sefinenin', 'heyulagibi' Karadeniz'e geçtiğini gördüler. Soğuk bir kuşöttü. Magnezyum yeşili bir yıldız, ardında sırmal ıörümcek ipliği, sulara düşüyor.

Raşel'in çıplak yakınlığı, fougere'le karışık es-mer ten kokusu, Abdi bey'i çileden çıkarıyordu. Din-ledikleri de! Ohoooo, 'güyâ' yalıda yaşıyor, dünya-dan habersizmiş meğer; Rosa Mizrahi, Riri'yi hani-dir boşlamış; bitişik komşu Şehbol hanım yok mu,şu sık gelen gönlü şen taze, Preşova'lı Besim Paşa -nın 'kerimesi', ona abayı yakmış, çoktan 'mercimeği

fırına vermişler'  parole  d'honneur,** Riri gözümle

* "Ümid ederim "** "Namus sözü"

dır; kucağında, çalkalana çaikalana, inzalden inzale' zincirlenen 'kaltak' ise, Raşel Mizrahi değil, an-nesi Rosa Barzilay!

"Quelie illusion terrible, mon cher!"*)Hiç beklenmedik, şu Raşel 'serencamı' olmasa,

 Abdi bey ked erinden boğul ur muydu? Koskoc a yazı,'alelade bir mücrim gibi', saklanmakla geçirmişti.Sonbaharı, 'intihabat' heyecanlarıyla. Kış, veba teh-didiyle giriyor: 'Teşrinisâni bidayetinde', Azapkapıve Tophane'de, altı vak'a görüldü : 'Darülfünun da-hil', okulları kapattılar, kapattılar ama...

...yoksulluk dizboyu. Dersaadet, 'şedit' ve ka-ranlık soğuklara 'tedbirsiz' yakalandı. Ne tarafınadönsen, korkmuş, üşümüş, ezilmiş insanlar: Tepe-

başı otellerinde, votka, kokain ve yurtsamadan sar-hoş, soylu 'beyaz Rus' mültecileri. Tahtakurusu vemarsık kokan bekâr hanlarında, henüz terhis olmuş,bitli 'neferler'. Sokaklarda, irkutsk, Kahire ve Se-lanik 'üsera' kamplarından, paldır küldür yıkılmışbinlerce tutsak. Ya 'muhacirler'? Balkan Savaşı'n-dan bu yana, 'işgal' topraklarından 'payitahta', göç-men akını durmadı ki! Şimdi, İzmir'deki Yunan işga-linden kaçanlar geliyor. Hepsi yüz kırk bin civarındaimiş! Halleri öylesine 'perişan' ki, Aralık ayı 'Merha-met ayı' ilân edildi: Darülfünun talebeleri, 'iane' too-lııyorlar . Geçenlerde , biri kız biri erkek , iki genç,Şark-ı Karip Maadin Kumpanyası'na da uğramadımı? Abdi bey çıkarıp yüz lira verdi. Eh Padişah bin,

"Ne müthiş bir yanısama, azizim"

275

Veliaht beşyüz lira verdiğine göre, azımsanamazGazetelerin ağzı, herkes onun kadar cömert davran-mıyormuş!

Bütün bu kalabalık, kof, yutulmuş çığlıkları an-dıran kabahatiı gülümsemeleri, uzamış sakalların-dan sarkan ağdalı umutsuzluklarıyla, sanki güz s :-nekleri, vapur iskelelerinden garlara, garlardan camiavlularına simsiyah birikiyor. Hilâlahmer'in, PolisMüdüriyeti'nin önünde, uzun kuyruklar! Soğuk veçamurlu, öyle de yağmurlar indiriyor ki, yağmur

mudur, yoksa belâlı bulutlar üstlerini mi örtmüştüranlaşılamaz: yorgun kemiklerine aşağılık sızılar; gö-

rı bir akşam, Münif Sabri'ye düşüncesini açtı, dediki:

"— ...yok canım, onu asabileştiren haddizatın-da intihabatın seyridir, siyasete müptelâ, meb'uslukihtimalinin kaybolması hasta ediyor, hiddetini vebakorkusuyla setretmektedir".

Yalnız Münif Sabri'ye mi? Bir akşam, yemektefikrini kocasına da ima etti: aman ne öfke, ne öf-ke! Oysa, haklı. Seçimler 'Teşrin-i evvel' de başladı,bir türlü bitmek bilmiyor. O gün bu gün, ittihat veTerakki'nin sâbık Selânik (sonra Edirne) Meb'usu.Halıcızade 'Bacaksız' Abdi bey'in tadı da kalmadı

Page 139: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 139/192

mudur, yoksa belâlı bulutlar üstlerini mi örtmüştüranlaşılamaz: yorgun kemiklerine aşağılık sızılar; göğüslerine nagant gibi patlayan öksürükler yerleşti-rir; sürekli ıslaklıkları, enselerini buzdan bir dil ya-Icımışcasına, içlerini ürpertir durur.

'Menhus' hastalık, daha elverişli bir gelişme or-tamını, nereden bulacak? Kabataş, Kızıitoprak, Ka-sımpaşa... yayıldıkça yayıldı. Onbeş gün içinde, on-üç ölü, dörtyüzü 'mütecaviz' şüpheli vak'a! Veba ileMücadele Hey'eti Reisi Ekrem Hayri bey, 'matbuat-ta' sürekli yakınıyor: 'aşı ihtiyacı 'yevmiye' altmışlitre imiş, oysa 'ihzar edilebilen' aşı miktarı, sadeceiki buçuk li tre. Evet, iki buçuk ! Hürriy et-i Ebediye -deki Bulgar Hastahanesi'ni boşaltarak, vebalıia.a

ayırmışlar, yetmiyor. 'Tecrithane' olarak kullanmakiçin şehir dışındaki kışlalardan birini olsun, İtilafKuvvet lerin den istirham etmişler, ver üemezmi ş,"İşimiz Aüah'a kalıyor, demek!"

İşin kötüsü, Abdi bey 'evhamlandı': elini nereyesürse veba mikrobu, oyun kâğıtları, cıgara tabaKa-sı, gazeteler, vs. 'Hilâfsız' her sabah banyo 'alıyor'.Terakki Apartmam'nda, şaşmaz bir temizlik 'mecbu-riyeti' konuldu. 'Ezkaza' sebzeler kaynar suyla yıkan-mamış, çöp 'tenekesi' dış kapının önünde unutul-muş olsun; maazallah, pis, yakıcı dumanlar salıve-ren asit damlaları halinde koridorlara  aamlaycıraK,ortalığı çın çın öttürüyor. Şirretliği sınır tanır mı'7

 Art ık ne aza rlama lar , ne söv üp saymal ar! Bun caöfke, 'hakikat', veba korkusundan mıdır?

Neveser'in inanası gelmiyor pek, yalnız oldukla-

277 248

Halıcızade Bacaksız Abdi bey in tadı da kalmadıtuzu da. Şu son günlerde, Dersaadet seçimleri gun-celleşmedi mi, 'fart-ı hassasiyetten' ölecek! Dört yü-ze yakın 'müntehib-i sâni', Dârülfünun'un, bayraklarla 'müzeyyen' büyük salonunda toplanalı, kaç günoldu? 'Payitahtın' onbir milletvekili ni seçecekler.'Namzet' bol, Hürriyet ve İtilâf Fırkası katılmayacağını resmen duyurduysa da, bazı fırkalar listeleriniaçıkladı: Millî Türk Fırkası/Millî Ahrar Fırkası, MillîKongre, vs. Gazeteler de boş durmuyor, Allah ın gü-nü karma liste yayınlıyorlar. Birisi olsun, onu hatır-lasa ya! Hayrettir, hiçbiri hatırlamadı : sabahtan ak-şama, istediği kadar sütun sütun adını arasın, bu-

lamayacak! Yüreğinde bir hınç, sanki suratına tü-kürmüşler. Tekgözlüğünü, baş parmağıyla işaretparmağı arasına alıyor, incecik dudaklarını ısırarak,diyor ki: "...düşenin dostu olmaz  mon cher, c estbien  connu!"*

Seçim boyunca, telefonun başına mıhlanmıştı.Sonuçları, Birlik Başmuharriri Hüsnü Faik, sıcağısıcağına ulaştırıyor :

"— ...efendime arzedeyim, Prens Sabahaddinbey kaybetti, Ahmet Rasim kaybetti, Hariciye Nazır-1

Esbak-ı Mustafa Reşit Paşa, kezâlik. Lütfi Fikri, Ce-lâlettin Arif kazanmışa benzer. Sizinkilerden Muhtarbey'le Kâmil efendi intihap olundular..."

Nasıl da üşütmüş, öksürüğü bir felaket:

* "Bilinen şey!"

'— ...şayan-ı taaccüp birader! Numan Usta namıtl-da bir şahıs, Zeytinburnu'nda ameleymiş, namzetli-ğini son dakikada telgrafla koyuyor, intihap ediliyor.İttihatçıdır diyorlar. Tanır mıydınız?..."

Hüsnü Faik'in fikrince, 'Cemiyet' yapacağını yi-ne yapmış, Dersaadet'in 'hayat-ı siyasiyesine hâkimolduğunu' dosta düşmana kanıtlam ıştır: ittihatç ıeyilimleri 'müsellem' üç kişinin seçilmesi de, PrensSabahaddin bey'in seçilmemesi de, aslında bunu'ifade eder'. Abdi bey burulmuştu. Hüsnü Faik'in

yorumu, onu sevindirmek için. Sevinmesi lâzım. Se-vinemiyor "Gönül arzu ederdi ki müntehap o üç

neticeleri bir adem-i memnuniyet izharıdır, ayrıcamüntehap zevat arasında fırka namzedi hemen he-men yok...

Ya da : — ...Lütf i Fik ri'nin istifası mesele ola-cak. Kendisiyle bizzat görüştüm, maksad-ı aslisi in-tihaba şaibe sürmek! Bosphore'a beyanat vermiş,telefonda okudu, 'son dört senelik icraattan sonraİttihat ve Terakki Komitesi hâlâ vardır' diyor!

 Abd i bey, bir zaman, yaz ıha neni n cam ınd akihayaline daldı : sağ elinin ayasıyla, kul ağının arka-sındaki saçlarını yapıştırıyor. Simsiyah, sıkı sıkı ar-

kaya taranmış olmalı. Işık vurdu mu, piyano 'zemini'gibi yansıtacak Lütfi Fikri bey'in seçilir seçilmez

Page 140: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 140/192

y , çvinemiyor. Gönül arzu ederdi ki, müntehap o üçzat arasında abd-i âciz dahi bulunsun! Meclis-iMeb'usan'da, Fırka'ya daha az mı müfit olurdum?Lâkin  mon cher,  siyaset nankördür..."

Telef onu kap atıp bir cıgara yakmıştı , başka bir -cıgaranın kül tablasında tüttüğünü neden sonra far-kediyor, içi ne kadar karışmış!

Cellâtyan Hanı yeni yapılardan, hayli yüksekçeBoğaz'a filan egemen : camlardan, Camlıca ya yo-ğunlaşan incir moru bir bulut kalabalığı görülüyor;işgal donanmasının, buram buram duman kusarak,'manzaradaki' kirliliği artırdığı da. Kar sözde paklık-tır, oysa limanı darmadağın eden bu sulusepken

düştüğü yeri kirletiyor: kül esmeri, suyu ÇOK karıkıt, gevşek mi gevşek! Bir de telâşlı ki! Camlar ou-ğulanmış, dışarısı soğuk olmalı. Kaloriferin kalın sı-cağından burun delikleri kupkuru, o'ysa, kibrit kib-rit, cıgara dumanlarına azalmaktadır. Seçimlerin üs-tünden kırk sekiz saat geçti geçmedi, patırtı kıya-met! 'itilâfçı gazeteler', 'ittihatçı parmağını' dillerinedoladılar. Lütfi Fikri, Sabah'taki yazısında açmışağzını yummuş gözünü :  "...nasıl, İttihat ve Teıakkienkazının husule getirdiği meb'usan listesinde, is-mimi göreyim? Hayır, ben tek başına listede kala-mam..."

Telefon. Abdi bey toparlandı. 'İhtimal', HüsnüFaik bey'dir, yeni bir şey duydu mu, aramadan ede-

mez. Telin öteki ucunda, güm güm öksıirüyor:— ... şey, Yunus Nâdi'yle hasbıhalde bulunduk

diyor ki ahali fırkalar dan gayr-ı memnun, intınap

278

y ş ş , p ygibi yansıtacak. Lütfi Fikri bey in, seçilir seçilmezistifası, onu umutlandır mı? Ne adamlar var? Böy-le bir 'jesti', o, 'hayatta' göze alamazdı. Acaba 'in-hilâl eden meb'usluk için', ne zaman seçim yapar-lar? Kâmil efendi, iç cebinden çıkardığı kalın oarczarfıyla, o sıra sökün etmese, ufak ufak, hayaı Ku-racaktı. Paranın 'kısm-ı âzamim' aldı, zarfı geri ver-di, Neveser'e ulaştırılacak. Gece geç döneceğinisöyleyip, Kâmil efendi'yi savıyor. Ne yapıp yapıp,canını Yeniköy'e atmalı, onu ancak Raşel'in 'seyyal'cinselliği avutabilir. Evet, yalnız o. Ayrıca, parayıgörünce, Rosa kimbilir no kadar sevinecek?

...Boğaziçi, başdöndürücü bir kar fırıldağına ka-

pılmıştı. Küstah martıların, 'canhıraş' çığlıklarıylayırttığı, soğuk ve yaş bir gündüz karanlığı, deniz'boydan boya kaplamış. Yalnız denizi mi? İliklerinetuz ve nem işlemiş ahşap iskeleleri, pancurları çar-pılan güngörmüş yalıları, 'münzevi' koruları. Rüzgar,yağışı öylesine karman çorman ediyordu ki, sulubep-ken sanki yukardan dökülmüyor, görünmez, 'esatiri'bir hallacın 'devâsâ' yayından, 'fevc fevc' havayasavruluyor. Bu 'hengâmede', kolu kanadı kırık, güç-lü akıntıya karşı çâresiz, bir Şirket-i Hayriye vapuru.

 Aca ba İnşi râh mıdır?Halıcızade 'Bacaksız' Abdi bey, Mizrahi'l erin

görkemli kabul salonuna, iki dirhem bir çekirdek,gir di: vişneçürüğü fesi, tekgözlüğü, yelek cebindeiki parmağı; kısacası, 'levanten', alafrangalığı vekirpi şirretliğiyie! Nereden nereye, zihninde, Rumdi

279

yıllarından kalma bir türk'ü,  ("...Tuna'da çırpar bs-zini / hayda more / kim sevmez Bulgar kızını?'),seçimlere ilişkin, olur olmaz varsayımlar: "Kuvvetlemuhtemeldir ki Zât-ı Şahane, tasvib etmediği böylebir Meclis'i içtimaya davetten içtinap etsin; bilfarzetti, bu takdirde, intihabın tecditi derpiş olunabilirmi, olunamaz mı?..."

Rosa Mizrahi, anıtsal topuzunun altından, ze-hirli mavi gülümsedi. Çevresinde, elmaslı taraklan-nın yıldızları, pır pır uçuşuyor. Altın saplı gözlüğünedavrandı, onu hayatında ilk defa görüyormuşçasınatepeden ayağa süzdü, sesi, 'resm-i kabul' sesi; öyleciddi, az kalınca, biraz da nezleli:

Page 141: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 141/192

— Ah! ûuel le agreable surprise, mon oey?Perşembe akşamından evvel, sizi intizâra doğrus..cür'et edemiyorduk.

— ...lâkin madam, hasretinize tahammül kaabilmi?

— ... bu akşam ne kadar mültefitsiniz, esbab-ımûcibesi nedir acaba? isticvaba izin var mı?r Abdi bey, büyük masada domino oynamayadalmış Matmazel Hortense ile Besim Paşazade Şeh-bâl hanımı başıyla selâmladı. Rosa Mizrahi'nin par-mak uçlarını öptü. Aslında sesi gereğinden yüksekçıkmıştı. Çünkü balkonda Gülistan Satvet'i ayrım-

sıyor: yine, son aylarda 'peydahladığı', o 'çamyar-ması' Binbaşı'yla beraber: Ferid bey midir nedir,hani püskürme bıyıklı? Prens Bragin'le YüzbaşıLariviere, 'hasbaya' yetmiyor anlaşılan.

Dişlerinin arasından Fransızca sövdü :— Garce!Gülistan hoppa bir kadın, hayatı aldatmacalar

üzerine kurulmuş, işgal şehre çöreklendikçe o Os-manlılıktan uzaklaşıyor: giyimi kuşamı, çoğu ecne-biden daha ecnebidir, süsü püsüyle başa çıkılamaz!Onun ilgisini sadece  caprice'ler ve  fantaisie'ler çe-kiyor : Yüzbaşı Lariv iere, Fransız İşgal Bölge si'nde,galiba Makriköy'de, değişik bir balıkçı meyhanesi

* "Ah,  ne  hoş bir sürpriz, beyim?"

200

tense, bıngıl bıngıl boynu, boynunda erimiş fındıkçenesi ve torbalı gözleriyle, bir ayı balığını andırı-yor. O da isviçre'ye dönmek istiyormuş artık, kızlarbüyümediler mi, hele Raşel, yaz sonunda şahanebir gardenpartiyle  'Constantinople  Sosyetesine' tak-dim edildi, ne unutulmaz geceydi o, yalının bahçesirenk renk jcıpon fenerleriyle donatılmıştı, deniz ke-narında masalar, Abdi bey'in bulup buluşturduğuÇigan Orkestrası baygın havalar çalıyor, pul puldökülen yıldızların altında danseden çiftler: DarısıSara'nırı başına!

 Abdi bey, 'hu sus i' gör üşm ek arzusu nu, RosaMizrahi' nin kulağına fısıldadı Herkesin ortasında

Page 142: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 142/192

Mizrahi nin kulağına fısıldadı. Herkesin ortasında,çıkarıp para mı versin? Aylar boyu gizlendiği kü-tüphanede ayak üstü konuştular. Oda ısıtılmamıştı.Karyolasını filan kaldırmışlar. Fena halde yadırgı-yor. Geçmişinden bir kaç ayı çalıverdiler sanki,"Hayat-ı beşer nedir, sukut-u hayallerimizin muha-salası mıdır? Yoksa her sukut -ıı hayal, yeni birmenba-ı ümid mi? Mağlubiyet bir sukut-u hayaldi,yalıda gizlenmeme müncer oldu, buysa Raşel'le ra-bıtamızın teessüsüne!..."

Rosa Mizrahi, 'yâr-ı vefakârının' getirdiği para-yı, yapaylığını aşırılığıyla örtmeye çabaladığı bir he-yecanla kaptı, koynuna soktu. Şükranlarını, onu

öperek belirtiyor. Sert bir öpüşme, epeyce de gü-lünç : Abdi bey' in başını, karpuz gibi iki av ucun unarasına aldı, eğilip enli, kalın ve duygusuz dişlerini,hart diye dudaklarına geçirdi. Eski kıvraklığını yitir-memiş hınzır dili, kıvamlı vişne şurubu gibi ağzınadoluyor. Genzinde ingiliz tütünü, esans ve dudakruju buğuları.

— ...siz  mon  bey, hiç şüphesiz hakiki bir cen-tilmensiniz, bu asil jestinizi bittabi Leon'a yazacak,müddet-i hayatımda asla unutmayacağım. Raşelsürura garkolac aktır; balodan vazgeçmek ihtimali,bilemezsiniz onu, ne derece meyyus ediyordu.

— ...hakikat, nerede o, salonda göremedim?

— ...Beyoğlu'na çıktı. Günlerdir 'Macun Hok-kası'nı görmek için ısrar eder. Miralay Morley'e çıt-

282

p

girdiğini gördü. Öndekinın camında, Raşel'in profili.Birden parlıyor:

— Kâfi! Kâfi, reca ederim! Miralayınızla ne hâ-liniz varsa görünüz. Beni alâkadar etmez. Lâkin Ra-şel'in o sefihle ülfetini terviç etmeniz, gayr-ı kaa-bil-i tahammül bir keyfiyettir ki, Leon'la kadim hu-kukumuz dolayısıyla...

Odanın kapısı tıkladı. Riri görünüyor: sarı elâgözleri, kocaman iki papatya; gülümsemesi, arsız;sesi, fingirdek :

— i-lanumeferıdi', Miralay cenapları teşrif bu-

yurdular.Rosa Mizrahi gözlüğüne davranmıştı Tarakla

Page 143: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 143/192

Rosa Mizrahi gözlüğüne davranmıştı. Tarakla-rındaki elmaslardan ışık zerreleri üreterek, ona dön-dü. Soğuk bir sesle, epeyce yukardan sordu :

— Hayret, nasıl da işitmedik? Yalnız mı, kü-çük hanım'la mı?

— Kalabalık geldiler : Mi ralay, küçük hanıım,daha başkaları. Büyük sofrayı mı kuracağız?

Rosa Mizrahi, kumaş hışırtılarıyla, koridordankabul salonuna aktığı sırada, Riri'yi azarlıyor:

— ...hel e şuna, elbette büyük sofray ı, bir desorar!?

 Abdi bey onu izlemed i, 'eski' odas ında birazdaha oyalandı. Pütürlü, adamın kanını donduran so-ğuk bir nemin, içine işlediğini duymadı bile. içisırao türkü, Makedonya yıllarından, çağrışım üstüneçağrışım uyandırarak sürüp gidiyor. Tamamı olsaneyse, kulağı adamakıllı zayıftır, iki mısraı nasılsaaklına takılıp kalmış, tekrarladığı onlar: "...  Tuna'daçırpar bezini / hayda more / kim sevmez Bulgar kı-zını?".  Şu sıra sevdiği ender rastlanır bir Yahudi kı-zıdır ki, ne Yahudi kızı, bunca yaşına, bunca tec-rübesine rağmen, onu arzularına 'ram etmeyi' bece-rebilmiş; feleğin çemberinden geçmiş bir 'sefihi',cinsel açlığı ve çeşitleme iştahıyla allak bullak ede-bilmiştir. "Böylesi, her kula müyesser olmaz  moncher,  ça c'est sûr!"*

* "bak, bu kesin!"

284

kımdan benzeşirler, kapsamları geniş, ne kadar zor-lanırsa zorlansın nihayetlerine varılamaz ama, işuygulamaya döküldü mü Rosa ne kadar 'çift' kav-ramıyla sınırlı, 'sabi t' ve katıysa, Raşel o kadar'seyyal', 'lüzûcî bir elâstikiyeti' var. Şu Riri'yi oyu-na katmayı, Rosa senelerdir söylemiş durmuş, onuntecrübesizlik dönemi itirazlarını gerekçe sayarak,kesinlikle 'fiiliyata' geçmemiştir. Raşel öyle mi? Lâ-fını dahi etmiyor; yakındığı, sadece, sevişirken elle-rinin ve dudaklarının 'havada' kalması. Nazlanıyormu, 'istiğna' mı?

öysa Riri'yle sözleşmişlor, buluşmaya  o  da ge-

tekrarladıkl arı o sevişmeyi, bu gece de yaşama!'umudunu besliyordu. Çokluk öyle yapıyor ya, ziya-reti gereğinden fazla uzatıp, dönüşü 'imkânsız' kıla-cak, 'hâliyle' gece yatısına kalacaktı : Misafir yatakodası, Mavi Oda'ya bitişik olduğundan... Ge! gör kiRaşel 'kaltağı' gönlünü şu gebeş ingiliz'e 'tahsis et-mekle' kalmamış, 'herifi' koluna takıp yalıya getir-mişti : Miralay ve yanındakilerin otomobilie dönecekolması, Abdi bey'in tasarısını tehlikeye soku yor:'centilmenlik' olsun diye, pekâlâ onu da alabilirler!

Gerçi 'gidişat' müttefik makamlarıyla, 'bahusus'ingilizlerle muhabbeti pekişt rmeyi gerektirmektedir

Page 144: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 144/192

lecek! Abdi bey farkında olmadı. Dalgaların kulckiçlerindeki yankılı patlayışlarından mı, Raşel'in er-kekliği üstünde su gibi çalkanışından rnı, nedence,yarı ayık yarı sarhoş. Üçüncü bir 'şahsın mevcuuı-yetini', güçlükle ayrımsıyor. Çıplak ayakları şap şup,avuçlarında ısıttığı iri memeleri balon, Riri 'hınzni',koridorların karanlığını dağıta dağıta ne zaman gei-miş de, Raşel'in buğulu çıplaklığı önünde diz çök-müş? Şimdi hem ellerini 'meşgul ediyor', hem ağzını:soluk soluğa, uçsuz bucaksız bir öpüşme sarmalınadolanıyorlar ; öpüşüyorlar mı, birbirlerini n ruhunucıgara dumanı gibi ağızlarından içlerine mi çekiyor-

lar, belirsiz. Göğüsleri, ucunda buğulu süt, birbirinesürttükçe, çıtırtılı kıvılcımlar üretiyor. Şimdi Riri'nin-kiler Raşel'in avuçlarındaysa, az sonra Raşel'inkiierRiri'nin obur ve arsız ağzına dolmuştur. Riri usta,sevişmelerini öyle usturupla ayarladı ki, eli Abdibey'in eline değmedi, sanki o yok, iki kız Mavi Oda -da günahlarıyla yalnız, 'küçük hanum' onun vücuduna el koymuş, kendi vücudunun kapılarını ard.njkcıdar ona açmış. Havada 'meş'ıım' bir elektrik. Rüz-gârın kimbilir nerelerden taşıyıp, (Beykoz'dan mı?),hoyratça camlara vurduğu köpek havlamaları. De-nizin şakırtılı öfkesi. Gece.

 Ay bir denb ire buluta gir iyo r.)Halıcızade Abdi bey, o gün, Şark-ı Karip Maa

din Kumpanyası'nın Cellatyan Hanı'ndaki yazıhane-sinden kopup, Şirket-i Hayriye'nin Dilnişin vapuruy-la Yenikö y'e gelir ken, sonb ahar boyunc a sık Sık

286

ingilizlerle muhabbeti pekişt.rmeyi gerektirmektedir.'Ecnebi matbuata' bakılırsa, ingiliz Başbakanı LloydGeorge'la Fransız Başbakanı Clemanceau'nun  Loiıti-ra'daki 'mülâkatları' Devlet-i Aliyye'nin hiç de 'men-faatına' geçmemiş! 'Tebliğ-i resmî'de açık açık,Türklerin  Constantinople'dan çıkarılmasından sözediliyor. Fransız gazetelerinin 'ifadesi', Clemanceau'-nun buna pek yanaşmadığını dokunduruy or ama,inanılır mı? Kimbilir hangi pazarlık içindir? 'Muuzal-lah' böyle bir şey 'tahakkuk' ederse, Dersaaaet'ıningilizlerin denetimi altında kalacağı, aşağı yuKOiıkesin; 'binaenaleyh Miralay cenaplarıyla tesis edi-lecek bir dostluktan, istikbalde fevkalâde müstefit

olunabilir'. Yine de Abdi bey, geceleyin, Raşeı veRiri'nin ona yaşatacağı tadına doyulmaz clakikalciüdüşündükçe...

Salonun havası değişmişti. Gerdanlıkları, sar-kaçlı küpeleri, ağır inci dizileri parıldayan, gözaiıcıtuvaletleri iyice dekolte birkaç kadın, (biri Ermemöbürü Türk, ikisi de Arnavutköy Amerikan Kız Kole- ji mezunu ) yoğu n, yoğ unluğu 'müte cav iz ' par fümle-rini, dalga dalga çevrelerine salıverip, gözleri bayatmavi, fırlak gırtlakları 'matruş', kızıl bıyıkları ağzınagiren İngiliz 'zabitlerini' efsunlamışlcır; ufak uta*,kestirilmesi zor bir beraberliğin erişilmez 'hülyasına'taşıyorlar. Işıklar çoğaltılmış. Yansımalı gümüş tep-

silerde, çeşitli aperitif dolaştırılıyor. Gülistan Satvet,elinde uzıın ağızlığı, kolunda iriyaıı binbaşısı, üstün-de gerekçesi belirsiz bir telaş, ortalarda : bir kaba-hati örtbas etmeye mi çabalıyor, yoksa herhangi bir

felaketin 'vukuundan' mı korkmaktadır? Binbaşı Fe-rid bey, bunun farkında görünmüyor, babacan ha-liyle agorasını içmekte, çalıçırpı bıyıklarının altın-dan, kalın kalın gülmektedir. Bön mü bu adam? Sü-variler için, 'alelıtlak' söylenir de...

 Abd i bey, Raşel 'e doğ ru yür ürk en, Güi ist an Sat-vet harıl harıl çevresindekilere ne anlatıyor, kulakmisafiri oldu :

— ...yangının zuhurunda Rene konsolosluk'taimiş, tesadüf Müsyü Kavukçuyan'la iş takip ediyor-

lar, 'Neye uğradığımızı, şaşırdık' dedi, bina yıkılırkeniki zabit ağır surette yaralanmış. Mamafih bunu bi-lâh öğ i t b k li i?

en alımlı yerinde; dolaşık siyah kirpiklerle 'müzey-yen', gözlerinde. Başbaşa vermiş, fısır fısır söyleşi-yorlar. Miralay Morley'in 'mutadı' budur, en öfkelianlarında bile sesini yükseltmez: konuşmayı sev-mez ki, gönlü olup iki çift lâf ettiği zaman, itiraftami bulunuyor, sır mı ifşa ediyor, gel de çık işin için-den : söyl ediklerini, 'muhatabının' doğru d ürüst işi-tebildiği şüphelidir.

Miralay Kenneth Morley, Intelligence Service'in'şark-ı karip' için yetiştiri lmiş 'mümtaz' ajanların-dan ; hanidir Kahire merkezinde görevliydi, iyi Fran-sızca ve Arapça konuşur, 'Memalik-i Mahrusa-i Şa-h ' i i di i kt ' âk f k d ki Yük

Page 145: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 145/192

lâhare öğreniyor, ateş bu„ şakaya gelir mi?...

Taksim'deki Fransız Konsolosluğu, geçen günkaşla göz arasında kül oluverdi ya, onu görüşüyor-lar. Renö dediği, Yüzbaşı Lariviere, demek 'rabıta-ları eski minval üzere', devam ediyor. Abdi bey bunaşaşmadı, Gülistan Satvet'in 'tarz-ı hayatına, makûlbir izah bulamayacağına' çoktan inanmıştı. RaşelMizrahi'ni n, 'emsalsiz zenginlikte bir zevk-u-safamenbaı olarak' meydana çıkışı, 'esasen' bu eski göz-ağrısının önemini azaltıyor, onu handiyse küçümse-mesine yol açıyordu : Gülistan Satvet, 'indinde', Ni-gehban'cı mıdır, Kızıl Hançer'ci midir, 'lâkin mutlaka

Padişah taraftarı' şu Binbaşı Ferid* bey gibi 'zabitmakûlesinin' düzeyine inmişti.

Miralay Morley, ocağın başına dikilmiş, ısınıyor.İrili ufaklı alevler, iiçbeş teli büyük bir özenle taralı,vahim dazlaklığına yansımış : turuncu kızıl. Çoğu İngilizler gibi uzun, irikıyım, fakat gevşek, kolu ba-cağı gövdesine eğreti tutturulmuş; üstelik yarı yum-ru, derisinin altında, hava boşlukları varmış izleni-mini veriyor. Surat çizgilerinin aşağıya aşağıya çe-kik olması, bulut grisi bakışlarının mahzunluğunu,daha da çoğaltıyor mu ne? Yanıbaşında Raşel, eflatuna mı, mora mı çaldığı tartışılabilir, belki ürk«kpembeleri, çekimser lâcivertleri içeren, hafif es-mer tüylü bir 'medar' bitkisi: boylu, baylan, ağusu

* Bkz. : 'Bıçağın Ucu', 'Sırtl an Payı'

288

hane'nin girdisine çıktısına 'vâkıf; o kadar ki. Yük-sek Komiser Amiral de Robeck, Savunma Bakaıılı-ğı'na yazdığı son raporda, Miralay'ın değerlendirme-lerini olduğu gibi aktarmış, 'istihbaratının' daha ön-ce verdiği bilgileri kullanmıştır. Miralay'ın gizli se-vinci, bundan doğuyor.

İngiliz birliklerinin, Anadolu demiryollarının de-netimini bırakmalarına karşı çıkmıştı. Gerekçelerisu götürmez. Çekilirlerse, fırsatı kaçırmayıp, yerle-rini Fransızlar alacak, bir! Ulaşım bozukluğu, kıt ka-naat geçinebilen İstanbul'un beslenmesini aksata-cak, iki! Mustafa Kemal, Anadolu'da beliren bu en

büyük tehlike, prestij kazanacak, üç! Miralay Ken-neth Morley, Savunma Bakanlığı'nın hangi akla hiz-met ettiğini anlayamıyor. Başbakan Llyod George,Tür kle rin şiddetle cezalandırılmasını' öngörmemi şmiydi? Demiryollarının denetiminden çekilmek, um-madıkları bir armağan!

Bereket Yüksek Komiser, durumu kavradı. Ra-porunu ona göre kaleme almış. Dün sabah, telefon,

 Amirall ik Kar arg âhı 'nd an Bin başı Ma cd ona ld duyu-ruyor. Şehri bunaltan bulutlu karanlığa, kaldırımlarapis pis tüküren sulusepkene rağmen, beklemediğibir baharın içinde çiçeklenivermesi, işte bu sayedeoldu. İki gündür, 'Matmazel' Raşel'le bunu kutlamı-yorlar mı?

Miralay Kenneth Morley bekâr, 'küçük matma-zellere' hiç dayanamaz: ucu Kahire'ye uzanan bir

289

tutkud ur bu : bir 'çocuk ker hânesi'ne dadanm ıştı:eski Arap Şehri'nde, İbn el Tolun Camii'ne çok ya-kın, güneş cürufundan yapılmışa benzer, yayvan biryapı: gecesi gündüzünden sıcak, ter boşaltan han-tal bir etüv sıcağı; iç avlunun duvar diplerinde, ka-rayılanlar, kırbaç gibi saklıyor; cibinliklerin üstüne,tavandan yedi boğumlu akrepler düşer ki bir sokuş-ta öldürebilir. Fahişeler'in en büyüğü onbeş onaitı,en küçüğü onbir oniki yaşlarındadır: 'gül goncası'ağızlarıyla sevişirler, dudakları ve gözleri hayâsız-dır, cinsel uysallıkları hiçbir yerde görülmemiş. Heie

içlerinden birisi, burnu hırızmaiı, kıvırcık siyah kir-pikleri 'hilâl' kaşlarını döven, saçları üflenmiş kıvır-

lü Sadrettin Bahri Paşa ki, 'fesholunan ' Meclis'teCebelibereket Ayanı idi, bir tarih te 'hasbelvazife'Viyana'da bulunmuştur. Rosa'nın 'manidar' gülümse-mesinden, Abdi bey'i 'kasd-ı mahsusla' alıkoyduğukesinleşiyor. Saplı gözlüğünün camlarında irileşengözleri, şakacıktan dargın. Sesi barışmaya hazır:

— ...Paşa'yla teşerrüf etmiş miydiniz  mon bey? Abdi bey 'i bir ağızdan lafa boğu p, nefes aldı r-

mıyorlar. Şehbâl hanım, Molla Hüsrev'deki 'merhum' Ali Rıza Paşa kona ğının, 'su dan ucu za' git mes ind en

'şekvacı'. Ne kadar üzülmüş, ne kadar. Artık nasılbir üzülmeyse? Kanarya gibi makaraları koyverip,gözlerinin içi gülerek çünkü diyor ki:

Page 146: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 146/192

p ş , ç şcık Trablusgarp'iı bir kız; Miralay Morley'in cinselhayatından taşmış, uzunca bir süre, hayatının tümü-nü kaplamıştı. Kahire'den görevle ayrılması gerekin-ce, ağır mı ağır, yüreğinde çökertici bir hicran. Hâiâuykularında, o kız çocuğunun, belli belirsiz göğüs-lerini okşamıyor mu?

Kimbilir, belki Raşel Mizrahi'nin* panter yavru-su esnekliğinde, ahlâksız 'fistolu' dudaklarında, aTrablusgarp'iı kızdan birşeyler buluyor. Olamaz mı?Raşel'i, 'Constanti nople Sosyetesine' tanıtıldığı, ounutulmaz yaz sonu balosunda gördü göreli, yaşlı birsırtlan gibi, sinsi sinsi çevrelerinde dolanır. Abdi boy içileden çıkaran da, bu ya! Yalnız bu mu, en az onunkadar 'keyfiyeti' bildiği halde, Rosa'nın da, Raşel'ınde "herifin ayağını yalıdan kesmeyişleri! Baksana,Raşel 'kaltağı' nasıl kırılıp dökülüyor? Neredeyseağzına girecek 'deyyus'un!

Rosa Mizrahi kolundan mı çekti, yolunu mukesti anlaşılamadı; ağzı kalabalık bir gurup, Halıcı-zade Abdi bey'in çevresini sarıveriyor. Kimler, kim-ler! Billûr kahkahal arı, düşüp düşüp yerlerde tuz -parça kırılan. Besim Paşazade Şehbâl hanım. Yut-tuğu 'mefruz' baston yüzünden boynunu bükemeyip,'temennalarını belinden eğilip sarkıtan, kirye Muze-nidis. Sonra bir Paşa, değirmi sakallı, sıkma gözlük-

* Bkz :  'Eıçağın  Ucu',  'Sırtlan Payı'

290

gözlerinin içi gülerek, çünkü diyor ki:

— ...ikazınız vacipti efem, koskoca konağı gizgöre göre kaçırdık. Fatih Sulh Mahkemesi marife-tiyle satılmış, muhammen bedeli yirmibin lira, onse-kiz bine düşürüyorlar. Yaaa? Tasavvur buyurur mu-sunuz, onaltı oda, dört salon, bir sofa; ayrıyeten ikimatbah, biri kurnalı iki hamam, kuyusu, haznesi,havuzu, tulumbası; bahçe ittisalindeki, bir bap kâgirdükkânı...

 Abd i bey, ond an kaçayım derken , Sad ret tinBahri Paşa'ya yakalanmaz mı? Paşa'nın derdi baş-ka : tom bul parmaklarıyl a, kır bıyıklarının uçlarını

sivrilte sivrilte, kulağına eğilip fısıldadı:— ...benden duymamış olunuz beyfendi, Ali

Kemal bey Peyam'ı kapatıyor, evet! Yok yok, son de-rece şayan-ı itimad bir yerden işittim, size mahremdeğil a, Mihran efendi söyledi: tekrar teşrik-i mesaiodeceklermiş, zannım o ki Ali Kemal bey Sabah'adönecek, gazetanın ismini Peyam-ı Sabah'a tebdiledeceklerdir...

Onun ardından Muzenidis. Bu adamın âdetielini uzatıp, her. konuştuğunun ya omzundan saçtellerini toplamaktır, ya sarkmış cep mendilini dü-zene koymak! Abdi bey'in ipek mendilini çekiştirir-ken, müthiş bir şey açıklıyor:

— ...Londra tebliğ-i resmisinden müteellim olanZât-ı Şahâne güya İngiliz Âli Komiserinden müla-kat talebinde bulunmuş; Sait Molla hazretlerinin id-

248

diosı, talebi reddedilmiş! Bendeniz ihtimal veremi-yorum, Miralay cenapları hazır buradayken, bir tah-kikat etseydik...

Olası mı? Miralay Morley dünyayı unutmuş,Raşel'le ocak başı söyleşisini koyulttukça koyultu-yor. Abdi bey, istedikleri kadar lâfa tutsunlar, göz-lerini onlardan hiç ayırmadı! Yorulmuş olacaklar ki,bir süredir koltuğa oturdular: ama ne oturuş, omuz-ları değmecesine! Ateşin yalazı, profil çizgilerini tu-tuşturuyor. Raşel Mizrahi, küstahlığı, 'herifin' taba-

kasından cıgara alıp, 'alenen' püfürdetmeye vardır-dı. Rosa Mizrahi'nin, ünlü elma dişler gibi hart hartgülüşünü kapmış onda daha mı kışkırtıcı bir an

den biraz müzik reca ediyoruz.  N'est-ce pas?*  Ta-bii lütfederlerse!...

Sözü alkışlarla kesildi. Gözler Raşel'in üstündetoplanıyor. Ne kadar da itibar ediyorlar? Sanki eşibulunmaz bir   virtuose,  bir piyano ustası! Oysa dö-ner dolaşır, ezberine aldığı o iki üç parçayı çalar,çoğu Chopin :  bazı nocturne'ler, birkaç  etüde,  ga-liba bir de mazurka! Böyle düşündüğü halde, piya-noya masmavi süzülen Raşel Mizrahi'yi, herkes gibisırıtarak alkışladığını farkedince,  Abdi  bey bozuldu.Önünden geçerken Raşel duruyor: son yolculukla-rından birinde, babasının Lausanne'dan getirdiği o

Fransız mavisi kılığıyla bir içim su. Sol kaşını kaldı-rıp, 'fistolu ' dudaklarının en şuh gülümsemesiyle

Page 147: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 147/192

gülüşünü kapmış, onda daha mı kışkırtıcı bir an-lam mı kazanıyor ne; her seferinde, geceleyin üçlüsevişme hayalleriyle yalıya düşmüş Abdi bey'in,cinlerini başına topladı; hani 'asâbına hâkim olma-sa', gidip iki yanağına iki tokat 'aşkedebilir'.

 Abd i bey çok fen a kur ulu yor du, 'f ik rini ' dağı t-mayı denedi: balkona uzaklaşıyor. Camlarda akşamolmuş, ıslak paçavra gibi bir kış akşamı: soğuğukalleş, bulutları yırtık pırtık, denizi harıl harıl akan!Beykoz'un yoksul ışıkları, varla yok arası uzaktantitreşiy or. Bir cıgara yaktı. İçisıra yine o türkü :"...Tuna'da çırpar bezini / hayda more / kim sevmezBulgar   kızını?"  Yalnız türk ü mü? Makedonya'nınsarp uçurumlarına kaz tüyü dağılan 'ezeli' karı, or-manlarda dip dip silah sesleri, sakallarını çağlayangibi yollara dökmüş doludizgin 'komitacılar'. "Bütünfecaatına rağmen, maziyi nazarımızda câzip kılannedir   mon cher,  gençliğimizle müterafık yaşanmışolması mı?" Akşama sırtını dönünce, cıgara pusu,'esans' ve içki buharı içinde, pırıl pırıl gümüş  şam-danlar : altı kollu, on kollu. Büyük duvar saati sestozlarını, uğultulu misafir kalabalığının üzerine ser-piyor : 'alafranga' altı buçuk. Abdi bey, elinde olma-yarak, şömine tarafına baktı: Miralay Morley, Ra-şel'le yine burun buruna! 'Ani bir tehevvürle" keyif-

lerini 'tarümar etmeye' karar vermişti ki. GülistanSatvet'in sesi yükseliyor:

— ...Mesdames messieurs,  Matmazel Mizrahi'-

147

p ş g yonu selamlayarak diyor ki:

— ...ah  bonsoir mon bey,  siz de burada mıydı-nız? Bugün tiyatroda kimleri gördüm tahmin eder-siniz? Familyanızı! Maaile karşımızdaki locadaydılar:Neveser 'abla'. Ahmed 'ağbi'. tanıyamadığım sarı-şın bir erkekle, zenci kıvırcığı esmer bir kadın...

Piyanonun taburesine ilişirken, anlamlı anlamlıekledi:

— ...Neveser abla doğrusu pürneşe idi, hiç de,müteverrime benzemez: görmeyeli adeta güzelleş-miş!

'Do£i! mi?"

279

Page 148: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 148/192

İ S T A N B U L A H A L Î S İ D Ü N

F I R I N L A R A H Ü C U M E T T İ

S a d r a z a m ' E k m e k b u h r a n ı n ı , m u h t e k i r l e r i n

icad et t iğini ' söylüyor .

A n a d o l u ' d a n u n s e v k i y a t ı d u r d u . F i y a t l a r d a

âni yükselmeler kaydedi ldi .

D e r s a a d e t ( H u s u s i )

Dün şehr imizin bi rçok semtler inde , ahal i f ı r ın-

lara hücum etmiş t i r . Harp seneler inde olduğu gibi ,

i s tanbul lular , sabahtan i t ibaren f ı r ın kapı lar ında s ı ra

ra m m u h te k ir le r in o y u n la r ın ın n e t i ce s in d e n b a şk a b i r

şey değildir" .

İktisadi vaziyet vehamet kesbediyor

D iğ e r ta ra f ta n , m e m u r m a a şla r ın a y a p ı la n z a m -

la beraber, vergilere yeni zamların getirilmesi üze-

rine , iktisadi vaziyet daha da vehamet kesbetmiştır .

A rsa v e b in a v e rg i le r in e z a m k a ra rn a m e le r i i l e , m e -

m u r m a a şla r ın a z a m k a ra rn a m e si b i r l ik te n e şre d i l -

m iş t i r . T ica re th a n e i le a p a r tm a n la ra z a m y ü z d e ü ç -

yüz nisbetini bulma ktadı r. İkam et oluna n evlerd e

z a m y ü z d e se k se n b ir n isb e t in d e dir . Y a n g ın a rsa l a r ı

z a m d a n m u a f tu tu lm u ştu r . Z a m la r la b i r l ik te d ü k k â n

k ira la r ı b i rd e n f ı r la m ış t ı r . B in le rce e sn a f ta ra f ın d a n

Neveser yazın nasıl geçtiğini anlamadı. Buna|ıok şaşıyor. İsviçre'deyken, 'Beynelmilel' Graudün-<l(irı Sanatoryumu'nda huy edinmişti: günlerin uza-yıp kısalışını, mevsimlerin gizli gizli oluşup birdenDelirişini izliyor: her dakika, gözü saatte; takvimlernllnden düşmez.

Bir sabah vizitesinde Doktor Diederich (hep

Page 149: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 149/192

a a b d e a ş t . e ce e s a ta a d a

ih z a r e d i le n b i r ş ik â y e tn a m e v e ta le p n a m e h ü k ü m e -

te arzedilmiştir .

Keyfiyet a ltın piyasasında da fiyat yükselmesine

se b e p o lm u ş , g ıd a m e v a d ın d a d a h i a r t ı ş k a y d e d i lm iş -

t i r . L i ra 5 1 5 k u ru ş a f ı r la m ış t ı r . Y a b a n cı p a ra la r ın

borsadaki vaziyeti z irdeki gibidir: İngiliz Lirası : 367 ,

F ra n sız F ra n g ı : 1 9 6 , A lm a n M a r k ı : 5 1 , Y u n a n D ra h -

m is i 2 8 7, A m e ri k a n D o la r ı : 9 8 k u ru ştu r . A l t ın f iy a t -

larının ani artışı üzcvrine Maliye Nazın 'nm bazı ban.

k e r le r i ce lb e d e re k , a l t ın sp e k ü la sy o n u y a p ı lm a m a sın ı

iht ar e ttiği ve bu iht ara ita a t e tme yece k olanla rın

D iv a n - i H a rb e se v k e d i le ce k ie r i şa y i o lm u ştu r .

293

Bir sabah vizitesinde Doktor Diederich, (hepyapmaz mı,} işaret parmağının sırtıyla, alnına dü-ı.ten perçemlerini usulca kadırarak, demişti ki:

"— ...zamanı unutunuz, frau Abdi! Ona lâkaytve bigâne kalmayı öğreniniz: zira o sanatoryumhastasının dostu değil, düşmanıdır."

Puslu güneşin, kaskatı kar aklığından, donukdonuk yansıdığı bir gündü. Şubat ortalan mı? Da-ha genişlemişe benzer külrengi boşlukta buz tozları,ayna kırıntıları gibi, yer yer şavklanıyor; uzaktan,dorünmez kızakların çıngırakları, alçalıp yükseliyor-du Doktor Diederich'in söylediklerini, o gün Neve-

nor ciddiye almamıştı. Nasıl alsın? "İnsan zamanabigâne' kalabilir mi?". Meğer yalnızlıktanmış, belki

do mutsuzluktan! Mayıs'tan bu yana, ayların nasılııoçtiğini ayrım sayam adı: yaz 'biday eti'nin tadınıçıkarmadan, aa, Göksu Kasrı'nda asırlık çınarlaryaprak döküyor. Daha dün, Ahmed, Doğan ve o, İt-tihat Apartmanı 'nın çiçekli ter asında, ' gülüş - ahenk'kahvaltı etmiyorlar mıydı? Teras bugün çamurlu birkar altında, havuzu cam incesi buz tutmuş, civcivmirisi tüylü yapraklar uzak bir anı. "Yoksa zamanını.oyri, her şahsın halet-i ruhiyesine göre mi sür'atkazanır?"

Neveser'i zamanın dışına çıkaran, Münif Sabri -

den başka kim olabilirdi? O, elinde 'fersude' çanta-u, 'mütevazı' nergis demetleriyle, saldırgan bir yan-

248

gın sarışınlığı olarak, hayatına karışali; yıllardır 'def-terine dahi' itiraftan kaçındığı pişmanlıklar olancaheybetiyle ayaklanmadı mı? Birlikte oldukları heran, vaktiyle çocuk diye hafifseyip reddettiği adamın,kocasından ne kadar 'vakur', ne kadar 'rabıtalı' ve'şayan-ı itimad' olduğunu saptayıp, 'yerlere geçiyor'.

Neveser, Selânik'teki son tartışmalarını, neden-se hatırlamak istemez. Fakat, elde mi? Kocasıyla ya-şadığı her yanılgı, uğradığı her hayal kırıklığı, 'gayr-ıihtiyari' onu, o 'sâikalı' yaz akşamına, o akşam Mü-nif'in söylediklerine götürüyor. Daha, Halıcızadeler'-in yalısındayken başlamıştı bu, 'Dersaadet'e intika-

lini müteakip, müz'iç bir hâl aldı', hele İsviçre'de,sanatoryum günlerinde, yıldırıcı bir 'fikr-i sabite'dö ü tü T t ili i i d d h

ulaştırdığı haberler, 'istihbarat menbâlarının', sıra-dan bir 'muhabirin' olanaklarını aştığını ortaya koy-madı mı?

Bir akşam, terasta günsonu alacası, gecikmiş'gurup' yansımalarıyla Üsküdar'ın bütün camları ef-lâtun, uzay mavisi yıldızlar omuzlarına sarkıyor. Sözittihatçılar'dan açılmış, neredeler, ne yapıyorlar fi-lan. Münif Sabri, çıldırtıcı bir ışığa bakarmışcasınagözlerini kısıp, elindeki kadehe bakarak; Enver Pa-şa'nın 'hâlen' Almanya'da, Rus ihtilâli'nin bolşevik'zimamdarlarından' Kari Radek'le 'hâl-i temasta' ol-duğunu söyleyivermişti. Dehşetli şaşırdılar. Doktor

Melek'le Ahmed Ziya yıldırım gibi bakışıyor. Neve-ser, başını havuza çevirdi.

Page 150: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 150/192

dönüştü. Tartışmanın gerilimini, durup durup, herdefasında daha aleyhinde olmak koşuluyla, yenidenyaşıyor.

Neden aleyhinde? Çünkü : haksızdır. 'Heyhat',hayatındaki önemini çok geç anlayabildiği o tartış-mada, sorumsuz, havai ve şımarıkça davranmıştı.Bunu zamanla büsbütün 'idrak' ediyor. Kocasıylaarasında açılan uçurum, bu uçurumu bir yeraltı ır-mağı gibi kaplayan yalnızlığı, bunda etkili oldu. 'Müs-tehzi, müstağni, biraz da 'şuh', sık sık gülmüş müy-dü? O gülüşler, yıllarca sonra, 'hakaretâmiz' kah-kahalar halinde, kulaklarında yankılanıyor. Onu koş-tuğu tehlikeden caydırmaya çalışan Münif, sımsıkıkavradığı hasır iskemlenin ardında, ufaldıkça ufaldı.Şimşek çakan Neveser, gökgürleyen o. Şimşekler,kükürt sarısı, asit yeşili, gözlerinden taşıyor. Gökgü-rültüleri, deprem uğultularıyla, konağın camlarınızıngırdatıyor. Yaprakları haşır huşur karıştıran delirüzgâr, bahçede ürkütücü elektrik kokuları dolaş-tırmaktadır.

Münif Sabri'nin eski ve yeni önemini kavramak,Neveser'in daha çok eksiklenmesine yol açıyordu.Bu adam, ona çocukluğunda 'Cenap'vari' manzume-ler yazan, Feyziye talebesi olmadıktan başka; Birlik'-te isabetli makalelerini okuduğu, 'muharrir' Münif

Sabri de değil! Çok daha gizemli, çok daha karma-şık biri! Yazın Neveser'e, daha çok Ahmed Ziya ya

298

Bir akşamüst ü, Petrograd Pastahanesi'ndeleı :genzi yakan çikolatalı krema kokusu, muz likörü,Fransız tütünü. Dumanlı memelerini masalara yığmış,dalgın cıgara içen birkaç kadın. İstanbul'da Fransız-ca çıkan gazeteleri süzen, birkaç erkek. Söyleşi ko-yulaşmış: Rusya'da İtilâf Devletleri'nin denetlediğibeyaz' ordu, bolşeviklerin 'kızıl' ordusunu, yenebi-lecek mi, yenemeyecek mi? Münif Sabri kirpikleriy-le, dudakları kibrit alevi Rus dilberlerini mimleyerek,Denikin ve Kolçak ordularının, Kazan kapılarındayenilgiye uğradıklarını bildiriyor: acele taze kuvvetve 'mühimmat' gereksinmekteymişler, İngilizler

Dersaadet'teki 'mültecilerden' asker devşirmeye kal-kışmış! Bu kadarla yetinse, iyi, daha ileri gitti: Lon-dra'nın, Bâbıâli'den, boişeviklere karşı Osmanlı kuv-vetlerini kullanmak istediğini iddia ediyor, karşılığın-da 'sulh şeraitini tahfif edeceklermiş' ama, Bâbıâli'-nin cevabı olumsuz!

Münif Sabri, ışıkta elâ gözlerinin leopar aydın-lığını, yine bütün sıcaklığıyla Neveser'e çevirerek:

"— ...bu, İtilâf devletlerinin, Şark-ı Karip'te as-ker fıkdanı çektiğine delâlet eder" demişti. "...Gar-bı Avrupa'daki sulh iştiyakı, ordularının terhisini za-ruri kılmaktadır; aksi halde Rusya ve Almanya'nınuğradığı felâkete düçar olabilirler. Halbuki, Anado-

lu'daki ve Mavera-yı Kafkas 'taki tasavvur larınııııevki-i tatbike koyabilmeleri, askerle mümkün..."

248

 Anad olu' dak i harek etin gelişmesine aşırı ilgiduyuyor. Önemsediği her sözünden belli. Oysa Ah-med Ziya, (tabii Doktor Melek de,) 'Osmanlı paşala-rının' başını çekeceği bir direnişten umutsuzdur,-desteklemesine desteklese de, asıl kurtuluşun, işgalaltındak i Osmanlı proletaryasının, ayaklanmasıylagerçekleşebileceğini savunuyor. Münif'l e görüşierifarklı, bir keresinde Münif yalnızken Neveser'e de-di ki:

"— ...bilfarz Osmanlı amelesini cemettin, ne ye-kûn tutar ki? Onbeş, bilemedin otuzbin! Biz ki dü-vel-i muazzamaya kafa tutmak mevkiindeyiz, mün-

hasıran amele buna kifayet eder mi? Ancak kuva-yımilliyenin şümullü bir ittifak halinde tevhidi..."

O N bi d bi O N 'i

lânik'li hanende Emin efendi ve rüfekasından mü-rekkep, muazzam incesaz heyeti, ayrıyeten kantove düetolar". Ya da, Halep Çarşısı'ndaki VaryeteTiyatrosu'nda, operet temsilleri, hatta sinema: bü-yük 'facia-yı aşk', 'Müzlim Ruhlar'. Bazan da Be-şiktaş İskelesi'nden vapura atladıkları gibi, ver eliniBoğaziçi: artık Mirgûn mu olur, Kanlıca mı, Küçüksumu?

Onları 'ecnebi' sanıyorlar. Doktor Melek herhal-de Süryanî olduğundan, Ahmed Ziya'ysa mutlakainatçılığından başı açık dolaşıyor. Giyimleri kuşam-

ları, ne de olsa Berlin. Neveser'le Münif Sabri, Asi-tâne'li genç bir Osmanlı çift i, misafir ettikl eri iki' bi ' ki h i di kt di B b d

Page 151: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 151/192

O an Neveser birdenbire Osman Nevres'i, onunGraudünden Sanatoryomu'nda söylediklerini hatır-lıyor. "Ama n Yarabbi! Hangisi hangisinin aslıdır,hangisi hangisinin sureti?". Gerçek olan şu ki sertadamlar bunlar, midye gibi 'ketum', 'kalben' müşfik,adamakıllı 'esrarengiz'. İnsan bunlarla yaşayabilir.Ölebilir de.

Halıcızade 'Bacaksız' Abdi bey'in, Mizrahi'lerinyalısında sürdürdüğü, gizlenme 'komedisi' sona er-mese, Neveser'le Münif Sabri Allah bilir hiç yalnızbuluşamayacaklardı. Tutum öyle tutulmuş, bir kere :çıkıldı mı birlikte çıkılıyor; toplanıldı mı, birlikte top-lanılıyor : Ahmed Ziya, Doktor Melek, Münif Sabri,Neveser. (Arasıra da, 'Şaşkın' Beşir Usta.) ilk za-manlar buluşma yeri, Terakki Apartmanı'ydı. DoktorMelek Çemberlitaş'ta 'münasip' bir ev bulup, AhmedZiya'yla 'ayrı' çıktıktan sonra da, orası kaldı. Tera-sın gökyüzü bahçesi serinliğinde, hele yaz akşam-ları, hafif hafif demlenerek Boğaz'ı ve Marmara'yıseyretmenin, tadına doyum olmuyormuş! Bunu söy-leyen Ahmet Ziya. Haftada iki, bazan üç kere, biraraya geliyorlar. Artık ne söyleşiler, ne dolambaçlıtartışmalar, ne Almanya anıları! Çıkacak oldular mı,orada buluşup çıkarlar. Bazan işgal nedeniyle buyaz bir türlü tenh alaşmaya n Beyoğlu'na : Pastaha-neler, ne güne duruyor? Onlar olmadı mı, gelsinConcordia. Parisiana, vb... "Kemençeci Aleko, Se-

300

'ecnebiye' sanki şehri gezdirmektedir. Beraber deolsalar, Neveser zaman zaman, Münif Sabri'nin ba-kışlarıyla onu öbürlerinden soyutladığını; birşey an-latmak gerekirse, 'münhasıran' ona anlattığını sez-miyor değil. O zaman yüreğinde bir çarpıntı, yanak-larında tuhaf bir şeker pembesi. Münif de ondaki'tahavvülü' saptamış olmalı: eski Neveser nerde,o nerde ; perdelerini indirip, 'itikâ f hayatı' sürensazbenizli 'müteverrim' kadın gitti; yerine, gamzelerisürekli çiçek açan, açık, aydınlık bir hanım geldi:evin dış 'umurunu ' Kâmil efendi'ye, iç 'umurunu,Mercimek Nine'ye bırakmış; ilgisini daha çok üstü-

ne başına, güzelliğine, bir de misafirlerine yoğunlaş-tıran! Misafirlerine mi? Münif Sabri'ye demek galibadaha yerinde olacak!

 Abdi bey, evine döndüğü gün, 'efendi hazret le-ı ine' (Kayınbiraderine bu adı takmış) 'nezaket olsun'diye katlanamayacağını , 'herhangi bir tereddüdemahal kalmayacak şekilde' belli etmişti. Bir kereisviçre'de, Helvetia Oteli'nin lokantas ındaki kapış-malarını 'hafızasından' silemiyor. Ayrıca Ahmed Zi-ya'nın birtakım 'heragille teşrik-i mesai ederek' sos-yalist bir 'fırka ' oluşturm ak çabasında olduğunu,ıiüredense işitmiş. Bunu, son derece zararlı buluyor."Reca ederim, sırası mıdır mon cher?". Almanya'da

'İçtimaiyat' okumuş üç beş 'aklıevvel', Abdi bey'inGaraud Koleji'nden çocukluk, Paris 'ikametinden'ıııenfa' arkadaşı Doktor Şefik bey'le bir 'mecmua'

279

çıkarıyorlar, adı 'Kurtuluş'. Hüsnü Paşazade Şefikbey canım, şu 'dönmelerden'! Yetinseler ya, hayır:ille 'fırka teşkil edecekler'. Niyedir, o da anlaşılmaz :'İştirakçi' Hilmi bey'in Türkiye Sosyalist Fırkası hazırkurulu, buyurun girin! Girmezler, beğenmezler ki!Başvuralı epey olmuş, 'ihtimal' savsaklamışlar ama,Bosphore'un yazdığına bakılırsa, Türkiye işçi veÇiftçi Fırkası şu günlerde 'kesb-i kat'iyet' ediyor. Ab-di bey ki, 'ittihatçı maziini' unutturmak telâşına djş-müş, itilâfçılarla, İngiliz Muhipleriyle 'tesis-i müna-sebet' peşindedir, bu işe karışan 'herifle' dostluk

edebilir mi? 'Kat'iyyen!'Neveser durumu yumuşatıp da nasıl anlatabi-

l ği i dü ii d Ah d Zi ' l D k M

yo' toplantısı: Kurtuluş'un bu sayısına girecek ya-zıları tartışacaklar, Namık İsmail 'Sosyalizm ve Sa-nat' diye bir makale yazmış, ilgince benzer.

Münif Sabri'yle Neveser, önceleri tedirgin olsa-lar da, yalnız kalmaktan gittikçe hoşlandılar. Acabaııoden? Ahmed Ziya'yla Doktor Melek'in sosyalizmtutkusunu paylaşmıyorlar pek, ondan mı? Hiç yok-tan üretiverdikleri kıvılcımlı çatışmalar, yoksa hu-zurlarını mı kaçırıyormuş? Belki ikisi de. Başbaşakaldılar mı, ne çok susuyorlar. Münif 'sükûtî' bir«ırkek, çocukluğundan çok farklı, zorunlu olmadıkça

ağzını açmıyor. Vahşi sarışınlığı, sessiz ve vakurciddiliğiyle birleşti mi, büsbütün Osman Nevres'ihatırlatmaktadır: İzmir'in işgalinde Yunanlıların linç

Page 152: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 152/192

leceğini düşiinedursun, Ahmed Ziya'yla Doktor Me-lek aralarında karar almışlar, 'badema' Beyoğlu'n-daki pastahanelerde buluşulaca k, Mulatier , LeboruPetrograd. Neveser bunu Münif'ten öğrenince, sır-tından bir yük kalktı. O gün yalnızdılar: Ahmed Zi-ya, Tersane amelesinin 'içtimaına' gitmiş, gelemi-yo r: kırk gündür 'yevmiyeleri ni' alamayan işçiler'galeyan' halindeymiş, işi bırakacaklar. Sadık Usta,Beşir Usta, Almanya görmüş öteki işçiler, grevinbaşka 'talepleri' de içermesini sağlamaya uğraşıyor,sekiz saatlik mesai, Cuma ve diğer resmî tatil gün-lerinde 'yevmiyenin' işlemesi, vs. Ahmed Ziya'nırtamacı, işçileri 'fırkaya' kazanmak, gitmese olmaz.Doktor Melek ise, Kurtuluş'un 'tashihlerini' yapıyor,matbaa acele ediyormuş da!

O günden sonra, Neveser'le Münif Sabri, çoğubuluşmada yalnız olacaklardır: Ahmed Ziya ile Dok-tor Melek 'fırka faaliyetinden' baş alamıyorlar. Ko-ca Teşrin-i evvel, Şehzadebaşı Ferah Tiyatrosu'ndagerçekleştirmek istedikleri, büyük toplantının hazır-lığıyla geçti. Seçim üstü Dersaadet 'amelesinin' sos-yalist 'cenaha' kazandırılmasına çalışılıyor, Sosya-list örgütlerin birleştirilmesine! Kolay iş mi? TamPetrograd Pastahanesi'nde buluşmaya niyetlendik-leri gün, ya Kasımpaşa'da Acem'in kahvesi'nde us-

tabaşılarla 'müzakere', ya Divanyolu'ndaki Kanun uEsasi Kıraathanesinde (eski Ferahnâk) Doktor Şefik,Ethem Nejat ve İhsan Raif beylerle 'hey'et-i tahriri-

303 248

hatırlatmaktadır: İzmir in işgalinde, Yunanlıların linçettiği 'vatanperveri Meğer tanışırlarmış, neredenolduğunu söylemedi, Selânik'ten olmalı, Feyziye'den.Neveser mahçup, hafif mahzun bir kabahatli gülüm-semesi bulmuş, narin boynu bükük, onu kullanıyor.Petrograd Pastahanesi'nde buluşmayı yeğliyorlar,içlerinde, gireni çıkanı en belirsiz oianı o. MünifSabri, cıgarasını yaktığı kibriti, adeti üzere üfleye-rek, söndürüp, diyor ki:

"— ...orası münasiptir, nazar-ı dikkati celbet-moyiz! Fikrimce sizi ecnebi zannetmelerinde faide

melhuz, böyle mahaller hafiye kaynıyor".Tanımadığı yok. Kimi soracak olsa, ceddini ci-billiyetini sayıp döker. Bir keresinde Neveser'in gö-ıı, camlı bölmedeki masaların birinde, ince uzun

I»İr Rııea takılacak oldu: gözkapakları düşük, kirlinıııı sakalı bulaşık suyu gibi yumuşacık dökülen,dudakları boya kırmızısı garip bir adam : çevresineıııuyle kadın biriktirmiş, herbirine ayrı 'iltifat' edi-

yor, bazılarını herkesin ortasında kucaklayıp, bo-yunlarını okşuyor. Münif Sabri, o yana bakmaksızın,bilgi verdi:

"— ...Prens Aleksi diye maruftur, Dmitri A!ek-lyuviç Bragin, Prens Bragin de deniyor: el altından,

h- nlkin ordularına asker kaydeder, ingilizlerle hâl-imünasebettedir, bir de cemiyet tesis etmişti galiba,muhacir Rusları, Beyaz Ordu'nun istirdat eylediği

yerlere iade maksadını matuf, lâkin dereyi görme-den paçaları sıvamış..."

Sesini daha alçaltarak, ilâve ediyor: "— ...et-rafındaki kadınların kısm-ı âzami eroin müptelâsı:eroini ondan temin eder, mukabilinde arzularına râmolurlar: fuhuşsa fuhuş, istihbaratsa istihbarat! Ge-cesi iki yüz liraya kontes kiralıyor diye duyduk".

Başka bir gün Neveser, iki masa ötelerindekişık bir kadınla ilgilendi: aşırı neş'eli, çevresindekile-ri hükmü altına almış, 'fevkalâde  frappant!'  Limon-küfü gözleri, yürek biçimi boyanmış ağzı, kulak hiza-sından kesik abanoz siyahı saçlarıyla, 'mülehham'Rus sarışınları arasında 'temayüz' ediyor. Elinde

zambaksınız, lekesiz, saf, teshirkâr! Belki biraz sol-gun, o nisbette müessir bir güzellik!"

O gece, nasıl şakırtılı bir yağmur, terası sellergötürüyor! Neveser yatağına uzanmış, elinde 'HatıraDefteri': gülağacından komodini, üzerindeki fânuslusaati sırdaş edinerek, geç saatlere kadar neler yaz-dı, neler:

"...beni sevdiğinden adeta eminim. Zapta muk-tedir olamadığı o burûdet, eski iğbirarının değil, si-nesindeki küllenmemiş aşkın feveranıydı: şedit, anibir feveran! Setre muktedir olamayışı iğbirarın tah-

rik eylediği hiddetten ziyade, kaderin şevkiyle tek-rar karşılaşmış olmamızın, isyankâr ruhunda tev-lit ettiği herc-ü-mercin bir neticesi. Evet! Her geçen

Page 153: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 153/192

uzunca bir ağızlık, ucunda dumanı hiç eksilmeyencıgarası. Garsonlar, alev alev bir punç kâsesi getir-diler, o, aydınlık bir yağmur gibi çevresine saçtığıgülüşleriyle, kadehleri birbiri ardınca deviriyor. Ne-veser, istemeyerek kulak misafiri oldu, öyle 'seyyalve selis' bir Fransızca konuşuyordu ki, işgalci Fransız'zabitanından' birinin 'zevcesi' filandır zannetti. Fik-rini Münif Sabri'ye açınca, o, hoşgörülü gülümseme-siyle düzeltiyor:

"— ...iltibasa düştünüz Neveser, Osmanlı kızı-dır, lâkin Paris'te tahsil görmüş. Mecmua-yı Nisvan'-

ın Tahrir Hey'eti'nden Gülistan Satvet! Daha ziyadeecnebi muhitlerinde iştihar etmiştir. Haaa, zevcinizbeyefendinin de âşinâsı olurlar..."

Neveser, kocasının daha Selânik yıllarında Gü-listan Satvet'ten söz ettiğini, 'filhakika' hatırlıyordu.Hem de 'sitayişle', örnek alınması gereken 'asrî' birkadın diye! Demek buymuş! Güzel olmasına güzel,'asri' olmasına 'asri' ama, 'hal-ü-etvarında', yorucubir dağınıklık görülüyor, yorgun bir sinirlilik! Neve-ser, taş çatlasa, ona benzeyemez. Münif Sabri, bumünasebetle, duygularının değişmediğini sezdirmekfırsatını bulacaktır. Ateş sarısı kirpiklerini eğerek,diyor ki:

"— ...böyle bir mukayese mevzubahis olamaz :Gülistan Satvet şâhane bir kadın, lâkin bir   cocotte,.zehirli bir bataklık çiçeği; halbuki siz nadide bir

304

gün, buna ziyadesiyle kaani olmaktayım: esasen,halet-i ruhiyesini zapt-ü-rapta aldıkça, tarz-ı hare-keti bambaşka bir istikamette seyretmedi mi?"

"...zannım o ki Petrograd Pastahanesi'nde mec-bûren başbaşa geçirdiğimiz saatler, (bundan ne ka-dar mahzûz olduğumu, tarif edemem), bizi gayr-ıkaabil-i içtinap bir şekilde, yekdiğerimize mahkûmetmektedir. Ah ne lâtif bir mahkûmiyet! GülistanSatvet dolayısıyla cür'et ettiği mukayese, nazarındaihtiva ettiğim yüksek kıymetin, cinaslı bir ifadesi ad-dolunamaz mı? Şüphesiz öyledir. Mes'udum. Sene-

ler sonra, ne kadar mes'ut! Vatanın bu kara günle-rinde, bir hiss-i saâdet-i hurûşan ile meşbû isem, bubenim günahım mıdır? Kaldı ki, tahammüle mecburolduğum elem o kadar mebzul, o devr-i ıstırap okadar uzundu ki, şu yaşımda bedbaht bir ömre razıolmaktansa, günahkâr olmayı tecviz edebilirim..."

Hayatının sonlarına doğru, Yakacık Sanatoryu-mu'ndaki en umutsuz günlerinde bile, Neveser işle-diği bu günahtan 'tövbekâr' olmayacaktır: 'müddet-iömründe', 1335 sonbaharından daha mutlu olduğu,başka bir dönem hatırlam ıyor ki! 1335 sonbah arı,'ıneyyus' ve soğuk! Şehzadebaşı Ferah Tiyatrosu'n-da, büyük amele toplantısı: ikibin 'murahhasın' oy-birliğiyle kabul edilen 'mukarrerat': "...burjuva fır-

ınları, meb'us çıkarmak imkânını yokettikleri takdir-di'. amele gurupları, haklarını temsil ettirmek sade-

305

Page 154: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 154/192

"— .sen oSmascm, seni bir lâhza görmesem yahud,bilir misin ns olur?"

Münif Sabri'ye bu kadarı yetecektir. Onu birdenkollarına alıyor, yüzünü ufacık öpücüklere boğduk-tan sonra, tel tel ateş bıyıklarıyla, dudaklarını bu-luyor. "Aman Yarabbi!...". Neveser bu öpüşmeningecelerce düşünü görmüş, gerçekleşmesini tutkuylaistemişti ama, direnmeye çabaladı: çünkü hastadır,sıradan bir hastalık olsa, neyse, verem bıı, şakayagelir mi? O heyecan arasında, uyarmaya kalkıştığınıhatırlıyor. Münif dinlemedi, o da dinlesin istemiyor-du zaten, uzun uzun öpüştüler. Bir erkekle öpüşme,ne 'gaşyedici' şeymiş, ilk defa saptıyor bunu, yarıyarıya hayret yarıda n fazla sarhoş lukla : vücudun-

 Abdi bey erken çıkmış , kahva ltıs ını etmeden.Son günlerde böyle yapıyor. Kâmil efendi, Doğan'ıokuluna bırakt ıktan sonra, Kumpanya'ya uğraya-caktı: uğramış, fesi ıslak, kirpiklerinde pırıl pırı! suto/larıyla geliyor, elinde 'banknot' dolu bir zarf, di-linde bir haber: 'Biyefendi, bu gece gecikecekmiş!"Neveser, acı acı güümsedi, çünkü bu Abdi bey inhiç gelmeyeceği anlamını taşıyor, kumar bahanesiy-In gecelerini sık sık dışarda geçirmektedir: 'ihtimal'Mlzrahi'lerin yalısında, 'bermutad' o kadınla bera-lıor Neveser artık üzülmüyor, tersin e, gizli bir hak-lılık duygusuyla, içten içe, 'vicdan huzuru' duyduğu•oylenebilir.

Gazetelere el atmıştı ki tele fon : telin ötek i u-

Page 155: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 155/192

yarıya hayret, yarıda n fazla sarhoş lukla : vücudun-daki olanca ağunun, öpüşme boyunca, gözenekle-rinden süzülüp aktığını duyumsuyor: içinin bir baş-tan bir başa yenilendiğini! Terakk i Apartmanı' nın,bitmez tükenmez merdivenlerini, yoksa o akşam, buyüzden mi onaltı yaşındaki bir kız hafifliğiyle çıkı-vermişti; 'ihsaslarını' defterine yazmaya oturunca,başına, Fikret'in aynı şiirinden —onca daha anlam-lı— başka iki mısraı geçirmişti:

"— . sen oimasan, seni bulmak hayali olsa muhûi

yaşar mıyım dersin?"

Şimdi, Nefti Salon'un camlarından, İstanbul'abakıyordu. İğrenç, balgam kıvamında bir sulusep-kenle uyanıldı, bütün gece yağmış ama, tutmuyor,ortalığı kirletiyor yalnız; tutsa, o rendelenmiş mer-mer aklığıyla kar, şehri ne mükemmel aydınlatırdı:Davos'ta olduğu gibi! Hava ne zaman karlasa, Da-vos'u, 'Beynelmilel' Graudünden Sanator yumu'nu ,yeniden yaşamaması olası mı? Sanki BaşhemşireRotbein, 'tahammülfersa' et beni, tiril tiril kolalı be-yaziığıyla, sabah 'hararetini' denetlemeye gelmiş!Frau Schoenberg'in diyesi, Doktor Diederich'e sırıl-sıklam âşık bu kadın : olamaz mı, gözlerini Başhe-

kim'e çevirdiği an 'nazarlarında' tatlı bir 'melâl' gö-rünür, 'kadr-ü-kıymeti' bilinmemiş bir köpek 'melâli'.

309 248

ı unda, Münif'in sesi, sıcak, koyu sevdalı, güven ve-rlr.i: Ahmed Ziya 'şu lâhza' matbaada yanındaymış,hazır seçim 'bâdiresinden' kurtulmuş iken, buluşsakiliyor: öğleden sonra Petrograd'da, 'bilâhare' Var-yote Tiyatrosu'na gidilecek, Millî Operet'in 'MacunHokkası' temsiline! Neveser, duraksamaksızın kabuinttl. Münif' le olmak fırsatını kaçırır mı? Âhmed'iıjormeyeli de çok oluyor; 'intihap' kocasından fazlaonu oyalamıştır, 'çocucak' sağa sola koşuştu dur-du : sosyalistler iki aday gösterm işlerdi, Refik Nev-zat bey, Sadretti n Celâl bey, seçimden yenilerek

çıktılar, Numan Usta adında bir 'amele' İstanbulMeb'usu seçildi, ne idüğü belirsiz bir adam! Ahmed/lya ateş püskürüyor, zaten 'Fırka'nın olayı kınayanbildirisini gazetelere dağıtırken Münif 'e Birlik' temstlamış, buluşmaya ayaküstü karar verip, telefonanarılıyorlar.

Hastalandığından beri, aynalardan tun tun ka-• in Neveser, tuvaletin başına oturdu mu, kalkmakbilmiyor artık. Zürich'ten almalı el sürmediği, krem-i'iı, pudralar, allıklar, ne çok işine yaradı. Aslında" 'boyanmayı" sevmez, öyle yetişmemiştir, Schvves-inr Magda doğal güzellikten yanaydı, onun kökeniy-di suyla sabun; 'insan içine çıkacak oldu mu', hafifmakyaj' gereksinmesi, daha çok, hastalığın benzine

yansıttığı 'marazî' solgunluktan! 'Mühmel' topuzuna• ı Hürmüyor, herkes böylesinin ona yakıştığında

'hemfikir'. Yüzüne biraz krem, biraz pudra. Sonrakirpiklerini rimelle ağırlaştırıyor, 'başka türlü bir ha-lâvet geliyormuş', Münif'in fikri. Arkasından uzakçilek pembeleriyle, solgunluğunu gidermeyi denedi.Dudaklarına ruj sürse mi? Niye sürmeyecekmiş?

 Aynada gülümsüyor , 'gamz eleri ' şipş irin beliri -yorlar, (kulakları çınlasın, Küçük Valde ne derdi on-lara : 'masumiyet çiçekleri mi?), hâlâ ne kadar genç!Güzel de! Yaşayabilirse, neden hayatına yeni bir'isti kamet' vermesin? 'Yaşayab ilirse?. ..' Yıllardır,geleceğe değgin her tasarısı, bu koşula takılıp kal-mıştır. Oysa Münif'i sevdiğine inanınca, bunu içineyatırınca, yaşama tutkusu korkunç arttı: yaşayabi-lirse ne demek, yaşamak istiyor artık, ne pahasınaolursa olsun yaşamak yaşadığının tadını çıkarmak!

'ünsiyet peydah edip', onunla oynamasın! Neveseryapabilir mi? Asla! Hele Abdi bey'in 'cüceliğiyle' çe-lişen iri ve kalın erkekliği, onu dehşete düşürüyor:sanki apış arasında, kocasından bağımsız bir hay-vandır bu, salyalı ağzı ısrarla teninde dolaşan, rast-ladığı her deliğe dalmayı 'itiyat edinmiş', iğrenç, ya-pış yapış bir yaratık! Hiç unutabilir mi? HalıcızadeYalısı'ndaki en mutlu günleri, sevişme korkusuylakararmıştı hep; kocasından tiksinmesi, git git, iıertürlü cinselliği hor görmesine yol açtı; evli de olsa,ancak şiirlerde ve bazı romanlarda rastladığı duygu-sal aşklarda 'teselli' aradı, asılsız, 'hayalinde' oluş-turulmuş, erkeksiz sevgiler!...

Münif'l e öpüşmelerinin 'akabinde' , 'sinirlerin inoynadığını' çabucak saptadı O gece yatağına çeki

Page 156: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 156/192

olursa olsun yaşamak, yaşadığının tadını çıkarmak!"...hem canım, her müteverrime ölüm mukadder mi?Doktor Diederich derdi ki: '— Ölüm, kuvve-i mane-viyenin sukutundan mütevelittir', kuvve-i maneviyemasla bu derece yüksek olmamıştı, binaenaleyh...".

 Aşk onu 'tedavi ed iyor ': ateş i haft alar dır yükselme-di, sabah 36.5, akşam 36.8, öksürme nöbetleri sey-rek, yüreği yaşama sevinciyle dolup taşıyor.-— ... evet ölmeye bilirim ,, ölmemeliyim, tadını bil-mediğim nice dünya zevki beni bekliyor..."

Başlıcası, cinsellik! Evliliğinin daha ilk ayların-

da, 'havsalanın alamayacağı' dilekleriyle, kocası onubundan soğutmuştu. Sevişmek dendi mi, öğürüyor.O ki 'vuslatı' daima, 'iştiyakla' birbirini arayan ikiruhun 'ulvi' bir heyecanla kavuşması diye düşün-müştür, bunu 'behimî' bir oyun sayan adamla nasıluyuşabilir? Uyuşamaz. Cinselliğin tadını bilmiyor.Tatlı mıdır, ayrıca şüpheli; 'izzetinefsini' inciten; herdefasında, parmak uçlarından dudaklarına, kirli biryapışkanlık sıvaştıran, bir cehennem azabı: 'mek-ruh' birşey!

Selânik'te yaz geceleri, denizin gizemli soluğuaçık pencerelerin tüllerini uçurur; Abdi bey onu,birbirine dolaşan 'muhteris' elleriyle 'acele' soyardı.Öyle alışmış. Sevişirken utanca yer olmadığına 'ka-

ani', karısından çok şey umuyor: 'nefsini' uyandıra-cak cilveler yapmasını; erkekliğinden ürkecek yerde,

310

oynadığını çabucak saptadı. O gece, yatağına çeki-linceye dek, üstünde dikenli bir 'asabiyet': yerli yer-siz Pervin'i azarlar, Doğan'ın sorduklarına terslenir;gazete okusa, okuduklarını; kocasıyla söyleşse, söy-lediklerini anlamaz! Yatınca geçse, iyi. Vücudundatatlı bir gerginlik, sürekli gerinme arzusu, anlamsızesnemeler, gelmek bilmeyen uyku! Geçenlerde birgece lodos şehri altüst ediyor, çarpılan pancurlar,baca uğultuları vs. O yatağında, fânuslu saatin 'yek-nesak' dönüşüne dalmış; kendisini, kocasıyla yap-maktan iğrendiği şeyleri, Münif'le nasıl yapacağınıkurarken yakaladı. Müthiş utandı bundan, gövdesi-ni sıcak bir havlu 'harareti' sarıyor, avuçlarında veense kökünde tuz kokulu acı bir ter. Âşık olmakyoksa bu mudur? O geceden bugüne, ne vaki töpiişseler, altı ıslanıyor. Ellerinde gizli bir titreme.Yenileceğinden korktuğu, bir ısırma eyilimi. Münif'iniçine girip, kaybolma hevesi. Onun kadar, Münif'inde heyecanlandığı kesin, bunu ayrımsıyor ama, düş-ledikleri 'vuslâtı' önermeye cesaret edebilecek mi?

 Ahmed Ziya 'yla Doktor Meleho Afram, ucu çivi likar bastonları, kürklü siyah muşambalarıyla çıka-geldiler. Tünel'den yürümüşler. Kar ıslağı yüzlerin-den neş'e fışkırıyordu, 'fütursuzluk ve sıhhat!'. Na-sıl da tart ışı yorl ar: geçen kış, böyle bir havada,

Wintergarden'de seyre gittikleri hünerli sihirbaz, Ma-car mıymış, Slovak mı? Ahmet Ziya Macar diyor.

248

Doktor Melek Slovak. Ne tuhaf, takışmadıklarıgün görülmemiş tir. Önceleri Neveser 'fevkalâde'ciddiye alır, dalaşmaları uzadıkça kaygıya düşerdi;artık alıştı, aşklarının bu türden çatışmalarla bes-lendiğine hükmetti, gülümseyerek seyrediyor. Zatenoturur oturmaz, sözü siyasete döktüler. Dersaadetseçimlerinde ne fırıldaklar dönmüş, ne fırıldaklar! Şuittihatçılar yok muymuş, ah ah ah, dört ayak üstü-ne düşmüşler yine! Bakalım Padişah 'Meclis-i Meb'*usan'ı 'içtimaa' çağıracak mıymış?

— ...işittiniz mi, müntehib-i sâniler, Lütfi Fikri'-

nin istifasını protesto edecek, gazetalarda yarınokursunuz!

Nemli soğuk, pastahanenin camlarında, buğui ğ ili bü ük i i b i

vindi! Çocukluk yıllarından kalma bir alışkanlıkla,lıosap ver iyo r: onu merak etmesinmi ş hiç, sağlığı'olhamdülillah' iyi, işleri tıkırında! 'Fırka' seçimlere,milletvekilliği sağlamaktan çok, 'isbat-ı vücut etmekmaksadıyla' katıldı; işçi kesimini kazandıkça, sesiniduyuracak! Varyete Tiyatrosu'nda, locaya giriyorlar,l/tnir'den haber sordu : 'valdeyle pederden'. İşlerinin'okluğundan yazamıyormuş ama, aklı fikri onlarouy-mıç, nasıl olmasın canım, 'Yunanlının tâht-ı tahak-kümünde yaşamam ak için' Selânik'i terkeden 'Ala-man' Ziya bey, şimdi İzmir'de bu tahakküme tutsak

mı olacak? Üstelik genç de sayılmaz, yaşı bir haylillorledi.Tiyatrod an çıkıyorlar ki, neredeyse kara nlık :

k k k l bi b l t ' ü h ' B ğl ' ök

Page 157: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 157/192

oup eriyor: yağ yeşili büyük çini sobanın, sessizve yumuşak kedi sıcaklığı, ortalığı kaplamış. Henüz'alafranga' saat bir suları ya, sokaklardaki pas ka-ranlığı içeriye vuruyor. Havagazı lâmbalarını yaktı-lar, bir dizi zakkum duvarlarda çiçek açtı. Mahcupbir semaver mırıltısı. Kakao buharı. Şurup kokusu.El çantasının aynasında, dudaklarına küçük parma-ğıyla kayısı kızılı ruj süren, papaty a sarışını Rusdilberi, yorgun bir şarkı söylüyor:

".. oççi yasniya,i praskrasniya..."

Doktor Melek duymaz bunları, görmez, var mıyok mu poli tika : bütün karabiber esmerliğiyle Mü-nif'e eğilmiş, burun deliklerinden damar mavisi cı-gara dumanı dökerek, ittihatçıları çekiştiriyor: ne-den 'sosyalizme hasım' imişler, niye 'harb mücrimitelâkki edilmeleri' zorunlu imiş! Çatık kaşları etkile-yici, sesinin tonu inandırıcı ama, Münif'in 'mütebes-sim' suskunluğu fikrini paylaşmadığına işaret. Ne-veser bilir, bir ara itiraz etmesini de bekledi: hayır,etmeyecek! Gözlerini, yoğun ışığa bakarmışcasınakısıp, kadehine dikti. Aklından kimbilir neler geçir-mektedir? Başbaşa olsalardı, vanilya ve şurup ko-kan şu  mondain  sıcaklığı, çok daha akıllıca değerlen-direbileceklerini mi?

 Ahm et Ziy a ablasın ı gör düğ üne , ne kad ar se-

313 248

marsık kokulu bir bulut 'güruhu', Beyoğlu'na çök-müş; sokak lâmbaları 'nazenin' nilüferler, siste yü-züyor; tramvay arşelerinde, maytap yeşili 'şerâreler':UÖrünmez buzları, kabaralı postallarıyla çatır çuturuzan, işgal neferleri. Neveser'in içi ürpermiştir, kür-küne sıkı sarılmalı, yoksa üşütecek! Doktor Melek'aniden' durgunlaştı, gülmekten mi? Ahmed Ziya, Mü-nif'in koluna girmiş, Cavit bey'e atıp tutuyor. Nere-don icabetti acaba? Ağzından burnundan öyle çokInıhar çıkıyor ki, bilmeyen cıgara içtiğini sanır, oysaııoğuktan :

— ...bilâhare 'i lm-i i ktisad'ı okudum : ne hicâ-bâver satırlar! Meğer servetin menbaı sa'y-ü-ameldeğil, keşf-ü-icad imiş, mezc-ü-terkip; sermaye bun-ların hem muhasalası, hem de muharriki oluyor. La-la bak reca ederim, Sakız'lı Ohannes Paşa, yanındahaltetmiş! Hem Meclis-i Meb'usan'da Zogrep efen-dl'yle münakaşalarını unuttuk mu?

Onları, Ağacamii Durağı'ndan ilk Sultanahmettramvayına bindirdiler. Ne kadar yoruldukları o za-mmı meydana çıktı. Yalnızlığa alışmışlar, birbirleriniuozleriyle sevmeye, bakışlarıyla anlaşmaya; Ahmed/lya'nın gevezeliği, Doktor Melek'in 'mütecaviz cid-diyoti' yüreklerini tüketiyor. Münif bir 'kupa' araba-nını çevirdi. Perdelerini indirir indirmez, Neveser ba-uııı onun omzuna bırakıyor. Sonra nedense, kızlığın-

da bir akşam, 'Hamınnesi'nin ona, cihannüma' dasöylediklerini hatırlayacaktır. Demişti ki, 'rahmetli':

"— ...a be yavrucağım, erkek dirayetini müba-lağa etmeyesin, kadın kısmı fendlidir, hele merametmesin, vâsıl olamayacağı netice yoktur!"

Öğleden beri, sırasını düşürüp düşürüp, Abdibey'in gece eve dönmeyeceğini, ne amaçla tekrar-lamıştı? Münif'le kalmak istiyor. Niye olmasın? Onunateşten bıyıkları, tel tel yüzünde gezindikçe, içiniçekip çekip neden "— ...ayrılmasak, ah bu an kıya-mete kadar devam etse!" diye fısıldadı? Aynı sebeb-ten. Neveser, ya 'müphem' bir günah korkusuyla, ya

'namuslu kadın' saygınlığına düşkünlüğünden, son-raları bunu çok irdelemiştir. Münif'in aralarına ör-düğü 'mahcubiyet' duvarını, ancak 'müsait' davran-

Page 158: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 158/192

makla yıkabileceğini, sezmiş olmalıydı. Çözüm on-dan habersiz, belki 'tahteşşuurunda' hazırlanıyor:'Zevcimin gelmeyeceğini ihsas eylerim, onunla kal-

Vnak arzusunda olduğumu, fehmedecektir. Bilâhare,gkıeyi Ahmed'lerde geçireceğimi, telefonla bildiririz.Kim ne .diyebilir ki? Abdi bey, Ahmed'i görmediğinegöre, ihtilâf mevzubahis olamaz..."

İçisıra, harıl harıl 'defterine' birşeyler yazıyor-du : " ... bu benimk isi bir an-ı zaaf mı, yoksa hiss-iintikamın pence-yi kahhârına mı düştüm? Yarabbisen aklımı muhafaza et! Meclûbiyetim, sebeb-i fe-lâketim olmasın! Mukadderatıma mutavaat ediyor,fazla bir şey değil, hayattan sadece hisse-i saadeti-mi istiyorum."

Münif Sabri, Neveser'i, Perapalas'a götürdü :Perapalas'a mı, başdöndürücü sulusepkenin ufala-yıp dağıttığı, görkemli bir gece sarayına mı? Her ta-raf ışık: iç ve dış salon, hol, koridorlar, çın çın ötenbir sırça aydınlığına boğulmuş, bütün avizeler yanı-yor. İçerden, sarhoş bir kalabalığın, neşeli uğultusu. Arada , kahkahalar. Döner kapıdan gird ikle ri sıra,cazbant çalmakta olduğu onestep parçasını bitirdi,shimmy'ye atladı, danseden çiftlerin alkışlarını duy-dular : yeni bir dans bu, çok tutulan! Püfür püfür fa-

vorileri, sırmalı üniformasıy la 'ecnebi bir jeneral",lobinin sahanlığına dikilmiş garsona bağırıyordu :

315 248

• — İhtimal salondadır. Ne olazaktı?— ...bir zahmet, geldiğimden haberdar eder mi-

siniz? Birlik gazetasından Münif derseniz, anlar.— Malista,* paşam!Mardiros efendi, 'dindon' sakalı, böcek gözle-

riyle, son derece sevimli bir Ermeni. Münif'i bir ku-caklamadığı kaldı. Onlara 'şıpın işi' bir daire 'icadediyor'; hem nerede, otelin Halic'e 'nâzır' cephesin-de, şahane bir yer: 'muteberân için mahfuz' tutu-lurmuş! ("— ...buyurup çıkınız ciğerparem, sizden

daha muteber kim gelecektir, zo?") Münif asansör-de, gülümseyerek durumu Neveser'e açıkladı: Er-meni 'tehciri' sırasında, Mardiros Mısırlıyan ailesine,dolaylı bir 'faidesi' dokunmuş; adamcağızın 'can ü

he almışlardı: başta Cavit bey, Karasu efendi, zev-ciniz beyefendi, vs. Vaziyet tebeddül etmiştir: En-ver Paşa, mâlûm, cihanşümul bir islâm ihtilâli fik-riyle gitmişti: zannım bu ki, fikir bolşevikleri alâka-dar etmektedir; hâl-i temasta bulunduklarını evvel-ce söylemiştim, gayet emin menbalardan istihbarettik...

O anlattıkça Neveser, yüzüne tutulan meşale-nin, daha yaklaştığı izlenimine kapılmıştı. Münif Sab-ıi, hemen karşısında, hiç olmadığı kadar yakışıklıve güzel: acı bir güzellik bu, derinliği yaşanmadık-ça kavranılamayacak 'tecrübelerle' yüklü, anlamlı vegizemli. Güzellik bile sayılmaz, 'mustarip bir mehâ-bet'.

— ...Teşrin-i evvel'de bir heyet geldi, Miralay

Page 159: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 159/192

dolaylı bir faidesi dokunmuş; adamcağızın, can-ü-gönülden' ödeye ödeye bitiremediği borç, o minnetborcu! 'Esasen', ona güvenerek Perapalas'a gelmiş-ler.

...Perapalas'taki 'aşk gecesi', Neveser'in 'haki-katlar gecesi' oldu. Hanidir aklını kurcalayan nice'muamma', aydınlığa kavuşuyor. Münif'in açılması,aşkından emin olmasına bağlıymış. Bunu söyledi de.Isınmış halı, mobilya cilâsı ve sunlight sabunu ko-kan bir otel sıcaklığında, —Mardiros efendi'nin ar-kalarından koşturduğu,— akşam yemeğini yiyorlar;

'mük elle f bir sofra, çerezi bol, şampanyalı filân.Camları buzlu abajurlar, çevrelerine ışık tozu mudağıtıyor, leylâk rengi bir 'hülyanın' serpinti lerinimi? Münif Sabri, kestane kızılı gözlerinde 'müşfik'bir gülümseme, kadehini kaldırdı:

— ...sıhhatınıza, Neveser! Şu lâhza ölsem, gamyemezdim : yanı mdaki m evcudiyetiniz, aşkınızın enbüyük teminatı ! İndinizde bir caprice olmadığıma,kanaat getirdim. Bu kanaat, beni mes'ut ettiği ka-dar, mes'ul kılıyor. Size karşı, daha açık ve dürüstolmalıyım.

İçkisinden bir yudum alıyor. Kaşları çatıldı:— ...Melek'in nokta-i nazarına iştirak edemem

İttihatçılar, reiskârda iken, filvaki sosyalistlere cep-

* — B a şü stü n e P a şa m .

317

...Teşrin i evvel de bir heyet geldi, Miralayllyaçef riyasetinde bir bolşevik heyeti, içlerinde Re-sul namında bir Azerî bulunuyor, arzettiğim malû-matın menbaı o, Resûl Hocayef!

Neveser, cazband davulunun binanın derinlikle-rinde, dev bir nabız gibi güp güp vurduğunu işiti-yordu. Ağzı birdenbire kurumuştu. Şampanyasındanbir yudum aldı. Soruyor:

— ...ma ksadlar ı ne imiş?— ...ne olacak. Teşkilât-ı Mahsusa'yla temas!

İngiliz aleyhtarı, müşterek bir faaliyet derpiş etmek-

teymişler!— ...m uvaff ak olabildiler mi bâri?Münif, yoğun bir ışığa bakarmışcasına, gözleri-

ni kadehine dikm işti. Elinde olmadan güldü :— Ona ne şüphe? Temas tesis olunmakla kal-

madı, tarafımızdan Bakû'ya bir murahhass-ı mahsusgönderilmesi takarrür ediyor: bu dediğim geçen ay,yani Teşrin-i sâni'de: Baha Sait bey'in ismini duy-mamış olamazsınız...

Neveser yemeği unutmuştu. Hayretle sordu :— ...fakat Münif, Teşkilât-ı Mahsusa lağvedil-

memiş miydi?—• Resmen, öyle! Mensubinin bir kısmı, Yıldız'-

daki İstihbarat Dairesi'nde istihdam olundular, İn-

gilizlerle teşrik-i mesai halindedirler: elim bir akı-bet! Mamafih, kısm-ı küllî Müdafaa-i Hukuk Cemi-

248

Page 160: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 160/192

miş. 'Eder a, kim müdahale edebilir, isviçre bîtarafmemleket; Alman da, İngiliz de, Fransız da, Osman-lı da, keyfince gezer tozar." Alman istihbaratı böyledüşünmüyor, 'hüviyetini', temsil ettiği şirketi 'tesbitedip', Teşkilât-ı Mahsusa'ya bildirerek; 'mütemmimmalûmat' ricasında bulunuyor. Münif Sabri'nin'mahrem' görevi, sızıltıya meydan vermeksizin, bubilgileri toplamak. 'Yeknazarda', sıradan bir iş! Ada-mın ve şirketin adını öğrenince, 'mahiyeti' değişiyorama; zira, Alman istihbaratının kuşkulandığı kişi,Leon Mizrahi'dir; şirket ise, Şark-ı Karip MaadınKumpanyası, evet!

Münif Sabri, küçülen cıgarasını ateşböcsği gibiavcımda taşıyıp, komodindeki tablada ezdi. Dönüp,tei tel kor bıyıkları ve erkek dudaklarıyla, Neveser'-

hafiline hülûl ümidindedirler, ki zevciniz beyefendi,bu sahada ellerine yapışıy or: vasıtasıyla, müsmirınıınasebet teminine muvaffak oldukları, bir hakikat!Ilâhusus Cavit bey ve Karasu efendi'nin ahbapla-riyla! Meşhur 'topal' Samuel'le, Cercle d'Orient'c'abuluştuklarını tesbit etmiştik, neyi tezekkür eyledik-ItnI. elbette meçhulümüz. Diğer bir hakikat da, Ye-ulkoy'deki Mizrahi yalısının, harb imtidadınca Almanyüksek zabitanına adeta melce teşkil etmes idir:I ıılkonhein, Von Sanders, Von Kresse, ve ilh... vaktibuldukça, Madam Rosa Mizrahi'ye hörmetlerini ibra-

(i geldilerse, bu, zevciniz beyefendi sayesinde vu-kubulmuştur.Odanın karanlığ ında, pencerel er soğuk mavi

mı arıyor. Suluse pken hızını mı k aybet ti? Yoksa ağa-

Page 161: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 161/192

in boynuna uzanıyor. Şampanya ve tütün kokulu ne-fesi, yakıcı sıcak, başdöndürücü. Öpecek mi? Hayır:

— ...tahkikatın inkişafı, endişelerimizi maalesefteyit ediyor. Şark-ı Karip Maadin Kumpanyası, İn-gilizler tarafından istihbarat gayesiyle tesis edilmiş;güyâ mağden istihsaiiyle meşgul, kısmen bunu yap-sa da, maksad-ı aslîsi, Memalik-i Mahrusa'nın hertarafın dan istihbarat tem ini dir: askerî cihettenehemmiyeti haiz her şehirde, şube küşadına teves-sü! ediimiş olması, bu sebebe mebni...

Neveser'in şaşkınlığı, yerini korkuya bırakmıştı:belirsiz, yoğunluğu ağır, 'müstesna' bir korku! O sa-niye aralığında, Leon Mizrahi' nin gülümser mavigözlerini, mahzun kumral bıyıklarını görüyor. Allah

 All ah! İyi lik tim sal i, yu fka yü rek li bir adam : İht iya rBarzilay'ın hastalığında, üzerine titreyen; Neveser-in, 'Beynelmilel' Graudünden Sanatory omu'ndak iyalnızlık günlerinde, ziyaretlerini dörtgözle bekledi-ği! Her defasında iyimser haberler, gönül alıcı arma-ğanlarla gelir: Doğan'ı ne kadar merak ettiğini, ko-casınınsa asla mektup yazmadığını bildiğinden, ço-cuğun yaşantısına ilişkin ayrıntılı bilgiler getirirdi.Nasıl oiur da...

Münif Sabri, sözlerini sürdürüyordu : •— ...daha

da mühimi, bazı nüfuzlu ittihatçıların Kumpanya'yabol keseden hissedar edilmesidir. Böylece fırka me-

320

y p y ğnın, camların buğusu mu? Cazbant danstan dansaılııçtikçe, binanın derinliklerindeki devin nabzı, ritmdeğiştiriyor. Arasıra inlemeye çalar, bir de vınıltı:ınansörden olmalı.

Münif Sabri, kulağının arkasından usulca Ne-vnser'i öperek, başka, daha sevdalı bir fısıltıyla de-vam etti :

— Müteessir oldunuz! Teessürünüz beni harapndlyor. Esasen, uzun tereddüdümün sebebi, mütees-'iiı olmanız ihtimaliydi. Vak'ayı tevsik eden deliller,

blıor ikişer tesbit edildikçe, perişan olurdum : size(İn bir zarar ikaı mümkündür diye!...

 Artık bıyık ları, Neve ser' in dud akl arında gezini-yordu. Ufak ufak, bir sürü öpüştüler. Hiç kiri olma-yım, saydam, 'âdeta gayr-ı cismânî' buselerdi bunlar;öylesine yumuşak, o kadar hafiftiler ki gerdanındanuoğüslerine doğru indiklerini, Neveser neden sonrauyrımsadı. işin garibi, irkilmiyor! Münif'le 'mııaşşaka', Abdı bey'l e 'mu aşş aka 'da n fark lı da, ondan mı? Birkere, vücut bazlarından çok, ruh hazlarına 'müste-nit', şefkati şehvetine egemen! Doyumu, kaba okşa-malarda aramıyor, ince bir uyumda arıyor. Hareket-limi yavaş, sakına sakına, incitebilirim korkularıylatedirgin. "Gayr-ı kaabil-i mukayese!..."

Neveser'i soyunmak zorunda bırakmadı. Abdibuy gibi, erkekliğini 'teşhir' etmiyor. Ne salyalı te-

321

masların yapışkan tiksintisi, ne de yarısı kopmuş körbir yılanı andıran kalın bir erkekliğin, verdiği öğürmearzusu! Tam tersine, Münif onu, o geceye kadar tat-madığı bir zevke, rahat ve dinlendirici bir doyumaulaştırmayı amaç edindi. Önce Neveser'i düşünme-se, böyle mi yapardı? 'İhtiraslarını' yıllardır bastır-mış durmuş, 'vuslat' dakikasına kavuşunca onlarıdizgine vurup, benliğini silebilmesi kolay mı? Abdibey, 'hodgâmdır', kaba ve sefih; Münif 'diğerkâm',ince fikirli ve şefkatli. Abdi bey, olmadık yerlerinesalıverdiği vahşi erkekliğiyle, içinde biryerlere, sü-

mük kıvamında birşeyler tükürdü mü, tamamdır, dö-ner sırtını horul horul uyur; Münif, erkekliğini hisset-tirmeden handiyse korkarak, onu 'dört başı mâmûr'bir mutluluğa ulaştırıyor; sonra, gamzeleri çiçek aç-

Page 162: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 162/192

mış güzel başını, göğsünde dinlendirirken, sözü bı-raktığı yerden topluyor:

— ...şunu da bilmenizi zaruri addederim : aynımahalde, aynı mahiyette bir faaliyet-i hainâne, el'ândevam etmektedir. Hocayef'le müteaddit münakaşa-larımız oldu, akıbet bana hak verdi : İngiliz İstihba-ratı, Mizrahi Yalısı'ndan rendez-vous  mahalli ola-rak istifade ediyor: Boğaziçi'nde mütecessis nazar-lardan uzak bir yer, her türlü mel'ânete müsait! Ora-da 'beyaz' Ruslarla münasebetlerini takviye ve tar-

sin ediyorlar. Kat'i kanaatim bu merkezdedir. Acabahatırlayabilecek misiniz, Petrograd'da bir gün, dil-berlerle muhat bir Rus göstermiştim, sakallı bir zat,Prens Aleksi, nam-ı diğer Prens Bragin?

— ...ah evet, hatırlıyorum : dudaklarının gayr-ıtabii kırmızılığı dikkatimi celbetmişti...

— ...İşte o zat, daha evvel gösterdiğimi hatırla-dığım bir başkasıyla, ki  İntelligence Service'ten Mi-ralay Kenneth Morley'dir, alelekser bu yalıda yek-diğerine mülâki olurlar. Odesa'daki 'beyaz' UkraynaHükümeti'ne, Dersaadet'te bir muavenet ve ikmalmerkezinin tesisine, karar, orada ittihaz edilmişti.Bilâhare, Mülteciler Cemiyeti'nin nizamnamesi, ora-da müzakere ve ihzar olundu. Elyevm, Denikin

ricatının, cephe gerisindeki nokta-i istinatgâhı ol-mak istidadındadır, bu itibarla...

322

garip arzu? Camların buğusunu, ayasıyla sildi: bozbir pus, koyuluğunu ve kalınlığını kaybetmekte olangecenin, boşalttığı bütün oyuklara dolmuş, doğtudürüst hiçbir şey seçilmiyor. Yalnız, sisli alacaka-ranlığın kuytularında, heybetli cami hayaletleri, var-la yok arası minareler. Bir de o ses, şerefeden şere-feye, minareden minareye, camiden camiye atlaya-rak, Dersaadet ufuklarını aşıp, Anadolu içlerine da-ğılan ezan sesi:

"Hayye alâsalât, hayye alâsalât!Hayye aleifelâh, hayye alelfeiâh!"

Neveser bir an sandı ki, görünmez bir seccadeüzerinde el bağlayıp, 'rahmetli Haminnesi' yanıba-şında sabah namazına durmuştur. Kulağında yine,

S A B IK A M E R İK A N S E F İR -İ K E B İR İ , M A N D A T

M E V Z U U N D A W İL S O N 'A 'M U H T IR A ' V E R D İ

Morgenthau'nuıı raporunda, Anadolu'nun

üç ayrı mandat mıntıka sı halinde, birAmerikan valisinin taht-i idaresine tevdii

tavsiye olunuyor

Page 163: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 163/192

o 'mukaddes' fısıltı:  "...Allahüme iyyâke na'büdûve leke nusaili ve nescüdü ve iieyke, nes'â ve nah-fidü nercû, rahmeteke ve nahşa azâbeke, inne azâ-beke bil'küffârı mülhik...".  Birden, duanın 'meâlini'hatırladı . En çok da, başını ve sonunu : "All ahım ,bir yalnız sana kulluk ederiz ", "Azabın, kâfir vemünkirlere ulaşır". O zaman korkunç bir şey oluyor:camların buz mavisi aydınlığında uyuyan, MünifSabri'nin yangın sarışını çehresi, İzmir işgalindelinç edilmiş Osman Nevres'in başıyla özdeşleşiyor;

Osman Nevres'in, Neveser'e Davos'ta söyledikleri,Münif Sabri'nin, dün gece Perapalas'ta söyledik-leriyle :

"— ...âti-yi insaniyeti, kan ve vahşetle tehditeden tasavvur ve niyetler, Türk'ün mevcudiyet-ibî-zevalini, vakî olsa bile nakisedâr edemez! Bunuböylece bilesiniz. Harb bitmedi, gayr-ı muayyen birzemine intikal etti. Vatanı, hasm-ı bî-amanma sühu-letle terketmek, bize yakışmaz. Şerait ne kadar aley-himize tecelli ederse etsin, vuruşmak azmindeyiz.Değil mi ki 'biz Allah'tan başkasına kulluk etmeyiz',ve değil mi ki 'onun azabı kâfir ve münkirlere ulaşır',zafer mutlaka bizim olacaktır".

Neveser ağladığını, iki gözyaşı damlası, çıplakkoluna sıcacık düşünce farketti.

324

N e w -Y o rk (R e u te r )

A m e rik a n D e v le t le r i İ t t ih a d ı 'n m sa b ık D e rsa a d e t

•ıofir-i kebiri Mister Morgenthau, Türkiye üzerinde

ii" .isini şiddetle müd af aa e ttiği Ame rik an man dat

••Isl.omi mevzuunda Reis Wilson'a tevdi ettiği muhtı-

rayı matbu ata intikal e ttirmişt ir . Bu muht ıra nın a l-

lında Buckler, Philip Brown ve mümasili zevatın da

İmzaları bulunmaktadır.

Morgenthau'nun teklif e ttiği mandat sistemi şuvokilde mütalea olunmaktadır: Anadolu 'da üç ayrı

ınnndat mıntıkas ı teşkil edecektir , : 1 /D ers aade t ve

ı ıv ar ı . 2 / T ü rk iy e A n a d o lu 'su . 3 / E r m e n is ta n . H e r ü ç

mıntıka bir Amerikan valisinin taht-i idaresine bıra -

l ı l ııcak; her üç ünün kan un-u esasileri , güm rük me v-

ııııtı aynı olacaktır . Amerika 'da olduğu gibi, a ra -

tırında bir nevi konfederasyon halinde birleşmeleri

'İmpiş edilmektedir. Padişah 'm Bursa veyahut Kon-

wı'du ikameti tavsiye edilmiş, Yunanistan 'a münha-

lları İzmir ve e trafındaki dar bir saha bırakılmıştır .

Diğer taraftan, Amerika 'nın sabık Berlin sefir-i

1 < b i ri Ja m e s G e ra r d i se , N e w -Y o r k T im e s g a z e te s i -

ni gönderdiği bir mektup ta , Morgen thau 'nun bu pla -

nımı şiddetle itiraz e tmiştir . Türklerin kat 'iyetle Av-rııpıı 'dan a tılmaları zaruretine inandığını söyleyen

325

U f ı | - ~

 J a m e s Ge r ar d, Am er i ka lı la r ın Tü rk l er in ye ri ni a l m a -

larını muvafık addetmemekte , şu suali tevcih e tmek-

tedir :

"— . . .bu vaziyette Amerika , Türkiye 'yi idare e t-

mek maksadına matuf olarak, bilumum hükümet,

teşkilâ tını oraya götürmek, orada devamlı kalmak

zaruretindedir. Çünkü, 25 , 50 veya 100 sene sonra ,

bu idareyi mandataire devlet sıfa tıyla kimlere dev-

re d e ce k t i r? T ü rk le re m i , Y u n a n l ı la ra m ı? M o rg e n t -

hau bile Türkl erin kendi kendilerini idared en âciz

olduklarını itiraf e tmektedir. Binaenaleyh Amerika

m a n d a ta i re ' l ik te n çe k i l i rk en , id a re y i Y u n a n is ta n 'a

tevdi edecektir . Öyleyse , şimdiden Türkiye mandat'--ını Yunan ist an ' a "^rı kalı m ve bu iş böyle bitsin ! '

Prens Dmitri Bragin'in, yılbaşı balosuna gele-meyecek olması, Rosa Mizrahi'yi 'eleme' boğmuştu.Eksikliği şiddetle hissedilecek! O olmadı mı, kadrilkadrile benzemez, bakara bakaraya!

iyi de, Prens Bragin ne yapsın? Dudaklarınınkırmızısı solmuş, sakalı kir pas içinde; düşük gözka-pakları, gözlerindeki 'melâli' gizleyemiyor: dokunsa-lar ağlayacak! Örümcek alır gibi, elini sık sık su-

t d i k d di i l t ğ t d

Page 164: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 164/192

327 248

ratından geçirerek, derdini anlatmaya uğraştı dur-du : birkaç haf ta önce, 'Beyazlar', Mosk ova kapıla-rına dayanmamışlar mıydı, Dersaadet'teki Rus 'me-hafilinde', artık ne hayaller? içlerinden, Noel Yortu-su'nu 'Kutsal Rusya'da kutlamaya hazırlananlar çık-tı. Eh, Yudeniç Petrograd'ı, Denikin'le VVrangel Mos-kova'yı ele geçirirlerse, niye olmasın? Olur olur, ışovdeki hesabın çarşıya uymasında!...

Oysa bir süredir, Karadeniz'in öbür yakasından,kara haberler geliyor: Kızılordu büyük bir 'taarruza'

geçti, cephe yarılmış, kazaklar bir tarafta, 'beyazmuhafızlar' öteki tarafta ; Harkof düşmüş, Kiyef düş-müş; önlerine çıkanı kılıçtan geçirerek, kızıl süvari-ler, 'muazzam' bir ağ halinde, Kırım'a sarkıyorlarMedetleri, Odesa! Gözleri kör eden, uçsuz bucakııı/kur beyazlığında, donmuş at ölüleri; sinsi sinsi tıitoıı,ahırlar; ağaçlarda, dikenli buzdan sakalları, camdangözleriyle, rastgele sallandırılmış, 'beyci/' mıı|lklnıi'>aatı bilinmez kader trenleri, gözgözii gürmoz tipilorl, acımasız baskınları, ateşe verilmiş Istaayonlarıaşarak, Odesa'ya 'kan ve gözyaşı' taşımaktadı ıı,iohir, ağız ağıza 'muhacir' dolu, canını bir vapuraolabilen bahtiyar sayılıyor, en kötü güverte biletihin Ruble, o da bulunabilirse! Prorıs Bragin, çoo

Noylu yeni mü lteci lerin , önemli bir kısmını yalısınc L

Page 165: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 165/192

Page 166: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 166/192

Riri'nin, Abdi bey için, kaşla göz arasında getirdigi,kadshi doldururken, itiıaz etti:

— Reca ederim mon bey, absürde* konuşma-yınız! Familyamızdan addolunuyorsunuz, böyle musi-bet bir havada sizi bırakır mıyız? Esasen gidip neyapacaksınız, Constantinople talıammülfersa bir şe-hir, Miralay Morley, İspanyol Nezlesi hükümfermadiyordu. Hakikat mıdır?

 Abdi bey, Türkçe 'muha verelerinde' bile, bunla-rın bir süredir Dersaadet'e Constantinople demeyeözen gösterdiklerini, içi sızlayarak farketmişti. BirConstantinople'dur gidiyor. Acaba sebebi ne? Paris

Konferansı'ndan, şehrin Türklerden alınacağı yolun-da haberler geliyor, ondan mı? 'Alelade' salon züp-peliğinden mi? "Malum-u âliniz, Tanzimat'tan berişehri Constantin ople tesmiye etmeyi, ievantenieriti t h li ti i l di "

uldı ihtıyarcık hanidir yatala k, sessiz sedasız göçüpgitmiş! Rozet Barzilay vazife edinip yazmasa, 'sittin'oııo' duymayabilirlerdi: Yunanistan'la haberleşmeıloflru dürüst sağlanamıyor, savaş boyunca nasılŞıırk ı Karip Maadin Kumpanyası aracılığıyla bağ-lantı kurdularsa, öyle kuruyorlar: isviçre üzerinden,Ilıı/ot Barzilay mektuplarını özel 'kurye' ile Kıım-panya'nın Paris merkezine iletmekte, Lausanne'aaktarılmasını rica etmektedir; isviçre'ye ulaştı mı,••orun kalmıyor, 'âdi postayla' Dersaadet'e 'irsal'olıırıabiliyorlar. Önceki gün yazıhanede, (lodos hız-

landıkça hızlandı, Cellatyan Hanı'nın pencerelerinde'< •ınhıraş' uğultular, tüyler ürper tici yılan ıslıkları),Uorvet Yesari bey'in kapıdan uzattığı mektup, 'Teş-ılıı ı evvei'in nihayetine doğru' Selâ nik'ten çıkarıl-mış anhası minhası iki aydır yolda; Rozet Barzilay

Page 167: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 167/192

itiyat haline getirmişlerdir".Fakat ispanyol nezlesinin patlak verdiği, geçen

yıl aynı salgından ondört bin kişinin ölmesi 'hase-biyle', herkesi dehşete düşürdüğü, doğru : 'SıhhatMüdüriyeti, son bir hafta zarfında 44 vak'a tesbitedildiğini, tedabir-i lâzımenin ittihazı cihetine gidil-diğini' açıklamış bulunuyor. Veba'dan sonra, ispan-yol nezlesi! Bir bu eksikti. "Ne günahkâr bir beldeimiş mon cher, başından belâ eksik olmaz, birini de-fetmeden öteki zuhur eyliyor". Hastalık söylentisi,

doğrulanır doğrulanmaz, Abdi bey'de aynı 'evham'baş göstermişti : yürek bayıltıcı bir korku, bezdirici'hıfzısıhha' önlemleri: sular kaynatılır, sebzeler haş-lanarak yenir, misafir çağrılmaz, 'umumi mahallere'çıkılmaz! Eğer yılbaşı gecesini Mizrahi yalısında(Raşel'le) geçirmeyi yürekten istemeseydi, Neveser'-in, Ahmed Ziya'nın 'o ne idüğü belirsiz' evine gitme-sine, Allah bilir karşı çıkacaktı. Çıkamadı, bundabencilliği kadar, 'halet i ruhiyes inin' bozuk olması,rol oynamamış mıdır?

'Halet-i ruhiyesi' bozuk, çünkü 'peder-i muhte-remi' Halıcızade 'Köse' İsmail bey'in 'vefatını' hcfcor

'abes, saçma'

332

mış, anhası minhası iki aydır yolda; Rozet Barzilay,oradaki 'üsera' kampından Dersaadet'e dönmüş ta-nıdık 'zabitlerden', Abdi bey'in işitip inanmadığı ha-lıori 'teyit ediyor':

"...peder-i muhtereminiz Haîıcızade İsmai bey,maateessüf, teşrini evvel iptidasında bir Cuma gü-nü, sabaha karşı 'alafranga', saat üç sularında irti-lıul etmiştir. Kumpanya, bu müessif ziyadan, ertesiyün haberdar olmuş, üzerine terettüp eden her tur-lu vezaif-i vicdaniyenîn, derhal ifasına tevessül ey-

lomekle, merhumun..."O sabah Neveserle hafif atışmışlardı, Abdi bey

İn canı sıkkın : ispanyol nezlesi söylentileri ayyukaçıkmış. Doğan'ı okuldan alıkoymuyorlar, havsalanınalacağı şey mi? Yazıhaneye bu öfkeyle gelmişti,mektup elinde, donakaldı. Bir an 'ihtiyarı', Halıcıza-de Yalısı nın denizüstü odasında gördü mü? Başın-d(i takkesi, burnunun ucunda gözlükleri; ufacık vü-cudu, üstüne bol geien gecelik entarisinde kaybolupditmiş; dişsiz çenesi, camlardan yağan sakız parıltı-mı!, sipsivri deliyor. Hayret! Neden çocukluk yılla-ııııdan bir hayal değil de, bu? "Hafızanın işine akılörer mi mon cher?". Gözünde yine o tik, şakakların-da ağrılı bir zonklama. Babasını sevmezdi, sevmedi-ğinden emindi : oğlunu anlayamamış, 'dehrin' geri-

333

Page 168: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 168/192

bullak eden ikinci sebep, onunla tartışması. Dalaş-tılar bile denebilir. Telefon 'irtibatını' kaybetmesede, Abdi bey, Birlik idarehanesine epeydir uğramamıştı : bilerek 'iç tinap' ediyor, çekiniyor çünkü, Bir-lik Kuva-yı Milliye 'taraftarıdır'; gerçi bazıları, ('has-saten' Hürriyet ve İti lâf cı i a r), ittihat çılıkta direndiği-ni ileri sürüyor lar; aslında tutumu far klı : Mustaf aKemal'i Enver'e yeğler; bunlar bir ara; Cemiyet'i bı-rakıp, ayrı bir 'fırka' kurmamışlar mıydı, Ali Fethi,Hüseyin Kadri filân; tutum o tutum, Hürriyetperver

 Ava m Fırkası tut umu : akı lla rıs ıra, Berl in ve Viyanaittifakıyla bileğini bükemedikleri İngiltere 'devlet-i

fehimesini', çevrelerine topladıkları, tıyneti belirsizbcıldırıçıplaklarla dize getirecekler!

 Abdi bey, kon uyu değ işt irm eyi dened i. Akl ınc a,havayı dağıtacak. Yassı altın tabakasından, Hüsnü

uulrlande'lar vs. Rahatsız edici bir balon kalabalığı,"Halikta 'serâzât' dolaşıyor. Sarhoş ingiliz bahriye-lll"iı, şipşak bir oyun çıkardılar: cıgarasının ateşiy-lı kim daha çok balon patlatacak! Her patlayıştahnğım çağıra sövüyor, kahkahadan kırılıyorlar. Her-ken  rahatsız, kimse ağzını açamıyor: ne dip masa-lımla  kaybolmuş, köstekleri altın, bıyıkları yağlı ma-«ı. bayramlık Ermeniler; ne, sürekli birbirlerini kut-ladıkları izlenimini veren, sinekkaydı Rumlar. Cıgaradumanı. Yanmış yağ kokusu. Garsonlar, ellerindeIı|ra salkımlarıyla, rüzgârla itilmiş gibi çabuk çabuk,'.atışın bir ışık dağıtıyorlar. Neredense, hımhım bir

ııramofondan bir Rum oyun havası:  Sirtaki.Hüsnü Faik, patlayan balonlardan mı tedirgin

oldu, yoksa Abdi bey'in incir çekirdeğini doldurmazdedikodularından mı? Dayanamayıp, sonunda kur-

Page 169: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 169/192

Faik'e cıgara tutuyor."— ...Tevfik Paşa huzura kabul edilmiş, hangi

sıfatıyla olduğu mucib-i merak, sâbık sadrazam sı-fatıyl a mı, sandalya sız nâzır sıfatıy la mı? Ceı^i ed'Orient' da konuşuluyordu, kulak misafiri oldum :Mabeyn Başkâtibi Aii Fuat bey'den naklen, türlü ri-vayet dönüyor: güyâ Meclis-i Meb'usan'ın içtimaadaveti tezekkür edilmiş, malûmatınız oldu mu? iti-lâfçılar intihabı muteber addetmediklerinden, müte-kabil miting ihzaratı içindeymişler..."

Ya da, Birlik 'sermuharririnin', daha çok ilgile-neceğini sandığı, başka bir konuya atlayacaktır:

"— ...Mustafa Kemal Sivas'ı terketmiş, neredeolduğu meçhul! Daha evvel, Fransız matbuatındaKafkasya'ya intikal ettiği dercedilmişti, Enver Paşa'-ya mülâki olasıymış! İhtimal verir misiniz? Halbuki

 Akş am'da Heye t-i Tem sil iye 'yi Esk işe hir 'e naklede-ceğini okuduk; Le Moniteur Oriental, Rauf ve Rüs-tem beylerin refakatinde, Afyon'da bulunduğunu id-dia ediyor, hem de bir haftadır..."

Novotni tıklım tıklım dolu, Noel dolayısıyla iyicesüslü : tavandan, renk renk Japon fenerleri sarkıt-mışlar; aralarında, kırmızı, mavi, yeşil, krapon kâğı-

dından 'e nvai' süs : uçsuz bucak sız şeytan mer di-venleri, yapma krizantemler, çocuk fırıldakları,

336

nağındakileri boşaltıveriyor:"— Abdi bey, Abdi bey, bunların cümlesi lâf-ii

• m/af! Biz neler d uymak tayız: Saray, İngiltere denmedet ummaktadır, 'mülkün' onbeş sene müddetiemüstemleke olması teklif edilmiş, icâra çiftlik miveılıyor reca ederim? ittihatçılar, Almanya'dan mel-ı e aramıştı, şimdi bambaşka bir şayia; Ruslardunhimaye talebinde bulunmuşlar, Ruslardan diyorsam,lııılşeviklerdenl Münevverân, ingiliz  mandat'sıyla

 Amer ikan   mandat'sı arasında mütereddit, bunu an-lııınnk için payitaht gazetalarına bir atf-ı nazar kâ-tldlr. Kanaat-ı âcizânem o ki, sebeb-i felâketimizi',.le tam da budur, yâni çare-i halâsı ecnebide ara-mak!..."

Kulaklarının dibinde patlayan bir balon, sözünüKesti. Hışımla dönüp, sarhoş gülümsemesi çenesineyııg gibi bulaşan tüysüz bahriyeliye bakıyor, bakış-ımının cismi olsa, adamı o anda yerle bir ederdi, oderece sert! Sonra, 'gümrah' kaşları alnına yüksel-miş, sözünü sürdürüyor:

"— ...fert fert, millet olarak; evvelemirde, buhakikati idrakle mükellefiz; bilâhare, icabatını ifâ ile!Cııvit'in firarı, Karasu efendi'nin italyan tâbiyetine

ıioçmesi, zât-ı âlinizin İngiliz Muhipleriyle aşinalığı,-anneder misiniz ki sizi mes'uliyetten kurtarır? Ha-

248

yır, asla! Daha ziyade mes'ul eder! Zira, Abdi beykardaşım, zaman feda-yı nefsler zamanıdır, vâcipseölmek zamanı! O dudak büktüğünüz Mustafa Kemal,bu vazifeyi deruhte ediyor. Amasya'da tamim neş-reylem iş, geç ve güç de olsa , elde edebil dik : bircümlesi, derhal dikkatimi celbetti, çare-i halâsın ne-rede ve nasıl olduğunu, fevkalâde nüfuz-u nazarlahülâsa etmiştir..."

Hüsnü Faik bey sustu : kuva-yı milliye aydınlığıgözleriyle, onun gözlerini aradı. Anlaşılan, o cümle-yi sormasını bekliyordu. Bakışlarını, Japon fenerle-rinin mahçup güzelliğine kaçırdığını görünce, 'bâriz'bir öfkeyle ekledi:

"— ...diyor ki, 'milletin istiklâlin i, yine milletinazm-ü-kararı kurtaracaktır!'. Garp Türklerinin dokuz-yüz senelik tarihinde, bu hakikat, ilk defa ifade edi-

huyla hava lodos diye, vapur seferleri iptal edilince,ı tl'ololerde dımdızlak kal maz; araba sına atladığı gi-bi, şoförüne emrederdi:

- Oğlum, çek Mizrahi Yalısı'na!"

 Abdi bey, 'ha let -i ruh iye sin in' neden bozu lduğ u-nu, Rosa Mizrahi'ye anlatırken, ağırlığı babasınınnlıımüne kaydırıyor. Novotni'deki tartışmayı, anmadılılltı! Üst üste diktiği konyak kadehini, ocağın alev-ini ıııo tutar ak, arada kızıl 'lem'al arınf seyred i/oı.Hocadan, lodosun 'meş'um' uğultuları. Salondakitumturaklı' saat, olanca heybetiyle, herhangi bir

buçuğu çaldı. Gong titreşimleriyle ürperdiler. Deni-iıı üstündeki bulut alacası camları örttüğünden,K • irisi loş, ocakt aki ateş bu yüzden radyum diriliğiy-im parlıyor.

R Mi hi H l d 'Kö ' İ il b 'i

Page 170: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 170/192

liyor: böyle kafi, bu kadar sarih ve şuurlu olarak! ' Abd i bey, 'ha yat -ı siy asiyes i' boyunca, kesi nle-

meleri sevmemişti. Kesin tavırlı adamları da. O, arasularda dolaşır. 'Kurt, bulanık havayı sevmez mı?'.Hüsnü Faik'in 'töhmetkâr' konuşmasından, rahatsızoluyor. Açıklamayı hiç doğru bulmadığı, gerçek dü-şüncesi odur ki, Enver Paşa da, Mustafa Kemal Pa-şa da, 'akıbeti meçhul birer sergüzeşte' atılmışlar-dır. "İnsan hakikatperest olmalı,  mon cher",  akla

uygun olan yenilgiyi kabullenmek, ısıramadığımız eiiöpmektir.

Fakat, üstelemedi, en 'munis' sesiyle, Birlik baş-yazarına :

"— ...hakk-ı âliniz var!" dedi.Novotni'den bir çıktı, Allah Allah ; ilk arabaya

ulaşıncaya kadar, fesini başında, atkısını boynundazor 'muhafaza' edebiliyor, rüzgâr öylesine şiddetlen-miş! Arabada, lodosun dakikasında kapıp kaçırdığınal seslerine kulak vererek, 'herkes gibi' bir otomo-bil almasının artık zorunlu olduğunu düşünecektir.Geçenlerde Servet Yesari bey. Lotus marka, altı si-lindirli bir 'tenezzüh'ten sözetmedi mi? kelepirmiş,sudan ucuz! Yoksa Kâmil efendi'nin bulduğu Stude-

baker'e mi bakmalı? Kışta kıyamette, Yeniköy'e fi-lân gitmek gerekti mi, otomobil 'muazzam' kolaylık!

338

Rosa Mizr ahi, Halıcızade 'Köse' İsmail bey'inÖlümünden, etkil enmedi . Çocu kluğ unun uzun yalıl'Omşuluğundan, şu anda üzüleceği, bir anısı olma-malı mı? Yokmuş, 'esasen ondan böyle bir teessürüİntizar etmek, abestir', duygusallık bilmez, kaskatıİm kadın; bunca zamandır tanışırlar, Abdi bey, nevosileyle olursa olsun, onu bir kere ağlarken gördü-ğünü hatırlamıyor. Bunu dehşetle kaydetti. İhtiyarHarzilay ölünce de, kılı kıpırdamamıştı. Oysa, baba-sı. Leon Mizrahi gözyaşlarını tutamıyor da, o, çiçek-

lori sulamasını bahçıvana söylemekte geciktiği için,lllri'yi paylıyor. İstanbul'a göçtüklerinin senesi miy-ılı? Yalıya özledikleri biçimi henüz verememişler, ha-ınm'le selâmlık birlestirilmemis, savasın eli 'kulağın-da.

Babasının ölümüne nasıl tınmadıysa, Rosa Miz-ruhi, yas süresinin dolmasını beklemeden, annesi-nin evlenmesi ne de tınmadı : Grasi a Barzil ay, Pa-ııs'e gelip giderken, genç Benyasef'i ayartmış, şuhalıcının 'mahdumu', adam yaşça ondan küçük ama,kolunun biri çolak! O günler, Abdi bey, Leon Mizra-lıl'yle söyleştiklerini unutur mu : Leon, kayınvalde-ülnin davranışını bağışlamıyordu; hele karısının tep-

kisizliğini, hiç! Epeyce attı tuttu. Abdi bey, yakın-lığına güvenerek, durumu Rosa'ya aktardığında, o,

248

Page 171: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 171/192

titretip, göbek atacaktı', 'Barba' Andon'a geçmesinisağlayan odur.

"— ...sefahet bahsinde 'Pembe' Niko'yla mu-kayese dahi edilemez, lâkin  ma chere,  lâtif siması,mevzun endamıyla, onun kat-be-kat fevkındedir.Şano'ya çıkarken allık, pudra ve düzgün sürdüğün-den, şairin vasfettiği âfet-i devrân olur çıkar, ma-lûm-u âliniz Nedim'in meşhur mısraı ş öyle dir:

"Belâsın ben de bilmem, kız mısın oğlan mısın kâfir?"

Yemeği, gümüş şamdanların ürperen aydınlığın-da yediler. Riri hizmet ediyor , eli işde, 'fikr i' Raşel -

de: otomobil sesi kolladığı pek belirgin, bütün ku-lak kesilmiş, ağaçları karman çorman eden lodosunhoyrat uğultusundan başka, hiç birşey duyulmuyorki! Rosa Mizrahi, bacağının birini, masanın altında,

 Abd i bey' in iki bacağı ara sın a att ı : aklı na esti mi

kâğıtları' getirşiaraiş, yeter! Riri, sinsi hınzırlığıyia,istenileni yap tı: dudaklarında 'hayâsız' sırıtması,papatya sarısı gözlerinde 'müstehzi' pırıltılar! Çeki-lirken, eteklerini parmak uçlarıyla şöyle tutup, ya-rım yamalak bir 'reverans' denemesin mi? Bak re-zile! Sözde iyi geceler diledi ama, havası başka, Allah kol ayl ık versin ' anl amına birşey! Abd i bey'emi dokundurdu?

 Abd i bey kaç ın ku r' as ıdı r: Rosa 'nın , harı l harı l,özlediği gerilim ortamını hazırladığını görmez mi?Bunca 'tevbihe' rağmen Riri'nin yatmayacağı, Raşel'-in 'avdetini' bekleyeceği 'kat'i, her dakika yukarı çı-

kabilir. Gerilimin birinci ayağı bu. ikincisi, Raşel'ingelebilecek olması! Annesi dışarda gecelemesiniyasaklamış. Miralay Morley'le olmazsa, 'maiyeti er-kânından bir zabitle, behemahal dönecektir'. Raşel -in ya da Riri'nin, (yoksa, ikisinin de mi?), şöminenin

Page 172: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 172/192

yapar, o kadarla da kalmaz hem, eliyle tutup birelini usulca eteğinin altına sokuyor, butlarını ellete-cek. Bir yandan söyleşiyorlar, bir yandan Abdi beyRosa'nın kalçalarını okşuyor: 'şayan-ı hayret' etihâlâ sımsıkı, incecik terlemiş, adamakıllı sıcak! Ol-du olacak, kalçalarından, kuyruk sokumuna doğrusarksa mı?

Söz 'Benli' Panayot'tan 'itilâf zabitanının', heleYüzbaşı Rene Lariviere'in anlata anlata bitiremedi-

ği 'Bilezikl i' Kalyopi'ye atladı : Aynalıçeşme'de, Ma-dam Despina'nın evinde bir 'alûfte' ki, çalgı kıyametoynar dururken, kendi memelerini ağzına doldurup,ayakta 'inzal' olmasıyla ünlü. Abdi bey'in gözündeo tik, şakaklarında o zonklama. Bakışları nasıl ka-laylandıysa, başını Rosa'ya çevirdikçe, yüzünü aynayansımışcasına aydınlatıyor. Sağ eli kalçadan kuy-ruk sokumuna uzandı, oraları daha terli, parmak uç-larında nemli tüy temasları, varla yok arası bir ya-pışkanlık!

Yemek işlevini yitirmişti. Kalktılar. Rosa Miz-rahi, kahvelerini ocak başına getiren Riri'yi, kaşlagöz arasında yolluyor. 'Küçükhanum'u bekleyip, uy-kusundan olmasına ne 'hâcet', Abdi bey'le oyuna

oturacak larından, onlar 'esasen' uyumayacakmış,

343 248

y (y ) şkarşısındaki derin koltukta, onları yakalayabilmesiolasılığı, Rosa Mizrahi'nin aradığı korkulu gerginliğiyaratıyor: mengenede vınlayan bıçak gerilimi, sinir-lerini viyolonsel telleri gibi çat çat atan, basıldıkbasılıyoruz korkusu! Barzilay'ların, güneşle gümüş-lenmiş 'Hususi' deniz banyosundaki; Halıcızade Ya-lısı'nın, yeşil buğulu limonluğundaki, 'kaçamak' se-vişmelerinden bu yana, daima böyle olmuştur.

Başbaşa kalır kalmaz, 'resmiyeti' bıraktı: o yıl-

ların 'laubaliliğine' dönüyor. Isınmış kadın, chypre,İngiliz tütünü ve Fransız konyağı kokularıyla, Abdibey'i, sıcak bir havlu gibi sarmış. Rimelden simsi-yah kirpikle rini araladıkça, gözlerindeki havagazımavisi, sanki zehirli bir duman, usul usul sızıyor.Kalın sesi ağdalaşmış, cümlelerinde macun uzama-sı. Görgü kurallarının ayıp saydığı fikirleri, sevişir-ken sıralamak, onu kışkırtıyor ya, neler söylemiyorki:

— ...bilir misin Abdi, nikâh kadını katlediyor:zira, erkek zevkinde serbesttir; hakkaniyet, bu ser-bestiyi kadınlara da tanımayı icabettirirdi, Heyhat,izdivaç kadını zevcine mahkûm etmiştir. Haddıza-tında hukuki, kısmen de mali bir akittir, cinsiyettetefriki muvafık olmaz mı? Zevç ve zevcenin hayai

cinsiyesi nikâhın şümulü haricinde bırakılsa, zan-nımca izdivacın mukavemeti azalmaz artar, mües-sese daha da muhkemleşirdi.

Sonra öpüştüler. Daha doğrusu Rosa Mizrahi, Abd i bey 'in başını karpuz gib i iki eliy le avuçl ıadı,eğilip dişlerini dudaklarına geçirdi. Dili, o pembeyılan, ağzına akıyor. Abdi bey, nedense alçaltıcı say-dığı bu öpüş sırasında, Raşel'e hiç öpüşmedikleriniansızın farketmesin mi? "Calib-i dikkattir, muttasılRiri'yle öpüşürler!". Rosa Mizrahi, ipin ucunu çoktankaçırmıştı, onun dudaklarını çiğneyedursun, bir yan-dan soluk soluğa sözlerini sürdürüyor:

— ...ne garip tecelli! Malik olmasına, bir kadı-nın arzu edebileceği herşeye malikim, lâkin 'Bile-zikli' Kalyopi'ye* gıpta ediyorum, keşki onun gibiolabilsem! Çünkü fahişedir, yâni cinsiyetinin efen-disi, erkek makulesini kullanır. Nerde bizde o talih?

 Abdi bey, aynı yan ılsama ya, balo gece si de dü-şecekti r. Hem de kaç kere : gözle rini n rengin denolmalı, ana kız Mizrahi'ler mavi hastasıdır, kılıkları-nı çoğu ya düpedüz mavi, ya mavinin türevleri; ogcce şişe mavisi bir örnek tuvalet giymişler, sırtıbütün açık; boyunlarında birbirinin eşi inci dizileri;Raşel'in anasından özenip başında yükselttiği topuz,benzerliği adamakıllı çoğaltıyor: balo kalabalığı or-tasında, Abdi bey'in sık sık, Rosa'nın gençliğin erastladığını sanmasına şaşmalı mı?

Korkunç bir şey!... Aynı baloda, bir kadının hemgenç kızlığı, hem olgun kadınlığı dolaşıyor: bir ara,

fox-trot danseden çiftleri aralayıp, Selânik yılların-dan ele avtıca sığmaz bir Yahudi kızı yakalıyorsun,hah hah hah, elma dişler gibi güler, sol kaşı ikidebir havada, enli ve kalın dişlerinin üzerinde dudak-ları 'fistolu'; hemen arkasından, Mütareke istanbul'-

Page 173: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 173/192

 Abd i bey' in erk ekl iği ni içine alır ken, tam bir'cezbe' haline girmişti : kirpikleri nin aralığındangözlerinin sadece akı görünüyor; yüzünde, ışıklı terboncukları, iri iri; solukları boğazına sığmaz; iki me-mesini, iki eliyle sımsıkı kavramış; kalçaları durdu-ğu yerde duramıyor; çalkalandıkça, üstüne başına,elmas taraklarından sanki toz kırmızı biber saçıl-maktadır.

— ...söyle Abdi, hangimiz daha orospuyuz :

Kalyopi mi, ben mi? Söylesene be! Mutlaka bilmekisterim. Despina'nın evinde orospuluk etsem, Kalyo-pi'ye müşteri mi bırakırdım? O sürtük, üstüste kaçherifle yatabilir? inzali benim kadar mebzul müdür?Karılarla sevişebiliyor mu?

Oysa Abdi bey, ürpertici yanılsamasını yaşıyor-du : ocağın kızıllığını, sivri tır naklar ıyla yırta yırta ,kucağında dalgalanan hangisidir? Prens Bragin'eyataklık eden, yaşı oldukça ilerlemiş Rosa Mizrahimi; yasak kitap meraklısı , çiçeğ i burnu nda RosaBarzilay mı; yoksa onun kızı, cinsel tutkusu akıllaraziyan Raşel Mizrahi mi?

* Bkz. :'Sırtla n Payı'

345 248

unda, Mizrahi'i erin yalısı, poker oynamaya MaviOda'ya gireceksin, epeyce 'resmî' bir madam yolu-nu kesiyor: elmaslı taraklarından ışık zerreleri, pulpul dağılmaktadır; bir elinde altın saplı gözlüğü, öte-kinde ingiliz cıgarası, ikisinin arasında nazlı bir du-man ağacı büyüyor.

Peki, hangisi hangisidi r? Rosa nereye kadarRaşel, Raşel nereden itibaren Rosa?

Mizrahi'ierin balosu, umulanın üstünde ilgi top-

lamıştı. Akşam üstü, yeşile çala n bir müre kkepmorluğu, hafif hafif Boğaziçi'ne yayılırken, ilk oto-mobiller sökiin etti : 'Merasi m' üniform aları giymiş,sırf sırma apıılet ve nişan, 'itilâf' subayları, Parismodası renk renk tuvaletleriyle, 'payitahtın' en göz-de kadınlarını kollarına takmış, dökülüşüyorlar. Ençok da İngilizler. Miralay Kenneth Morley, erkendendamladı. Yorgun gözlerini içki kadehinde dinlendi-riyor. Yanıbaşında Raşel, ayrıca enseleri çıplak, dü-şük bıyıkları akrep kızılı, elleri beyaz eldivenli birta-kım 'zabitler': belki iskoçya'lı, belki İrlanda'lı. Fran-sızlar daha seyrek. Yüzbaşı Lariviere gecenin surp-lizi, çünkü Gülistan Satvet'le gelmiş, herkes Gülis-lan'ı Ferid bey mi nedir, o iriyarı Osmanlı 'zabitıylo'

görmeye o kadar alışmış ki, yeniden Yüzbaşı Lcıi

viere'le meydana çıkması yadırganıyor. Daha şim-diden bir sürü dedikodu, kulaktan kulağa fısıltılar.

 Abd i bey, Servet Yesari 'nin oto mob il iyl e gelmiş -ti. Sabahtan öyle kararlaştırdılar. Lodos yerini du-manlı bir yağmura bıraktığından, Hacıosman BayııT-nı inmek bir 'belâ-yı azîm', şoför önünü göremiyor,'etraf kamilen bulut'. Servet Yesari bey'in 'haremi'ingiliz'dir: kerkenes çili üçgen bir surat, bir damlaburun, uzun uzun dişler! Düyun-u Umumiye'dekı in-giltere Mümessili'nin yeğeni mi neymiş. Servet bey'-in Londra'dan 'avdetinde' tanışıyorlar, ardından 'iz-divaç'. Ne cerbezeli kadın, yol boyunca susmak

bilmedi. Abdi bey'e, tabii, her söylediğini onaylamakdüşüyor.  "Par delicatesse, mon cher".*  Oysa tadsız-lığı üstündeydi, gözü otomobilin camlarındahayaline iliştikçe bozuluyor: ne zaman sırtınafrak giyse, başındaki festen utanır; 'münasibi' pırıl

l bi ili di k b d d

lak dal uçlarından, kirli paçavralar gibi, bulut parça-ları sarkıyor. Bahçıvan, elinde 'muazzam' bir şemsi-yeyle peydahlandı, 'himayesinde' cümle kapısına yü-rüdüler. Orada onları, en mavi 'kralıça' görkemiyle,Rosa Mizrahi karşılamasın mı? Burnunu dikmiş, sap-lı gözlüğünün ardından, hepsini tepeden tırnağa sü-züyor. El sıkışıyorlar. Hoşbeş filân, söz nasılsa şe'ı-ıı üç gün altüst eden Lodos fırtınasına döküld ü :Karadeniz'de yüzlerce balıkçı kaybolmuş, akıbetleri'meçhul', aileleri 'efradı' sahilde sabahlamışlar, bü-tün gazetelerde 'Hünkârın teessür-ü şahanelerini iz-har eylediği' yazılıydı.

Yalının loş ve hantal salonunu, ışıklarla dona-tılmış âvizeler mi böyle genişletip güzelleştirmiş;yoksa, karpuz kollu gömleklerini şişire şişire, bir ha-vadan ötekine atlayan Çigan çalgıcıları mı? Sankibaşka bir konağın, başka bir salonu : Flaubert'in bir

d l ti il i ! B l d

Page 174: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 174/192

pırıl bir silindir şapka bunun, ama nerde onda o ce-saret ; geceyi, istese de istemese de, 'altı kaval, üs-tü şişhane' geçirecek!

Bak Servet Yesari bey, hiç aldırıyor mu? As-lında ince ince damar işlemeli kırmızı yanakları, kırpik kır bıyığıyla 'hâzâ' ingiliz, onun başında fes çokdaha eğreti duruyor. 'Donanma-yı Hümayun'da bazıİngiliz zabitleri', bir vakitler fes giymezler miydi, on-lardan farksız: ilk bakışta, Osmanlı'ya özenmiş bir

'ecnebi' sanılabilir. Kılı kıpırdamaz ki! Yolda şaka-ya getirip, üstelik bir lâf etti, Abdi bey'in tadını büs-bütün kaçırdı: "— ...hele gidelim! Madam Mizrahi'-nin, böyle müdepdep tes'id edebileceği, ihtimal sonyılbaşıdır!". Ne demek istedi? Birşeyler mi biliyor?

 All ah muh afa za, Kum pan ya' nın 'va ziy et- i mal iye si'mi sarsılmıştır? 'Mahsuben' de olsa, her türlü 'avan-sın' esirgenmesi, bununla mı ilgili? Leon Mizrahi'nin,isviçre'den dönmek bilmeyişi? Dayanamayıp sora-cak oldu, iyi kötü cevap alabilecekti belki, talih buya, Mizrahi Yalısı'na varmış bulundular.

Kış ağaçları, puslu karanlıkta sırılsıklam: çıp-

* "Nezak et icabı, azizim" .

347 248

romanından çalınıp getirilmiş! Boy aynalarından,gökkuşağı renkleriyle yansıyan erimiş metal aydın-lığı büfe çevresinde, bakara masasında, ya da oca-ğın başında öbeklenmiş misafirlerin, tutuşmuş tozmagnezyum gibi üstüne yağıyor. Kimler, kimler, kim-ler! inanılmaz 'hotozları', evlere şenlik giyimleri,korkunç mücevher hevenkleriyle, kat kat gerdanla-rını titreten 'vardakosta' madamlar: Kavukçuyan'ın'refikası', Diamandis'in 'hemşiresi', Muzenidis'in hem

'refikası', hem baldızı. Yer yer, meşale gibi parla-yan, buğday sarışını 'beyaz' Rus yosma ları. Teniipek, gözleri kadife, kaşları samur, edasından yanı-na varılmaz, biri Yahudi, öteki Fransız iki 'matma-zel' ki, birisi sigortacı Eskenazi'lerin ortanca kızıdır,öbürü galiba Nötre Dame de Lorette'de 'muallime'.Ya Gülistan Satvet? O bir âlem : Yüzbaşı Lariviere'ilımonküfü buğusuna sarmış, hayli 'dekolte' tirşe tu-valeti, ucundan cıgarası eksik olmayan uzun ağızlı-<11, Frans ızcadan baş ka dil konuşm aması yla di kkat içekiyor.

Peki Raşel nerde, Raşel? Yine Miralay Morleyadındaki, o ağır kanlı hayvanın 'inhisarında' mı?

 Abdi bey, tek göz lüğ üni i 'i hti ma mla' sağ gözü ne

ymleştiri p, kalaylı bakışlarıyla kalabalığı taradı.

'Tehalükünü' fazla mı belli etti ne, Madam Mizrahien resmi tavrıyla 'misafirleri ağırlamakta yardımcıolmasını' rica ederek, onu yanında alıkoyuyor, Abdibey içi nden gülümsedi : hep aynı oyun : o buradayarı bunak Sadrettin Bahri Paşa'yla, kahkahalarınıçay fincanları gibi ortalıkta kırıp döken, Besim Pa-şazade Şehbâl hanım'la oyalanırken, Miralay Moı-ley 'cenapları' orada Raşel'le kırıştıracak! "Yağmayok! Bizi, kolay kolay, mandepsiye bastıramazlar,mon cher!"

Ne var ki, 'Sabık' Cebelibereket Ayanı, sıkmagözlüklerini ipek mendiliyle uzun uzun silerek, o

günkü 'Türkçe' İstanbul gazetasında çıkan 'tavzihin'dedikodusuna girişti: ingiliz Muhipleri Cemiyeti Re-isi Sait Molla, eski Reis Vekilinin, 'şahsı ve gazeta-sıyle' hiçbir ilişkisi olmadığını açıklamış! Bak bakbak! Miralay Enver bey, ne çabuk da gözlerinden

Page 175: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 175/192

y y ç gdüştü, işin kötüsü, siyasetten konuşuldu mu, birsüredir Abdi bey kendini hemen kaptırıyor. Yine öy-le oldu : bir de baktı ki, kadehleri üst üste yuvarla-yıp, haldır haldır, Yergir'de yayınlanan haberi tartı-şıyorlar. Haber de, ne haber: Paris'te, Ermeni tem-silcisi Bogos Nııbar Paşa'yla, Kürt temsilcisi ŞerifPaşa, Barış Konferansı'na ortaklaşa nota vermişler!

 Acaba bu, Ermenile rle Kürt leri n arala rındaki 'niza-yı' unutarak, Osmanlı'ya karşı 'ittifaklarının, ifadesi

midir'; Bâbıâli'yi baskı altında tutmak için, itilâfdevletlerinin tasarladığı 'desiselerden' birisi mi?

Çok geçmeden, alkolün bilediği Abdi bey, ter-biyesiz ustura keskinliğini edinmişti; tekgözlüğünüışıldata ışıldata, çevresindekilere 'ahkâm' kesiyot;sözünü, en umulmadık yerde askıya alıp, ikide bircalgrcilara 'kumanda' ediyordu :

— Maestro, putsza czardas!Ya da : — . . .te adta d nekem, s'il vous plaît!

Ne vakit dinlese, 'gaşyolduğu' parçalardı bun-lar, taa, Paris'ten beri! Çigan kemanları tutuş tuğuan, 'meçhul bir kuvvetin taht-ı tesirmde', olanca ke-deri dağılır; öğrencilik yıllarının kaygısızlığı ve fü-tursuzuğu, içinde adeta bir ateş bahçesi donatırdı.

349 248

'zıvanalı' Rus agoras ından, lokomotif gibi dumanüreterek dönüyor. Yolu üzerindeki misafirlere, yalan-cı gülümsemeler dağıta dağıta, gitti ocağın başın-daki Miralay Morley'i buldu; kulağına eğilerek, budefa ona birşeyler fısıldadı. Raşel'le ne 'kaynatıyor-lardıysa', Miralay Morley ıslak ıslak sırıtıyordu, odakika suratı asıldı, şıp şıp yere damlayan yüz çiz-gileri derlenip toparlandılar, hatta kaşlarında uzak-tan bile seçilebilen bir çatılma! içkisini yudumlar-ken, Madam Mizrahi'ye iki soru yöneltiyor. Aldığıkarşılıklar yeterli olmalı ki, Raşel'e dönüp elini öp-tü, özür dileyerek ayrıldı. Konuşa konuşa, Rosa Miz-

rahi'yle koridora doğruldular. Abd i bey, ilk in se vi ni yo r: Raşel 'i çok şükür yal -

nız kıstırabilecek! Sonra, İngiliz İstihbaratı'ndan Mi-ralay Mor ley'le, Prens Dmitri Aleksiyeviç Bragin inböyle tun tun saklanarak, neler konuşabileceklerini

— ...comme e'est drole, mon bey!* Ortada birtercih yoktur ki, sebebi bulunsun! Noel münasebe-tiyle, Miralay'ın lütfundan bilistifade, gezdik dolaş-tık.

 Abdi bey, bakı şla rını n kalayı yla , Raşel Miz rah i'-yi, tepeden tırnağa yaldızlaman. Kadehini bir di-kişte bitirdi :

— Hepsi bu kadar mı? diye sordu.— Hepsi bu kadar!Sesindeki asidin yoğunluğu birden yükseliyor:

— ...bu kadarmış! Sen onu benim külâhıma anlatkızım. 'Bacaks ız' Abdi kül y utmaz : o deyyus-u ek-

berin, ne mal olduğunu bilmez miyim zannedersin?Hatâ edersin! Haddizatında, valden olacak karıylakırdığınız ceviz bini aşmışt ır, peder-i muhteremi nmuttali olursa, —olmak iktiza eder—, ef'alinizin ce-remesini misliyle çekersiniz, benden ikaz etmesi...

Page 176: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 176/192

böyle tun tun saklanarak, neler konuşabileceklerinimerak etti. Asla giderilemeyecek, bir merak bu!

Topuzu piyano siyahı, tuvaleti şişe mavisi, ru- ju ate ş kırmız ısı, Raşel Miz rah i, yaş ınd an büyü k gös-teriyor. Yirmi bir, yirmi iki filân! Püf püf cıgara iç-mesi, bu izlenimi pekiştirmiyor mu? Hareketlerinde-ki kıvamlı 'seyyaliyet', gözlerinin zehirli mavi çağrı-sı, daha belirginleşmiş. Halıcızade 'Bacaksız' Abdibey'i, yanıbaşında görür görmez, sol kaşını kaldıra-

rak gülümsedi. Abdi bey, aynı yanılsamanın çapra-zına düşecektir: Kim bu Allah aşkına? 1323'de, Se-lânik'te gizlice seviştiği, Barzilay'ın kızı mı; yoksaDersaadet'te, 'rumî' 1335 senesi nihayetine doğru,sevişme çareleri aradığı, Mizrahi'nin kızı Raşel mi?

Öfkesini, 'mümkün mertebe' saklamaya çabalı-yor :

— ...bakıyorum, matmazel cenapları, mevcudi-yetimizden dahi bihaber görünürler. Varsa MiralayMorley, yoksa Miralay Morley! Acaba bu ingiliz do-muzunun, abd-i âcize sebeb-i tercihi ne olsa gerek-tir? Doğrusu, ziyadesiyle merak ederim.

Raşel Mizrahi, annesinin kahkahasıyla güldü :

sanki boşluktaki görünmez bir elmayı, üst üste diş-ledi :

351

Hayret! Raşel Mizrahi etkilenmiş görün medi :Üzerinde, aşırı bir güven : onun söyledikleri ndençok, çevresiyle ilgileniyor; uzaktan, Gülistan Satvet'egülümsedi, Şehbâl hanım'la işaretleştiler, tir tir tit-reyerek, duygusal bir parçayı bitiren çalgıcılara, biriki el çırpıyor. Bu arada, gülümsemesini dağıtmadan,

 Abdi bey'e dedi k i:

— Yılbaşı gecesidir, mon bey, ruhsatınız olur-sa, tadını çıkaracağım : şampanya içip, dansetmek

arzusundayım! Lütfen, âsâbımza hâkim olunuz; ara-mızdaki hususiyete, ihtiva etmediği manalar tahmiletmeyiniz.

Yanlarından geçen, pembe beyaz ingiliz suba-yının, koluna giriyor:

— . ..voule z - vous danser ave c moi?*Kemanların rüzgârıyla savruldular. Abdi bey, ar-

kalarından baka kaldı. Çok mu içti, çok mu yaln.z :ağzında nişadır lezzeti, bakışla rı sönük, kulak larıdüşmüş; bıraksalar, eline geçirdiğini kırıp dökecek,öylesine 'meyyus' ve öfkeli! Gerçeği niye saklama-

* "— ...Ne kadar tuhaf, beyim!"...Benimle danseder misiniz?"

248

Page 177: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 177/192

Page 178: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 178/192

MUSTAFA KEMAL PAŞA ANKARA'YA VÜRUD E İT İ

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey'et-i Temsiliyesıbinlerce Ankara'lı tarafından heyecanla

karşılandı.

Ankara (Hususi)

Mustafa Kemal Paşa ve rüfekası, Cumartesi günüşehrimize gelmişler ve büyük merasimle istikbal edil-mişlerdir.

20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ile VaiiV kili Y h G li b H ' t i T ili ' i Dik

ispanyol Nezlesi yüzünden, okullar (Darülfünundahil) on gün tatil edilince. Neveser salgının 'cid-diyetine' inanmıştı. Abdi bey, 'mübalağa' etmiyormuşdemek! Doksansekiz ölü, yüzü 'mütecâviz' hasta.Şehremini Cemil Paşa, tiyatroları da kapatmayı dü-

ünüyor: oyuncuların 'kısm-ı azâmi' yatağa düşmüş,ne yapsın?

Oysa Neveser, yıllardır vücudunu bu kadar 'zin-de' hissetmemişti. Ateşi varla yok arası, öksürüğüseyrekleşti, 'kuvve-i mâneviyesi' yüksek! Münif le

Page 179: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 179/192

her buluşmasından, içinde bir alevsalarla dönüyor:İstanbul ona ufaldı mı ne? Sorunlar, çetrefillikleriniyitirdiler. İşgal karanlığının altında, 'militan' bir iyim-serlik, belli belirsiz pırıldıyor: semt semt 'müsellânmüdafaa-i milliye' grupları, 'teşekkül' etmektedir.

Ondaki değişikliği, gözü üzüntüden dünyayıgörmediği halde, ilk farkeden Mercimek Nine ola-caktır. Üzgün olmasına üzgün, yemekten içmekten

kesildi, sabahlara kadar 'hatim indiriyor'. Halıcızade'Köse' İsmail bey'in 'ufûlünü' duydu duyalı böyle,çünkü 'velinimetidir': 93'de o, 'dünya aaret bilmezşuncacık bir çocucak', Moskof 'epiciğini' Eski Pa-zar'dan kovalamış, 'mâcirlik yollarında bi perişanlık,bı perişanlık', ellerinden 'cennetmekân Ismayil biyci-<1im' tutmasa, 'çıfıt' Selânik'te yüzlerine kim bakar-mış ki?

O gün Lodos'un azgın günü, Neveser sokaktanmutfağa, sanki ıslık ıslığa rüzgâr tarafından savrul-muş, dağınık saçlarında havai mavi bulut parçacık-ları, —biri hafif şehlâ— akıllı gözlerinde, incecikyağmur tozu. Mercimek Nine, elinde bıçak, mutfa-(iın bakır kızılı aydınlığında, portak al kabuklarını

ı lyıyor du: Doğan bayılır ya, portaka l kompostos u

357

Milliye süvarileri fena at koparmışlardır: fişekliklerisağlı sollu çapraz, boyunlarında 'sahra' dürbünü,omuzlarında mavzer.

Böyle bir 'mefkûre-yi millîye', bir 'dava-yı mu-kaddese' kim gönül verse, hastalıkmış, ölümmüş, ış-galmış, ona vızgelir; bütün benliği, 'mefkûresiy le'özdeşleşmiştir çünkü, 'yekvücut' olmuştur, ucu onadokunmadıkça hiçbir olayı, kişiyi ya da düşünceyi,uzunboylu benimseyemez. Neveser'in Halıcızade'Köse' İsmail bey'in 'vefatına', Dersaadet'i hallaç pa-muğu gibi atan enfluenza salgınına, 'vehameti' gittik-çe anlaşılan itilâf işgaline, 'ehemmiyet atfetmiyor' gö-

rünmesi, bundan; aslında, 'mefkûre-yi millînin' ger-çekleşmediği sürece, herşeyin anlam kaybına uğra-dığından, boyutlarının ya daralıp ya küçüldüğündenemin; o kadar böyle ki bu, paslı sarı bir akşam,Petrograd'da, kalkmaya hazırlandıkları sıra, MünifSabri 'bir müddet hıfzetmesi' ricasıyla, büyükçe bir

Page 180: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 180/192

zarf verince, kirpikleri ıslanarak ondan, daha foal'bir görev istedi.

 Arab ada istediğin i som utl aşt ırı yor : kocası Abdibey aracılığıyla, çeşitli çevrelere girip çıkabilir di,'meselâ Muzenidis ahbabıdır, onun tarikiyle EuiikiEterya mehafiline hülûl edilemez mi?'; son zaman-larda, 'Alemdar'cı Refii Cevat beyle aralarından susızmıyor, Hüsnü Faik bey'in yerini o aldı, namüte-

nahi telefon mükâlemeleri yapmaktadırlar', istenirseo 'cihetten' İngiliz Muhipleri arasına sızılabiiir; hasahi 'hîn-i hâcette' Mizrahi Yalısı'na girip çıkmasıda 'mümkîn', mütekabil nefrete rağmen, mesâfeli birâşinâlık muhafaza edilmiştir, bundan bilistifade...

Münif Sabri, 'zikrettiği' bütün çevrelerde, 'mu-temet ve müemmen' adamları bulunduğunu, Neve-ser'in ellerini okşayarak söylemişti. Nasıl bir okşa-mak! Sanki 'narin ve nahif' bir kuşçağızı seviyor.Daha sonra, tel tel ateş bıyıklarını kulağına yaklaş-tırıp, sırası gelince, 'onun hamiyetine de müracaat-tan geri durmayacaklarını' fısıldadı. O gün Venize-lou'un yaş günü mü neymiş, Beyoğlu'ndaki Rum di-limliğinin içinden geçt iler : eflâtu n bir karanlıkt a,

mavi beyaz Yunan bayrakları, Cadde-i Kebir'e saı-

359

kıyordu. Meyhanelerden sarhoş 'âvâzeleri', hüzünlülâternalar. Sabah, Pera Ortodoks Kilisesi'nae 'âym-imahsus' yapılmış. Öğleden sonra, Rum Cemiyet-iEdebiyesi'nde 'merasim'. Prodos gazetesi Tahrir Mü-dürü söylev veriyor. Münif Sabri, farkında olmadanbir cıgara yaktı, kibritini üfleyip söndürürken, dediki:

"•—• ...yar ından sonra, Rebiülâhir'in yedisidir,Osmanlı saltanatının sene-i devriyesi! Venizelos unsene-i devriyesi münasebetiyle, Rumlara merasimizni veren Babıâli, Devlet-i Aliyye' nin 671. seno-idevriyesinin tes'idine izin vermedi. Ne hacâlettir!"

Bunları, yılbaşına üç gün kala konuşmuşlardı:o gece ne yapacaklarını da, arabada kararlaştırdı-lar : ikind i üzeri Çemberlitaş' a, Ahmed'lere gidip :geceyarısına doğru, 'eve' diye kalkacaklar! Dönüşle,Münif Sabri, Cihangir'e kadar Neveser'e 'refakatetmiş' oluyor. Oysa, 1920 yılma ('efrencî') başbaşa

aksm, ya dantel; duvarlara da, bir iki appl ique :gerektiğinde, lâmbalar yakılabilsin!

Mahalleli Ahmet Ziya'yla Doktor Melek'i evli bi-liyormuş, kaç para eder? Melek'in 'ev kadınlığından'zerre kadar 'nâsibi yok', 'âli tahsil gördüğünden, ih-timal tenezzül meselesi addediyor'. 'Vakıa' kış kı-yamet demedi, ne yapıp yapıp döşedi dayadı, kapı-ya 'Dokto r' levhasını astı; ama bunda gösterdı yimahareti', evin 'umurunu çevirmekte' gösteremiyoı :halılar pamuklanmış, sehpalarda 'bir karış' toz, heieo mutfağın pisliği, 'maazallah!': üç güniük bulanıkyığılı durur, nereye elini sürsen yağlı, dökülmemişkiıl tablaları, tabağında küflenmiş peynirler! Zatendoğru dürüst yemek de yapılmıyor ki! Ya tencere-

mde pişirip kapağında atıştırıyorlar, ya da dişatda :artık Fırka'da mı olur, Kurtuluş'un dizildiği matbaa-da, boya lekesi kurşun çapağı arasında mı?

Oysa Dr. Meleho Afram, 'soy' yerden! Kardeşi-

Page 181: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 181/192

ş y y , y ( ) ş şgirmek, başlıca arzuları! Münif, Neveser'i bırakır bı-rakmaz, Mardiros efendi'ye uğrayıp, odalarını ayırt-tı mı, tamam! Nasıl olsa Neveser'i, Ahmed'le DoktorMelek evine dönmüş, evdekiler ise 'biraderinde' kal-mış sanacaklar, 'herhangi bir tehlike melhuz değil-dir.'

 Ahmed Ziya, Divanyol u'na çıkan yorg un bir so-kakta, ahşap, 'nohut oda bakla sofa' bir evde oturu-

yor : iki kat, pencereleri cumb alı, kapısında geçenyüzyıldan kalma, koca bir çınar. Ne vakit uğradıysa,Neveser'in 'içini kasvet bastı': fazlasıyla 'havadar've aydınlık Terakki Apartmanı'nın, o gözlere sığmaz'manzarasına' alıştığından mı; yoksa bu evin birazhımbıl, epeyce köhne, mutlaka iç karartıcı havasın-dan mı? Neveser'in fikrince, ikincisi doğru! DoktorMelek'in, gönle ferahlık verebilecek hiçbir önlem al-mamış olmasını, için için kınıyor. "Yuvayı dişi kuşyapar denilmiştir". İnsan hiç olmazsa, şu is bağla-mış duvarları badanalatmaz mı: açık filizi, sedeflibeyaz, ya da toz pembe! Aşağı kattaki sofa, bitişikmuayene odası, hemen hiç güneş görmüyor, o"alafranga' muşamba perdeler neyin nesi, ya tül asa-

361

y y y şnin ona 'meclubiyetini' gören Neveser, 'keyfiyeti' ba-hasına duyurmuş; 'Alaman' Ziya bey'in tavsiyesineuyarak, ("süryânîiiği nâkise teşkil etmez kızım, in-san-t kâmil oîmcssa bîie, ehl-l namus bir hanım mı-dır, sen ona bak!") geçmişini biraz kurcaladı: Af-ınm'lar 'sülâlecek" kuyumcu, Süryâni-i kadim cema-ati'nin yaygın ailelerinden, bir ucu Dersaadet'teyse,öteki ucu kimbilir nerede: Mamüre-tü!-aziz'c!e mi,

Dlyar-ı Bekir'de mî, Midyat'ta mı? Süryâni PatriğiIII. ilyas Şakir'in, 'suret-i mahsusada' Paris'e BatışKonferansı'na gönderdiği, Beyrut Metropoliti Seve-rlo8 Afram Barsavm yok mu? Onunla bile 'karabet-leri' olduğu söylendi. Söyleyen de kim? HalıcızadeBacaksız* Abdi bey! Dr. Melek'in dedesini, Kapa-

iıçarşı'dan tanımaz mıymış? Kuyumcular Arastası-tını en 'muhterem' adamıdır diyor.

Nasılsa eve erken döndüğü bir akşamdı, dışrr-dn ufak bir yağmur, ağır ağır kaynayan bulutlar.Nolti Salon'da, kısa adımlarla gidip geliyor, cıya-iıı tının dumanıyla daireler çizerek, 'malû mat' satı-yordu ;

"— ...hazreti Nuh'un üç oğlu olmuştu, malûm :

• un. Ham, Yasef! Şam' ın sulbünden neşet edenler

248

Elcezire havalisine yayılmışlardır ki, bunlara Sâmi-ler denilmiştir, işte Süryâniler, bu Samîlerin Ardmikoiu, diğer iki kolu Amurîler ve Kenanîler..."

Ya da, asidli sesini, cızır cızır havada gezdirerek:"— ...Süryânîler," diyor, "...kudemâdandır. Nas-

rânîlerin en eskisi, Şem'un Petros tesmiye eyledikleri,Saint Pierre'den tevellüt etmişlerdir; mamafih kato-lik olanlarına da rastlanıyor, protest on olanlarınada!"

Neveser koltuğa oturmuştu, dizlerinin üzerindebir kitap : Höl derlin'den şiirler! Kocasının sözü da-ğıtmasından sıkılıyor. Onu iigiiendiren Doktor Me-lek'in ailesi, Süryânî-i kadim cemaatinin tarihi de-ğil ki! Abdi bey bir kere başladı ya, durdurmak nemümkün? Bir elini masaya dayamış, öbür eliyle tek-gözlüğünü gözünden alıp, ışıkta yansıta yansıta de-mişti ki :

"— ...hani Davos'a hareketinden evvel, sanabir broche almıştım elmaslı brochs Samuel Afrarrı

raşacak adam mı? Birici k oğlu Ş ammas Afram in,'Balkan Harbi esnasında', lekelihummadan ölüver-mesi, adamcağızı iyice sarsmış, gözü dünyayı gör-müyor : hatta, 'şayia çı kardılar', yok efendim malımülkü torununa bağışlayacakmış, yok Deyyuzzafa-ran Manastırı'na çekilecekmiş, 'falan felân'...

Tekgözlüğünü yerine takıp, cıgarasını dudakia-ıından parmakları arasına alıyor. Yine 'malûmatfü-lüşluk':

"—- ...bu manastır, Süryânî'lerin en muazzammanastırı; milâdi beşinci asırda mı ne inşa edilmiş-tir, Mardin havalisinde bir yerde olmalı, debdebesini

Uıııtanasını az dinlemedik. Güyâ bir tarihte..."Neveser, sözünü kesip sordu : "— Torunundanbahseder misiniz?"

"— ...fazla bir malûmatım yok, Berlin'de tahsil-liydi zannederim; Samuel bey, hayat-ı hususiyesinemüdahale edilmesinden hazzetmez; bahsi hiç geç-

Page 182: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 182/192

bir broche almıştım, elmaslı brochs, Samuel Afrarrı -dan idi, hayli tenzilât yaptı: ruh gibi ahbabımdır.Cercle d'Orient'da briç oynarız..."

Samuel Afram, ablak yüzlü tıknaz bir ihtiyar:azametli kaşları, çatal sakalı ve favorileriyle, Avus-turya Macaristan İmparatoru Franz Joseph'i andırır'Avropalı' giyiniyor: melon şapka, redingot, koluiıtakma yaka, plastron kravat, manşetli kollar. Sur-

yânice Semketh harfi kazılmış altın kravat iğnesine,pırlantalı kol düğmelerine, paha biçilemez. Hele en-fiye kutusu! Telkâri altın bir kafes içine, göz gözyakut ve zümrüt oturtulmuş; kapağına Kûfî yazısıy-la, altından Alef ve Semketh harfleri! Cercle d'Ori-ent'da poker ya da briç oynamadığı zamanlar, yelekcebinden enfiye kutusunu çıkarıp, 'merasirn-i şaha-neyle' enfiye çekiyor. Baş merakı bu! Önce pamuk-larının ucuyla bir tutam alır, şöyle havayı fiskeleyip,'hörmetlice' burnuna götürür. Aksırıklar sökün ettimi, 'adeta küçük bir çarşaf eb'adındaki', enfiye men-dillerine başvuruyor, hepsi koyu renk.

Savaşın bunalımlı günlerinde, bir ara. Cemiyet -in Sabanca'lı Hakkı bey kanadına yakınlaştığı iddia

edilmişti, aslı çıkmadı. Samuel Afram, siyasetle ,uy-

362

ç g çinildi, ben de sormadım. Sağdan soldan işittiğimiz,ı uçukluğundan itiba ren Alamanya' da leyli okumuş,Muour'lerde galiba, bilâhare Darülfünun'a girmeyemuvaffak olu yor : fevkalâde cerbezeli bir kızmışıİMilr..."

Neveser, Doktor Melek'in 'Alman terbiyesi' ai-ıliıjırıı, elbette, 'pederine' yazmayacaktır: Ziya bey'inmüstakbel' gelini lehine sonuçlar çıkaracağını kes-

iımlıiliyor: çocuklarını 'Alman terbiyesi' ile yetiştir-iminden, onu ya oğlu gibi sanacak, ya kızı! OysaiMktor Melek, ikisine de benzemez! Bir kere bencil,lıoiıcilliği bazan birkaç kuruşluk çıkar hesaplarında,ıııı mı o acayip üste çıkmak hırsında kendini gö^ie-ı iyot ne meteliğini kaptırır, ne yanıldığını kaüul.illin herkes mutlaka onun çıkarına uymalıdır, sa-nrıduğuna inanmalı!

/aman geçtikçe Neveser, Ahmea'le sürüp g.denim ir,.malarının, şakac ıktan da olsa, hep kardeşin inn,.tıflıdan almasıyla tatlıya bağlandığını saptamıştı.11 uman ister istemez, bir soru : Doktor Melek'in

'ii>n/esi', yoksa bencilliğinden mi doğuyor? Çıka-ı mı kollamak, 'temayüz etmek' için, herşeyi gö^e

ıılıiıblldlğine bakılırsa, evet! Epey oluyor bir akşam.

248

Petrograt'da bunu konuşmuşlardı; kadehindeki ışık-lara gözlerini dikmiş, anlattıklarını dinleyen Münif,sonunda demişti ki:

"— ...ifratın her türlüsü kötüdür, hodgâmlıkiaifrat zannımca en kötüsü, zira mütecâvizliğe inkılâpedebiliyor. Doktor Melek'te müşahede ettiğimiz, ek-seriya budur: şahsiyetini isbat eylemekle, zalim uirhodgâmlığı birbirine karıştırmış! Asıl hayretimi mu-cip olan, ondaki bu halden ziyade, seciyesini yai<î-nen tanıdığım Ahmed'in, böyle bir tahakküme mütâ-vaat etmesidir!".

Neveser, Münif Sabri'nin yargılarına, yarı yarı-

ya katıldı. Doktor Meleho Afram'ın, kişiliğini kanıt-lamayı, 'ukalâ' bir tahakküme dönüştürdüğü, doğru;ama Ahmed Ziya ona aşırı düşkünlüğünden, ya aagüçsüzlüğünden başeğmiyor; 'tabiatı icabı' tadsıziığısevmez, huzursuzluk çıkarmak istemediğinden yu-muşak davranıyor. Yılbaşı gecesi de, böyle olmadı

»luflru bembeyaz dişleriyle gülümseyerek, beklenme-dik bir şey söyledi:

— Ne meretmiş be, şükür yakabildim : artık do-kunmayın keyfime!

Kâmil efendi, Çemberlitaş'taki evin kapısındaNnvoeer'i arabadan indirdiği sıra, Sultanahmet Oa-ıııU'nln şerefelerinden ikindi henüz okunuyordu. Ka-ilinin  tokmağına- uzanmadan, bir süre o, lando'nun'ulamından baktı: yoğun bir bulut karanlığı Divan-ylıı'nu sarmış. Havada ıslak kömür kokusu, toz ha-limin is. Komşu evlerin kafeslerinde, birer ikişer, hü-/ıııılıı lâmbalar. Bir ihtiyar öksürüğü, uzayıp gidi/or.I aylıkta, bir çi ft nalın şakır tısı. Çok sür mez, boza-ı ıluıın yanık bağırışları duyulacaktır.

Doktor Melek'in ev çevirmekteki beceriksizliği-ni bilmiyor mu; erken gelmesi, akşam hazırlığındaMIMI  yardımcı olmak istemesinden! Hoş o da, ne ba-liMiıinm evinde mutf ağa bulaşm ıştır , ne kocasını nt i d d i S h h 'd d

Page 183: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 183/192

muşak davranıyor. Yılbaşı gecesi de, böyle olmadımı? Doktor Melek, daha ilk kadehte, atıp tutmayakoyuldu : m iting m iting dolaşan Halide Edip harvm -ın. yarı müslüman yarı burjuva milliyetçiliğini hiç be-cenmiyormuş; hele Sabiha Zekeriya'nın Büyük Mec-nuîa'da yayınladığı yazılar, evlere şenlik! Ahmeo,ucundan kıyısından, onları savunmaya yeltenince,düpedüz haşladı ; ne 'küçük burjuva temâyülle fi'kaldı eleştirilmedik, ne de kadınlara aşırı duygusal-

lığı!

Zenci kıvırcığı saçlarından, çıtır çıtır, barut ma-visi bir toz üreterek, diyor ki:

— ...hah hah hah, bu beyin Rosa Luxemburg uKari Liebknecht'in fevkinde addetmesi, bundan mü-tevellittir. Hakikatta görseniz, sakil bir hatundu, üs-telik top al; lâ kin mücerret kadın olması, Ahmed ekifayet eder...

Neveser, kardeşine bir göz attı: Ahmed Zıya,kibrit üstüne kibrit çakıp, 'müşekkel ' Bavyera pi-posunu yakmaya dalmıştı. Sahiden dalmış mıydı,tepki gösterip olay çıkarmaktansa, böyle görünmeyimi yeğliyordu? 'Niteki m', Doktor Melek'in nasılsa

boş bıraktığı bîr anı yakalar yakalamaz, uçları dışaıı

364

tıviııde ama, sadece annesi Seher hanım'dan, ya daMnıolmek Nine'den gördüklerini uygulasa, Doktorı s iuk'ı bastırır. Bastırdı da. 'H avsal anın alam aya-"ii i bir perişanlık içinde bulduğu' mutfağı, kollarını

11' nyıp, o düzene sokuyor. Doktor Melek, 'adeti üze-

İşe birden kalkmış, bazılarını asla öğreneme->H'|!iHİon, bazılarının ölçüsünü kaçırdığından, bir ço-M1 'MU boz muş :  strudel  hamur, elmaları çiğ; fasulye

ı 1.1Kininin yağı kıt, havuçları unutulmuş;  schnitsei iliulııyaeak galeta ununu, ara ki bulasın; yumurtalarM (Kınlanmış, patat es soymasın ı kıvıra madığı mey-ı !ı itidal

Neveser'i ağlamaklı karşılamıştı: Akş am oldu , hiç birş ey haz ırlaya mad ım . ne

,"i "iı aflız bilmem?Kımkoca doktor', havanın kararıvermiş olmasm-

• l'iıı inlin,ılı, işi hangi uc undan tutac ağın ı kestir eme-zi piııdnu şaşkın, yürekler acısı bir dağınıklığın oıta-• mıltı, oradan oraya çırpınıyor. Neveser, sonradanl"mil'.inin de beğendiği bir serinkanlılıkla, duruma• •i i'uymııylıı. ö nce birkaç kelimeyle, onu yatıştırdı,

Mi  .ıııya, nofrayı kurmaya gönderdi. Sonra, ö nıj ğü

1 1  iı un naat kadar, nefes alm adan çalışıyo r. Elin-

248

Page 184: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 184/192

mıydı? Daha genç, daha güzel! Neden Doktor Me-lek'i yeğliyor? Almanya'da bir başına kaldığındanolmalı! Belki de sosyalistliğinden!

"— ...şayan-ı taaccüp olan husus odur ki, Me-lissa da hıristiyandır. Doktor Meleho Afram da! Ruh-metli Hamınne'm ne kadar haklıymış, 'Bu oğlan gâ-vur kızlarına müptelâ' derdi de, inanmaz, gülü gü-lüverirdik..."

'Şaşkın' Beşir usta'yla Münif Sabri, çeyrek saatarayla, Yatsı'ya doğru gelebildiler. İlkin, Beşir usta :kuşaklı, siyah Alman muşambasını, iri göbeği yü-

zünden, kavuşturamamış; kulaklarına kadar geçir-diği, Aziziye fesi yağlı; suratında, 'ezelî hayret ifa-desi'; minnacık burnu, el örgüsü uçsuz bucaksız biratkının kıvrımları arasında, çilek pembesi! Dahamerdivenleri çıkarken, ev zangırdıyor. Çoktandır gö-rüşmediği Neveser'e, 'Mes'ut seneler' dilemek için el

k d k l f ök t k

Page 185: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 185/192

sıkmaya davranınca, az kalsın sofrayı çökertecek-ti; masayı kurtarayım derken, bu sefer sürahiyi de-viriyor : ıslanmasınlar diye, çığlık kıyamet kaçıştı-lar; tren düdüğü sesiyle hepsini bastıran, yine o.

Neveser'e her görüşünde Küçük Valde 'yi hatır -latan, ("...zavallı kadıncağız, bir başına Selâniktene yapar?"), Beşir usta'nın sakarlığına, Ahmet Ziyaoldum olası takılmaz mı, bulaşıyor:

— ...Yunan'ın hakkından gelmek istiyorsa, Mus-tafa Kemal Paşa, allem edip kallem edip, Beşir us-ta'yı İzmir'e ihraç edecek. Bak gör, batırmadık se-fine, yerle bir etmedik kışla bırakıyor mu? Vali Sıer-giadis, 'Yandım Allah!...' diye feryad-ü-figan etmez-se, ben buradayım...

Beşir usta, şaka kaldırır: başının üstünde çe-vire çevire, atkısı ndan kurt uladursun, Ahmed Ziya -nın alayına kıkır kıkır gülüyor. Masaya oturacağı sı-ra, bir haber ile tt i: 'İştirakç i' Hilmi bey'in TürkiyeSosyalist Fırkası'ndaki bazı 'amele' arkadaşlarınaanduymuş ki, Ali Rıza Paşa 'gidicidir', İngilizler 'mil-lici' saydıkları bu kabineyi istemiyor, hükümet düş-tü düşecek! Doktor Melek'le Ahmed Ziya, o dakikakapışıyorlar. Yanıldı yakıldı, Akşam' da çıkan ben-zer bir haberi kanıt gösterip, Ahmed Ziya, 'Şaşkın'

4»n

Page 186: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 186/192

f Bcışbaşa kalmadıkça, öğrenemeyecek; vakitse,geçmek bilmiyor. Ne yapıp da, oyalanmalı? Birkaçyudum bira, bir çatal kaşar peyniri, iki dilim porta-kal. 'Şaşk ın' Beşir usta, yine birşeyleri d eviriyoı :kadehlerini öyle büyük bir hızla birbirine zincirlediki, şimdiden sarhoş : burnunun çilek pembesi, su-ratını kaplamış; olura olmaza, sırıtıyor. Çok geçme-di ayağa kalkıp, sol yumruğunu dikerek, Almanca'şiar' atmaya başladı:

— ...Proletarier aller Lander, vereinigl euch!*— ...Hoch der We!tsozialismus!**

Kahkahayı basıyorlar. Gramof on hiç susmadı.Sıra operalarda, galiba Wagner, 'Uçan Hollandalı'uvertürü : yaylı çalgılar, derinden derine uğulduyor :patladı patlayacak bir yanardağın, karanlık inlemesimi; fırtınalı bir denizin, uzak sesleri mi? Neveser,hop, bir an İsviçre'de: Ahmed Ziya Berlin'den gel-

Gizlemedi. Dönüşte, arabanın titrek kandili loş-luğunda yalnız kalır kalmaz, önce ona sarıldı: hırslıbir kucaklama bu, gerilimi yüksek : biraz onu içinekatmayı, biraz ona katılmayı içeriyor. Ardından öpü-şüyorlar. Neveser'in boynunda, kor kırçılı bıyıkları,ııloş gibi ağzı. Kulağına kaygılı bir fısıltıyla diyor kı:

— ...müstâcel bir vazife zuhûr etti, Perapaıas-luki odayı ipta l mecburiy etinde kaldım : ziyadesiylemüteessirim Neveser, sizi doğruca Cihangir'e götıı-riiyorum...

Utandığından mı nedir, dudaklarını kulağının di-binden ayırmıyor. Soluğu yakıcı: — ...bana darıl-ıııadınız ya!? Darılsanız da haklısınız: kaç gündürhıı gecenin hayaliyle yaşıyorduk, halbuki herşey

ıııı-ı vahitte...Neveser, birden : — Sus Münif, dedi, sus!Heyecandan boğuk, korkudan kısılmış sesini ta-

nıyamadı, Yüreği çarpa çarpa, soruyor:— ...deruhte ettiğin vazife nedir?— ...söylememekte mâzûrum! Mamafih, böyle

Page 187: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 187/192

miş, Zürich'teki Helvetia Oteli'nin holünde karşılaşı-yorlar, insanın içini ferahlatan o traş sabunu koku-su, ısrarlı telefon zilleri. Aklını konuşmalara vermeyezorluyor ama, olası mı? Yine siyasete dalmışlar :Bolşeviklerin Rusya'da duruma egemen olmaları,yalnız kapitalizmin değil, sosyalizmin de kaderini de-ğiştirmi ş : aklıbaşında bir sosyalist, Br üksel Enier-nasyonalı'nı artık ciddiye almazmış ki? İngiliz Yük-

sek Komiseri Amiral de Robeck'le, Karadeniz Ordu-su Komutanı General Milne'in ortakl aşa raporun-dan haberdar' mısınız? Mavera-yı Kafkas'da, Küçük

 Asya'da , 'mik tar -ı kâf i' İngiliz gücünün bulunmayı-şından yakınıyorlar, evet! Denikin'in yenilgisi, Mus-taf a Kemal'in takındığı tavır, durumu temelinaendeğiştir miş; hele bolşeviklerle Kuva-yı mill iyen in'teması', Londra'nın politikasında, önemli değişiklik-lere yo! açabilirmiş! Neveser'in içi daralıyor, bu geceaksayan birşey var, bundan emin, ama ne? Münifbunu ondan gizleyecek mi, açıklayacak mı?

lılr zamanda, her vatanpervere terettüp edebileceknoviden bir vazifedir: imtinaı gayr-ı mümkîn!

— Çok mu tehlikeli?— ...bir miktar, belki! Lâkin endişeye mahal

görmüyorum : suret-i mutlakaa'a muvaffak olacağız. Ak6İ tasavvur dahi edilemez.

Neveser'in ağzı kurumuştu. O da fısıldayarak:— ...hemen, bu gece mi? diye sordu.Münif Sabri, bu defa saçlarını öpücüğe boğu-

yor :— ...evet, diyor, bu gece Neveser.Yol boyunca, dolaylı açıklamalar, bundan son-

raki 'hatt-ı hareketlerine mütedair' birkaç uyarı;loşkilât-ı Mahsusa'daki 'rüfekasından' bazıları. Yıl-dız İstihbarat ı'na kapılanmamışlar mıydı, 'denaeti'İngilizlerle 'teşrik- i mesaiye' kadar götürmüşler . Birkısmı esasen Damat Ferid Paşa'nın adamıdır', Mira-lay Morley'in 'emirberi' derekesine düşmüş, ağzın-dan çıkanı 'ifaya müheyya', hiç de arlanmaz. Oysaİngilizlerin, haftalardır, Karakol Cemiyeti'nin 'faali-yot-i vatanperverânesinden', en çok da Münif Sao-

373

ri'nin ve Resûl Hocayef'in çalışmalarından tedirginolduğu biliniyor. Çünkü intelligence Service inOkhranna artıklarıyla Dersaadet'te çevirdiği dolap-ları izliyorlar: Prens Dmitri Bragin adıyla dolaşan'şahsın' gerçek kimliğini, Resûl Hocayef buldu çı-kardı : Çarlık İstih baratı nda M irliva'ymış, İngilizler'nezdinde, irtibat zabiti', adı: Pavel AlekscındrovıçMakaro f! Münif Sabri'yse, Miralay Morley'le g'zlibuluşmalarını saptıyor, yerini ve zamanını! Bolşevik-lere ve Kuva'yı Milliye'ye karşı, ortaklaşa hareketle-rini, gözleyip rapor ediyorlar, 'buna bigâne kalmala-rı aki-ı selime muhalif birşey olurdu', 'nitekim' ikiüç gündür Münif Sabri'yi sıkı bir 'takibe' almışlar,nereye gitse arkasında bir adam, Birlik'in kapatıl-

ması da bununla ilgili olabilir, gece Ahmed'lere ge-lebilmek için nerelerden dolaşmış, cırdındakini bin-bir 'müşkilâtla' ekiyor.

Onu dinlerken Neveser'i, korku bulaşığı yanlışbir keder kuşatmıştı. Kulaklarında, arabanın dingi-linden mi, tekerleklerinden mi geldiğini çıkaramadığıo "meyyus ve biteviye' iniltiler; göz pınarlarında bo

metini, unutma ki çok geç ve güç idrak ettim : seniı oybetmek istemem! Ara ba, Te ra kki Apa rtm anı 'nı n kapı sı önü nde

durdu. C ihangir'de gece, bulut bulutt u : çoğu pen-ı ereleri hâlâ ışıklı apartmanl ar, toz mavi bir yaldı-ın harmanlandığı, mavi sislerin içinde eriyip, karan-

lığa dağılıyor gibiydiler. Herşeyde ve heryerde, irkil-tici bir kesinsizlik hüküm sürüyordu. Sertlik, sağlam-lık, güvenilirlik duygularını yok eden; somut nevarsa hepsini, sokağı, arabayı, apartmanları soyul-luştıran bir sanrıydı bu; o kadar güçlüydü ki: Neve-ser bir an arabadan iner inmez 'nâmütenâhi ' birboşluğa uçacağı izlenimine kapıldı.

— Allah muininiz olsun, Münif! Muvaff akiyeti -

ni/ için dua edeceğim.— Teşekkür ederim! Cumartesi'ye, Muiatierde.— Evet! Ark ası nda n ba ka ka lı yo r: Kupa ara bas ı, san ki

•.okak boyunca ağır ağır uzaklaşmadı da; koşumlarıpul pul pırıldayan hayalet atları, sakalı dumanlı ma-

i b l b l t k l b l ğ ' i i

Page 188: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 188/192

o "meyyus ve biteviye' iniltiler; göz pınarlarında, bo-şalmaya hazır gözyaşları. Epeydir mendilini didikle-yip duran ellerini, Münif Sabri usulca avcuna aıaı,dudaklarına götürdü : parmak uçlarını birer bireröpüyor. Sesi yumuşak ama kararlı, diyor ki:

— ...bu şerait altında, bir müddet birbirimizdenuzak kalmamızda faide mülahaza etmekteyim.Rendez-vous mahallimizi de değiştirmek icabeder:

Petrograd, esasen mimlenmiştir. Cumartesiye, sui,Mulatier'de bekleyeceğim, alafranga saat üç sula-rında...

Gözleriyle gözlerini aradı: — ...nasıl, münasipmi?

Kirpiklerinde iki damla gözyaşı, Neveser mah-zun gülümsüyor:

— ...münasiptir!Yeniden kucaklaştılar. Neveser, Münif'in buğ-

day sarışınlığına, ufak öpücükler halinde dağılarak— ...korkuyorum Münif, dedi, çok korkuyorum!

Rica ederim, kendine mukayyet ol! Memleketi na-zar-ı itibara aldığın kadar, beni de al! Aşkının kıy-

375 248

vi arabacısıyla, bulut kalabalığının 'esrarengiz gir-daplarında' eriyerek kayboldu. Ancak o zaman Ne-veser, gecenin iliklerine işleyen soğuğunu, sinsi ne-mini hissedip, ürperiyor. Suriye'li Ayan Azası Faruk( I Mabr uk'un dairesinden, ma cun gibi uzayan bay-gın Arapça şarkıyı, darbuka sesini, zil çınlamasınıda! Merdivenleri çıkarken, elinde olmadan düşündü :

"— ...Aman yarabbi! Faruk bey el Mabruk Jayılbaşını mı tes'id ediyor? Ne günlere kaldık!"

O gece, karışık rüyalar gördü. Sabaha karşı,bir yanılsamayla uyanıy or: Perapalas'taymışı aı,Halic'e nâzır' odanın, görkemli yatağında; uzaKtun

u/ağa, sabah ezanları! Münif'in yanıbaşında yatma-dığını farkedinceye kadar, sanıyor ki ezanların dür-tüsüyle uyanmıştır. Farkeder etmez, yeniden o korkubulaşığı keder, içini kuşatıyor: "— ...ya onu kay-bedersem?!". Abdestsiz olduğunu bildiği halde, buyüzden mi dua etti? Çocukluğunda, 'Hamınnesi'-ıun bolkttiği dualar, o 'semavî' fısıltı kuşları, şaşı-larak bir kolaylıkla gelip, dudaklarını buluyordu :

blsmillahirrahrnanîrrahim,   kul  nuvulicıhü ahad,

Page 189: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 189/192

Page 190: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 190/192

nın böyle yerlerde tek başına oturması, yadırganır;Münif, herhalde bu düşünceyle, daima ondan öncegelirdi; gecikmesi, iki defa 'vâki oluyor'. Neveser,'mütereddit' adımlarla, renkli camların ayırdığı içbölmeye yöneldi, kuytu bir masa seçti, maroken kol-tuğa eğreti ilişiyor.

Mulatier'ye gelmeyeli epey zaman olmuş, Pet-rograd'dan ne kadar farklıymış meğer, insan unutu-yor : nerede 'beyaz' Rusların paldır küldür neşesi,mahzun derbederliği? Burası, basbayağı ciddi biryer; daha çok Fransızca konuşuluyor. Renkli cam-ların marifeti midir nedir, ortalıkta erguvan rengikıvamlı aydınlık; içisıra filizî, mimoza sarısı yansı-malar. Arada belirip kaybolan, ağır bir vanilyalı tur-

ta kokusu. Duvar aynaları bütün meneviş, köşelerdekırlangıç motifleri, çınar yaprağı vs. Kalabalık sa-yılmaz : pa rmak uçlarında 'mükedder' Chopin'iyle,"hülyalı' bir piyanist; yapışkan, yağlı kara bakışlarıNeveser'de, yaşlıca hayli yakışıklı bir Fransız 'zabi-ti'; görkemli şapkaları tüllü, vişnerengi dudaklarınıgörgüsüzce büzen 'edâsı insanı öldürür' tatlısu

ba? Sivri çenesi, dişsiz izlenimi uyandırıyor ama,yanlış, ağzı diş dolu, fare dişlerinden farksız, minimini dişler: sivri ve keskin. Gözlerinden biri sarı elâ,öteki iç midye yeşili, ikincisinin görmediği muhak-kak. Oturur oturmaz, cebinden 'fakfon' tabakasınıçıkardı; kıskanılacak bir ustalıkla hem cıgara sarıyor,hem Neveser'in merakını gideriyor:

— ...sevdalık hâli nedür, bilürem: Münif beyIçün tasa edersiz. Sağdır, selâmettedir, tasaya ma-hal yohtur! Yahşi iş görmüşez, dağdağası dünyayıtutmuş! İngiliz soldatları, İstanbul kazan onlar kep-

çe, ölü diri Münif bey'i arıyor. Bilesiz ki gelmeyipovvelâ bundandır, saniyen...

 Arabanın içi gümüş loşluğu, kuru soğuk . Bütünçabasına rağmen, Neveser, dişlerinin birbirine vur-masını önleyemiyor. Günlerdir, yüreğine batmış birtığ gibi taşıdığı o korkuyu, artık gizleyemeyecek:

k l d ?

Page 191: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 191/192

görgüsüzce büzen, edâsı insanı öldürür , tatlısufrengi birkaç masa 'madam'! Hepsi Neveser'e kıya-sıya yabancı. Münif bir gelse! Münif hemen gelmeli!

Münif Sabri gelmedi. Neveser, hiç beklemediğibu davranışa ne anlam vereceğini bilemiyor; elindeolmaksızın, kötüye yoruyordu. İçi ne türlü kararmışolmalı ki, çıkıp da dışarsını aydınlık bulunca, garip-sedi. Tuzu andırır, kuru kar tozu, şehrin üzerine in-cecik serpiliyordu. Gümüş karası soğuk, vitrin cam-larında donmuş. Bir kupa çevireyim dedi, bineceğisırada, neye uğradığını anlay amad ı: yanıbaşındaansızın ufak tefek, kösemsi, üstübaşı 'pejmürde' biradam peydahlanıyor; kolundan tutt uğu Neveser'iarabaya bindirirken :

— ...gir hemşire gir! diyor. Men Resûl, ResûlHocayef; Münif bey canibinden gelirem, 8eninle da-nışacağım.

Münif'in adını vermese, ardından arabaya atla-yıp kapıyı kapatmasına. Neveser göz yumar mıydı,şüpheli! Hareketleri onu tedirgin ediyor: samimiyetimi lâubâll, kılığı mı fazla özensiz, konuşması mı ka-

380

— ...yoksa yaralı mıdır?Resul Hocayef, sağlam gözüyle, gülümseyerek

baktı. Cıgarasının kâğıdını henüz ıslatmıştı, özenleyapıştırıyor. Öteki eliyle, tütün kırıntılarını pantolo-nundan silkeleyip, diyor ki:

— Belî! Sol omzunu kurşun ohşamıştır, lâkin tı-mar eyledik, maşallahı var! Osmanlı zehmetkeşleri-

nin, medâr-ı iftiharıdır, mihribân bir yiğit!İçine doğanlar, gerçekmiş demek : Münif Sabri,

yılbaşı gecesi, Yeniköy'deki eyleme katılmış. Yara-lanmış da. İçinden ağlamak geliyor ama, Neveser'eyakışır mı? Yüreğini pek tutmalı! "Münif, böyle ol-masını arzu ederdi...". Bunu sağlayabilsin diye, onaResûl Hocayef'i gönderiyor: Salı günü için, başkabir buluşma belirle yerek: Beyoğlıı'ndaki KarlmanBonmarşesi, çocuk oyuncakları bölümünde, 'alatur-ka' saat sekize doğru! Frenk kılığında gelecekmiş,başı şapkalı, gözü gözlüklü. Şu 'esnada' pastaha-nelerde görünmeleri, 'mahzurluymuş' da!

Neveser'in heyecanı yatışmıştı. İki yanağındaiki gamze, Resûl Hocayef'e gülümsedi. O sağ eliyle

gülümsemesini alıp, adeta göğsüne bastırıyor. Ağ-zında yanmamış cıgarası, yarım yamalak:

Page 192: attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

8/14/2019 attila ilhan - dersaadet'te sabah ezanları

http://slidepdf.com/reader/full/attila-ilhan-dersaadette-sabah-ezanlari 192/192